21. Bölüm
Kesin bir dille, Kont'un iyileşmeye yüz tuttuğunu bildirmiş olan Mösyö Origet'nin son gelişleri sırasında, bir akşam Jacques ve Madeleine'le merdivenin alt yanındaydım, üçümüz de basamaklara uzanmış, delikli saman çöpleriyle, ucu iğneli çengellerle yaptığımız bir onchets partisine dalmıştık, Mösyö de Mortsauf uyuyordu. Araba koşulurken, Hekim'le Kontes, salonda alçak sesle konuşuyorlardı. Mösyö Origet, ben yola çıkışının farkında bile olmadan gitmiş. Onu uğurladıktan sonra, Henriette pencereye dayanmış, biz farkında olmadan, hiç kuşkusuz bir süre izlemiş bizi oradan. Göğün bakır renklerine büründüğü, kırın yankılar içinde binlerce bulanık ses yolladığı şu sıcak akşamlardan biriydi. Son bir güneş ışını çatılar üzerinde can veriyor, bahçelerin çiçekleri havayı güzel güzel kokulandırıyor, ahırlara getirilen hayvanların çıngırakları uzaklarda çınlıyordu. Kont'u uyandırmak korkusuyla çığlıklarımızı bastırarak bu ılık saatin sessizliğine uyuyorduk. Birden, bir kadın giysisinin hışırtısına karşın, çabucak tutulan bir iç çekişin gırtlakta sıkılışını işittim; salona koştum hemen, Kontes'i, yüzünde bir mendil, pencerenin aralığına oturmuş buldum; ayak sesimi tanıdı, kendisini yalnız bırakmamı buyurmak için sertçe elini salladı. Yüreğim korkuyla dolu, geldim, mendilini zorla çekmek istedim, yüzü gözyaşları içindeydi, odasına kaçtı, ancak dua için çıktı buradan. Elli günden beri ilk kez onu sete götürdüm, üzüntüsünün nedenini sordum; ama çılgınca neşeliymiş gibi davrandı, bunu da Origet'nin verdiği iyi haberle doğruladı.
"Henriette, Henriette," dedim, "sizi ağlar gördüğüm anda da biliyordunuz bunu. İkimiz arasında, bir yalan çok korkunç bir şey olur. Bu gözyaşlarını kurulamama neden engel oldunuz? Yoksa benim miydiler?"
"Benim için bu hastalığın acıda bir mola gibi olduğunu düşünmüştüm," dedi. "Şimdi artık Mösyö de Mortsauf için titremiyorum ya, kendim için titremem gerek."
Haklıydı. Kont'un sağlığı garip huyuyla birlikte döndü: Ne karısının ne benim ne de Hekim'in kendisine bakmasını bildiğimizi, hiçbirimizin ne hastalığından ne huyundan ne acılarından ne de kendisine uygun gelecek ilaçlardan haberimiz olduğunu söylemeye başlıyordu. Origet, bilmem hangi öğretiye delice saplanmıştı, yalnız midenin alt deliğiyle ilgilenmesi gerekirken, beden sularında bir bozulma görüyordu.
Bir gün, bizi gözetlemiş ya da yaptığımızı sezmiş gibi, şeytan şeytan baktı bize, sonra gülümseyerek karısına, "Ee, sevgilim," dedi, "ölseydim, kuşkusuz üzülürdünüz; ama, saklamayın, buna pekâlâ katlanırdınız, değil mi?"
Kontes, kocasını susturmak amacıyla, "Saray yası tutardım, pembe ve kara," dedi.
