22. Bölüm


Onların birçok şeylerine imrenen size, anlaşılmaz gibi görünen, ama hemen tanınıveren, aşkın aşka yettiğini sanan, hazları değiştirmeyip sıkıntılı yapan, ruhlarında tek nokta, seslerinde tek hece bulunan bu ak dilberler konusunda, denizi görmeyenin lirinde her zaman eksik teller bulunacağı gibi, içinde yüzmeyenin de duyuların şiiri konusunda her zaman bilmediği bir şeyler kalacak olan aşk okyanusu konusunda önceden bilmediğiniz herhangi bir şey söyleyebilir miyim size? Bu sözlerin nedenini bilirsiniz. Markiz Dudley'le yaşadığım serüven uğursuz bir ün saldı. Duyuların kararlarımıza öylesine egemen oldukları bir yaşta, ateşleri öyle şiddetle bastırılmış bir genç adamda, Clochegourde'da ağır işkencesini çeken aziz kadının görüntüsü öyle güçlü bir biçimde parladı ki, bütün o çekici şeyler karşısında direnebildim. Bu bağlılık Lady Arabelle'in dikkatini üzerimde toplayan parıltı oldu. Direncim tutkusunu biledi. Birçok İngiliz kadınının istediği gibi, onun da istediği, gözleri kamaştırmak, olağanüstü olmaktı. İngilizlerin hazları canlandırmak için keskin baharlar istedikleri gibi, o da gönlünün aşına biber istiyordu. Her şeyde değişmez bir kusursuzluğun, alışkanlıklarda yöntemli bir düzenliliğin bu kadınların yaşamına getirdiği gevşeklik, romansı olana, güç olana tapmalarına yol açar. Bu yaradılışı yargılamasını bilemedim. Ben soğuk bir horgörü içine kapandıkça Lady Dudley daha çok tutkulanıyordu. Gururunu ortaya koyarak giriştiği bu çarpışma, kimi salonların merakını kışkırttı, bu durum da onun için, yergiyi zorunluluk yapan bir ilk mutluluk oldu. Ah! Bir dost çıksa da Madam de Mortsauf ve benim için söylediği o acımasız sözcüğü bana iletseydi, kurtulmuş olacaktım.

"Bu kumru iç çekişlerinden sıkıldım!" demişti.

Burada suçumu doğrulamaya kalkmadan, bir erkeğin bir kadın karşısında direnirken, elinde bizim kovalamalarımızdan sizlerin sıyrılmak için kullandıklarınız sayıda yol bulunmadığını belirteceğim, Natalie. Sizde âşık için birer yem olan, görgü gereklerince de başvurmamız buyurulan sert yasaklamaları törelerimiz bizim türümüze yasak eder; tam tersine, erkeklerin ahmakça hodbinliğinin bilmiyorum hangi kuralı çekingenliğimizi gülünçleştirir; yücelikle verme ayrıcalığı sizin olsun, diye alçakgönüllülük tekelini size bırakırız; rollerin yerini değiştirin, erkek herkesi güldürür. Tutkum beni koruyorsa da gurur, bağlılık ve güzelliğin üçlü çekimi karşısında duygusuz kalınacak yaşta değildim. Lady Arabelle, kraliçesi olduğu bir balonun ortasında, topladığı saygıları ayaklarımın dibine koyduğu zaman, giyiminin beğenime uygun olup olmadığını anlamak için bakışımı gözetlediği, hoşuma gidince hazdan titrediği zaman, heyecanıyla heyecanlanıyordum. Öte yandan, kendisinden kaçamayacağım bir alanda duruyordu; diplomatik çevreden gelen kimi çağrıları geri çevirmem güçtü; niteliği bütün salonları açıyordu kendisine ve hoşlarına gideni elde etmek konusunda kadınların çok güzel kullandıkları ustalıklarla, evin hanımına sofrada kendisini benim yanıma oturtturtuyor, sonra da kulağıma eğilip konuşuyordu.

