24. Bölüm


Kontes için dünya altüst oldu, aklı karıştı. Bu korkunç şeyle sarsılmış, mutluluğun böyle kurbanlar vermeyi haklı çıkarması gerektiğinden kuşku duyuyor, içinde ayaklanan tenin haykırışlarını işitiyordu, harcanmış yaşamı karşısında şaşkın kaldı. Evet, korkunç bir kuşku dakikası geçirdi; ama yine başı yukarıda, büyük, tertemiz, doğruldu.

"Öyleyse, bu kadını çok sevin, Félix," dedi gözlerinde yaşlarla, "benim mutlu kardeşim olacak. Size burada bulamayacak olduğunuzu, artık benden bekleyemeyeceğinizi verirse, bana çektirdiği acıları bağışlarım. İyi ettiniz, sizi sevdiğimi hiç söylemedim size, hiçbir zaman da bu dünyada sevildiği gibi sevmedim sizi. Ama, anne değilse, nasıl sevebilir?"

"Sevgili aziz, sizin ondan yükseklerde kanat çırptığınızı, onun yeryüzünün bir kadını, cehennemlik soyun bir kızı, sizinse göklerin kızı, tapılan melek olduğunuzu, sizin benim yüreğim, onunsa etim olduğunu açıklayabilmek için şu andaki kadar heyecanlı olmamam gerekirdi," diye yanıtladım, "o da bunu bilir, bu yüzden umutsuzluk içinde, sizinle yerini değiştirmek isterdi, değişmeye karşılık en dayanılmaz işkenceleri çekmesi gerekse de değiştirirdi. Ama çaresiz. Ruh sizin, düşünceler sizin, arı aşk sizin, gençlik ve yaşlılık sizin; geçici tutkunun istekleri ve hazları da onun; bütün enginliğince anılarım sizin, en derin unutuş da onun."

"Söyleyin, söyleyin, yine söyleyin, dostum!"

Gidip bir kanepenin üzerine oturdu, gözlerinden yaşlar boşandı.

"Erdem, yaşamın arılığı, annelik aşkı, bunlar birer kusur değil demek Félix! Ah! Bu merhemi sürün yaralarıma! Beni sizinle birlikte uçmak istediğim göklere kavuşturacak bir sözü yineleyin! Bir bakışla, kutsal bir sözcükle kutsayın beni, iki aydır çektirdiğiniz acıları bağışlayacağım."

"Henriette, yaşamın sizin bilmediğiniz gizemleri de var. Yaradılışımızdan gelen istekleri duygunun susturabileceği bir yaşta rastladım size; ama ölüm saatinde anılarıyla yüreğimi ısıtacak olan birçok olaylar bu yaşın bitmekte olduğunu herhalde göstermiştir size, sizin sürekli yenginiz bunların sessiz hazlarını uzatmak oldu. Sevişmesiz bir aşk, isteklerin şiddetiyle ayakta kalır; sonra bizde, hiçbir şeyde size benzemeyen erkeklerde her şeyin acı olduğu bir an gelir. Erkeklikten çıkıp çıkmamak korkusuyla, bir türlü bırakamayacağımız bir gücümüz vardır bizim. Kendisini besleyecek besinden yoksun kalınca, yürek kendi kendini yer, ölüm değilse de ölümün başlangıcı olan bir bitkinlik duyar. Doğa uzun zaman aldatılamaz; en ufak sarsıntıda, çılgınlığa benzeyen bir güçle uyanır. Hayır, sevmedim ben, çöl ortasında susadım."

Bana vadiyi gösterdi.

"Çöl ortasında," dedi acı acı. "Hem de nasıl düşünüyor," diye ekledi, "hem de ne ince ayrımlara girişiyor! Sadık insanlar bu denli akıllı olamaz."

"Henriette, düşünülmeden söylenmiş birkaç deyim için kavga etmeyelim," dedim. "Hayır, ruhum hiç kararsızlığa düşmedi, ama duyularımı yenemedim. Bu kadın tek sevgilinin sen olduğunu bilmiyor değil. Yaşamımda ikincil bir yer tutuyor, bunu biliyor, buna boyun eğiyor; onu her zaman bırakabilirim, satılık bir kadını bırakır gibi..."

"Peki o zaman?.."