Ama, hele hastanın açlığının giderilmesine karşı durarak Hekim'in bilgece belirttiği yiyecek konusunda, geçmişte hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak şiddet ve bağırıp çağırma sahneleri oldu, çünkü Kont'un kişiliği bir bakıma ne denli uyukladıysa, o denli şiddetlenmiş olarak uyandı. Kontes, Hekim'in buyruklarından, adamlarının her söyleneni yerine getirmelerinden güç alıyor, bu çarpışmayı kocasını kendi boyunduruğu altına alması için bir çare olarak görüyordu, ben de onu destekliyordum. Direncini artırdı; hezeyana, haykırışlara sakinlikle karşı koymasını bildi; onu olduğu gibi, yani bir çocuk gibi görerek aşağılamalarla dolu sözlerini işitmeye alıştı. En sonunda bu hastalıklı kafanın yönetimini ele aldığını görmek mutluluğunu tattım. Kont bağırıyor, ama onun sözünü dinliyordu, özellikle de çok çok bağırdıktan sonra, dinliyordu. Sonuçların açıklığına karşın, Henriette, bu zayıf, bir deri, bir kemik, alnı düşmek üzere olan bir yapraktan daha sarı, gözleri solgun, elleri titrek, yaşlı adamı görünce bazı bazı ağlıyordu; sertliklerinden dolayı kendi kendine kızıyor, yemeklerini ölçerken hekimin yasaklarının ötesine geçtiği zaman, Kont'un gözlerinde gördüğü sevince sık sık dayanamıyordu. Öte yandan, ona da bana davrandığı ölçüde sevimli, nazik davrandı; yine de yüreğimi sınırsız bir sevinçle dolduran farklar oldu. Yorulmaz değildi, kaprisleri birbirini biraz fazla hızlı kovaladığı ve anlaşılmadığından yakındığı zaman, Kont'a hizmet etsinler, diye adamlarını çağırmasını biliyordu.
Kontes, Mösyö de Mortsauf'un iyileşmesi nedeniyle Tanrı'ya şükranını bildirmek için bir ayin yaptırtmak, kiliseye de benim kolumda gitmek istedi; onu götürdüm, ama ayin sırasında da Mösyö de Chessel'le karısını görmeye gittim. Dönüşte, bana homurdanmak istedi.
"Henriette," dedim, "sahtekârlık gelmez benim elimden. Boğulan düşmanımı kurtarmak için suya atılabilirim, ısıtmak için ona paltomu verebilirim; kısacası onu bağışlayabilirim, ama yaptıklarını unutmadan."
Sesini çıkarmadı, kolumu yüreğinin üstünde sıktı.
"Siz bir meleksiniz, şükranınızı gösterirken hiç kuşkusuz içtendiniz," dedim sonra. "Barış Prensi'nin annesi, kendisini öldürmek isteyen azgın insan sürüsünün elinden kurtarılmış, kraliçe kendisine, 'Ne yapıyordunuz?' diye sorunca da, 'Onlar için dua ediyordum!' yanıtını vermişti. Kadın böyledir. Ben bir erkeğim, ister istemez kusurluyum."
"Kendinizi hiç suçlamayın," dedi, "belki de benden üstünsünüz."
"Evet," dedim, "çünkü bir günlük mutluluk için sonsuz yaşamı verirdim, ama siz!.."
Bana gururla bakarak, "Ama ben?" dedi.
Sustum, bakışının yıldırımından kaçınmak için gözlerimi yere diktim.
"Ben!" diye sürdürdü konuşmasını, "hangi ben'den söz ediyorsunuz? Birçok 'ben'ler duyuyorum ben bende! Bu iki çocuk birer 'ben'dir," diye ekledi Madeleine'le Jacques'ı göstererek. Sonra, insanın içini parçalayan bir sesle, "Félix, siz beni bencil mi sanıyorsunuz?" dedi. "Bana yaşamını vereni ödüllendirmek için bütün bir sonsuz yaşamdan vazgeçebileceğimi mi düşünüyorsunuz? Bu düşünce korkunç, dinsel duyguları düzelmemesiye incitir. Böylece düşen bir kadın, bir daha doğrulabilir mi? Mutluluğu günahını arıtır mı? Evet, en sonunda size bilincimin gizini veriyorum; bu düşünce içimden geçti, çetin bir biçimde sık sık cezasını çektim, önceki gün hesabını sorduğunuz gözyaşlarına neden oldu."
"Sıradan kadınların çok değer verdikleri kimi şeyleri fazla önemsemiyor musunuz? Oysa siz..."
"Aa!" dedi sözümü keserek, "Siz bunları daha az mı önemsiyorsunuz?"
Bu mantık her türlü uslamlamayı durdurdu.
