17. Bölüm
Madam de Mortsauf'un yeniden doğuşu, çayırlar üzerinde mayıs ayının, güneşin ve suyun yıkılmış çiçekler üzerindeki etkileri gibi doğal oldu. Aşk vadimiz gibi, Henriette de kışını geçirmişti, yine onun gibi bahara doğuyordu.
Akşam yemeğinden önce, sevgili setimize indik. Burada, içinde yine bir hastalığın patlamak üzere olan tohumunu taşıyormuş gibi sessiz sessiz annesinin yanında yürüyen, eskisinden de bitkin bir durumda olan, zavallı çocuğunun başını okşayarak, hastanın başucunda geçen gecelerini anlattı bana. – Bu üç ay boyunca, tam ruhsal bir yaşam sürmüştü, öyle diyordu; bir gözü çocuğunda, bir gözü belirsiz bir yüzde, bir kulağı acılarını dinler, bir kulağı bir sesi duymaya çalışır durumda, karanlık bir sarayda yaşamıştı, sanki içinde ışıklar parlayan ve kendisine yasak şenlikler verilen, tantanalı salonların kapısında durmuş, içeri girmeyi göze alamamıştı. Yalnızlığın esinlediği, ama hiçbir ozanın yaratmadığı türden şiirler söylemişti; saflıkla, en ufak bir aşk kalıntısı, en ufak bir şehvet düşüncesi sezmeden, bir Frengistan gülü gibi Doğuluca tatlı şiirler olduklarını aklından bile geçirmeden söylemişti. Kont da yanımıza geldiği zaman, kocasına gururlu bir bakışla bakabilecek, oğlunun alnı üzerine kızarmadan bir öpüş kondurabilecek, kendi kendinden mağrur bir kadın olarak, aynı sesle sürdürdü konuşmasını.
Çok dua etmişti, yaşamasını isteyerek geceler boyunca kavuşmuş ellerinin altında tutmuştu Jacques'ı.
"Tanrı'dan onun yaşamasını istemek için tapınağın kapılarına dek gidiyordum," diyordu.
Hayaletler görmüştü; bunları bana anlatıyordu; ama o melek sesiyle şu eşsiz sözleri söylediği, "Ben uyurken yüreğim uyanık duruyordu!" dediği zaman, Kont sözünü keserek, "Yani, aşağı yukarı bir deliydiniz," diye karşılık verdi.
Sanki bu aldığı ilk yaraymış, on üç yıldan beri yüreğine ok saplamaya bu adamın hiç ara vermediğini unutmuş gibi, keskin bir acıyla sustu. Uçarken bir kurşunla vurulan yüce kuş, şaşkın bir karamsarlığa kapıldı.
"Daha neler, Mösyö," dedi az sonra, "sizin kafanızdaki yargıç tek sözümü bağışlamayacak mı? Zayıflığıma hoşgörü, kadın görüşlerime anlayış göstermeyecek misiniz hiçbir zaman?"
Durdu. Bu melek mırıldanmalarından dolayı şimdiden pişmanlık duyuyor, geleceği gibi geçmişini de bir bakışla ölçüyordu: Anlaşılabilir miydi? Zehirli bir söz fışkırtmayacak mıydı şimdi? Mavi damarları şakaklarında şiddetle oynadı, gözlerinden bir damla yaş çıkmadı, ama bu gözlerin yeşili solgunlaştı; sonra benim gözlerimde kederini büyümüş, duygularını anlaşılmış, ruhunu ruhumda okşanmış, her şeyden önce, saldırıcının gücünü de, niteliğini de tartışma konusu etmeden, sevgilisini yaralayanı sadık bir köpek gibi ısırmaya hazır, genç bir aşkın kızgın acımasını görmemek için gözlerini yere dikti. Bu dayanılmaz anlarda, Kont'un büründüğü üstünlük havasını bir görmeliydi; karısına üstün geldiğine inanır, sonra aynı düşünceyi yineleyen, aynı sesi veren balta vuruşlarını andıran, dizi dizi tümceler yağdırırdı üzerine.
Seyisinin çağırması üzerine, Kont ister istemez yanımızdan ayrıldığı zaman, "Yine hep eskisi gibi mi?" diye sordum.
"Hep öyle!" diye yanıtladı Jacques.
