25. Bölüm


"Hiç kızmayın bana," dedi altın sesiyle, "bu benim cezamdır, dostum. Hiçbir zaman burada sevildiğiniz ölçüde sevilmeyeceksiniz," dedi elini yüreğinin üstüne koyarak. "Söylemedim mi size? Markiz Dudley, beni kurtardı. Kirli şeyler onun olsun, onu hiç kıskandığım yok. Meleklerin şanlı aşkı da benim! Siz geleli beri, uçsuz bucaksız alanlar aştım. Yaşamı yargıladım. Ruhu yükseltin, onu parçalarsınız; ne denli yükselirseniz, karşılaştığınız sevgi o denli azalır: Vadide acı çekecek yerde, havalarda yüreğinde bir duygusuz çobanın attığı oku taşıyarak dönen kartal gibi acı çekersiniz. Bugün yeryüzüyle gökyüzünün uzlaşmaz olduklarını anlıyorum. Evet, göksel alanda yaşamak isteyen kişi için, yalnız Tanrı vardır. Ruhumuz o zaman bütün yersel nesnelerden kopmalıdır. Dostlarını da çocuklarını sever gibi sevmeli, onlar için, kendi kendisi için değil. 'Benlik' yıkımlara, acılara neden olur. Gönlüm kartalın gittiğinden de yükseklere gidecek; orada beni hiç aldatmayacak bir aşk var. Yeryüzü yaşamını sürdürmeye gelince; içimizdeki meleğin ruhsallığına duyuların bencilliğini egemen kılarak bizi fazlasıyla yiyip bitirir. Tutkunun verdiği sevinçler korkunç derecede fırtınalıdır, ruhun atılışlarını durduran, gevşetici kaygılarla ödenir. Bu fırtınaların çalkalandığı denizin kıyısına geldim, onları fazlasıyla yakından gördüm; sık sık bulutlarıyla sardı beni, dalga her zaman ayaklarımın dibinde parçalanmadı, yüreği soğutan sert kucaklayışı duydum; yüksek yerlere çekilmeliyim, bu uçsuz bucaksız denizin kıyısında ölürüm ben. Sizi de, beni üzmüş olan herkes gibi, erdemimin bir bekçisi olarak görüyorum. Bereket versin ki, güçlerimle oranlı bunalımlar girdi yaşamıma, böylece kötü tutkulardan arı, baştan çıkarıcı dinlenişten uzak, hep Tanrı'nın buyruğunda geçti. Bağlılığımız çılgınca çaba, yüreklerinin, insanların ve Tanrı'nın isteklerini yerine getirmeye çalışan iki arı çocuğun çabası 'oldu'... Çılgınlık, Félix! – Ha!" dedi kısa bir duruştan sonra, "Bu kadın hangi adla çağırır sizi?"

"Amédée," diye yanıtladım, "Félix ayrı bir varlıktır, yalnız sizin olacaktır."

Dindarca bir gülümsemeyle gülümsedi.