"Peki, öğrenin öyleyse," diye ekledi. "Evet, yaşamı olduğum bu zavallı yaşlıyı bırakma bayağılığını gösterebilirdim! Ama, dostum, ilerimizde bulunan bu öylesine zayıf iki küçük yaratık, Madeleine'le Jacques, babalarıyla kalmayacaklar mıydı? Peki, sorarım size, bu adamın çılgın baskısı altında üç ay yaşabileceklerine inanır mısınız? Görevimden kaçtığım zaman, yalnız ben söz konusu olsaydım... Çok güzel bir gülümseme belirdi dudaklarında. Ama iki çocuğumu öldürmek değil mi bu? Kesinlikle ölürlerdi. Tanrım, niçin böyle şeyler konuşuyoruz? Evlenin, beni de bırakın, öleyim!" diye haykırdı.
Bu sözleri öyle acı, öyle derin bir biçimde söyledi ki, tutkumun ayaklanışını boğdu.
"Siz yukarıda, şu ceviz ağacının altında bağırdınız; ben de bu akçaağaçların altında bağırdım şimdi, hepsi bu. Bundan böyle susacağım."
Gözlerini göğe doğru kaldırdı.
"Yücelikleriniz beni öldürüyor," dedi.
Setin üzerine gelmiştik, burada Kont'u güneşte bir koltuğa oturmuş bulduk. Zayıf bir gülümsemeyle ancak canlanan en tükenmiş yüzün görünüşü küllerden çıkmış alevleri söndürdü. Korkuluğa yaslandım, uykusuz gecelerde solgunlaşmış, aşırı çalışmalarla, bu çetin iki ayın korkuları, belki de sevinçleriyle zayıflamış, ama bu sahnenin heyecanlarının gereğinden fazla renklendirdiği karısı, her zaman cılız iki çocuğu arasında bu yarı ölü adamın oluşturduğu tabloyu izledim. Aralarından bulutlu bir güz göğünün kül rengi ışığı sızan yapraklarla çevrelenmiş bu acılı aileyi görünce, kendi içimde de bedeni ruha bağlayan bağların çözüldüklerini duydum. İlk kez, söylendiğine göre en güçlü güreşçilerin çarpışmaların en zorlu dakikasında duydukları şu ruhsal sıkıntıyı, en gözüpek adamı bir korkak, dinsizi dindar durumuna getiren kuşku, kendi hakkımızdaki bilgimizi alıp götürdüğü, bizi yaşamdan tiksindirdiği için, bizi her şeye, hatta en büyük duygulara, onura, aşka bile ilgisiz kılan şu bir tür deliliği duydum. Yapılarının zenginliğiyle, savunmasız bir durumda, kim bilir hangi karşı konulmaz gücün eline düşen, zavallı sinirli yaratıklar, sizin yöneticileriniz, yargıçlarınız neredeler? Elini şimdiden Fransız mareşallerinin asasına uzatan korkusuz gencin, gözüpek bir komutan olduğu ölçüde usta bir diplomat olan kimsenin nasıl olup da şu gördüğüm suçsuz katilin durumuna düşebildiğini düşündüm! Bugün güllerle taçlanmış arzularım böyle sonuçlanabilir miydi? Etki kadar, neden de tüylerimi ürpertmişti, dinsizler gibi ben de Tanrı adaletinin bunun neresinde olduğunu soruyordum, iki damla gözyaşını tutamadım, yanaklarıma yuvarlandılar.
"Neyin var, Félix'ciğim?" dedi Madeleine çocuk sesiyle.
Sonra Henriette ruhumda güneş gibi parlayan, sevgi dolu bir bakışla bu kara bulutları, bu karanlıkları dağıttı. Bu sırada, yaşlı seyis, bana Tours'dan bir mektup getirdi, mektubu görünce bir garip şaşkınlık çığlığı kopardım, çığlığımın tepkisiyle, Madam de Mortsauf da titredi. Kabinenin mührünü görüyordum, Kral beni çağırıyordu. Mektubu ona uzattım, bir bakışla okudu.
"Gidiyor!" dedi Kont.
Henriette, çölünü ilk kez güneşsiz görünce, "Ne olacağım ben?" dedi.