"Kendini öldüreceğini söyledi bana," diye yanıtladım, bu kararın Henriette'i şaşırtacağını sanıyordum.

Ama sözlerimi duyunca, belirttikleri düşüncelerden de anlamlı olan şu horgörücü gülümsemelerden biriyle gülümsedi.

"Sevgili ruhum," dedim, "direnmelerimi, yıkılışımı hazırlayan baştan çıkarmaları bilseydin bu kaçınılmaz..."

"Ya! Evet, kaçınılmaz!" dedi. "Size gereğinden fazla inandım! Papazın gösterdiği, sonra... sonra belki Mösyö de Mortsauf'un da içinde taşıdığı erdemden ayrılmayacağınızı sanmıştım," diye ekledi, sesine bir iğrenme katıyordu. "Her şey bitti," dedi kısa bir duruştan sonra. "Size çok şey borçluyum, dostum: İçimde bedensel yaşamın alevlerini söndürdünüz. Yolun en güç yanı aşıldı, yaşlılık yaklaşıyor, işte rahatsızım, yakında hasta olacağım; üzerinize bir iyilik yağmuru yağdıran, gözler kamaştırıcı peri olamam. Lady Arabelle'e bağlı kalın. Sizin için öylesine iyi yetiştirdiğim Madeleine, kimin olacak? Zavallı Madeleine! Zavallı Madeleine!" diye yineledi, acı bir nakaratı yineliyordu sanki. "Anne, Félix'e güzel davranmıyorsunuz, deyişini duysaydınız! Sevgili yaratık!"

Batan günün yapraklar arasından kayan ılık ışınları altında bana baktı, sonra, yıkılan şeylerimize kim bilir nasıl bir acıma duydu, alabildiğine arı geçmişimize daldı, düşüncelere bıraktı kendini, düşünceler karşılıklı oldu. Anılarımızı yeniden canlandırıyorduk, gözlerimiz vadiden bağa, Clochegourde'un pencerelerinden Frapesle'e gidiyor, bu dalıp gitmeyi hoş kokulu demetlerle, isteklerimizin romanlarıyla dolduruyordu. Son şehveti oldu bu onun, Hıristiyan ruhunun arıklığıyla tadılan şehveti. Bizim için öylesine büyük olan bu dakika, aynı hüzün içine atmıştı bizi. Sözlerime inandı, kendisini nereye koyduğumu gördü, yeri göklerdi.

"Dostum, Tanrı'nın buyruğuna uyuyorum, çünkü bütün bunları o böyle istedi," dedi.

Bu sözcüğün derinliğini sonradan anladım ancak. Setlerden ağır ağır yukarı çıktık. Koluma girdi, boyun eğmiş bir durumda yaslandı, içi kanıyordu, ama yaralarına bir merhem sürülmüştü.

"İnsan yaşamı böyledir," dedi bana. "Mösyö de Mortsauf yazgısını hak etmek için ne yaptı? Bu bize daha iyi bir dünyanın varlığını gösteriyor. Doğru yolda yürüdükleri için dert yanacakların vay haline!"

O zaman yaşamı öyle güzel değerlendirmeye, onu türlü yüzleri altında öyle bir derinlikle ele almaya başladı ki, bu soğuk hesaplar onu bu yeryüzünün bütün nesneleri karşısında saran tiksintiyi gösterdi bana. Binek setine gelince, kolumu bıraktı, şu son tümceyi söyledi:

"Tanrı bana mutluluk duygu ve zevkini verdiğine göre, bu dünyada yalnız keder bulmuş günahsız ruhları koruması gerekmez mi? Bu böyle, değilse, ya Tanrı yoktur ya da yaşamımız acı bir şakadan başka bir şey değildir."

Bu son sözcüklerden sonra, birdenbire içeriye girdi, kanepesinin üzerinde buldum onu, sanki Aziz Paul'ü yere seren sesle vurulmuş gibi yatmıştı.

"Neyiniz var?" dedim.

"Erdemin ne olduğunu bilmiyorum artık, kendi erdemimin bilincinde de değilim!" dedi.

İkimiz de donup kaldık, bir uçuruma atılmış taşın sesini dinlercesine bu sözün yankısını dinliyorduk.

"Ben yaşamımda aldandıysam, o haklı demektir, o haklı demektir!" dedi Madam de Mortsauf.

