20. Bölüm


Kont'un belki de ceviz ağacının serinliğinden doğan rahatsızlığı, birkaç saat içinde ağırlaştı. Tours'dan ünlü bir hekimi, Mösyö Origet'yi getirmeye gittim, ancak akşamdan sonra getirebildim; ama bütün gece de, ertesi gün de Clochegourde'da kaldım. Seyisi bol bol sülük bulmaya yollamakla birlikte, ivedi kan almak gerektiğini düşündü, üzerinde de hiç neşter yoktu. Berbat bir havada Azay'e koştum hemen, cerrahı, Mösyö Deslandes'ı uyandırdım, bir kuş çabukluğuyla gelmeye zorladım. On dakika daha geçse, Kont ölüp gidecekti; kan alma onu kurtardı. Bu ilk başarıya karşın, hekim, en tehlikeli iltihaplı hummaya, yirmi yıl boyunca sağlığı iyi gitmiş insanlarda görülen hastalıklardan birine tutulduğunu düşünüyordu. Kontes, perişan bir durumda, kendini bu kaçınılmaz bunalımın nedeni olarak görüyordu. Didinmelerimden dolayı bana teşekkür etmeye gücü yoktu, anlatımı elime kondurduğu öpüşle, aynı değerde olan gülümsemelerle, arada sırada bana gülümsemekle yetiniyordu; bu gülümsemelerde yasal olmayan bir aşkın pişmanlıklarını okumak isterdim, ama böylesine arı bir ruhta görülmesi acı veren bir pişmanlıktı bu, yalnız kendisini uydurma bir cinayetle suçlayarak soylu diye baktığı kimseye beslediği hayranlık dolu sevginin anlatımıydı. Hiç kuşkusuz Laura de Noves'un Petrarca'yı sevdiği gibi seviyordu, Francesca da Rimini'nin Paolo'yu sevdiği gibi değil; bu iki tür aşkın birleşmesini uman kişi için korkunç bir bulgu!

Kontes, bir yabandomuzu yatağına benzeyen bu odada, kirli bir koltukta, bedeni çökük, kolları sarkık, öyle duruyordu. Ertesi akşam hekim, gitmeden önce, geceyi uykusuz geçirmiş olan Kontes'e bir hastabakıcı tutmasını söyledi. Hastalık uzun sürecekti.

"Hastabakıcı mı, hayır, hayır," diye yanıtladı. "Ona biz bakarız," diye atıldı bana bakarak, "kurtarmalıyız onu!"

Bu haykırış üzerine, hekim şaşkınlık dolu, gözlemci bir gözle baktı bize. Bu sözdeki anlatım akla başarısız kalmış bir cinayet getirtecek türdendi.

Haftada iki kez geleceğine söz verdi, Mösyö Deslandes'a izlenecek yolu anlatıp kendisinin Tours'dan çağrılmasını gerektirebilecek korkulu belirtileri söyledi.

Kontes'in hiç değilse iki gecede bir uyumasını sağlamak amacıyla, Kont'u bir gece kendisinin, bir gece de benim beklememe izin vermesini istedim. Kont'un sızdığı bir anda, evde her şey durunca, Henriette'in odasından sızılı bir inilti geldi kulağıma. Kaygım öyle şiddetlendi ki, onu görmeye gittim; dua iskemlesinin önünde, dizlerinin üzerindeydi, gözlerinden yaşlar boşanıyor, kendini suçluyordu.

"Tanrım, bir mırıldanmanın pahası buysa, bir daha hiç yakınmayacağım," diye bağırıyordu. "Onu bırakmışsınız!" dedi beni görünce.

"Ağlayıp inlediğinizi işittim, size bir şey olur, diye korktum."

"Yok, ben iyiyim," dedi.

Mösyö de Mortsauf'un uyuduğunu kesinlikle görmek istedi, ikimiz de aşağıya indik, ikimiz de bir lambanın aydınlığında ona baktık: Kont uyumuş olmaktan çok, fazla kan alınması nedeniyle zayıflamıştı; titrek elleri, yorganını üzerine çekmeye çalışıyordu.

