XXVII

Yedi gün geçmiş, Edgar Linton'ın sağlığı hızla bozulmaya başlamıştı. Artık gün saymaya başlamıştık. Beyefendinin sağlığı önceleri aydan aya bozuluyordu. Ama son zamanlarda her saat başı daha da kötüye gidiyordu. Catherine'i kandırmaya çalışıyorduk, ama o, sezgi gücü ve keskin zekâsıyla korkunç sonu görebiliyor, sürekli bunu düşünüyordu. Perşembe günü, at gezintisinden söz açmaya gönlü razı olmadı. Canı çıkmak istemiyordu, ama ben onun hava almaya ihtiyacı olduğunu düşündüğüm için gidip Bey'den izin istedim. Kızcağız, babasının yanı başından ayrılmaya bir türlü yanaşmıyor, babası nadiren kitaplığa inerse orada, değilse adamın yatak ucunda, sürekli onunla zaman geçiriyor, beyefendinin yanından ayrılmak zorunda kaldığı her dakikaya lanetler ediyordu. Fiziksel yorgunluğa bir de üzüntü ve endişe eklenince küçükhanım iyiden iyiye çöktü, sararıp soldu. Bizim Bey de kızının kötüye gittiğini fark etmiş olacak ki, onun çıkıp dolaşmasını, değişik ortamlara girip başka insanlarla görüşmesini, kısaca kafasını biraz dağıtmasını istiyordu. Bu arada ölümünden sonra kızının büsbütün yalnız kalmayacağı ümidi, ona gönül ferahlığı veriyordu.

Yeğeni fizik olarak kendisine fazla benziyordu. Bu yüzden huyunun da kendisine benzeyeceğini umuyordu. En azından ben, konuşmalarından bunu çıkarmaktaydım. Ne yazık ki durum hiç de düşündüğü gibi değildi. Adamcağız bunu bilemezdi elbette, çünkü Linton, mektuplarında kendi hastalığıyla ilgili hiçbir ipucu vermiyordu. Ben de, yanlış olduğunu bile bile, onun böyle düşünmesine izin veriyor, gerçekleri anlatmak için çaba harcamıyordum. Hasta bir adamı, son günlerinde daha fazla endişelendirmeye gönlüm bir türlü elvermiyordu. Nasıl olsa, gerçekleri öğrense de gerekli önlemleri alamayacaktı, ayrıca buna ne gücü, ne de ömrü yetecekti. Hiç olmazsa son günlerini huzur içinde geçirmesini istiyordum.

Öğleden sonra gezmek için dışarı çıktık. Ağustos sıcakları başlamıştı, altın sarısı bir gündü. Tepelerin tertemiz havasını içimize çektikçe adeta hayat buluyorduk. Bu hava ölüyü bile diriltirdi. Catherine'in arada bir neşeyle parlayan yüzü sık sık hüzün bulutlarıyla gölgeleniyordu; yüzüne vuran gün ışığı çabucak kayboluyor, yerini kapkara gölgeler alıyordu. "Tıpkı önümde uzayıp giden manzara gibi," diye düşündüm. Üzüntüsünü unuttuğu anlar çok çabuk geçiyor, hemen huzursuz oluyor, suçluluk duygusuyla vicdan azabı duymaya başlıyordu.

Linton'ı, yine geçen haftaki yerinde oturmuş bizi bekler bulduk. Küçükhanım attan inip dizginini bana verdi. Orada pek az kalacağını, onun için kendisini at üstünde beklememi söyledi. Ama, ben onu bir dakika bile göz önünden uzaklaştırmak niyetinde değildim, onun için fundalarla kaplı yamacı birlikte tırmandık. Genç Heathcliff bu defa bizi biraz daha canlı karşıladı, ama bu bir neşe, bir sevinç canlılığı değildi; daha çok, korkudan kaynaklanıyor gibiydi.

Kesik kesik, güçlükle konuşarak, "Geciktin!" dedi. "Baban çok hasta, değil mi? Gelmezsin sanmıştım!"

