Gecenin Güneşi
Yazardan
Taehyung,sayısız kez yaptığı gibi bir kez daha oflayarak yatakta başka bir yöne döndü. Mayıs ayının güzel gecelerinden birinde olmalarına rağmen içinde büyük bir sıkıntı taşıyor gibi hissediyordu. Kendisiyle odayı paylaşan iki arkadaşı da çoktan uykunun kollarına teslim olmuşlar, onlardan saatler önce yatağa giren Taehyung ise bir türlü o huzurlu uykuyu yakalayamamıştı.
En sonunda pes ederek doğruldu ve eline telefonunu aldı. Ekranın aydınlanması gözlerini başta rahatsız etse de, birkaç saniye sonra alışmıştı. İçini bir fare gibi kemiren merakını dindirmek için adım atmaya karar vermişti. Rahatlamasının tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Derin bir nefes alarak yazmaya başladı.
Gönderen:Stajyer Kim
Efendim kendinize kalacak bir yer ayarlayabildiniz mi? (01.24)
Evet, gecenin en büyük sorusu ve sorunu buydu onun için. Ekranı kapatıp gözlerini odada gezdirirken parmakları telefonunda ritim tutuyordu. Gelecek cevap onun gecesinin seyrini belirleyecekti belki de.
Telefonunun art arda titremesiyle irkilip hemen ekranı açtı.
Gönderen:Yönetici Kim
İşlerim var Stajyer. Bu gece şirketteyim. (01.26)
Gönderen:Yönetici Kim
Sen neden uyumadın?(01.26)
Mesajları okurken kalbine bir ağırlığın çöktüğünü hissetti Taehyung. Patronunun işleri halletmek için gecelerce o şirkette sabahlayacağını düşünmüş, fakat inanmak istememişti. Şimdiyse okudukları korktuğunu tasdikler nitelikteydi. Sinirle telefonunu yana koyarken içinde Seokjin'e karşı büyük bir öfke duydu o an için.
Nasıl olur da böyle kendinden vazgeçmiş şekilde işine odaklanırdı?
Biçimli parmaklarını sıkıntıyla saçlarının içine geçirdiğinde aniden aklında bir sokak aydınlandı.
****
Seokjin'den
Kapanmaması için savaş verdiğim gözlerimi duvardaki saate kaldırdığımda gece yarısının çoktan geçmiş olduğunu farkedip arkama yaslandım. Yorulmuştum. Saatlerdir -ki kaç saat olduğunu bilmiyorum- mola vermemiş, üstüne üstlük en son ne zaman yemek yediğimi hatırlayamaz hale gelmiştim.
Senede birçok defa yapılan bu teftişlerin yoğunluk nedeniyle sadece bir tanesine katılabiliyor olmamın ceremesini çekiyordum şimdi.
Önümdeki ve arkada raftan inmeyi bekleyen tüm dosyalar incelenmeye muhtaçtı. Bitmiş işler, bitecek işler, başlayacak işler, işe alınanlar, işinden alınanlar...
Tüm bunlar incelenmeyi bekleyen dosyalar içinde beni bekliyorlardı. İşlerin yoğun hali ruhuma darlık sunarken sıkıntıyla nefes verdim ve ellerimi başıma koyup yaslandığım yerden tavanı izlemeye koyuldum. Bana, arka fonda çalan Yiruma-Rivers Flows In You eşlik ediyordu.
O an yüzümün aydınlanmasını sağladığını düşündüğüm bir tebessüm yerleşti yüzüme. Zihnimde canlanan görüntüyeydi bu kıvrılan dudaklarım. Tüm bu zorlukların arasında yüzümü gülümseten birisi vardı zihnimde artık.
Yanakları kızarmış bir şekilde kafasını öne eğmiş, asla sahip olamayacağım güzellikteki parmaklarıyla ilgilenirken ne güzeldi öyle.
Bu, onu övdüğüm anda verdiği tepkiydi bana. Günlerce görsem bu görüntüyü doyabilir miydim? İnanın, sanmıyorum.
Hayalimde gezinen çocuğun görüntüsü iyice rahatlayıp gevşememe neden olurken içimdeki stresin yok olduğunu hissediyordum. Ruhum huzurla doluyor, midemse onu dizginlemek ister gibi ağrılar gönderiyordu bedenime.
Tam bu düşüncelerin denizinde sakin bir yolculuğa çıkmışken telefonumdan gelen bildirim sesiyle irkildim. Bana bu saatte mesaj atabilecek kimse yoktu hayatımda. Ya da asla sahip olmadığım sosyal medya hesaplarımdan da bildirim gelme ihtimali yoktu.