"Bu devinimler, can çekişenlerin devinimleridir derler," dedi. "Ah! Bizim yol açtığımız bu hastalıktan ölecek olursa, bir daha hiç evlenmem, yemin ederim," diye ekledi, elini insanı fazlasıyla etkileyen bir biçimde Kont'un başına götürdü.

"Onu kurtarmak için her şeyi yaptım," dedim.

"Ah! Siz, siz iyisiniz," dedi. "Ama ben, büyük suçlu benim."

Bu bozulmuş alnın üzerine eğildi, terini saçlarıyla süpürdü, azizler gibi öptü onu; ama bu okşayışı bir kefaret gibi ödediğini görünce de, bir gizli sevinç duymamazlık edemedim.

"Blanche, su!" dedi sönmüş bir sesle.

"Görüyorsunuz, yalnız beni tanıyor," dedi, bir bardak su getirdi ona.

Sesiyle, sevgi dolu davranışlarıyla, bizi bağlayan duyguları hastaya kurban ediyordu.

"Henriette, gidin, biraz dinlenin, yalvarırım," dedim.

Çabucak sözümü kesti, "Henriette yok artık," dedi.

"Yatın da hastalanmayın. Çocuklarınız da, o da, kendinize bakmanızı buyuruyorlar; bencilliğin yüce bir erdem olduğu durumlar vardır."

"Evet," dedi.

Pişmanlığın yalvaran gücüne katılmış çocuksu incelikleri olmasa, yakında bir çılgınlığa kapılacağı konusunda birer belirti sayılabilecek devinimlerle, kocasını bana bırakarak gitti. Bu arı ruhun her zamanki davranışlarıyla karşılaştırınca, korkunç olan bu gördüklerim beni ürpertti; taşkınlıklara kapılmasından korktum. Hekim yine geldiği zaman, ak Henriette'im konusunda kuşkularımı belirttim ona. Oldukça kapalı bir biçimde de olsa, bu açılma, Mösyö Origet'nin kuşkularını dağıttı, Kont'un eninde sonunda bu bunalıma uğramasının kaçınılmaz olduğunu, ceviz ağacının altında kalmasının da hastalığı belli ederek zarardan çok yarar sağladığını söyleyerek bu güzel ruhun acılarını yatıştırdı.

Elli iki gün boyunca, Kont yaşamla ölüm arasında gidip geldi; Henriette'le ben, sırasıyla, yirmi altı gece uyanık bekledik. Hiç kuşkusuz, Mösyö de Mortsauf kurtuluşunu bakımlarımıza, Mösyö Origet'nin söylediklerini yerine getirişimizdeki kılı kırk yaran özenimize borçluydu. Güzel davranışlar bir görevin gizlice yerine getirilişi olduğu zaman, keskin gözlemleri haklı olarak bu davranışlardan kuşkulanmalarına yol açan, filozof hekimler gibi, bu adam, bir yandan Kontes'le benim aramda geçen kahramanlık savaşına tanık olurken, bir yandan da bizi her şeyi araştıran bakışlarıyla gözetlemekten kendini alamıyordu, hayranlığında aldanmaktan öylesine korkuyordu.

Üçüncü gelişi sırasında bana, "Böyle hastalıklarda ruhsal güç yokluğu ölümün en büyük yardımcısıdır, hele Kont'unki gibi alabildiğine zayıflamış bir ruh gücüyse," dedi. "Hekim, hastabakıcı, hastanın çevresindeki kimseler, yaşamını ellerinde tutarlar; çünkü o zaman bir tek sözcük, bir el oynatmayla belirtilen keskin bir korku, zehir etkisi gösterir."