Hepimizi de aynı biçimde ezen bir düşünce şaşkınlığı içinde kaldık, çünkü hepimizin de birbirimize gerekli olduğumuzu hiç böylesine iyi duymamıştık. Kontes, benimle her şeyden, hatta en önemsiz şeylerden konuşurken, yeni bir sesi vardı, sanki çalgı birçok tellerini yitirmiş, ötekiler de gevşemişti. Devinileri gevşek, bakışları parıltısızdı. Bana düşüncelerini söylemesini rica ettim.
"Var mı ki?" dedi.
Beni odasına götürdü, kanepesinin üstüne oturttu, tuvalet masasının çekmecesini karıştırdı, önümde diz çöktü.
"İşte bir yıldır dökülen saçlarım," dedi, "alın bunları, sizindir, nasılını, nedenini de bir gün öğreneceksiniz."
Ağır ağır alnına doğru eğildim, dudaklarımdan kaçınmak için eğilmeye kalkmadı; suçlu bir sarhoşluğa kapılmadan, gıdıklayıcı şehvet duymadan, derin bir duygu yüküyle, şefkatle bastırdım dudaklarımı. Her şeyi feda etmek mi istiyordu? Yoksa, benim yaptığım gibi, yalnızca uçurumun kıyısına mı gidiyordu? Aşk, onu kendini vermeye yöneltseydi, bu derin bakış, onda olmazdı, o arı sesiyle bana, "Artık bana kızmıyor musunuz?" demezdi.
Gecenin başında yola çıktım, Frapesle yolunda benimle ilerlemek istedi, ceviz ağacında durduk; bunu ona gösterdim, dört yıl önce buradan kendisini nasıl gördüğümü söyledim.
"Vadi çok güzeldi!" diye haykırdım.
"Ya şimdi?" dedi ateşlilikle.
"Siz ceviz ağacının altındasınız, vadi bizim," dedim.
Başını eğdi, burada vedalaştık. O Madeleine'le kendi arabasına bindi, ben de kendi arabama, yalnız başıma. Bereket versin ki, Paris'e dönünce, ivedi çalışmalara daldım, bunlar sıkı bir oyalanma oldu benim için, beni kibar çevreden uzak kalmak zorunda bıraktı, kibar çevre de beni unuttu. Madam de Mortsauf'la mektuplaşıyor, ona her hafta günlüğümü yolluyordum, o da ayda iki kez yanıt veriyordu bana. Bir zamanlar son iki hafta sırasında çiçeklerden yeni şiirler yaratırken, koruların içerisinde hayran olduğum sık, çiçekli, bilinmeyen köşelere benzer, karanlık ve dopdolu bir yaşam!
Ah, siz de seven bir insansınız! Siz de böyle güzel ödevler alın üzerinize, Kilise'nin Hıristiyanlara her gün verdiği türden, yerine getirilecek güzel kurallar alın. Roma dininin yarattığı zorlu koşullar büyük düşüncelerdir, umudu ve korkuyu sürdüren edimlerin yinelenmesiyle ruhta gittikçe daha derin izler bırakır. Suları tutan, onları arıtan, yüreği durmamacasına serinleten bu derelerde duygular gittikçe daha coşkun akar, gizli bir inancın, tek aşkın tek düşüncesinin çoğaldığı tanrısal kaynağın tükenmez gömüleriyle yaşamı verimli kılar.