"Madam de Mortsauf'un sevildiği gibi sevilseydim, her şeyi feda ederdim," diyordu bana.

Gülerek en alçakgönüllü koşulları ileri sürüyor, kesinlikle sıkı ağızlı davranacağına söz veriyor ya da beni sevmesine izin vermemi rica etmekle yetiniyordu. Bir gün bana vesveseli bir bilincin bütün koşullarını ve genç adamın dizginlenmez isteklerini karşılayan şu sözcükleri söylüyordu:

"Her zaman dostunuz, istediğiniz zaman da sevgiliniz!"

Sonra, beni yıkmak için dürüst yaradılışımı bile kullanmayı düşündü, oda uşağımı elde etti, çok güzel göründüğü, isteklerimi kışkırttığından kuşku duymadığı bir suareden sonra, onu evimde buldum. Bu patlama ta İngiltere'de yankılandı. Lady Dudley, Britanya göğündeki bulutunu bıraktı, kendi servetiyle yetindi, erdemi bu ünlü yıkıma yol açan "kadını" özverileriyle gölgede bırakmak istedi. Lady Arabelle, Tapınağın çatısındaki şeytan gibi, bana ateşli krallığının en güzel ülkelerini göstermekten haz duydu.

Yalvarırım, hoşgörüyle okuyun beni. İnsan yaşamının en ilginç sorunlarından biri, çoğu erkeklerin uğradıkları bir bunalım söz konusu burada, bu kayalık üzerinde bir fener yakmak için de olsa, açıklamak isterdim bunu.