Benimle böyle konuşurken, Origet yüzümü ve duruşumu inceliyordu; ama gözlerimde arı bir ruhun açık anlatımını gördü. Gerçekten de, bu amansız hastalık boyunca, bazı bazı en arı bilinçlere bile sızan şu istemdışı kötü düşüncelerin en hafifi bile belirmedi aklımda. Doğayı büyüklüğünce izleyen kimseler, onda her şeyin benzeşim yoluyla birliğe doğru gittiğini görürler. Ruhsal dünya da böyle bir ilkeye uysa gerek. Arı bir çevrede, her şey arıdır. Henriette'in yanında, göğün bir kokusu çekiliyordu ciğerlere, hoş kaçmayan bir istek, insanı ondan bir daha dönmemesiye uzaklaştıracak gibiydi. Böylece, mutluluk değildi yalnız, erdemdi de. Bizi hiç şaşmaz bir biçimde dikkatli, özenli gördükçe, Doktor'un sözlerinde ve davranışlarında içli ve saygılı bir şeyler beliriyordu, "İşte gerçek hastalar, yaralarını gizliyor ve unutuyorlar!" diye düşünür gibiydi. Bu eşsiz adama göre, böyle harap olmuş insanlarda sık sık rastlanan bir çelişkiyle, Mösyö de Mortsauf sabırlı, son derece söz dinler davrandı, hiç dert yanmadı ve en güzel yumuşak başlılığı gösterdi, oysa, sağlamken, en basit şeyi bile kaç kez karşı çıkmadan yapmazdı. Bir zamanlar o denli yadsınan bu tıbba boyun eğmenin nedeni, gizli bir ölüm korkusuydu, yiğitliği tartışma götürmez bir adamda, bir başka çelişki! Bu korku, başına gelen mutsuzlukların verdiği yeni huyunun garipliklerini oldukça iyi açıklıyordu.

Söyleyeyim mi, Natalie, söylesem inanır mısınız? Bu elli günle arkalarından gelen bir ay, yaşamımın en güzel anları oldu. Aşk da ruhun sonsuz alanlarında, güzel bir vadide yağmurların, derelerin, sellerin geldiği, ağaçların, çiçeklerin düştüğü, kıyının kumlarının, tepelerdeki kaya parçalarının düştüğü bir büyük nehir gibi değil midir? Duru çeşmelerin ağır ağır gelen suyuyla olduğu gibi boralarla da büyür. Evet, insan sevdi miydi, her şey aşka doğru gelir. İlk büyük tehlikeler geçince, Kontes'le ben, hastalığa alıştık. Kont'un durumunun gerektirdiği bakımların yol açtığı sürekli dağınıklığa karşın, berbat bir durumda bulduğumuz odası, temiz ve sevimli oldu. Çok geçmeden, ıssız bir adaya düşmüş iki yaratığa benzedik burada; çünkü mutsuzluklar yalnız ayırmakla kalmaz, toplumun bayağı kurallarını da susturur. Sonra hastanın yararı, ister istemez, başka hiçbir olayın yer vermeyeceği birleşme noktaları yarattı. Eskiden öylesine çekingen olan ellerimiz, Kont'a bir hizmette bulununca kaç kez buluşmadı! Henriette'e destek olacak, ona yardım edecek değil miydim? Çoğu zaman gözcülük eden askerinkine benzer bir zorunluk yüzünden, yemek yemeyi unutuyordu; ona yemek getiriyordum o zaman, binlerce küçük bakım gerektiren bu yemeği bazı bazı dizlerinin üzerinde, aceleyle yiyordu. Aralık bir mezar yanında bir çocukluk görüntüsüydü bu. Kont'u bir ağrıdan esirgeyebilecek hazırlıkları yapmamı buyuruyor, beni binlerce ufak işte kullanıyordu. Savaş günlerinde olduğu gibi, günlük yaşamın ince ayrıntılarının, tehlikenin büyüklüğü karşısında boğulduğu ilk zamanda, her kadının, hatta en doğalının, insanların ya da ailesinin karşısında sözlerinde, bakışlarında, duruşunda gösterdiği ve bir kez üstümüzdekini çıkardıktan sonra tümüyle gereksiz kaçan şu utanç perdesini ister istemez bıraktı. Çılgın umutlarımda benimmiş gibi gördüğüm gözler kamaştırıcı gömüleri bazı bazı yeniden görmemi sağlayan sabah giysileri içinde, ilk kuş ötüşleriyle beni uyandırmaya gelmiyor muydu? Saygı uyandırıcı, mağrur da kalsa, bu durumda içli dışlı davranmamasına olanak var mıydı? Öte yandan, ilk günlerde, birliğimizin teklifsizliklerindeki her türlü tutkulu anlamı, tehlike öyle bir kaldırmıştı ki, bunda hiç kötülük görmedi; sonra, düşünce gelince de, davranışlarını değiştirmesinin benim için olduğu gibi, kendisi için de bir alçaltma olacağını düşündü belki de. Fark edilmez biçimde evcilleşmiş, yarı yarıya evlenmiş gibiydik. Kendi kendisinden kuşkulanmadığı gibi, benden de kuşkulanmıyordu, soylu bir güvenle davrandı. Böylece yüreğinin daha derinlerine girdim. Kontes yeniden Henriette oldu. Çok geçmeden elini beklemiyordum artık, en ufak bir göz atışta ister istemez avucuma geliveriyordu; hastanın uykusunu dinlediğimiz uzun saatler boyunca, gözlerimden kaçınmıyordu, o güzel hatlarını sarhoşlukla izleyebiliyordum. Birbirimize verdiğimiz cılız hazlar, bu içli bakışlar, Kont'u uyandırmamak için alçak sesle söylenen bu sözler, yinelenip duran korkular, umutlar, kısacası, uzun zaman ayrılmış iki gönlün bu tam kaynaşmasının binlerce olayı, o dakikadaki sahnenin acılı gölgeleri üzerinde parıl parıl beliriyordu. İki insanın her dakika birbirini görmesi karşısında dayanamayan insanın yaşamı ya çok ağır ya çok hafif bulduğu bu sürekli birlikteliği duyunca kopan en ateşli sevgileri bile çoğu zaman ezip geçen bu acı deneyde, birbirimizi derinlemesine tanıdık.