Telefonu sinirle elime alıp kilidini açtım.
Bildirim panelinde gördüğüm mesaj ve gönderenin ismiyle çatık kaşlarım yumuşayıvermişti. Kendimi ona kapılmış hissediyordum. Ruhum yıllardır açlığını duyduğu sevginin tamamını ondan almak istercesine sürüklüyordu beni. Nerede kalacağımı merak etmişti. Buruk tebessümüm yüzümde her zamanki yerini edinirken parmaklarım mesaj yazmak için klavyede geziniyordu. Ne yapacağımı yazdıktan sonra başka bir mesajda da onun neden uyumadığını sorup kitledim ekranı.
Tekrar arkama yaslanırken Yiruma'nın Spring Time parçasının çalmaya başlamış olduğunu farkettim. Sanatçının en sevdiğim yapıtlarından birisiydi ve düşüncelerime de çok güzel ayak uyduruyordu. Parça çalmaya devam ederken gözlerimi kapattım bu defa.
Hastayken başımda bekleyen çocuğu düşündüm. Bana nane-limon kaynatan, ilaçlarımı veren, tüm haksız tavrıma rağmen bana sırt çevirmeyen, işten benim yüzümden ayrıldığını duyduğu halde veda etmeden gidemeyen ve şimdi de kaldığım yeri merak eden çocuğu...
Zihnime gelen bu şeyler öyle değerliydi ki benim için. Basit gibi duran ama yüzlerce anlam barındıran hareketler.
Anneniz veya babanız bunlardan en az birini yaptı değil mi? Ne kadar şanslı olduğunuzu düşündünüz mü hiç? 26 senelik hayatımda bana bunlar ilk kez yapıldı. İlk kez.
Ruhum bana sunulan hayatın getirdiklerini yüzüme çarparken yavaşça araladım gözlerimi. Ne zaman düşüncelerimin içinde yürümeye başlasam karşıma hep geçmiş adı verilen sokak çıkıyordu. Yıkık dökük evlerin olduğu, size huzursuzluk vaat eden bir sokaktan bahsediyorum. Hani içinde her acıyı barındırıp dışarıya korkunç gözüken o sokak.
Tam da şimdi, bu sokağa uğramamak için kahve makinesinden kahve almaya gidiyordum. Çalışmak her zaman kurtarıcım oluyordu ve daha da derin düşüncelere dalmadan çalışmaya devam etmeliydim.
Kahvemi alt kattan alıp çıkarken Stajyer'in ne cevap verdiğini düşündüm. Belki de soruyu sorup uyuyakalmıştı. Odama girip masama kahvemi koyduğumda bildirim geldiği için ışığı yanıp sönen telefonum çekti dikkatimi.
Gelen mesaj, beni karanlık sokaklarımdan alıp ışıl ışıl şehirlere götürecek kadar heyecan vericiydi benim için.
Gönderen:Stajyer Kim
Yanınıza geliyorum.
Mesajı okuduğum o an, hiçbir emrivakiden böylesine hoşlanmadığımı farkettim.
*****
Taehyung'dan
Aklıma gelen düşünceyle birlikte attığım mesajdan sonra her şey çok hızlı ilerlemişti benim adıma. Yataktan sessiz ama hızlı adımlarla ayrılıp, dolaptan tişört ve pantolonumu almam, saçlarımı öylesine düzeltip telefonumu da attığım yataktan almam ve odadan çıkmam 5 dakika ancak sürmüştü.
Mutfağa geçerken tek düşündüğüm dolabın üstünde duran taksi numarasını almakken aklıma gelen ani düşünceyle dolabın kapağını açıp işe koyuldum.
Asla bir şey yemeyi aklına getirmemiştir.
Önce sandviç hazırlamak için peynir, domates ve salatalık gibi malzemeleri çıkardım. Elimi çabuk tutarak güzelce malzemeleri yıkayıp doğradım ve ekmek sepetinden iki tane sandviç ekmeği alarak içine malzemeleri yerleştirdim. İşim bittiğinde alüminyum folyo ile ekmekleri sarmaladım. Ekmekler masada dururken sadece onları götürecek olmak beni tatmin etmemişti. Tekrar dolabın kapağını açarak bakındığımda gördüğüm kimchi kabıyla kare gülüşüm yüzümde yerini almıştı. Kimchiden de küçük bir kaba koyduktan sonra gitmek için hazır olduğumu hissediyordum.
Başlangıçta amacım olan taksiyi arama işini hallettikten sonra taksi gelene kadar son işlerimi halletmek için odaya koştum ve sırt çantamı alıp mutfağa geçtim. Hazırladıklarımı özenle çantama koyup, aşağıya indim.