Böylece son hazzı son çarpışma izledi. Kont geldiği zaman, yakındı, oysa hiçbir zaman yakınmazdı; rahatsızlıklarını anlatması için yalvardım, ama anlatmaya yanaşmadı, beni birbirlerinden doğan pişmanlıkların pençesinde bırakıp yatmaya gitti. Madeleine de annesiyle gitti; ertesi gün, ondan, Kontes'in günün şiddetli heyecanları nedeniyle –böyle söylüyordu– kusmalara tutulduğunu öğrendim. Böylece ona canımı vermeyi dileyen ben, onu öldürüyordum.

Beni tavla oynamaya zorlayan Mösyö de Mortsauf'a, "Sevgili Kont, öyle sanıyorum ki, Kontes ağır hasta," dedim. "Kurtarmanın zamanı geçmedi daha: Origet'yi çağırın, kendisine de yalvarın, hekimin söylediklerini yapsın."

"Origet'yi, şu beni öldüren herifi mi?" dedi sözümü keserek. "Hayır, hayır, Carbonneau'yu getiririm."

O hafta, hele ilk günlerde, her şey bir acı oldu benim için, gönül felcinin başlangıcı, gururda yara, ruhta yara. Boşluğun dehşetini anlamak için, bakışların, iç çekişlerin, her şeyin merkezi, yaşamın özü, herkesi aydınlatan ışık kaynağı olmak gerek. Her şey yerli yerindeydi, ama onları canlandıran ruh, üflenmiş bir alev gibi sönmüştü. Aşk uçup gittikten sonra, sevgililerin artık birbirlerini görmemelerini gerektiren korkunç zorunluluğu anladım. Bir zamanlar egemen olduğumuz yerde artık hiçbir şey olmamak! Yaşamın sevinçli ışıklarının parladığı yerde ölümün sessiz soğukluğunu bulmak! Karşılaştırmalar öldürür insanı. Çok geçmeden gençliğimi karartmış olan acı durumu özledim, yine öyle mutluluktan haberim bile olmasın isterdim. Bunun için de umutsuzluğum öylesine derinleşti ki, Kontes bu durum karşısında çok üzüldü sanırım. Bir gün, akşam yemeğinden sonra, hep birlikte su kıyısında dolaştığımız bir sırada, bağışlanmak için son bir çaba harcadım. Jacques'a kız kardeşini ileri götürmesini rica ettim, Kont'u da tek başına yürümeye bıraktım, Madam de Mortsauf'u kayığa doğru götürürken, "Henriette, ne olur, bir tek sözcük istiyorum," dedim, "yoksa kendimi Indre'e atıyorum! Hata ettim, evet, doğru; ama bağlılığım köpeğin büyük bağlılığına benzemedi mi! Onun gibi geri dönüyorum, onun gibi utanç içinde; kötü bir şey yaparsa, cezalandırılır, ama kendisine vuran ele tapar; vurun bana; ama yüreğinizi geri verin..."

"Zavallı çocuk! Her zaman oğlum değil misiniz benim?" dedi.

Koluma girdi, sessiz sessiz Jacques'la Madeleine'in yanına gitti, bağlardan geçerek Clochegourde'a döndü onlarla, Kont'u da bana bıraktı. Kont komşuları nedeniyle politikadan söz etmeye başladı.

"Dönelim," dedim, "başınız açık, akşamın çiyi dokunabilir."

Yanlış anladı.

"Siz bana acıyorsunuz, sevgili Félix," diye yanıtladı. "Karım hiç avutmak istemedi beni, belki de bir düşüncesi olduğu için."

Hiçbir zaman beni kocasıyla yalnız bırakmazdı; şimdi onun yanına gitmek için bahaneler bulmam gerekmekteydi. Çocuklarıyla bir aradaydı, Jacques'a tavla kurallarını öğretmeye çalışıyordu.

"İşte," dedi Kont, onun iki çocuğuna gösterdiği sevgiyi hep kıskanırdı, "işte kendileri için her zaman bırakıldıklarım. Félix'ciğim, hep kocalar gider okkanın altına; en erdemli kadın bile gereksinimini karşılamanın, karı-koca sevgisini çalmanın yolunu bulur."

Kontes yanıt vermeden okşayışlarını sürdürdü.

"Jacques, buraya gelin," dedi Kont.