"Hep öyle çok iyi, oğlum," dedi Kontes, Jacques'a, böylece Mösyö de Mortsauf'u çocuklarının yargısından esirgemeye çalıştı. "Siz bugünü görüyorsunuz, dünü bilmiyorsunuz, babanızı yermeye kalkarsanız, ister istemez haksızlık etmiş olursunuz; ama kusurlu görmenin acısını tatsanız bile, aile onuru bu türlü gizleri en derin sessizlikte kefenlemeyi gerektirir."
Acı düşüncelerini dağıtmak için, "Cassine'de, Rhétorière'de yapılan değişiklikler ne oldu?" diye sordum.
"Umutlarımın üstünde," dedi. "Yapılar bitince, çok iyi iki çiftçi bulduk, birini vergiler çıktıktan sonra 4.500 franka, birini 5.000 franka aldılar; anlaşma da on beş yıllığına yapıldı. İki yeni çiftlik üzerine şimdiden üç bin kök ağaç diktik. Manette'in akrabası Rabelaye'i kiraladığı için çok mutlu. Martineau Baude'a bakıyor. Dört çiftçimizin zenginliği çayırlar ve korular; ama kimi insafı kıt çiftçiler gibi ekilecek topraklarımıza ayrılmış gübreleri götürmüyorlar. Böylece 'bizim emekler' en güzel başarıyla taçlandı. Clochegourde, şatonun çiftliği dediğimiz topraklar olmadan, korular ve bağlar da olmadan, 19.000 frank getiriyor, dikimlerimiz de güzel yıllık gelirler hazırladı bize. Ayrı tutulan topraklarımızı da bekçimiz Martineau'ya verdirtmeye çabalıyorum. Mösyö de Mortsauf kendisine Commandérie'de bir çiftlik kurdurtmaya yanaşırsa, 3.000 frank vereceğini söylüyor. O zaman Clochegourde'un çevresini temizletebilir, tasarlanan yolumuzu tamamlayıp Chinon yoluna dek uzatabiliriz, bize de bakmak için yalnız bağlarımızla korularımız kalır. Kral dönerse 'bizim' onur aylığı da döner; "bizim" hanımın sağduyusuyla birkaç günlük bir savaştan sonra buna razı olacağız. Böylece Jacques'ın serveti yıkılmaz olacak. Bu son sonuçlar da elde edilince, Mösyö de Mortsauf'u Madeleine için para biriktirmeye bırakacağım, hem töreye göre, onun drahomasını Kral verecek. Gönlüm rahat, her iş yoluna giriyor... Ya siz?" dedi.
Ona görevimi açıkladım, öğüdünün ne denli yararlı, ne denli bilgece olduğunu gösterdim. Olayları böyle, önceden görmek için üçüncü bir göz mü vermişti Tanrı ona?
"Size yazmadım mı?" dedi. "Yalnız sizin için, şaşırtıcı bir yetenekten yararlanabiliyorum, bundan yalnız günah çıkarıcım, Mösyö de la Berge'e söz ettim, o bunu Tanrı'nın bir yardımı, diye açıklıyor. Sık sık çocuklarımın durumuyla ilgili korkuların yol açtığı derin düşüncelerden sonra, gözlerim yeryüzü nesnelerine kapanır, bir başka dünyaya açılır: Jacques ile Madeleine'i burada ışıl ışıl gördüm mü, sağlıkları bir zaman iyi giderdi; onları bir sise sarılmış bulursam, çok geçmeden hastalanırlardı. Size gelince; sizi yalnız pırıl pırıl görmekle kalmıyorum, tatlı bir ses duyuyorum, bana sözsüz olarak, düşüncede geçen bir ulaşımla, ne yapmanız gerektiğini açıklıyor. Bu eşsiz vergiyi hangi yasa uyarınca yalnız çocuklarım ve sizin için kullanabiliyorum?" dedi, dalıp gitti. Bir zaman sonra da, "Tanrı onlara babalık etmek mi istiyor?" diye sordu kendi kendine.
"Bırakın da yalnız sizi dinlediğime inanayım," dedim.
Büyük bir gönül sarhoşluğu veren şu çok güzel gülümsemelerden biriyle gülümsedi bana, bu gülümsemenin sarhoşluğu içinde, böğrüme bıçak saplasalar, duymazdım.