Öylesine narin, öylesine nazik olan bu güzel lady, öylesine uysal olan bu körpe kadın, kızıl renkli ve öylesine ince saçlarla taçlanmış öylesine okşayıcı alınlı kadın, parıltısı fosforlu ve geçici gibi gelen bu yaratık, demir bir yapı taşır benliğinde. Ne denli azgın olursa olsun, hiçbir at, onun sinirli bileği, görünüşte yumuşak olan, ama hiçbir şeyin yoramadığı eli karşısında direnemez. Dişi geyik ayağıdır ayağı, anlatılamayacak ölçüde güzel bir kılıf içinde, kuru, kaslı bir küçük ayaktır. Bir güreşte yenilme korkusu bırakmayacak bir gücü vardır; hiçbir erkek, onu atla kovalayamaz; kentaurlar üstünde bir steeplechase ödülünü kazanabilir; erkek geyiklere atını durdurmadan ateş eder. Bedeni ter bilmez, havadan ateşi içine çeker, yaşamamak korkusuyla suda yaşar. Bunun için de tutkusu tümüyle Afrika'ya yaraşır bir şeydir; tutkusu çölün kasırgası gibi gider, yakıcı uçsuz bucaksızlığı gözlerinde beliren çölün, mavi gökle, aşkla dolu çölün, tükenmez göğü, serin, yıldızlı geceleriyle çölün. Clochegourde'dakiyle ne denli karşıt! Doğu ile Batı: Biri en ufak insansal parçaları beslenmek için kendine çeker; öteki ruhunu dışa taşırır, kendine bağlananları ışıklı bir havayla sarar; beriki canlı, incecik, öteki ağır, dolgundur. Kısacası, İngiliz törelerinin genel anlamını hiç düşündünüz mü? Maddenin kutsallaştırılması, tanımlanmış, düşünülmüş, bilgince uygulanmış bir Epikürcülük değil midir? Ne yaparsa yapsın, ne derse desin, İngiltere maddecidir, belki de bilmeden. Dine, ruha ilişkin savları vardır, ama bunlarda tanrısal ruhsallık yoktur, Katolik ruhu yoktur, ne denli ustaca uygulanırsa uygulansın, yerini hiçbir ikiyüzlülüğün tutamayacağı, bereketli bir incelikleri vardır. Maddenin en ufak parçasını bile güzelleştiren, terliğinizi dünyanın en hoş terliği yapan, çamaşırınıza anlatılmaz bir tat veren, konsolları dağ servisiyle astarlayıp kokulandıran, bardağınıza belirli saatte ustaca hazırlanmış, lezzetli bir çay dolduran, tozları kovan, evin ilk basamağından en dip köşelerine dek halılar çivileyen, mahzenin duvarlarını fırçalayan, kapının tokmağını parlatan, arabanın yaylarını yumuşatan, maddeyi bağrında ruhun haz altında can verdiği besleyici ve havlı, parlak ve temiz bir meyve içi durumuna getiren, huzurun o çirkin tekdüzeliğini doğuran, karşıtsız, kendiliğindenlikten yoksun bir yaşam veren, uzun sözün kısası, insanı makineleştiren şu yaşama bilgisinin en yüksek düzeyine erişmiştir. Böylece, birdenbire, bu İngiliz lüksünün göbeğinde belki de türünde bir eşi daha bulunmayan bir kadın tanıdım, beni kendi can çekişmesinden doğan bir aşkın ağlarına attı. Onun, ezici güzellikleri, kendine özgü bir elektriklenmesi olan, çoğu zaman insanı yarı uykusunun fildişi kapılarından göklere sokan ya da kanatlı kalçaları üzerinde insanı terkisinde yükselten bu aşkın har vurup harman savuruculuğuna ağırbaşlı bir ılımlılık getiriyordum. Öldürdüklerinin cesetleri üzerinde gülen, iğrenç denecek ölçüde nankör aşk; unutkan aşk, İngiliz politikasına benzeyen, neredeyse bütün erkekleri ağına düşüren, acımasız bir aşk. Sorunu şimdiden anlıyorsunuz. İnsan, madde ve ruhtan oluşmuştur; hayvanlık, onda sona erer, melek de onda başlar. Önceden sezdiğimiz bir yazgı ve tümüyle kopmamış olduğumuz eski içgüdülerimizin anıları: Etsel bir aşkla tanrısal bir aşk arasında, hepimizin geçirdiği çarpışma bundan ileri gelir. Kimi adam, bunları bir tekinde çözer, kimi de geri durur; kimi eski isteklerini doyurabilmek için bütün türü araştırır, kimi bunu kendisinde bütün evrenin özetlendiği bir tek kadında ülküleştirir; kimi maddenin hazlarıyla ruhun hazları arasında kararsız bir durumda gidip gelir, kimi de veremeyeceğini isteyerek eti ruhsallaştırır. Aşkın başlıca özelliklerini düşünerek, yapıların farklılığından gelen, birbirlerini denememiş olanlar arasında kararlaştırılan anlaşmaları bozan uzaklık ve uygunlukları hesaba katarsanız, daha çok ruhla, yürekle ya da eylemle yaşayan, düşünen, duyan ya da davranan, içinde birbirine denk iki varlık bulunan bir birleşmede iç çağrıları aldatılmış, değeri bilinmemiş insanların umutlarının doğurduğu yanlışlıkları da bunlara katarsanız, toplumun acımasız davrandığı mutsuzluklara karşı büyük bir hoşgörü duyarsınız. İşte, Lady Arabelle bizi oluşturan yüce maddenin içgüdülerini, uzuvlarını, isteklerini, kusurlarını ve erdemlerini doyurur. Bedenin sevgilisiydi o. Madam de Mortsauf ruhun eşiydi. Sevgilinin doyurduğu aşkın sınırları vardır, madde sınırlıdır, güçleri hesaplanabilir, ister istemez doygunluklarla karşılaşacaktır, çoğu zaman Paris'te, Lady Dudley'in yanında bir garip boşluk duyardım. Sonsuz, gönlün alanıdır, Clochegourde'da aşk sınırsızdı. Lady Arabelle'i tutkuyla seviyordum, kuşkusuz hayvanlığı da yüce bir hayvanlıktı; akılca da üstündü; alaylı konuşması her şeyi kucaklardı. Ama Henriette'e tapardım. Gece, mutluluktan ağlardım; sabah pişmanlıktan.