Her şey güzel olacaktı.
*****
Taksi dakikalar sonra şirketin önüne geldiğinde parayı verip indim arabadan. Belki önümüzdeki birkaç günden sonra asla görme fırsatı bulamayacağım adamla kalan günleri güzel geçirmek tek amacımdı artık.
Şirketten içeri girdiğimde oturan güvenliğe selam verip asansörlerin olduğu tarafa doğru ilerledik ve kattaki bir asansöre kendimi attım. Yukarı katlara doğru gittiğim, daha doğrusu Yönetici Kim'e yaklaştığım her bir saniye heyecanımı kat be kat artırıyordu.
Asansör 10.katta durduğunda derin bir nefes vererek indim. Odanın kapısıyla asansör arasında çok fazla mesafe olmadığı için kapının önüne ulaşmam çok sürmemişti.
Kapıyı çalmadan önce sakinleşmem gerektiğini bilsem de bunu yapabilecek gibi durmuyordum. Kalbim, o kadar hızlı atıyordu ki bana sakinleşme fırsatı tanımıyordu. Titreyen elimi saçıma daldırıp hızla karıştırdım. Stresli anlarımda yaptığım bir hareketti bu.
Kapının önünde durduğum birkaç gergin dakikanın ardından içeri girmek için ilk adımı atıp kapıyı çaldım.
O an farkettim, bu kapı hayatımda gördüğüm en güzel manzaraya açılıyordu.
****
Az biraz sonra duyduğum sesle birlikte yavaşça içeri adımladım. Kapının tam karşısında duran masanın arkasında gördüğüm beden saatlerdir görmek için can attığım bedenin ta kendisiydi.
Beyaz gömleği, yuvarlak gözlüğü ve arkaya taranmış düzgün duran saçlarıyla Yönetici Kim, gecenin bu saatinde bile dünya standartlarının üstünde bir görüntü sergiliyordu. Yüzüme büyük bir tebessüm yerleştirip, başımla selamladım.
"Ah... Hoş geldin çocuk. Hangi rüzgar taşıdı seni ba-buraya?"
Sonda düzelttiği kelimeyle birlikte yere kısa bir bakış atıp Yönetici Kim'e döndürdüm bakışlarımı. Hangi kelimeyi değiştirdiğini anlamıştım.
Ve bu inanılmaz şekilde hoşuma giden bir tabir olacaktı sonraki yaşantımda da.
Hangi rüzgar taşıdı seni bana...
"E-şey efendim, aslında ben sizi görmeye geldim. Hem birlikte yemek yeriz diye düşündüm çok açım da ben."
Alalen yalan söylüyordum. Erken yemiş olsam da stresle çok yemiştim ve aç hissetmiyordum. Ama bunun böyle olduğunu, sandviçleri onun yemek yemedigini düşündüğüm için hazırladığımı söylersem Yönetici Kim ne tepki verir bilemediğim için böyle söylemeyi tercih etmiştim.
Karşımda onaylar biçimde kafasını sallayıp ayaklanan adama baktım bir süre. Odanın deri koltuklardan oluşan kısmına ilerlemiş bana da eliyle oturmam için işaret etmişti.
"Yeriz Çocuk. Biraz dinlen, daha sonra açık bir restaurant buluruz."
Oturduğum yerin tam çaprazına oturmuştu. Önce gözlüğünü gözünden çıkartıp masaya bıraktı ve gözlerini ovaladı birkaç saniye. Deli gibi yorgun gözükmesi canımı sıkmıştı.
Onu izlerken aklıma gelen şeyle hareketlenip yanımdaki çantayı açtım.
"Az daha unutacaktım. Birlikte yemek için sandviç ve biraz da kimchi getirdim efendim. Umarım beğenirsiniz."
Yorgun gözlerini benim gözlerime çevirdi. Gözlerinde birkaç duygu gizliydi sanki. Sanki, daha önce hiç keşfedilmemiş bir şeyin keşfinden bahsetmişim gibi bakıyordu gözleri. İlgiyle ve şaşırmış bir vaziyette. Gözlerimizi fazla birlikte tutmadan kafasını çevirirken gördüğüm şeyin dolmuş gözleri olduğuna yemin bile edebilirdim.
"Öhm. Teşekkür e-ederim çocuk. Zahmet etmişsin. Ve emin ol beğenirim."