"Kral Paris'e gelir gelmez, gidin. Clochegourde'dan ayrılın," dedi. "Yüksek görev ve lütuf toplamaya çalışmak ne denli alçaltıcıysa, bunları alamayacak ölçüde uzaklara çekilmek de o denli gülünçtür. Büyük değişiklikler olacak. Yeterli ve güvenilir insanlar Kral'a çok gerekecek, bunda kusur etmeyin, genç yaşta göreve başlayacaksınız, bu da sizin için iyi olacak; çünkü, oyuncular için olduğu gibi, devlet adamları için de dehanın gösteremediği şeyler vardır, bunları öğrenmek gerekir. Babam bu görüşü Choiseul'e borçludur. Beni düşünün," dedi, birazcık durduktan sonra, "bana tümüyle benim olan bir ruhta üstünlüğün hazlarını tattırın. Oğlum değil misiniz?"
"Oğlunuz mu?" dedim somurtkan bir yüzle.
"Yalnızca oğlum," dedi benimle alay ederek, "yüreğimde yeterince güzel bir yer tutmak değil midir bu?"
Çıngırak akşam yemeğini haber verdi, koluma girdi, yaslandı. Merdiveni çıkarken, "Büyümüşsünüz," dedi.
Binek setine geldiğimiz zaman, bakışlarım kendisine fazla keskin geliyormuşçasına kolumu sarstı; gözleri yerdeydi, ama yalnız kendisine baktığımı biliyordu, o zaman o öyle hoş, öyle çekici olan, yapmacık kızgınlığıyla, "Hadi, sevgili vadimize baksanıza biraz!" dedi.
Geriye döndü, ak ipekten şemsiyesini başlarımızın üzerine getirdi. Jacques'ı iyice kendine doğru çekerek bana Indre'i, kayığı, çayırları gösterirken başını sallayışı, buradaki günlerimden, gezintilerimizden beri, bu dumanlı ufuklarla, buğulu kıvrımlarıyla anlaştığını ortaya koyuyordu. Doğa düşüncelerini gizleyen bir mantoydu. Geceleri bülbülün iç çekerek neler söylediğini, bataklıkların türküsünün dert yanan ezgisini söylerlerken neyi yinelediğini biliyordu şimdi.
Akşam, saat sekizde, çocukların yatmasından önce, Henriette, yemek odasına geçtiği zaman, hep Mösyö de Mortsauf'la kalıp oyun oynadığım için hiç görmediğim bir sahneye tanık oldum, beni derinden derine heyecanlandırdı. Çıngırak, iki kez çaldı, evin bütün adamları geldiler.
Gerçekten dindar kadınları belli eden şu suçsuz alaycılıkla beni elimden tutup göstererek, "Bizim konuğumuzsunuz, manastırın kuralına boyun eğin!" dedi.
Kont da arkamızdan geldi. Efendiler, çocuklar, uşaklar, herkes diz çöktü, baş açık, herkes eski yerini alarak. Dua etme sırası Madeleine'deydi: Sevgili yavru, çocuk sesiyle söyledi duaları, sesinin arı perdeleri kırın uyumlu sessizliğinde açıklıkla belirdi, tümcelere günahsızlığının kutlu arılığını, meleklerin güzelliğini verdi. İşittiğim duaların en heyecan vericisiydi. Doğa çocuğunun sözlerini akşamın binlerce hışırtısıyla, hafiften çalınan bir org sesiyle yanıtlıyordu. Madeleine, Kontes'in sağındaydı, Jacques da solunda. Aralarında annenin örgülü başı yükselen, Mösyö de Mortsauf'un tümüyle ak saçlarıyla sararmış tepesi hepsine yukarıdan bakan bu iki yaratığın güzelim saçları, renkleri ruha duanın ezgilerinin uyandırdığı düşünceleri yineleyen bir tablo oluşturuyordu, sonra, bir ululuk izlenimi veren birliğin koşullarına uymak için, dünyayla ilgisini kesmiş olan bu topluluğu batan günün hafif aydınlığı sarmıştı; günün kızıllıkları odayı renklendiriyor, böylece şiire ya da boş inançlara bağlı ruhlarda, kilisenin buyurduğu eşitlik içinde, hiçbir basamak ayrımı gözetmeden diz çökmüş olan bu sadık dindarların göğüs ateşleriyle doldukları izlenimi uyanıyordu. Aklıma en eski aile yaşamları geldikçe, sadeliğiyle öylesine büyük olan bu sahne düşüncelerimde daha da büyüyordu. Çocuklar babalarına iyi geceler dilediler, adamlar selam verdiler; Kontes bir elini bir çocuğuna, bir elini öbürüne vererek gitti, ben de Kont'la birlikte salona döndüm.
