13. Bölüm
Akşam yemeği neşeli geçti, Jacques, ilgi gösterilen bütün çocuklar gibi, armağan olarak topladığım çiçekleri görünce boynuma atıldı. Bu sadakatsizlik yüzünden annesi bana somurtur gibi yaptı; bu kıskanılan demeti, anlarsınız, ne büyük bir incelikle ona sundu sevgili çocuk! Akşam, her üçümüz bir tavla oynadık, ben Madam de Mortsauf'la Mösyö de Mortsauf'a karşı tek başımaydım, Kont çok sevimsiz davrandı. En sonunda, güneş batarken, uyumları duyguların canlılıkta yitirdiklerini derinlikle kazandıran şu sakin akşamlardan birinde, Frapesle yoluna kadar getirdiler beni. Bu zavallı kadının yaşamında tek bir gün, çetin saatlerde belleğinin dönüp dönüp okşadığı parlak bir nokta oldu bu. Öyle ya, binicilik dersleri çok geçmeden bir anlaşmazlık konusu oldu. Kontes haklı olarak babanın oğluna bağırıp çağırmasından korkuyordu. Jacques şimdiden zayıflıyor, güzel mavi gözlerinin çevreleri morarıyordu; annesini üzmemek için, sessizce acı çekmeyi yeğ görüyordu. Kont öfkelendiği zaman babasına yorgun olduğunu söylemesini öğütleyerek acılarına bir çare buldum; ama bu geçici çareler de yetersiz kaldı: Babanın yerini yaşlı seyise vermek gerekti, o da öğrencisini kolayca bırakmadı elinden. Bağırıp çağırmalar, tartışmalar yeniden başladı; Kont durmamacasına dert yanmak için dört elle kadınların değer-bilmezliği konusuna sarıldı; arabayı, atları, özel giysileri günde yirmi kez karısının başına kaktı.
En sonunda, bu tür insanların, bu tür hastaların dört elle sarıldıkları olaylardan biri çıktı; Cassine ile Rhétorière'de masraf, öngörüleri yarı yarıya aştı, duvarlar, kötü döşemeler yıkıldı. Bir işçi, Kontes'e söyleyecek yerde, bir beceriksizlik edip Mösyö de Mortsauf'a bildirdi bu haberi. Usul usul başlayan bir kavga konusu oldu bu, ama derece derece zehirlendi, Kont'un birkaç gündür yatışmış sinir illeti, zavallı Henriette'ten eski alacaklarını istedi.
O gün, kahvaltıdan sonra, saat on buçukta, Clochegourde'a gelip Madeleine'le bir demet yapmak üzere Frapesle'den yola çıkmıştım. Çocuk iki vazoyu setin korkuluğu üzerine getirmişti, ben de çevredeki bahçelerde dolaşarak, o öylesine güzel, öylesine de ender olan güz çiçeklerini arıyordum. Son koşumdan dönünce, pembe kuşaklı, pelerinli küçük teğmenimi göremedim. Clochegourde'da bağırmalar işittim.
Madeleine ağlayarak, "General," dedi, –babasına kızınca söylerdi bu sözcüğü– "General annemizi azarlıyor, gidip onu kurtarsanıza!"
Merdivenleri uçarcasına çıktım, Kont da, karısı da beni görmeden, selamlamadan salona geldim. Delinin çılgın haykırışlarını işitince gidip bütün kapıları kapadım, sonra geri döndüm: Henriette giysisi gibi apaktı.
"Hiç evlenmeyin, Félix," dedi Kont, "kadın milleti hep Şeytan'a uyar; en iyisi bile kötülük yoksa yaratır, her biri bir koca hayvandır."
Başsız sonsuz uslamlamalar işittim o zaman. Mösyö de Mortsauf önceki yadsımalarıyla övünüyor, yeni yöntemlere yanaşmayan köylülerin bönce düşüncelerini yineliyordu. Clochegourde'u kendisi yönetecek olsa şimdikinden iki kat daha zengin olacağını ileri sürüyordu.
Şiddetle, alçaltıcı sözlerle küfredip bağırıyor, bir iskemleden öbürüne atlıyor, yerlerini değiştiriyor, birbirine çarpıyordu; sonra bir tümcenin ortasında, kavrulup kuruyan iliklerinden, parası gibi dalga dalga akıp giden beyninden söz etmek üzere duruyordu. Karısı batırıyordu kendisini. Zavallı! Elindeki otuz bin küsur lira gelirin yirmi binden fazlasını o getirmişti kendisine. Dük'le Düşes'in topraklarının 50.000 franktan fazla geliri vardı, bunlar da Jacques'a ayrılmıştı. Kontes gözler kamaştıran bir biçimde gülümsüyor, gökyüzüne bakıyordu.