İki Kadın
Ortaçağ'da yeniden başlayan ve şövalyeliği anımsatan tutkum, nasıl oldu, bilmem, anlaşıldı; belki de Kral ile Lenoncourt Dükü, bunun sözünü ettiler. Hayranları olmasa da güzel, yalnızlıkta büyük, görevin desteği olmadan sadık bir güzel kadını dindarca seven bir genç adamın hem romansı, hem basit öyküsü, Saint-Germain Semti'nin göbeğine bu yüksek çevreden yayılmıştır herhalde. Salonlarda, rahatsız edici bir dikkatle incelendiğimi görüyordum, çünkü yaşamın alçakgönüllülüğünün üstünlükleri vardır, bir kez duyuldu mu sürekli bir sahneye çıkarılışın parıltısını katlanılmaz yapar. Yalnız hafif ışıklar görmeye alışmış gözlerin gün ışığında rahatsız oldukları gibi, böyle şiddetli karşıtlıklardan hoşlanmayan ruhlar da vardır. O zaman böyleydim; bugün buna şaşabilirsiniz, ama sabredin, şimdiki Vandenesse'in gariplikleri açıklanacak. Kendime karşı kadınları iyiliksever, kibar çevreyi kusursuz buluyordum. Berri Dükü'nün evlenmesinden sonra, saray yeniden tantanaya kavuştu, Fransız şenlikleri geri geldi. Yabancı işgali sona ermişti, rahat yaşam yeniden başlıyordu, eğlenilebilirdi artık. Sınıflarıyla ünlü ya da servetleriyle önemli kişiler, Avrupa'nın dört bir köşesinden gelip başka ülkelerin üstünlüklerinin ve kusurlarının, Fransız ruhuyla keskinleştirilip büyümüş olarak yeniden ortaya çıktığı bu akıl başkentine doldular. Kış ortasında, Clochegourde'dan ayrılmamdan beş ay sonra, iyi meleğim umutsuz bir mektup yazdı bana, kızının ağır hastalığını anlatıyordu, hastalığı atlatmıştı, ama hastalık gelecek için korkular bırakıyordu; hekim, ciğerlerle ilgili olarak alınacak önlemlerden söz etmişti, bu da, bilimin ağzından çıkınca, bir annenin her dakikasını karaya boyayan korkunç bir sözcüktü. Daha Henriette yeni yeni soluk alırken, daha Jacques yeni yeni iyileşmeye yüz tutarken, kız kardeşi kaygılar uyandırmıştı. Madeleine, ana bakımlarının yüzünü ağartan bu güzel bitki, önceden bilinen, ama böylesine cılız bir yapı için çok tehlikeli olan bir bunalım geçiriyordu. Jacques'ın uzun hastalığının yol açtığı yorgunluk Kontes'i önceden bitirmişti, bu yeni vuruşa da katlanacak cesareti yoktu, bu iki sevgili yaratığın sunduğu görüntü, kocasının yaradılışının iki katına çıkmış huzursuzlukları karşısında ilgisiz bırakıyordu onu. Böylece, gittikçe bulanan kasırgalar, yüreğinin çok derinlerine yerleşmiş umutları köklerinden söküyordu. Öte yandan, kendini Kont'un zorbalığına yeniden bırakmış, o da yitirdiği alanı yeniden kazanmıştı.
"Bütün gücümü çocuklarıma kanat germek için harcarken, bu gücü Mösyö de Morstauf'a karşı kullanabilir miydim, kendimi ölüme karşı savunurken onun saldırıları karşısında da savunabilir miydim kendimi?" diye yazıyordu bana. "Bugün, bana eşlik eden iki genç hüzün arasında, yalnız, zayıflamış olarak yürürken, yenilmez bir yaşama tiksintisine tutuldum. Yaşamına artık yalnız bir yaşlı adamın gözleri gibi çökük, zayıflıktan büyümüş iki güzel gözü tanıklık eden ve –ölümcül bulgu– ileri zekâsı bedensel zayıflığıyla çelişen Jacques'ı setin üzerinde kımıltısız görürken, hangi vuruşu duyabilirim, hangi sevgiye karşılık verebilirim? Şimdi bir ölü gibi ak olan bu öyle canlı, öyle okşayıcı, öyle renkli, güzel Madeleine'i yanımda gördüğüm zaman, saçları ve gözleri solgunlaşmış gibi geliyor bana, vedalaşmak ister gibi, bitkin gözlerle bakıyor bana; hiçbir yemek onu çekmiyor, bir yiyeceği istese bile, seçtiği yemeklerin tuhaflığıyla beni ürpertiyor; temiz yaratık, yüreğimde büyümüş olmakla birlikte, bunları bana söylerken kızarıyor. Çok çabalıyorum, ama çocuklarımı eğlendiremiyorum; her ikisi de bana gülümsüyor, ama bu gülümsemeleri benim oyunlarım koparıyor, içlerinden gelmiyor; okşayışlarıma karşılık veremedikleri için ağlıyorlar. Acı ruhlarında ne varsa hepsini gevşetti, bizi bağlayan bağları bile. Böylece Clochegourde'un ne denli hüzünlü olduğunu anlarsınız: Mösyö de Mortsauf hiçbir engelle karşılaşmadan egemenliğini sürdürüyor," diye yazıyordu daha ileride, "beni hâlâ sevdiğinize, beni cansız, nankör, dertten taş kesilmiş durumda da sevdiğinize göre, çok seviyorsunuz demektir."