Bana tavlayı göstererek, "Orada size cennetinizi kazandıracağız, burada da cehenneminizi," dedi.
Kontes de yarım saat sonra aramıza katıldı, gergefini masamızın yanına yaklaştırdı. Kanaviçeyi açarak, "Bu sizin için," dedi, "ama, üç aydan beri bir türlü bitmedi. Bu kırmızı karanfille bu gül arasında, zavallı çocuğum acı çekti."
"Hadi, hadi," dedi Mösyö de Mortsauf, "bırakalım bu konuyu. Şeşbeş, Kral'ın sayın ulağı."
Yattığım zaman, kulak kesilip odasında gidip gelişini işitmeye çalıştım. O sakin ve arı kaldıysa da, benim içimi dayanılmaz isteklerden gelen, çılgın düşünceler kemirdi.
"Niçin benim olmasın!" diyordum kendi kendime. "O da benim gibi duyuların bu kasırgamsı çarpıntısına gömülmüş değil mi acaba?"
Saat birde, aşağıya indim, çıt çıkarmadan yürüdüm, kapısının önüne geldim, oraya yattım: Kulağım aralığa dayalı, o düzgün ve yumuşak çocuk soluklarını işittim. Üşüdüm, yine yukarıya çıktım, yatağıma girdim, sabaha dek sakin sakin uyudum. Uçurumların kıyısına dek ilerlemekte, kötülük uçurumunun derinliğini ölçmeye çalışıp dibini araştırmakta, soğuğunu duyup heyecan içinde geri çekilmekte bulduğum hazzı hangi yazgıya, hangi yaradılışa yüklemeli, bilmem. O ertesi gün gözyaşlarımı ve öpüşlerimi, birbiri ardından yıkılan ve saygı gösterilen, lanet edilen ve tapılan erdemini çiğneyip geçtiğini bilmeden, kızgınlıktan ağladığım kapısının eşiğinde bu gece saati, birçoklarına budalaca görünen bu saat, askerleri –bazıları bana böylece yaşamlarıyla oynadıklarını söylemişlerdi– mitralyözden kurtulup kurtulmayacaklarını, böylece olasılıklar uçurumunda at koşturup Jean Bart gibi bir barut fıçısı üzerinde sigara tüttürünce, mutlu olup olmayacaklarını anlamak için bir bataryanın önüne atılmaya yönelten şu bilinmedik duygunun bir esinidir. Ertesi gün, gidip çiçek topladım, iki demet yaptım; bu türden hiçbir şey karşısında duygulanmayan Champcenetz'ın, "İspanya'da zindanlar kuruyor," sözü tam kendisi için söylenmişe benzeyen Kont, bunlara hayran kaldı.
Clochegourde'da birkaç gün geçirdim, Frapesle'e ancak kısa sürelerle konukluğa gittim, bununla birlikte üç kez akşam yemeği yedim orada. Fransız ordusu, Tours'u işgal etti. Hiç kuşku yok, Madam de Mortsauf' un yaşamı ve sağlığıydım, ama, Issoudun ve Orléans yoluyla, ivedi olarak Paris'e dönmek üzere Châteauroux' ya gitmem için yalvardı. Direnmek istedim, dost dehanın konuştuğunu söyledi, gitmemi buyurdu, dinledim sözünü. Bu kez vedalaşmalarımız gözyaşlarına battı, yaşayacağım dünyanın çekiminden korkuyordu benim hesabıma. Paris'i arı aşklar gibi bilinçlerin arılığı için de tehlikeli bir deniz yapan çıkarların, tutkuların, hazların çarkı içine kesin olarak girmek gerekmiyor muydu? Akşamları günün olaylarını ve düşüncelerini, en önemsizlerine varıncaya dek kendisine yazacağıma söz verdim. Bu sözden sonra, yorgun başını omzuma yasladı, "Hiçbir şeyi unutmayın, hepsi de beni ilgilendirecektir," dedi.
Dük'e ve Düşes'e götürülecek mektuplar verdi bana, gelişimin ikinci günü onlara gittim.