"Evet," diye haykırdı. "Blanche, siz benim celladımsınız, beni öldürüyorsunuz; ben yük oluyorum size!.. Siz beni başınızdan atmak istiyorsunuz, bir ikiyüzlülük canavarısın. Gülüyor! Niçin gülüyor, biliyor musunuz, Félix?"
Sesimi çıkarmadım, başımı önüme eğdim. Sorusunu kendisi yanıtladı:
"Bu kadın beni her türlü mutluluktan yoksun bırakıyor, size ne denli karılık ediyorsa, bana da o denli ediyor; bir de karım olduğunu ileri sürüyor! Benim adımı taşıyor, ama tanrısal ve insanî yasaların buyurduğu görevlerin hiçbiri yerine getirmiyor, insanlara da, Tanrı'ya da yalan söylüyor böylece. Kendisini yalnız bırakayım, diye başıma bir sürü iş çıkarıyor, yoruyor; hoşlanmıyor benden, nefret ediyor, genç kız kalmak için bütün sanatını kullanıyor; beni yoksun bırakarak deli ediyor, o zaman her şey tepemi attırıyor. Usul usul öldürüyor beni, bir de kendini ermiş sanıyor, her ay ayinde şaraplı ekmek yiyor."
Kontes sıcak gözyaşlarıyla ağlıyordu bu sırada; bu, adamın düşüşüyle alçalmıştı, yanıt olarak yalnızca, "Mösyö!.. Mösyö!.. Mösyö!.." diyordu.
Kont'un sözleri, Henriette hesabına olduğu gibi kendi hesabına da yüzümü kızarttı, ama gönlümü büyük bir coşkunlukla doldurdu, çünkü bir bakıma ilk aşkların örgüsü olan faziletlik, incelik duygularına, karşılık veriyordu.
"Benim zararıma bakire," diyordu Kont.
Bu söz üzerine, Kontes, "Mösyö!" diye atıldı.
"Bu kurumla Mösyö de ne oluyor?" dedi Kont. "Ben bu evin efendisi değil miyim? En sonunda size bunu öğretmek mi gerek?"
İyice çirkinleşmiş ak kurt başını uzatarak üzerine yürüdü, sarı gözlerinde kendisini ormandan çıkan aç bir hayvana benzeten bir anlatım belirmişti. Henriette gelmeyen vuruşu yemek üzere koltuğundan yere kaydı; bitkin mi bitkin bir durumda yere yığılarak kendinden geçti. Kont, kurbanının kanının yüzüne fışkırdığını duyan bir cani gibi, şaşkınlık içinde kalakaldı. Zavallı kadını kollarıma aldım, Kont da onu taşıma onurunu kendisine yakıştıramamış gibi sesini çıkarmadı; ama salonun bitişiğindeki odanın, hiç girmediğim kutsal odanın kapısını açmak üzere önümden yürüdü. Kontes'i yere bastırdım, öbür kolumu belinin çevresinden geçirerek onu bir an bir kolumla tuttum, bu sırada Mösyö de Mortsauf örtüyü kaldırıyordu; sonra onu kaldırıp giyinik olarak yatırdık. Kendine gelince, Henriette eliyle kuşağını çözmemizi rica etti: Mösyö de Mortsauf makas bulup hepsini kesti; ona lokman ruhları koklattım, gözlerini açtı. Kont gitti, kederden çok, utanç duyuyordu. Derin bir sessizlik içinde iki saat geçti. Henriette'in eli elimdeydi, konuşmadan sıkıyordu elimi. Zaman zaman, bir bakışla, bana sesten, deviniden uzak kalmak istediğini söylemek için gözlerini kaldırıyordu; sonra bir an rahatladı, dirseğinin üzerinde doğruldu, sonra kulağıma, "Zavallı! Bir bilseniz..." dedi.