Hiçbir zaman böylesine ta içimden vurulmadığım, üzerine kızıllaşmış akşamların umuduyla sabahların ışıklı meltemini yollamaya çalıştığım ruhta, yalnız bu ruhta yaşadığım bu dönemde, Elysée-Bourbon Sarayı'nın salonlarında, yarı sultan olan şu ünlü hanımefendilerden biriyle karşılaştım. Uçsuz bucaksız zenginlikler, fetihten beri her türlü kötü evlenmeden uzak kalan bir ailenin çocuğu, İngiltere meclisinin en seçkin yaşlılarından biriyle evli olması, bütün bu üstünlükler bu kadının güzelliğini, inceliklerini, davranışlarını, aklını, insanı büyülemeden önce gözlerini kamaştıran anlatılmaz parlaklığını daha da artıran birer araçtan başka bir şey değildi. Günün tapılan kadını oldu, başarıları için gerekli ne denli niteliği varsa, Paris'in kibar çevresine o denli egemen oldu, Bernadotte'un söz ettiği kadife eldiven içindeki demir eldi. İngilizlerin garip kişiliğini, kendileriyle tanıştırılmadıkları insanlar arasına koydukları şu aşılmaz, mağrur Manş'ı, şu soğuk Saint George Kanalı'nı bilirsiniz: İnsanlık, üstüne basıp geçtikleri bir karınca sürüsüdür sanki; yalnızca evlerine kabul ettikleri insanları kendi türlerinden sayarlar; başkalarının dilini anlamazlar, bunlar kıpırdayan dudaklar, gören gözlerdir, ama ne ses ne de bakış erişir onlara: Onlar için, bu insanlar sanki hiç yokmuş gibidir. İngilizler böylece, adalarının bir imgesini sunar gibidirler, yasanın her şeyi yönettiği, toplumun her katında her şeyin tek biçimli olduğu, erdemlerin yaşatılmasının belirli zamanda yürüyen çarkların zorunlu oyunu gibi göründüğü adalarının. Yemliğiyle yalağı, tüneğiyle otlağı birer harika olan evinin içinde altın kafese konulmuş bir İngiliz kadının çevresinde yükselmiş parlak çelik siperler, ona dayanılmaz çekicilikler verir. Hiçbir ulus, evli bir kadını her alanda ölümle toplumsal yaşam arasına sıkıştırarak ikiyüzlülüğe daha iyi hazırlamamıştır; onun için, utançla onur arasında bir ara yer yoktur: Suç ya tamdır ya hiç yoktur; ya her şeydir ya hiçbir şey değildir. Hamlet'in to be, or not to be'sidir. Bu iki şeyden birini seçmek zorunluğu, törelerin kendisini alıştırdığı değişmez horgörüyle birleşince, bir İngiliz kadınını dünyanın öbür kadınlarından ayrı bir kadın durumuna getirir. Zavallı bir yaratıktır bu, baskı zoruyla erdemlidir ve bozulmaya hazırdır, yüreğine gizlenmiş sürekli yalanlara yargılıdır, ama biçimce hoştur, çünkü bu ulus her şeyi biçime vermiştir. Bu ülkenin kadınlarına özgü güzellikler bundan ileri gelir: onlar için ister istemez ülkenin özeti olan bir sevginin şu uluslaştırılması, kendi kendilerine gösterdikleri özenlerdeki aşırılık, Romeo ile Juliette'te,Shakespeare'in dehasının bir çırpıda İngiliz kadınını anlatıverdiği sahnede öylesine güzel çizilmiş aşk incelikleri.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top