Son kelimesini öyle vurguyla söylemişti ki, ruhuma işledi sandım. Fazla konuşmayı uzatmak istemeyerek gülüşümle Yönetici Kim'in teşekkürünü kabul edip çantama çevirdim başımı. İçinden aldığım sandviçin birini onun önüne koyup birini kendi önüme aldıktan sonra kimchi kabını ve çubukları da koydum ortadaki sehpaya.
Her hareketimi izlediğini görebiliyordum.
"Bildiğim kadarıyla evin bu şirkete biraz uzak. Nasıl gelebildin bu saatte Stajyer?"
"Arkadaşımda kalıyorum efendim birkaç gündür. Onun evi şirkete yakın."
Sandviçlerimizden lokmalar alırken konuşmamız beni zorlasa da bu an o kadar hoşuma gitmişti ki asla şikayet etmeye hakkım yoktu.
Normal bir zaman yaşıyorduk. Bunca zamandır olan tüm iletişimimiz bir kavgayla ya da gerilmeyle bitmişti ama bugün her şey normal gidiyordu.
Köpeğiyim ulan bu normal anın köpeği!
"Taehyung..."
Ismimle hafif seslenmesi irkilmeme sebep olmuştu. Kafamı çevirirken sesin ondan çıktığına inanamaz haldeydim.
Tanrım, ismim hiç böyle güzel söylenmemişti. Yoksa bu ses senin katından gelen ilahi bir ses mi?
"Yaptığın her şey için minnettarım."
Daha ben ismimi duyduğuma inanamazken devamında söylediği şeylerle iyice hayal aleminde gibi hissettirmişti.
Tanrım, ben yabancı değilim; paralel evrendeysem bi ufak uyarabilirsin beni.
Yüzüne far görmüş tavşan gibi bakmayı sürdürürken bakışlarım tuhafına gitmiş olacak ki yüzümü incelemeye başladı.
"Neden dehşetle bakıyorsun Stajyer?"
Yeniden konuşmasıyla kafamı iki yana sallayıp anın büyüsünden kurtulmaya çalıştım. Garip hareketler sergiliyordum belli ki, ve bunun şu an ne yeri ne de zamanıydı.
"Efendim, ben sadece şaşırdım. Beklemiyordum böyle sözler. Evet belki aramızda sorun olduğu çok zaman oldu. Ama kin, insanın kalbini yorar bu yüzden size karşı hep sevgiyle yaklaşmaya çalıştım. Sizin nezdinizde takdire sebep olan şeyler olduysa bunlar, ben çok mutlu olurum."
Konuşmamı yüzünde oluşan gülümsemeyle dinlemesi kelimelerimi seçmemi zorlaştırsa bile bu duruma direnç göstermeye çalışmıştım. Konuşmam bittiğinde ise gözlerim gülümsemesinde takılı kaldı.
Kaç asır geçti o an bilmiyorum. Bir çiçek bahçesi vardı sanki gülüşünde. Bu zamana kadar böyle güzel gülebildiğine şahit olduğumu hatırlamıyordum, çünkü insan bu bahçeyi bir kez görse, unutamaz.
O şekilde saniyelerce ikimiz de konuşmadık. Biraz sonra yemeye devam etmiştik zaten.
Kimchi kabındaki son parçaya uzanmak için hareketlendiğimde Yönetici Kim'in çoktan almış olduğunu farketmemle gözüm onun çubuğuna kaydı. Hadi ama, aç gözlü değilim sadece son parçayı yiyenin kısmeti çift olur der annem hep. Aaa bilmiyor musunuz yoksa?
"Taehyung, hadi küçük bir bebek gibi bakmayı kes ve şu parçayı al. "
Çubukları ağzına götürmeden bana uzatması hoşuma gitmişti. Tam almak için hareket ediyordum ki,
"Yönetici Kim teşekkür ederim de."
"Yönetici Kim teşekkür ederim."
Böyle bir şey söylemesi o kadar şirin gelmişti ki gülümsemekten yanak kaslarım ağrımıştı.
Gülümsememi hafif silen ciddi bir şekilde sorduğu sorusu olmuştu.
"İyisin değil mi burada? Nasıl davranıyorlar sana?"
Sorusu aklıma bir ay önceki vedamı getirse de kendimi tebessüm etmeye zorladım.
"Her şey iyi gidiyor. Biliyorsunuzdur buradaki insanlar daha sakin yapıda. Bu da işimi kolaylaştırıyor. İyiyim yani ben."
Dolmasını istemediğim gözlerimi gözlerinden çekerken titrekçe nefes alıp konuşmaya devam ettim.
"Yine de sizinle çalışmak isterdim. Gerçi birkaç ay sonra şirketle bağım tamamen kopacak,olayları fazla içselleştirmem bana iyi gelmeyebilir."