Bir efendinin hastalığının ne zararlar verdiğini, işleri nasıl durdurduğunu bilirsiniz, hiçbir şeye zaman olmaz; onun tutuklaşan yaşamı, evinin, ailesinin edimlerini de aksatır. Eskiden her şey Madam de Mortsauf'un omuzlarındaydı, ama Kont yine de dışarıda yararlıydı; çiftçilerle konuşuyor, işadamlarına gidiyor, alacakları topluyordu; Kontes ruhsa, o bedendi. Kendisi Kont'a bakarken, dışarıda hiçbir şeyin aksamaması için, onun kâhyası oldum. Her şeyi rahatlıkla, teşekkür bile etmeden kabul etti. Paylaşılan bu ev işleri, onun adına verilen bu buyruklar, fazladan bir tatlı birlik oldu. Akşamları sık sık odasında kendisinin ve çocuklarının yararlarından söz ediyordum. Bu söyleşiler geçici evliliğimize gevşeklik görünüşü verdi. Beni kocası rolünü oynamaya yollamaya Henriette ne büyük bir sevinçle razı oluyordu; bütün bunları tam bir arılıkla yapıyordu, ama yasaların sıkı gözcülüğüyle söylenmemiş isteklerin bir araya geldikleri bir dolambaçlı yol bulmaktan dünyanın en erdemli kadınının bile duyduğu, içten hazzı duymuyor da değildi. Hastalık elini kolunu bağladığı için, Kont artık ne karısına ne de eve yük oluyordu; o zaman Kontes kendi kendisi oldu, benimle uğraşmak, üzerime titremek hakkını kazandı. Bana benliğinin niteliklerinin bütün değerini göstermek, anlaşılınca kendisinde doğan değişikliği bana fark ettirmek düşüncesini, içinde belirsizce doğan, ama çok hoş belirtilen düşünceyi sezmek ne büyük sevinçti! Artsız arasız bir biçimde evinin soğuk havasına kapanmış bu çiçek, bakışlarıma açılıyor, hem de yalnız bana açılıyordu; ben ona aşkın meraklı gözlerini dikmekten ne denli sevinç duydumsa, o da açılmaktan o denli sevinç duydu. Düşüncesinde ne denli hazır olduğumu, yaşamın bütün küçük şeyleriyle kanıtlıyordu bana. Geceyi hastanın başucunda geçirdikten sonra, geç vakit uyuduğum gün, Henriette herkesten önce kalkıyor, çevremde en tam sessizliği yaratıyordu; hiçbir şey söylenmeden, Jacques'la Madeleine uzakta oynuyorlardı; çatalımı, bıçağımı kendi eliyle koymak hakkını kazanmak için binlerce kurnazlığa başvuruyordu; sonra yemeğimi veriyordu, davranışlarında nasıl bir sevinç taşkınlığıyla, nasıl bir kırlangıç inceliğiyle, yanaklarında nasıl bir allıkla, sesinde nasıl titreyişlerle, nasıl bir vaşak sevgisiyle!