Catherine, selamı sabahı bir yana bırakarak, "Niye apaçık konuşmuyorsun?" diye bağırdı. "Niye beni istemediğini açıkça söylemiyorsun? Doğrusu çok garip bir şey, iki defadır beni buraya özellikle getirtiyor, hem kendini, hem beni üzüp endişelendirmek isitiyorsun, bunun başka bir nedeni olamaz!"

Linton ürperdi; yarı utanır, yarı yalvarır bir bakışla kıza baktı. Ama kuzeninde, onun bu anlaşılmaz davranışlarına katlanabilecek sabır kalmamıştı.

"Evet, babam çok hasta," dedi. "Onun başucundan ayrılmama niye engel olmadın? Bir mektup yazarak beni verdiğim sözden neden kurtarmadın, gelmemi istemediğin halde, bunu neden yapmadın? Hadi, açıkça söyle! Oynamaya, oyalanmaya hiç niyetim yok artık, hele senin nazını çekmeye hiç halim yok!"

"Naz mı?" dedi oğlan. "Ben sana naz mı ediyorum? Tanrı rızası için Catherine, bu kadar kızma! Beni dilediğin gibi hor gör, çünkü ben de biliyorum ki değersizin, korkağın, alçağın biriyim, benden ne kadar tiksinsen azdır. Ama bana kızma, çünkü ben senin öfkene bile değmeyecek kadar düşük biriyim. Babamdan nefret et, beni de adam yerine bile koyma."

Catherine öfkeyle, "Laf!" diye bağırdı. "Budala, sersem çocuk! Bak hele! Nasıl da titriyor, sanki ona elimi dokunduracakmışım gibi! Senin adam yerine koyulmamayı istemene hiç gerek yok Linton. Seni zaten herkes hor görecektir. Çekil karşımdan! Ben derhal eve dönüyorum. Seni ocak başından kaldırıp buralara sürüklemek bir çılgınlık, bir gösteriden başka bir şey değil... Peki niye? Bırak eteğimi! Böyle korktuğun ve ağladığın için sana acıdığımı sanıyorsun. Öyle olsa bile senin bu acımayı nefretle karşılaman gerekir. Nelly, bu yaptığının ne kadar ayıp olduğunu söyle şuna. Ayağa kalk, sürüngenler gibi yerlerde yatarak kendini rezil etme!.. Ayağa kalk!"

Linton halsiz bedenini bir türlü yerden kaldıramıyordu. Gözyaşlarıyla ıslanan yüzünde acı vardı ve müthiş bir korku içindeydi. Sanki bütün vücuduna felç gelmişti.

"Ah!" diye haykırdı, "Artık dayanamayacağım! Catherine!.. Catherine!.. Üstelik ben hainin biriyim. Nedenini sana anlatmaya cesaret edemem, ama beni yalnız bırakırsan, öldürüleceğim! Sevgilim! Sevgili Catherine!.. Yaşamam senin elinde. Beni bir zamanlar sevdiğini söylemiştin, sevilenin yaşamasından sevene zarar gelmez. Gitmeyeceksin değil mi, iyi yürekli, tatlı, uysal Catherine! Benimle birlikte olmaya razı olursan belki o zaman o da senin yanında ölmeme bir şey demez."

Küçükhanım, onun çok acı çektiğini görerek, yerden kaldırmak için eğildi. Şefkatli hoşgörüsü, öfkesini alt etmişti. Şimdi endişeli bir telaş içindeydi.

"Neye razı olurum?" diye sordu, "Burada kalmaya mı? Bu garip sözlerin ne anlama geldiğini söylersen, kalırım. Bir söylediğin bir söylediğini tutmuyor, beni de şaşırtıyorsun! Sakin ol, açık konuş. Seni üzen neyse anlat da kurtul! Bana kötülük etmesine, elinden geldiğince engel olursun değil mi? Kendini tehlikeye atmaktan korktuğuna inanırım, ama, en iyi arkadaşına ihanet edecek kadar korkak değilsin."