Jacques biraz ağırdan aldı.

"Babanız sizi istiyor, gidin oğlum," dedi Kontes, onu itti.

"Beni emirle seviyorlar," dedi yaşlı adam, bazı bazı durumu görüyordu.

Kontes, birçok kez elini Madeleine'in Ferronière biçimi yapılmış saçları üzerinden geçirerek, "Mösyö, zavallı kadınlara karşı haksızlık etmeyin," yanıtını verdi, "yaşam, taşınması her zaman kolay bir şey değildir onlar için, sonra belki de çocuklar bir annenin erdemleridir!"

Kont mantıklı konuşmanın yolunu bularak, "Sevgilim, çocukları olmayınca, kadınlar erdemden de yoksun olurlar ve kocalarını bırakıp giderlerdi diyorsunuz, sözlerinizin anlamı bu," dedi.

Kontes birdenbire kalktı, Madeleine'le merdivene gitti.

"İşte evlilik budur, dostum," dedi Kont. "Böyle dışarı çıkmakla yanlış düşündüğümü mü ileri sürmek istiyorsunuz?" diye bağırdı, oğlunun elinden tutup merdivene, karısının yanına geldi, kızgın bakışlarla baktı ona.

"Tam tersine, Mösyö, beni korkuttunuz. Düşünceniz korkunç bir acı veriyor bana," dedi Kontes, bana da bir suçlu kadın bakışıyla baktı. "Kendini çocukları, kocası uğruna harcamak erdem değilse, erdem nedir?"

Kont her heceyi kurbanının yüreğine inen bir demir çubuk vuruşuna dönüştürerek, "Har-ca-mak!" dedi Kont. "Çocuklarınız için neyi harcıyorsunuz ki? Kimi? Neyi? Söyleyin! Söyleyecek misiniz? Burada neler oluyor? Ne demek istiyorsunuz?"

"Mösyö, Tanrı aşkı için sevildiğinize mi memnun olursunuz, yoksa karınızı erdemin kendisi için erdemli bilince mi?" diye yanıtladı Kontes.

"Madam'ın hakkı var," dedim heyecanlı bir sesle söze karışarak, sesim bu iki yürekte yankıladı, yitirilmiş umutlarımı boşalttım bu yüreklere, aslan gürleyince, her şey sustuğu gibi, boğuk haykırışım da bu kavgayı söndürdü, bütün acıların en yüksek anlatımıyla yatıştırdım onları. "Evet, aklın sağladığı en güzel ayrıcalık, erdemlerimizi, mutlulukları kendi yapıtımız olan, hesapla, görev duygusuyla değil de istemle, tükenmez bir sevgiyle mutluluğa eriştirdiğimiz yaratıklar için kullanmaktır."

Henriette'in gözlerinde bir damla yaş parladı.

"Sevgili Kont, bir kadın elinde olmadan toplumun kendisinden istediği duygulara yabancı bir duyguya kapılınca, bu duygu ne denli dayanılmazsa, onu boğması, çocukları, kocası için 'kendini harcaması' o denli erdemlilik olur. Öte yandan, bu kuram, ne bana ne size uygulanabilir, sizi hiç ilgilendirmez, benim sunduğum örnek de bunun tam tersi."

Aynı zamanda hem ıslak, hem de yakıcı bir el kondu elimin üstüne, sessizce dayandı öyle.

"Siz çok iyi yüreklisiniz, Félix," dedi Kont, kolunu hiç de güzellikten yoksun olmayan bir biçimde karısının beline doladı, usulca kendine doğru çekti onu. "Hiç kuşkusuz hak ettiğinden fazla sevilmek isteyen bir zavallı hastayı bağışlayın, sevgilim," dedi ona.

"Tepeden tırnağa yücelik olan gönüller vardır," diye yanıtladı Kontes, başını Kont'un omzuna yasladı, Kont da bu tümceyi kendine sandı.