"Henriette kolay kolay ölemiyor," dedi. "Ama, alçakgönüllü Hıristiyan kadının, mağrur annenin, erdemleri dün sendeleyen, bugün sağlamlaşmış kadının ilk çabasında göçüp gidecek," diye ekledi. "Ne söyleyeyim size? Evet evet, en ufak olaylarda olduğu gibi, en büyük olaylarda da yaşamım yönünü şaşırmıyor. Sevginin ilk köklerini bağlamam gereken yürek, annemin yüreği, çabalamama karşın, bana kapandı. Kızdım, ölmüş üç oğlandan sonra geliyordum, annemin, babamın gönlünde onların yerini tutmaya çalıştım boşu boşuna; ailenin gururunda açılan yarayı iyileştiremeyecektim. Bu hüzünlü çocukluktan sonra, tapılası teyzemi tanıdığım zaman, ölüm onu çabucak elimden aldı. Kendimi adadığım Mösyö de Mortsauf durmadan, yaraladı beni, durup dinlenmeden, bilmeden, zavallı adam! Aşkında çocuklarımızın bize besledikleri şu arı bencillik var. Bana verdiği acılardan haberi bile yok, her zaman bağışlanmıştır! Çocuklarım, bütün sızılarıyla etime, bütün nitelikleriyle ruhuma, günahsız sevinçleriyle yaradılışıma bağlı olan bu sevgili çocuklar, bu çocuklar, annelerin bağrında ne denli güç ve sabır bulunduğunu göstermek için verilmedi mi bana? Ya! Evet, çocuklarım erdemlerimdir benim! Onlar tarafından, onlarda, onlara karşın neler çektiğimi biliyorsunuz. Benim için anne olmak, her zaman acı çekmek hakkını satın almak oldu. Hacer çölde haykırdığı zaman, bir melek bu fazlasıyla sevilen köle için, arı bir pınar fışkırtmış; ama bana, beni götürmek istediğiniz duru pınar (aklınızda mı?) Clochegourde'un çevresinde akmaya başlayınca, bana yalnız acı sular getirdi. Evet, işitilmedik acılar yüklediniz omuzlarıma. Sevgiyi yalnız acıyla tanıyanı Tanrı hiç kuşkusuz bağışlayacaktır. Ama, duyduğum en keskin acılar sizden geldiyse, hak ettiğim için geldi belki de. Tanrı adaletsiz değildir. Ya! Evet, Félix, bir alın üstüne bırakılan kaçamak bir öpüşte nice suçlar var belki de! Belki de, akşamları, çocuklara, babalara bağlı olmayan anılar ve düşüncelerle baş başa kalmak amacıyla dolaşılırken, bu yürüyüşlerde ruh bir başkasıyla evlenirken, çocuklarının ve kocasının önünde atılan adımların cezasını sert bir biçimde çekmek gerek! İç varlığın yalnız kucaklaşmalara sunulan yeri tutmak için toplanıp ufalması, belki de suçların en kötüsü! Bir kadın, kocasının öpüşü saçlarına konsun da alnı bundan uzak kalsın, diye eğildiği zaman, suç işlemiş demektir! Ölüme dayanan bir gelecek düşünmek suç işlemek demektir. Evet, günah işledim ben, çok günah işledim! Kilisenin koyduğu cezalardan zevk aldım, papazın hiç kuşkusuz fazla hoş görür karşıladığı yanlışları ödemekten de uzaktı bu cezalar. Hiç kuşkusuz, Tanrı, bu yanlışların kendisi için işlendiği kimseyi öcünü almakla görevlendirerek cezayı bütün bu yanlışların ortasına yerleştirdi. Saçlarımı vermem, kendimi vaat etmem değil miydi? Neden aklar giymekten hoşlandım? Böylece büsbütün sizin zambağınız olduğumu sanıyordum; beni burada, ilk olarak, ak giysiyle görmemiş miydiniz? Yazık! Çocuklarımı daha az sevdim, çünkü her büyük sevgi, borçlu olduğumuz sevgilerden çalınır. Görüyorsunuz ya, Félix, her acının anlamı var. Vurun, Mösyö de Mortsauf'un ve çocuklarımın vurduğundan da sert vurun. Bu kadın Tanrı'nın öfkesinin bir aracıdır, ona hiç kin duymadan yaklaşacağım, gülümseyeceğim ona; Hıristiyan, eş, anne olmamak korkusu yüzünden, onu sevmek zorundayım. Söylediğiniz gibi, çiçeksiz kalmasına neden olacak bir dokunuştan yüreğinizi korumanıza yardım edebildimse, bu İngiliz bana lanet edemez. Bir kadın sevdiği kimsenin annesini sevmelidir, ben de sizin annenizim. Yüreğinizden ne istedim? Madam de Vandenesse'in boş bıraktığı yeri. Ah! Evet, soğukluğumdan her zaman dert yandınız! Evet, ben yalnız annenizim sizin. Öyleyse geldiğinizde elimde olmadan söylediğim sert sözlerden dolayı bağışlayın beni, öyle ya, bir anne, oğlunun böylesine sevildiğini öğrenince kıvanç duymalıdır."