"Talihiniz açık gidiyor," dedi Dük, "yemeği burada yiyin, bu akşam benimle şatoya gelin, şansınız açıldı artık. Bu sabah Kral sizi, 'Genç, becerikli ve sadık!' diye andı. Sonra Kral ölü mü, yoksa sağ mı olduğunuzu, öyle başarılı bir biçimde görevinizin üstesinden gelmenizden sonra, olayların sizi nereye attığını bilemediğine üzülüyordu."
O akşam, Danıştay Dilekçe Dairesi Başyardımcı- sı'ydım, Kral XVIII. Louis'nin yanında da süresi saltanat süresine eşit, gizli bir görevim vardı, güven isteyen bir yerdi, göz kamaştırıcı bir görev değildi, ama gözden düşme tehlikesi de yoktu, beni yönetimin göbeğine yerleştirdi, başarılarımın, zenginliklerimin kaynağı oldu. Madam de Mortsauf doğru görmüştü, her şeyi ona borçluydum: güç ve zenginlik, mutluluk ve bilgi; bana yol gösteriyor, beni yüreklendiriyordu, yüreğimi arıtıyor, isteklerime de yokluğu gençliğin güçlerinin boşu boşuna harcanmasına yol açan birliği veriyordu. Daha sonra, göreve bir kişi daha atandı. Sırasıyla altışar ay çalıştık. Gerekince birbirimizin yerini alabiliyorduk; şatoda bir odamız, arabamız, yolculuğa çıkmak zorunda kaldığımız zaman da masraflarımızı karşılayacak geniş ücretlerimiz vardı. Eşsiz durum! O günden beri, politikasını düşmanlarının bile çok yerinde buldukları bir hükümdarın gizli yardımcıları olmak, içe ve dışa ilişkin her şeyi yargılayışını işitmek, görünüşte hiçbir etkisi bulunmamak, bazı bazı da Molière'in Laforêt'ye akıl danıştığı gibi, kendisine akıl danışıldığını görmek, gençlik bilinciyle pekişmiş, eski yaşam deneyimlerinden gelen kararsızlıkları duymak. Öte yandan, geleceğimiz de hırsı doyuracak biçimde saptanmıştı. Danıştay bütçesinden ödenen dilekçe dairesi başyardımcısı aylığımdan başka, Kral bana özel olarak ayda 1.000 frank veriyor, sık sık da bazı ihsanlarda bulunuyordu. Kral, üzerime yığdığı çalışmaya yirmi üç yaşında bir genç adamın uzun zaman dayanamayacağını seziyordu, bununla birlikte, bugün ayan üyesi olan meslektaşım ancak 1817 Ağustosu'nun sonuna doğru seçildi. Bu seçim öyle güçtü, işlerimiz öyle nitelikler gerektiriyordu ki, Kral uzun zaman karar veremedi. İçlerinden birini seçmekte güçlük çektiği genç adamlardan hangisiyle daha iyi çalışabileceğimi sorarak onurlandırdı beni. Bunlar arasında Lepître Pansiyonu'ndaki arkadaşlarımdan biri bulunuyordu, onu hiç belirtmedim; Majesteleri nedenini sordu bana.
"Kralımız aynı ölçüde sadık, ama yetenekleri farklı insanlar seçmiş," dedim; ben, her zaman iyi geçineceğimden kuşku duymadığım ve en becerikli olduğuna inandığım kişiyi söyledim.
Yargım, Kral'ınkiyle birleşiyordu, bu konuda gösterdiğim özveriden dolayı her zaman memnunluk duydu.
"Siz, Bay Birinci olacaksınız," dedi.
Meslektaşımı da bu durumdan habersiz bırakmadı, o da bu destek nedeniyle bana dostluk gösterdi. Lenoncourt Dükü'nün bana verdiği değer, yüksek çevrenin verdiği değerle oranlı oldu. "Kral bu genç adama sıcak bir ilgi gösteriyor; bu genç adamın geleceği parlak, Kral kendisini beğeniyor," sözleri yetenek yerini tutabilirdi; ama gençlere gösterilen güzel ilgiye, iktidara gösterilen şu adlandırılması güç şeyi de karıştırıyordu. Gerek Lenoncourt Dükü'nün, gerekse o sıralarda akrabası Listomère Markisi'yle, Saint-Louis Adası'na görmeye gittiğim yaşlı akrabanın oğluyla evlenmiş olan kız kardeşimin evinde, yavaş yavaş, Saint-Germain çevresinin en etkili kişileriyle tanıştım.