Başını yeniden yastığa koydu. Geçmiş acılarının anısı, şimdiki sızılarla birleşerek, ancak aşkın manyetizmasıyla yatıştırdığım esrimeleri geri getirdi; daha bilmediğim bir etkiydi bu, ama içgüdüyle kullandım. Sevgiyle yumuşamış bir güçle tuttum onu; bu son bunalım sırasında, beni ağlatan bakışlarla baktı yüzüme. Bu sinirli devinmeler geçince, dağınık saçlarını düzelttim, yaşamımda yalnız ve yalnız bir kez düzelttim saçlarını, sonra yine elini aldım; aynı zamanda hem kahverengi, hem gri olan bu odayı, tirşe perdeli bu basit yatağı, üstünde eski moda bir tuvalet takımı bulunan bu masayı, bu pike şilteli, bayağı kanepeyi uzun uzun seyrettim. Ne çok şiir vardı bu yerde! Henriette, kendisi söz konusu olunca, lüksten ne denli uzaktı! Onun lüksü en zarif temizlikti. Kutsal bir boyun eğişle evlenmiş rahibenin soylu hücresiydi bu, burada biricik süs, yatağının haçıydı, bunun üst yanında teyzesinin portresi görünüyordu; sonra lavabonun iki yanında, çocuklarının kendi eliyle, kurşunkalemle çizdiği resimleri, küçüklük günlerinin saçları. Soylular çevresinde belirmesi en güzel kadınları bile gölgede bırakacak bir kadın için bu nasıl bir köşeydi! Büyük bir ailenin, şu anda derde batmış olan ve kendisini avutabilecek aşka yanaşmayan kızının durmadan ağladığı oda buydu işte. Gizli, düzelmez mutsuzluk! Ve kurbanın cellat, cellatın kurban için döktüğü gözyaşları. Çocuklarla hizmetçi kadın girdikleri zaman, ben çıktım.
Kont beni bekliyordu, şimdiden karısıyla kendisi arasında bir arabulucu güç olarak görüyordu beni.
"Kalın, kalın, Félix!" diye bağırarak ellerime sarıldı.
"Üzgünüm," dedim, "Mösyö de Chessel'in konukları var. Konukların sofrada bulunmayışımın nedenini aramaları doğru olmaz; ama, yemekten sonra, yine gelirim."
Benimle birlikte çıktı, tek sözcük söylemeden aşağıki kapıya dek getirdi beni; sonra, ne yaptığını bilmeden, Frapesle'e dek benimle geldi. En sonunda, burada ona, "Tanrı aşkına, Sayın Kont, bu işten hoşlanıyorsa, bırakın, evinizi yönetsin," dedim, "onu üzmeyin."
"Çok bir ömrüm kalmadı," dedi ciddi bir tavırla, "benim yüzümden uzun zaman acı çekmeyecek, başım çatlıyor."
Bir çaresiz bencillik nöbeti içinde yanımdan ayrıldı. Yemekten sonra, Madam de Mortsauf'un sağlığını sormak için yine geldim, daha iyi buldum onu. Onun için evliliğin sevinçleri bunlarsa, böyle kavgalar sık sık yineleniyorsa, nasıl yaşayabiliyordu? Ağır ağır işlenen bir cinayetti bu, üstelik cezasız kalıyordu! O akşam, Kont'un karısını hangi işitilmedik işkencelerle çileden çıkardığını anladım. Böyle bir davayı hangi mahkemeye götürmeliydi? Bu düşünceler beni şaşkına döndürüyordu, Henriette'e hiçbir şey söyleyemedim; ama geceyi ona mektup yazmakla geçirdim. Yazdığım üç-dört mektuptan, istediğim gibi olmayan şu başlangıç kaldı; ama, hiçbir şey söylemiyormuş ya da, onunla ilgilenmem gerekirken, daha çok kendimden söz ediyormuşum gibi bir izlenim uyandırmakla birlikte, ruhumun ne durumda olduğunu söyleyecektir size:
Madam de Mortsauf'a