Başını göğsüme yasladı, "Özür dilerim! Özür dilerim!" diye yineledi.

Bilinmedik bir ses duydum o zaman. Ne genç kız sesinin sevinçli heceleri ne kadın sesinin sözcüklerini öyle sertçe bitirişleri ne de acılı anne iç çekişleriydi bunlar; bir iç parçalayıcı, bir yeni sesti bu, yeni acılar içindi.

"Size gelince, Félix," dedi, coşmuştu, "siz kötülük edemeyecek dostsunuz. Ah! Gönlümde hiçbir şey yitirmediniz, hiçbir şeyden dolayı kızmayın kendinize, en ufak bir pişmanlığınız olmasın. Bunları tatmak için bir kadın, çocuklarını bıraktığına, toplumdaki yerinden el çektiğine, öbür dünyadan vazgeçtiğine göre, olanaksız bir gelecek için en uçsuz bucaksız zevkleri bırakmanızı istemek, bencilliklerin en büyüğü değil miydi? Kaç kez sizi kendimden üstün buldum! İşte her şeyi söyledim, sizin için yalnız yüksek, titrek, soğuk, ama silinmeyecek bir ışık olabilirim. Yalnız, Félix, ne olur, kendime seçtiğim kardeşi sevmekte tek başıma bırakmayın beni. Beni sevin! Bir kız kardeşin aşkının ne kötü yarınları ne de güç anları vardır. Sizin güzel yaşamınızla yaşayacak, acılarınıza üzülmekten geri kalmayacak, sevinçlerinizle neşelenecek, sizi mutlu eden kadınları sevecek, ihanetlere kızacak olan bu hoş görür ruha yalan söylemek gereksinimini duymayacaksınız. Benim böyle sevilecek kardeşim olmadı. Şimdiye dek bulanık ve fırtınalarla dolu olan bağlılığımızı bu tatlı ve temiz sevgiye çevirmek için her türlü onur duygusunu silkip atacak ölçüde büyüklük gösterin. Böyle olursa, yaşayabilirim. Lady Dudley'in elini sıkarak ilk ben başlayacağım."

Ağlamıyordu, ruhunu ve acılarını gizleyen son örtüyü de koparıp atarak, bana ne bağlarla bağlı olduğunu, ne sağlam zincirleri parçaladığımı gösteren bu acı bir bilgiyle dolu sözleri söylerken, ağlamıyordu! Öylesine kendimizden geçmiştik ki, seller gibi yağan yağmurun farkında bile değildik.

Arabacı, Ballan'ın başlıca hanını göstererek, "Birkaç dakika şuraya girmek istemez miydiniz, efendim?" dedi.

Kabul ettiğini belirten bir işaret yaptı, yaklaşık yarım saat süresince giriş kemerinin altında kaldık, otelin adamlarını büyük bir şaşkınlığa düşürdük, gecenin on birinde Madam de Mortsauf'un neden böyle yollarda olduğunu düşünüyorlardı merakla. Tours'a mı gidiyordu? Yoksa, Tours'dan mı dönüyordu? Sağanak dinip de yağmur yerini Tours'da brouée denilen, yüksekten esen yelin çabucak götürdüğü sisi ayın aydınlatmasına engel olmayan şeye bırakınca, arabacı çıktı, beni büyük bir sevince gömerek arabayı geri çevirdi.

"Emrimi dinleyin!" diye bağırdı Kontes tatlılıkla.