Bu yanlışlık bir garip titreme uyandırdı Kontes'te; tarağı düştü, saçları çözüldü, solgunlaştı; kendisini tutan kocası, onun kendinden geçtiğini anlayınca, bir tür böğürtü kopardı, kızını kucaklarcasına kucakladı onu, salonun kanepesine götürdü, burada hepimiz çevresinde toplandık. Henriette, görünüşte öylesine basit, ama ruhunun parçalanışlarıyla öyle korkunç olan bu atışmanın gizini yalnız bizim bildiğimizi bana söylemek istercesine, elimi hep avucunda tuttu. Kont'un bir bardak portakal çiçeği suyu istemek için bizi yalnız bıraktığı bir anda, "Haksızlık ettim," dedi alçak sesle, "size karşı bin kez haksızlık ettim, sizi iyilikle karşılamam gerekirken, umutsuzluğa düşürmek istedim. Dostum, değerini yalnız benim bildiğim, tapılası bir iyiliğiniz var. Evet, biliyorum, tutkunun esinlediği iyilikler vardır. Erkeklerin iyi olma biçimleri çoktur; horgörüyle iyidirler, alışkanlıkla iyidirler, hesapla, yaradılışlarındaki gevşeklikle iyidirler; ama siz, dostum, siz saltık bir iyilikle davrandınız."

"Bu böyleyse, benden büyük olan ne varsa, hepsinin sizden geldiğini bilin," dedim ona. "Sizin yapıtınız olduğumu unuttunuz mu?"

"Bu söz bir kadını mutlu etmeye yeter," diye yanıt verdi. Kont da bu sırada döndü. "Daha iyiyim," dedi Kontes, ayağa kalktı, "hava almalıyım," diye ekledi.

Hâlâ çiçekli akasyaların güzel kokusu içindeki sete indik hep birlikte. Sağ kolumu tutmuş, yüreğine bastırıyor, böylece sızılı düşüncelerini belirtiyordu; ama bunlar, kendi deyimiyle, sevdiği sızılardı. Hiç kuşkusuz benimle yalnız kalmak istiyordu; ama kadın kurnazlıklarında beceriksiz imge gücü, kocasıyla çocuklarını baştan savması için hiçbir yol getirmiyordu aklına; böylece, o en sonunda yüreğini yüreğime boşaltabileceği bir an bulabilmek için kafa yorup dururken, ilgisiz şeylerden konuşuyorduk. En sonunda, akşamın güzelliğini görünce, "Çoktandır arabayla dolaşmadım," dedi. "Mösyö, rica ederim, emir verin de arabayı hazırlasınlar, biraz dolaşayım."

Duadan önce baş başa konuşmamıza olanak bulunmadığını biliyor, Kont'un da bir tavla partisi çevirmek istemesinden korkuyordu. Kocası yattığı zaman bu ılık, güzel kokulu sette baş başa kalabilirdi benimle; ama, belki de, aralarından şehvet verici parıltılar geçen bu gölgelikler altında benimle kalmaktan, gözlerimizin çayırda Indre'in akışını kucakladığı korkuluk boyunca dolaşmaktan çekiniyordu. Kubbeleri loş ve sessiz bir katedral insanı nasıl duaya çağırırsa, ayla aydınlanmış, içe işleyici kokularla kokulandırılmış, baharın soğuk gürültüleriyle canlanmış yapraklar da öylece içimizdeki en ince telleri titretir, istemimizi zayıflatır. Yaşlıların tutkularını yatıştıran kır, genç yüreklerin tutkularını kışkırtır; bunu biliyorduk! İki çıngırak vuruşu, dua saatini bildirdi, Kontes titredi.

"Sevgili Henriette, neyiniz var?"

"Henriette yok artık," diye yanıtladı. "Yeniden doğurtmayın onu, çok şey ister, kaprislidir; şimdi, erdemi gökyüzünün size söylettirdiği sözlerle sağlamlaşmış durgun bir dostunuz var. Daha sonra konuşuruz bütün bunları. Dua saatini kaçırmayalım. Bugün, dua etme sırası bende."

Kontes, yaşamın dertlerine karşı Tanrı'dan yardım isteyen sözcükleri öyle bir havayla söyledi ki, tek sarsılan ben olmadım; Arabelle'le anlaşmalarımı unutmamın yol açtığı bir beceriksizlik yüzünden uğrayacağı, korkunç heyecanı sezmesi için ikinci görme yeteneğini kullanmışa benziyordu.

Kont beni salona götürerek, "Atlar koşuluncaya dek üç rob yapacak zamanımız var," dedi. "Siz karımla gezmeye gidersiniz; ben yatacağım."