Linton ince parmaklarını birbirine kenetleyerek, "Ama, babam beni tehdit etti," dedi. Bu sözler boğazında düğümlenmişti. "Ondan çok korkuyorum... Çok korkuyorum! Söyleyemem!"

Catherine, çocuğu küçümseyen bir merhametle, "Peki öyleyse!" dedi. "Sırrını kendine sakla, ama ben korkak değilim. Sen tatlı canını kurtarmaya bak. Benim hiç kimseden korkum yok."

Kızın bu yüce gönüllü davranışı, Linton'ın gözlerini yaşarttı. Hüngür hüngür ağlıyor, kızın ellerini öpüyor, ama sırlarını anlatmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Ben ise, bu önemli sırrın ne olabileceğini düşünmekte, ama ne oğlanın, ne de başkalarının çıkarı uğruna Catherine'in acı çekmesine bütün gücümle engel olmaya kararlıydım. Derken süpürge çalıları arasında bir hışırtı duydum. Bayır yukarı bakınca, Bay Heathcliff'in Tepeler'den aşağı inmiş, neredeyse tepemize dikilecek kadar yaklaşmış olduğunu gördüm. Linton'ın hıçkırıklarını duyacak kadar yakında bulunduğu halde, ona dönüp bakmadı bile. Dostça bir selam verdi. Aslında bu adam dünyada hiç kimseye dostça yaklaşmazdı. Samimiyetinden de her zaman kuşku duyardım. Tepemize dikilip şöyle dedi:

"Seni evimin bu kadar yakınında görmek ne büyük bir mutluluk, Nelly. Grange'de ne var ne yok, anlat bakalım." Sonra sesini alçaltarak devam etti. "Söylentilere bakılırsa Edgar Linton ölüm döşeğindeymiş ama, belki de, hastalığını biraz büyütüyorlar, öyle mi?"

"Hayır, ne yazık ki doğru," diye cevap verdim. "Bey ölmek üzere. Bu hepimiz için acı ama kendisi için daha hayırlı olacak."

"Peki, daha ne kadar yaşar dersin?"

"Bilmem," dedim.

Bakışlarını iki gence dikti. Onlar bu bakışlar karşısında oldukları yere mıhlanıp kalmışlardı. Linton, kıpırdamak şöyle dursun, başını bile oynatamaz bir haldeydi. Catherine de bu yüzden hareket edemiyordu. Heathcliff, "Çünkü," diye devam etti, "Bu oğlan beni altetmeye karar vermiş görünüyor. Dayısı biraz acele eder de bundan önce giderse memnun olurum. Heey! O köpek yavrusu çoktan beri mi böyle? Oysa ben ona, burnunu çeke çeke ağlamanın ne demek olduğunu öğrettim sanıyordum! Bayan Linton'la birlikteyken biraz olsun canlanıyor mu bari?"

"Canlanmak mı? Ne gezer!.. Bir insan ancak bu kadar korku içinde yaşayabilir," diye cevap verdim. "Haline bakıyorum da, söz gelimi, sevgilisiyle kırda bayırda dolaşacağına, yatağından çıkmayıp bir doktora görünse daha iyi olur diyorum."

Heathcliff homurdanarak, "Birkaç gün sonra istediği kadar yatabilir, ama daha önce..." derken birdenbire oğluna haykırdı, "Ayağa kalk Linton! Kalk ayağa! Yerlerde sürünme öyle, kalk diyorum!"

Linton büyük bir korku içinde, yine felçli gibi olduğu yere yığılıp kalmıştı. Babasının sert davranışı karşısında ödü patlamıştı adeta. Babasının verdiği son emri yerine getirmek için son bir çaba daha gösterdi ama gücü yetmedi, inleyerek tekrar yere yığıldı. Bunun üzerine Bay Heathcliff gitti, onu doğrultup, sırtını yosunlu bir yamaca yasladı.