Henriette, çok geçmeden beni kocasının halası Blamont-Chauvry Prensi'nin desteğiyle Petit-Château denilen çevrenin de ta içine soktu; ona benim hakkımda öyle coşkun bir mektup yazmıştı ki, Prenses hemen konağına, görüşmeye çağırdı beni; onunla sıkı ilişki kurdum, hoşuna gitmeyi başardım, koruyucum değil, duygularında annece bir şeyler bulunan bir dostum oldu. Yaşlı Prenses beni kızı Madam d'Espard'la, Langeais Düşesi'yle, Beauséant Vikontesi'yle, Maufrigneuse Düşesi'yle bağıntıya sokmayı bayağı iş edindi, bu kadınlar birbirleri ardından modaya yön vermişlerdi; ben yanlarında ne denli iddiasız, isteklerini yerine getirmeye ne denli hazır olduysam, onlar da bana o denli iyi davrandılar. Kardeşim Charles, beni yadsımak şöyle dursun, o zamandan sonra bana sırtını dayadı, ama bu çabuk başarı gizli bir kıskançlık uyandırdı içinde, bu da sonraları birçok sıkıntıya düşmeme yol açtı. Babamla annem, bu umulmadık başarı karşısında şaşırdılar, koltukları kabardı, en sonunda oğulluğa kabul ettiler beni; ama duyguları, bir oyundu demeyeyim, bir bakıma yapmacık olduğu için, bu dönüş yaralı yüreğimde pek etkili olmadı; öte yandan, bencillikle incinmiş sevgiler, yakınlık duygularını fazla desteklemezler; yürek her türlü hesaptan, çıkardan tiksinir.
Sevgili Henriette'ime yazmakta hiç kusur etmedim, o da ayda bir-iki mektupla yanıt verdi. Ruhu böylece üzerime kanat geriyor, düşünceleri uzaklıkları aşıyor, benim için arı bir hava yaratıyordu. Hiçbir kadın beni kendine bağlayamıyordu. Kral bu geri duruşumu anladı; bu konuda, XV. Louis okulundandı, gülerek "Matmazel de Vandenesse" diyordu bana, ama davranışımdaki bilgelik çok hoşuna gidiyordu. Çocukluğum, her şeyden önce de Clochegourde'da alıştığım sabır, bana her zaman çok iyi davranan Kral'ın sevgisini kazandırmakta çok işe yaradı sanırım. Hiç kuşkusuz mektuplarımı okumak hevesine kapılmıştı, çünkü, bu genç kız yaşayışıma uzun zaman aldanmadı. Bir gün, Dük huzurdaydı, ben de Kral'ın söylediklerini yazıyordum, Lenoncourt Dükü'nün içeri girdiğini görünce, ikimize de şeytanca bir bakışla baktı. Dilediği zaman iğneleyici kılmasını bildiği o güzel gümüş sesiyle, "O körolası Mortsauf hep yaşamak mı istiyor?" dedi.
"Evet, her zaman," diye yanıtladı Dük.
"Oysa Mortsauf Kontesi burada görmek istediğim bir melektir," dedi Kral, "ama, benim elimden bir şey gelmemesi mühürdarımı daha çok sevindirir," diye ekledi bana dönerek. "Altı ay serbestsiniz, dün konuştuğumuz genç adamı size arkadaş almaya karar verdim. Clochegourde'da iyi eğlenin, Mösyö Cato."
Gülümsedi, arabasını odadan dışarı sürdürttü.
Bir kırlangıç gibi Tours iline uçtum. İlk olarak, sevdiğim kadına, yalnız acemiliği üzerinden biraz daha atmış bir genç olarak değil, tavırları en kibar salonlarda geliştirilmiş, görgüsü en ince, en kibar kadınlarca tamamlanmış, en sonunda çektiklerinin ödülünü almış, gökyüzünün bir çocuğa bekçi yaptığı en güzel meleğin deneyinden yararlanmış, şık bir genç adam kılığında görünecektim. Frapesle'de geçen ilk üç ayımda üstüm başım nasıldı, biliyorsunuz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top