Bütün partilerimiz gibi bu da fırtınalı geçti. Kontes ya kendi odasından ya Madeleine'in odasından, kocasının sesini duydu. Salona geri döndüğü zaman, "Konukseverliğin tadını kaçırıyorsunuz," dedi.

Şaşkınlıkla ona baktım, sertliklerine alışamıyordum; eskiden olsa, beni Kont'un zorbalıklarından kurtarmaktan, kuşkusuz; bir zamanlar, acılarını paylaştığımı, kendisine olan aşkım için bunlara sabırla katlandığımı görmekten hoşlanırdı.

"Hâlâ, 'Zavallı dostum! Zavallı dostum!' diye mırıldandığınızı duymak için canımı verirdim," dedim kulağına.

Anıştırdığım saati anımsayarak gözlerini yere dikti; bakışı bana doğru aktı, ama alttan, hem de yüreğinin en geçici seslerinin bir başka aşkın derin hazlarına yeğ tutulduğunu gören kadının sevincini belirtti. O zamanlar, böyle bir alçalışa uğradığım her seferde olduğu gibi, anlaşıldığımı sezerek bağışlardım bunu. Kont yeniliyordu, oyunu bırakabilmek için yorulduğunu söyledi, biz de araba gelinceye değin çimenliğin çevresinde dolaşmaya gittik; Kont bizi bırakır bırakmaz, yüzüm öyle keskin bir sevinçle parladı ki, Kontes meraklı ve şaşkın bir bakışla nedenini sordu.

"Henriette yaşıyor," dedim ona, "hâlâ seviliyorum; gönlümü yaralamak için beni kırdığınız ortada; hâlâ mutlu olabilirim."

"Kadının bir tek parçası kalmıştı," dedi ürpertiyle, "onu da şu anda alıp götürüyorsunuz. Tanrı'ya, hak ettiğim işkenceyi çekmek için bana cesaret veren Tanrı'ya şükürler olsun! Evet, sizi hâlâ fazlasıyla seviyorum, düşmek üzereydim, İngiliz önümdeki uçurumu aydınlatıyor."

Bu sırada, arabaya bindik, arabacı emrini sordu.

"Ağaçlık yoldan Chinon yoluna gidin, bizi Charlemagne çorakları ile Saché yolundan geri getirirsiniz."

Aşırı bir telaşla, "Bugün günlerden ne?" dedim.

"Cumartesi."

"Oraya hiç gitmeyin, Madam; cumartesi akşamı yol, Tours'a giden yumurta ve tavuk toptancılarıyla doludur, onların arabalarıyla karşılaşabiliriz."

Arabacıya baktı.

"Siz benim dediğimi yapın," dedi.

Ne denli sonsuz olurlarsa olsunlar, heyecanlarımızın en ufağını bile birbirimizden saklayamayacak ölçüde fazla tanıyorduk seslerimizi, Henriette her şeyi anlamıştı.

Hafiften alaylı bir sesle, "Bu geceyi seçerken yumurta toptancılarını düşünmemişsiniz," dedi. "Lady Dudley Tours'da. Yalan söylemeyin, sizi buralarda bir yerde bekliyor. Bugün günlerden ne? Yumurta toptancıları! Arabalar!" diye sürdürdü konuşmasını. "Eskiden gezintiye çıktığımız zaman hiç böyle karşı gelmiş miydiniz?"

"Her şeyi Clochegourde'da unuttuğumu gösteriyor," dedim sadelikle.

"Sizi bekliyor mu?" dedi.

"Evet."

"Saat kaçta?"

"On bir buçukla on iki arasında."

"Nerede?"

"Çorak topraklarda."

"Beni aldatmayın, ceviz ağacının altında, değil mi?"

"Çorak topraklarda."

"Gideceğiz, onu göreceğim," dedi.

Bu sözleri işitince, yaşamımı kesin olarak durmuş gibi gördüm. Bir an içinde, Lady Dudley'le tam olarak evlenip üst üste gelen bir sürü sarsıntıyla meyvelerin çiçeğine benzeyen bu tatlı incelikleri yok etmek, duyarlığımı kurutmak tehlikesi gösteren bu acılı çarpışmayı bitirmeye karar verdim. Yabanıl sessizliğim Kontes'i kırdı, onun bütün büyüklüğünü bilmiyordum.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top