Kimi kadınlar vardır, kıskançlıklarını en meleksi iyilik altında gizleyebilecek ölçüde ustadırlar; bunlar, Lady Dudley gibi, otuzunu geçmiş olanlardır. Bu kadınlar o zaman duymasını ve hesaplamasını, bugünün bütün özünü sıkmasını ve geleceği düşünmesini bilirler; ateşli çığlıklar koparıp dururken, bir yaranın farkına varmayan avcının gücüyle, çoğu zaman yasal olan iniltileri bastırabilirler. Arabelle, Madam de Mortsauf'tan söz etmeden, onu ruhumda öldürmeye çalışıyordu, onu ruhumda hep yeniden buluyor, bu yenilmez aşkın soluğu tutkusunu ateşliyordu. İşine gelen karşılaştırmalarla üste çıkmak için, çoğu genç kadınlara benzemekten sakındı, ne kuşkulu ne kafa şişirici ne de meraklı göründü; ama, kemirilecek bir avı ağzına alıp inine getiren bir dişi aslan gibi, hiçbir şeyin mutluluğunu bulandırmamasına çalışıyor, beni boyun eğmemiş bir tutsak gibi saklıyordu. Gözleri önünde Henriette'e mektup yazıyordum, hiçbir zaman tek bir satırını okumadı, hiçbir zaman, mektuplarım üzerine yazılmış adresi öğrenmek için bir yol aramadı. Özgürlüğüm elimdeydi. "Onu yitirirsem, bundan dolayı yalnız kendimi suçlayacağım," diye düşünmüşe benziyordu. Alabildiğine sadık bir aşka dayanıyordu gururla, isteseydim, canını da duraklamadan verirdi bana. Sonra, onu bırakacak olursam, hemen kendini öldüreceğine inandırmıştı beni. Bu konuda, kocaların cesedinin yakıldığı ateşe atılarak kendileri de yanan dul Hintlilerin töresini göklere çıkarışını dinlemek gerekirdi.

"Hindistan'da bu töre soylu sınıfa ayrılmış bir üstünlükse de, bu bakımdan, bu ayrıcalığın küçümseyici büyüklüğünü sezemeyen Avrupalılarca pek anlaşılmıyorsa da, bizim dümdüz yeni törelerimiz içinde, aristokrasinin başını artık yalnızca duyguların olağanüstülüğüyle doğrultabileceğini kabul edin," diyordu bana. Burjuvalara benim damarlarımdaki kanın kendi kanlarına benzemediğini, onlardan başka türlü ölerek değil de nasıl öğretebilirim? Soylu olmayan kadınların elmasları, kumaşları, atları, hatta yalnız bize özgü olması gereken armaları olabilir, çünkü bir ad da satın alınır! Ama başı yukarıda, yasaya karşı sevmek, yatağının çarşaflarını kendine kefen ederek seçilen sevgili için ölmek, bir Tanrı yapma hakkını En Kudretli'den alarak yeri ve göğü bir adamın egemenliğine vermek, hiçbir şey hatta erdem için bile, ona ihanet etmemek; çünkü görev adına kendini ondan esirgemek, kendini o olmayan bir şeye vermek değil midir?.. İster bir erkek, ister bir düşünce söz konusu olsun, her zaman ihanettir böylesi! İşte sıradan kadınların erişemedikleri büyüklükler; yalnız iki çiğnenmiş yol bilirler; ya erdemin büyük yolu ya da satılık kadının çamurlu patikası."