Gözlerinde gördüğüme tam da emin olamadığım bir kırgınlık geçti sanki. Daha sonra gülümsemesinden ödün vermeden bana baktı.
Tanrım, karşımda yansıman mı duruyor?
"Öyle güzelsin ki çocuk... Şu birkaç gün sonra seni görecek miyim bilmem ama senin güzel günleri görmeni çok isterim."
"Efendim neden veda ediyor gibi ko-..."
"Hangimizin başına ne geleceği belli mi Taehyung? Hem madem buraya kadar geldin sana birkaç tavsiye de vermek isterim. Hayat sana ne dayatırsa dayatsın başrolde hep kendinin olduğundan emin ol. İçinde sevgi büyüsün, sonsuz bir sevgi olsun ruhunda."
Sözleri öyle çok sonu çağrıştırıyordu ki bana, bir an karşımdan yok olup gidecek sandım. Gözlerimi ellerime çevirirken çoktan dolmuş olduklarını saklamaya çalışıyordum.
Sözlerine verecek bir cevabım olmadığı gibi, aramızda ismi ne olursa olsun, bitmesini istemediğim bir şey vardı.
Yaşlar ellerime damlarken neden aktıklarının cevabını onlar bile veremezdi eminim.
Bir an oturduğum ikili koltukta yan tarafın çöktüğünü hissettim. Yönetici Kim, sırtıma vurup teselli de verecek miydi?
"Şşt, çocuk ağlama..."
Eli omzumdaydı. Ben öylesine elini koyup çekeceğini sanarken omzumdan tutup beni göğsüne bastırmasıyla bayılacağımı hissettim.
Yemin olsun ki eğer Tanrı şimdi ruhumu yanına almak isteseydi, tek bir itiraz bile duymazdı benden. Yaslandığım bedenle tamam olduğumu hissediyordum çünkü.
Hangi his bunun yerini tutabilirdi?
Hangimiz ağlarken böyle bir dağa yaslanabilirdik?
"Yüzüme bak Taehyung..."
Şefkatli sesini duyduğumda hafifçe kafamı gömdüğüm göğsünden kaldırıp ona döndüm.
Şimdi baktığım gözler hiç baba sevgisi görmemiş bana; baba gibi, hiç olmamış sevgilim gibi, abim, ablam ve belki de dünyadaki olabilecek her şeyim gibi bakıyordu.
Ona öylece bakarken elini yanağımda hissettim. Diğer eli ise neden olduğunu anlamadığım bir şekilde midesinin üstündeydi. Bunu sonra düşünecektim. Şimdi tek odak noktam yanağımdaki eliydi. Hiç sorgulamadım elinin tenimdeki varlığını. Olması gereken yerde duruyor gibiydi. Şimdi bu dokunuş ,bakışları gibi şefkatliydi.
Yakınlığımız içimi titretirken yanağımdaki eliyle gözlerimi kapattım.
Tam o an...
O an öyle bir şey oldu ki tüm organlarım ayrı ayrı titredi.
Dünya durdu.
Geceydi, ama güneş doğdu.
Ve sonra...
Sonra güneş battı.
Dünya tüm insanlar için dönmeye devam etti.
Organlarım bir bir bıraktı çalışmayı.
Gözlerim açılmış, karşımdan eksilmiş olan bedene bakıyordum. Odadan koşarak çıkması beni merak ettirmişti. Ben de şoktan kurtularak bir şey oldu endişesiyle arkasından gitmiştim.
Kattaki lavaboya girdi hızla. Ve sonra kabinlerden birinin kapısını dahi kapatamadan...
Kustu.
Ben, dudaklarımda onun teniyle kutsandığımı hissederken o...
O tuvalette daha fazla kalamadığımı hissettiğimde koşarak odaya geldim. Çantamı titreyen ellerimle sırtıma alıp, asansörü dahi beklemeden merdivenlere koştum.
Şirketten güvenliğin seslerine aldırmadan koşarak çıktığımda ilerdeki taksi durağının varlığına şükrettim.
Tanrım,dedim içimden, öyle çok aşağılanmış hissediyorum ki, bu hissi artık sevgi bile temizleyemez.
******BÖLÜM SONU******
MERHABALAR 💜💜
Yazarken öyle buruk hissettim ki, gözlerim dolu dolu oldu.
Duyuruda anlattığım çocukla aramızdaki konusmayı bitirdim bu arada, bilin istedim.
Neyse az çok yazmaya çalıştım umarım beğenirsiniz.
Destek yorumlarınız/mesajlarınız için hepinize minnettarım. Sizi seviyorum. 💜💜
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top