"Neler neler söyleyecektim size gelirken, yol boyunca bunları düşünüyor, sizi görünce unutuyorum! Evet, sevgili Henriette, sizi görür görmez, ruhunuzun güzelliğinizi büyüten yansımalarına yakıştıramaz oluyorum sözlerimi; sonra sizin yanınızda öyle sonsuz bir mutluluk duyuyorum ki, o andaki duygu geçmiş yaşamın duygularını siliyor. Her seferinde, daha engin bir yaşama doğuyorum, büyük bir kayalığa tırmanırken, her adımda yeni bir ufuk bulan yolcu gibiyim. Her yeni konuşmada, uçsuz bucaksız gömülerime yeni bir gömü eklemiyor muyum? Sanırım, uzun, tükenmez bağlılıkların gizi burada. Öyleyse sizden size, sizden uzakta söz açabilirim ancak. Karşınızda, sizi göremeyecek ölçüde fazla kamaşıyor gözlerim, mutluluğum üzerinde duramayacak ölçüde mutlu oluyorum, kendim olamayacak ölçüde sizinle dolu oluyorum, sizinle konuşamayacak ölçüde konuşkan ediyorsunuz beni, geçmişi anımsayamayacak ölçüde fazla sarılıyorum şimdiki dakikaya. Bu değişmez sarhoşluğu bilin de yanlışlarımı bağışlayın. Sizin yanınızda, duymaktan başka bir şey yapamıyorum. Bununla birlikte, sevgili Henriette, korkmayıp söyleyeceğim: Dün, kötülüğe karşı insanüstü bir gözüpeklikle savaştığınız o korkunç fırtınadan sonra, bu üzücü kavga nedeniyle girdiğim odanızın yarı aydınlığında, kendinize gelip de yalnız bana yöneldiğiniz zaman ruhumu dolduran hazlara benzer mutlulukları daha önce bana verdiğiniz sayısız sevinçlerde hiçbir zaman duymamıştım. Ölümün kapılarından yaşamın kapılarına gelip de alnında bir yeniden doğuş şafağı ışıyınca, bir kadının ne parıltılarla parlayabileceğini yalnız ben anladım. Sesiniz ne denli uyumluydu! Tapılası sesinizde geçmiş bir acının, beni yatıştıran tanrısal avuntulara karışmış, belirsiz kinleri yeniden belirirken, sözcükler, hatta sizin sözcükleriniz bile, ne denli küçük görünüyordu gözlerime. Bütün insan görkemlilikleriyle parladığınızı biliyordum; ama, dün bir yeni Henriette, Tanrı istemiş olsaydı benim olabilecek bir Henriette gördüm. Dün ruhun ateşlerini silkip atmanıza engel olan bedensel kösteklerden sıyrılmış bir yaratık gördüm. Yıkılışınızda çok güzel, zayıflığınızda çok görkemliydiniz! Dün, güzelliğinizden daha güzel, sesinizden daha tatlı bir şey buldum, gözlerinizin ışığından parlak ışıklar, sözcüklerle anlatılamayacak kokular buldum; dün ruhunuz gözle görülür, elle dokunulur bir şeydi. Ah! Orada sizi yeniden yaşatmak için size yüreğimi açamadığımdan dolayı çok acı çektim! Sonra dün, bende uyandırdığınız saygılı dehşeti bıraktım; bu zayıflık bizi yaklaştırmamış mıydı? Bunalım bizim havamızı içine çekmenizi sağlayınca, sizinle soluk almanın ne olduğunu öğrendim. Bir anda ne çok dua yükseldi göğe! Tanrı'dan sizi bana bırakmasını istemek için aştığım uzaklıkları geçerken ölmediysem, insan sevinçten de, acıdan da ölmez demektir. Bu an, ruhumda kefenlenmiş anılar bıraktı bende, gözlerim gözyaşlarıyla ıslanmadıkça hiçbir zaman yüzeye çıkamayacaklar; her sevinç izlerini çoğaltacak, her acı onları derin kılacak. Evet, yaşamımın sevgili, ölümsüz düşüncesi, bana cömertçe verdiğiniz sevinçler nasıl Tanrı'nın vereceği bütün sevinçlerden üstün kalacaklarsa, dün ruhumu altüst eden korkular da ilerideki bütün acılarım için bir karşılaştırma öğesi olacak. Siz bana tanrısal aşkı anlattınız, o gücüyle, süresiyle dolu olan, kuşkulardan, kıskançlıklardan uzak kalan, kesin aşkı. Derin bir hüzün kemiriyordu ruhumu, bu iç yaşamın görüntüsü, toplum heyecanlarına alışmamış bir genç yürek için üzücüydü; dünyanın eşiğinde bu uçurumu, bir dipsiz uçurumu, bir ölü denizi bulmak. Bu korkunç talihsizlikler dizisi sonsuz düşünceler esinledi bana, toplum yaşamındaki ilk adımımda, yanınızda bütün sahnelerin, çok küçük kalacakları bir sahneyle karşılaşmıştım. Kederime bakarak Mösyö de Chessel'le karısı aşkta mutsuz olduğumu düşündüler, bense tutkumla büyük Henriette'ime hiçbir konuda zarar vermemek mutluluğunu tattım."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top