Böylece Charlemagne çoraklarının yolunu tuttuk, burada yağmur yeniden başladı. Çorakların ortalarında, Arabelle'in gözde köpeğinin havlayışlarını duydum; bir at birdenbire bir meşe topluluğunun alt yanından ileri atıldı, bir sıçrayışla yolu geçti, işe yarayacağı sanılan bu boş topraklarda tarlalarını birbirinden ayırmak için mal sahiplerinin kazdığı bir hendeğin üzerinden atladı ve Lady Dudley, arabanın geçişini görecek biçimde çorak toprakta durdu. "Bunu yapmak suç olmayınca, böyle çocuğunu beklemek ne zevk!" dedi Henriette.

Köpeğin havlayışları Lady Dudley'e benim arabada olduğumu anlatmıştı; hiç kuşkusuz havanın kötülüğü nedeniyle böyle geldiğimi sandı; Markiz'in durduğu yere geldiğimiz zaman, kendisine özgü binici ustalığıyla yolun kıyısına uçtu, Henriette bir mucize karşısındaymış gibi hayran kaldı bu ustalığa. Şirin olsun, diye Arabelle, İngiliz söyleyişiyle adımın yalnız son hecesini söylerdi, bu da onun dudaklarında periye yaraşır bir güzelliğe bürünen bir tür sesleniş olurdu.

"My Dee!" diye bağırdığı zaman, yalnız ben işiteceğim sanıyordu.

Kontes, kıvrımları açılmış, uzun bukleleri sabırsız yüzüne garip bir biçimde eşlik eden bu masalsı yaratığı parlak bir ay ışınında seyrederek, "Evet, o, Madam," diye karşılık verdi.

İki kadın, birbirini nasıl bir çabuklukla inceler, bilirsiniz. İngiliz, düşmanını tanıdı, şanlı bir İngiliz gibi davrandı; İngiliz horgörüsüyle dolu bir bakışla süzdü bizi, sonra bir ok hızıyla fundalıkta gözden silindi.

"Çabuk, Clochegourde'a!" diye bağırdı Kontes, bu sert bakış yüreğe inen bir balta vuruşu gibi bir şey olmuştu onun için.

Arabacı, Saché yolundan daha düzgün olan Chinon yoluna sapmak için döndü. Araba yeniden çorak topraklar boyunca uzandığı zaman, Arabelle'in atının azgın dörtnalını ve köpeğinin ayak seslerini işittik. Her üçü de fundalığın öbür yanında, korularda uçar gibi gidiyorlardı.

"Gidiyor, bir daha bulamamasıya yitiriyorsunuz onu," dedi Henriette.

"Ne yapalım, gitsin!" diye yanıtladım. "Bu da dert mi?"

"Ah, zavallı kadınlar!" diye atıldı Kontes, acımalı bir dehşet vardı sesinde. "Ama nereye gidiyor?"

"Grenadière'e, Saint-Cyr yakınlarında küçük bir eve," dedim.

Henriette bana, kadınların aşkta birbirlerinin desteği olduklarına inandıklarını, birbirlerini hiç bırakmadıklarını kanıtlayan bir sesle, "Yalnız gidiyor," dedi.

Clochegourde'un ağaçlık yoluna girdiğimiz sırada, Arabelle'in köpeği, arabanın önüne koşarak keyifli bir biçimde havladı.

"Bizi geçti," diye atıldı Kontes.

Kısa bir duruştan sonra, yine konuşmaya başladı:

"Bundan daha güzel bir kadın görmedim hiç! Ne el o öyle, o ne bel; teni zambağı siliyor, gözlerinde elmasın parıltısı var! Ama fazlasıyla güzel ata biniyor, gücünü göstermekten hoşlanıyor olmalı, canlı, sert, öyle sanıyorum; saygı gereklerini çiğnemekte de biraz ileri gidiyor gibi: Yasaları tanımayan kadın yalnız kendi kaprislerini dinleyecek demektir. Parlamayı, devinimi çok sevenlerde, bir şeyi sürdürme gücü yoktur. Benim görüşüme göre, aşk daha çok durgunluk ister: Sondanın hiç dibi bulamadığı, fırtınaların şiddetli olamayacağı, aşılmaz sınırlar içinde kaldıkları, ender oldukları; içinde iki varlığın, lüksü, parıltıyı rahatsız edici şeyler gibi görecekleri bir odada yaşadıkları, uçsuz bucaksız bir göl gibi düşündüm ben aşkı. Ama aşk kişiliklerin damgasını taşıyor olmalı, belki de yanılıyorum. Doğa ilkeleri iklimlerin istediği biçimlere boyun eğiyor, neden bireylerin duyguları için de böyle olmasın? Hiç kuşkusuz, kitlece genel yasaya bağlanan duygular, yalnız anlatımda, ayrılırlar. Her ruh kendince davranır. Markiz, uzaklıkları aşan ve erkek gücüyle davranan, güçlü kadın; sevgilisini tutsaklıktan kurtarabilir, gardiyanları, muhafızları, cellatları öldürebilir; oysa kimi yaratıklar, bütün ruhlarıyla sevmekten başka bir şey bilmezler: Tehlikede, diz çöker, dua eder ve ölürler. Bu iki kadından en çok hoşunuza gideni hangisi? İşte bütün sorun bu. Evet ya, Markiz sizi seviyor, sizin için bunca şeyi ayaklar altına almış! Belki de, siz kendisini sevmez olunca, sizi her zaman sevecek olan odur!"

"Sevgili melek, bir gün bana söylediğiniz şeyi yinelememe izin verin: Bunları nereden biliyorsunuz?"

"Her acının bir öğrettiği vardır, ben de öyle çok alanda acı çektim ki, bilgim çok geniş."

Uşağım verilen emri işitmiş, setlerden döneceğimizi sanmıştı, atımı ağaçlık yolda hazır bulunduruyordu: Arabelle'in köpeği, atın kokusunu almış; hanımı da, çok haklı bir meraka kapılarak korularda onun ardından gelmişti, hiç kuşkusuz korularda gizleniyordu.

Henriette gülümseyerek, "Gidin de barışın," dedi, en ufak bir hüzün yoktu üzerinde. "Amacım konusunda ne denli aldandığını söyleyin; kısmetine düşen gömünün bütün değerini belirtmek istiyordum ona; yüreğimde yalnız iyi duygular var kendisine karşı, öfkenin, horgörünün izi bile yok; karşıtı değil, kız kardeşi olduğumu açıklayın ona."

"Gitmeyeceğim!" diye atıldım.

Din kurbanlarının kıvılcımlar saçan gururuyla, "Kimi gözetmelerin alçaltmaya dek vardığını hiç duymadınız mı içinizde?" dedi. "Gidin, gidin!"

Bunun üzerine, ne durumda olduğunu öğrenmek için Lady Dudley'e koştum.

"Bir küsse de beni bıraksa! Clochegourde'a dönerdim," diye düşündüm.

Köpek, beni bir meşenin altına götürdü, buradan Markiz bağırarak atıldı:

"Uzaklaş. Uzaklaş."

Bütün yapabildiğim Saint-Cyr'e dek ardından gitmek oldu, gece yarısı vardık oraya. Arabelle, atından indiği zaman, "Bu hanımın sağlığına hiç diyecek yok," dedi.

"Ben olsam, ölürdüm!" demek isteyen bir tavırla, kuru kuru söylenen bu gözlemdeki bütün acı alayları ancak onu tanımış olanlar akıllarına getirebilirler.

"Bu üç oklu şakalarının bir tekini bile Madam de Mortsauf'a yöneltmeye kalkmayacaksın," diye yanıtladım.