Ruhun bu açılışları betimlenebilir mi? Çoğu zaman yorgunluktan bitmiş durumdaydı; ama bu yorgunluk zamanlarında bir rastlantı sonucu benimle ilgili bir şey olursa, çocukları için olduğu gibi, benim için de yeni güçler buluyor, çevik, canlı, sevinçli olarak atılıyordu. Sevgisini ışınlar gibi havaya fırlatmayı ne çok seviyordu! Ah! Natalie, evet, kimi kadınlar bu dünyada melek ruhlarının ayrıcalıklarını paylaşırlar ve onlar gibi, Saint-Martin'in, "Tanınmayan Filozof"un ezgili ve hoş kokulu olduğunu söylediği o ışığı yayarlar. Ağız sıkılığımdan kuşkusu bulunmadığından, Henriette kendisinde bana iki kadın göstererek bize geleceği sağlayan ağır perdeyi kaldırmaktan hoşlandı: beni sertliklerine karşın, baştan çıkarıcı olan zincirlenmiş kadın, bir de uysallığı aşkımı ölümsüzleştirecek olan serbest kadın. Ne büyük fark! Madam de Mortsauf, bir bilginin koyduğu kafeste dertli dertli bir sopanın üzerinde tünemiş bir durumda, soğuk Avrupa'ya getirilmiş dilsiz, can çekişen bir Bengalliydi; Henriette, Ganj Kıyısı'ndaki korusunda Doğu şiirlerini söyleyen canlı bir mücevher gibi, her zaman çiçekli bir uçsuz bucaksız volkameria'nın gülleri arasında daldan dala uçan kuştu. Güzelliği daha da güzel oldu, aklı yeniden canlandı. Bu sürekli şenlik ateşi ikimizin ruhu arasında bir gizdi, çünkü Rahip Dominis'in, dünyanın bu temsilcisinin bakışı, Henriette'te, Mösyö de Mortsauf'un bakışından da fazla bir korku uyandırıyordu; ama o da benim gibi düşüncesini hünerli oyunlarla belirtmekten pek hoşlanıyordu; hoşnutluğunu şakanın altında gizliyor, öte yandan sevgisinin belirtilerini minnettarlığın parlak duvarıyla örtüyordu.

"Dostluğumuzu çetin deneyimlerden geçirdik, Félix! Ona da Jacques gibi ayrı izinler verebiliriz, değil mi, Papaz Efendi?" diyordu sofrada.

Ağırbaşlı Rahip yüreklerin içini okuyup onları arı bulan dindar adamın sevimli gülümsemesiyle yanıtlıyordu; öte yandan, meleklerin uyandırdığı hayranlıkla karışık saygıyı gösteriyordu Kontes'e.

Bu elli günde iki kez, Kontes belki de sevgimizin içine kapandığı sınırların dışına doğru yöneldi; ama bu iki olay da ancak son iç dökme gününde açılan perdelerle örtüldü. Kont'un hastalığının ilk günlerinde, arı sevgime tanıdığı uçsuz ayrıcalıkları geri alarak bana çok sert davrandığına pişman olduğu sırada, bir sabah, onu bekliyordum, benim yerimi alacaktı. Fazla yorgundum, başımı duvara dayayıp uyumuştum. Birdenbire alnıma, hafifçe bastırılan bir gülün uyandırabileceği duyuya benzer bir duyu veren serin bir şey dokunduğunu sezerek uyandım. Üç adım ötemde Kontes'i gördüm.

"Geliyorum," dedi.

Gittim; ama ona iyi günler dilerken, elini tuttum, ıslak ve titrek olduğunu sezdim.

"Rahatsız mısınız?" dedim.

"Bu soruyu bana niçin soruyorsunuz?" diye sordu.

Kızarmış, şaşkın ona baktım.

"Düş gördüm," diye yanıtladım.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top