Görüyorsunuz, gururlu davranıyordu, boş gururlara meydan okuyarak hepsini okşuyordu, beni öyle yükseklere çıkarıyordu ki, ancak dizlerimin dibinde yaşayabilirdi; bunun için, zekâsının bütün çekicilikleri bir köle davranışında, tam bir boyun eğmişlikte dile geliyordu. Bütün bir gün ayaklarımın dibine uzanarak, sessiz sessiz durabilirdi, bana bakmaya dalar, bir saray cariyesi gibi zevk saatini gözler, bir yandan bekler gibi görünürken, bir yandan kurnaz oyunlarla bu saatin gelmesini çabuklaştırırdı. Zevk açısından verimli, bu zevkleri deneyin verdiği bilgiyle çeşitlendiren, ama bilgisini tutkunun taşkınlıkları altında gizleyen bir aşkın kışkırtıcı hazlarının pençesine düştüğüm ilk altı ayı hangi sözcüklerle anlatmalı? Bu zevkler, duyuların şiirinin beklenmedik belirişi, genç adamları kendilerinden daha yaşlı kadınlara bağlayan güçlü bağı oluşturur; ama bu bağ, kürek mahkûmunun zinciridir, ruhta silinmez bir iz bırakır; taze, temiz, yalnız çiçeklerle zengin, üzerlerinde tükenmez ateşler parlayan taşlarla zenginleşmiş, garip biçimli altın kupalarda içki vermesini bilmeyen aşklara karşı zamansız bir tiksinti uyandırır. Tatmadan düşlediğim, yalnız anlamlı çiçek demetlerimde belirttiğim, ruhların birleşmesiyle bin kez daha ateşli olan hazları tadarken, bu güzel kupanın içindekini rahat rahat içişimi doğrulamak için, aykırı düşünceler bulmakta hiç güçlük çekmedim. Çoğu zaman, bitkinliğin sonsuzluğunda silinip de bedenden sıyrılmış ruhum yeryüzünden uzaklarda uçarken, bu zevklerin maddeyi sıfıra indirmek, ruhun yüce uçuşunu sağlamak için bir yol olduklarını düşünürdüm. Çoğu zaman, Lady Dudley, birçok kadın gibi, mutluluk fazlalığının verdiği coşkunluktan yararlanarak beni yeminlerle bağlardı; bir isteğin yumruğu altında, Clochegourde'un meleği hakkında küçültücü sözler koparırdı benden. Bir kez hain olduktan sonra, düzenbaz da oldum. Hep o çok sevdiği, o berbat mavi giysili çocukmuşum gibi Madam de Mortsauf'a mektup yazmayı sürdürdüm; ama, ne yalan söylemeli, umutlarımın güzel şatosunda bir boşboğazlığın ne mutsuzluklar yaratabileceğini düşündüğüm zaman, onun o ikinci görme yeteneği, tüylerimi ürpertiyordu. Çoğu zaman, sevinçlerimin ortasında, beklenmedik bir sızı beni donduruyordu. Kutsal Kitap'ta, Tanrı'nın Kabil'e "Kardeşin Habil nerede?" diye sorması gibi, ta yukarılardan gelen sesini işitiyordum Henriette'in.

Mektuplarım yanıtsız kaldı. Korkunç bir kaygıya kapıldım, Clochegourde'a gitmek istedim. Arabelle hiç karşı çıkmadı buna, yalnız, pek doğal bir şeyden söz eder gibi, Tours iline dek benimle gelmekten söz etti. Zorluğun bilediği kaprisi, umulmadık bir mutlulukla doğrulanan önsezileri, her şey onda eşsiz kılmak istediği gerçek bir aşk doğurmuştu. Kadınlık dehası bu yolculuğun beni Madam de Mortsauf'tan tümüyle koparmak için iyi bir yol olduğunu gösterdi ona; oysa ben, korkudan kör olmuş, gerçek tutkunun bönlüğüne tutulmuştum, düşeceğim tuzağı görmedim. Lady Dudley, en alçakgönüllü koşulları önerdi, bütün karşı çıkışları önledi. Gündüzleri dışarıya çıkmadan, kılık değiştirerek, kim olduğunu belli etmeden Tours yakınlarında bir yerde kalmaya, buluşmalarımız için de gecenin hiç kimsenin bizimle karşılaşmayacağı saatlerini seçmeye boyun eğdi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top