"Değerli yüreğiniz için çok değerli olan bu varlığın kusursuz sağlığını belirtmek, büyük efendimizin hoşuna gitmeyen bir şey yapmak mı? Söylediklerine göre, Fransız kadınları, sevgililerinin köpeklerine varıncaya dek her şeylerinden nefret ederlermiş, biz İngiltere'de, şanlı efendilerimizin bütün sevdiklerini severiz, nefret ettikleri her şeyden de nefret ederiz, çünkü efendilerimizin benliğinde yaşarız. Öyleyse, bu hanımı sizin sevdiğiniz ölçüde benim de sevmeme izin verin. Yalnız, sevgili çocuk," dedi, yağmurdan ıslak kollarıyla sarıldı bana, "bana ihanet etseydin ne ayakta ne yatakta olurdum ne uşaklı bir arabada ne Charlemagne çoraklarında ne de dünyanın hiçbir çorak toprağında gezinmekte; ne yatağımda ne de dedelerimin çatısı altında olurdum! Olmazdım artık ben. Ben, Lancashire'da, kadınların aşktan öldükleri ülkede doğdum. Seni tanımak ve bırakmak! Seni hiçbir güce bırakmazdım ben, ölüme bile, çünkü ben de seninle gelirdim."

Beni odasına götürdü, insanı rahat ettirtebilecek ne varsa, hepsi çoktan hazırlanmıştı burada.

"Sev onu, canım," dedim coşkunlukla, "o seni seviyor, alaylı bir biçimde değil, içtenlikle seviyor."

"İçtenlikle mi, yavrum," dedi, binici etekliğini çözmeye başladı.

Âşık kuruntusuna kapıldım, bu gururlu yaratığa, Henriette'in yaradılışının yüceliğini göstermek istedim. Tek sözcük Fransızca bilmeyen oda hizmetçisi, onun saçlarını düzeltirken, ben yaşamını özetleyerek Madam de Mortsauf'u anlatmaya çalıştım, bütün kadınları küçük ve kötü yapan bunalımın ona esinlediği büyük düşünceleri yineledim. Arabelle, bana dikkat bile etmiyormuş gibi göründüyse de sözlerimin hiçbirini kaçırmadı.

Yalnız kaldığımız zaman, "Bu tür Hıristiyanca konuşmalardan hoşlandığını öğrendiğime çok sevindim," dedi, "çiftliklerimden birinde, vaaz uydurmasını herkesten iyi bilen bir papaz vardır; köylülerimiz bunları anlar, çünkü dinleyene göre, çok güzel ayarlar sözlerini. Yarın, babama yazacağım, bu adamcağızı gemiyle bana yollasın, Paris'te emrinde olacak, onu bir kez dinledikten sonra, ondan başkasını dinlemek istemezsin artık, üstelik sağlığına da hiç diyecek yoktur; ahlak dersleri de şu ağlatan sarsıntıların hiçbirini uyandırmaz sende, duru bir kaynak gibi, fırtınasızca akar, tatlı bir uyku sağlar. Canın isterse her akşam, yemeğini sindirirken, vaazlara olan tutkunu da karşılamış olursun. Sevgili çocuk, bizim bıçaklarımız, gümüşlerimiz ve atlarımız sizin bıçak ve hayvanlarınızdan ne denli üstünse, ahlakımız da Tours ahlakından o denli üstündür. Ne olur, dinle şu papazı hatırım için, söz ver bana! Ben bir kadından öte bir şey değilim, sevgilim, sevmesini bilirim, istersen, senin için ölebilirim; ama ne Eton'da okumuşluğum var ne Oxford'da ne de Edinbourg'da; ne bilginliğim var ne rahipliğim, bunun için ahlak dersi veremem sana, elimden gelmez bu iş, denesem beceriksizliklerin en kötüsünü görürdün. Beğenilerini başına kakmıyorum, bundan daha kötü beğenilerin de olsa, uymaya çalışırdım; çünkü aşk, sofra, kilise beğenileri, açık ve Hıristiyanca erdemler, nelerden hoşlanıyorsan, hepsini elinin altında bulasın isterim. Bu akşam kıldan bir tövbekâr gömleği giyeyim ister misin? Sana ahlak dersi veriyor, ne mutlu bu kadına, Fransız kadınları hangi üniversiteden alıyorlar diplomalarını? Zavallı ben! Ancak kendimi verebilirim, ancak kölenim senin..."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top