Canavarca öfkesini dizginleyerek, "Kızmaya başlıyorum haa," dedi, "Şu miskinliği bir türlü üzerinden atamıyorsun. Tanrı cezanı versin! Kalk ayağa!"

Çocuk soluk soluğa, "Kalkacağım baba," dedi, "Yalnız biraz izin ver, yoksa bayılacağım. Şimdiye kadar bütün dediklerini yaptım, İşte Catherine de şahittir ki, ben... ben, neşeli olmaya çabaladım. Ahh! Yanımdan ayrılma Catherine! Bana elini ver."

Babası, "Benim elimi tut," dedi, "Kalk ayağa, dik dur, ha şöyle, kız da sana kolunu versin, işte bu... Benim suratıma değil, kıza doğru bak. Bayan Linton, şunun benden böyle korktuğunu görünce, sen de beni şeytanın ta kendisi sanacaksın. Lütfen onunla eve kadar yürü. Çünkü benim kendisine dokunmamla bile ürpertiler geçiriyor."

Catherine, oğlanın kulağına, "Linton'cığım," diye fısıldadı, "Ben Uğultulu Tepeler'e gidemem, çünkü babam yasakladı. Sana bir şey yapamaz, niye bu kadar korkuyorsun?"

"Ben o eve bir daha giremem," diye cevap verdi oğlan. "O eve bir daha ancak seninle birlikte girebilirmişim."

"Kapa çeneni!" diye bağırdı babası, "Catherine'in babasının sözünü dinlemesine saygı gösterelim. Nelly oğlanı eve sen götür, ben de senin, doktor çağırma konusundaki öğüdünü yerine getireceğim."

"Çok iyi edersiniz," diye cevap verdim, "Ama ben küçükhanımımdan ayrılamam, oğlunuza bakmak benim görevim değil."

"Katı yürekli olduğunu bilirim," dedi, "Senin şu bebeciğe merhamet duymanı sağlamak için, zavallıyı çimdikleyip bağırtmaktan başka çare yok. Pekâlâ, hadi bakalım benim yiğit oğlum, benimle eve dönmeye hazır mısın?"

İncecik vücudundan tutup götürmek istermiş gibi yanına yaklaşınca, Linton büzülerek kuzenine sarıldı, ona kendisiyle birlikte gelmesi için yalvarmaya başladı. Ben, ne kadar olmaz dedimse de küçükhanıma engel olamadım, onu yüzüstü bırakıp gitmesine zaten imkân yoktu. Oğlanı bu derece korkutanın ne olduğunu bilemiyorduk. Ama çocuk öyle bir dehşet içindeydi ki, biraz daha üstüne varılırsa çıldırması işten bile değildi. Kapının önüne vardık. Catherine içeri girdi, ben dışarda kaldım ve hastayı oturtup hemen gelir diye beklemeye başladım, ama Bay Heathcliff arkamdan iterek şöyle dedi:

"Evimde bulaşıcı hastalık yok, Nelly. Üstelik bugün için konuksever olmayı aklıma koydum. İzin ver de kapıyı kapayayım."

Kapıyı kapadıktan sonra kilitledi. Telaşa düştüm.

"Bir bardak çay içer öyle gidersiniz," diye ekledi. "Evde benden başka kimse yok, Hareton birkaç öküz alıp Leeds'e gitti, Zillah ile Joseph de gezmeye çıktılar. Yalnız yaşamaya alışkın bir adamım ama, zaman zaman ilgi çekici insanlarla birlikte olmayı severim. Bayan Linton, sen oğlanın yanına otur. Sana elimde olanı veriyorum. Bu hediye kabul edilmeye değer bir şey değil, ama verecek başka şeyim yok; yani Linton'dan başka demek istiyorum. Kızın gözleri nasıl da faltaşı gibi açıldı! Ne garip, benden korkan her şeye karşı, içimi vahşi bir duygu dolduruyor! Yasaların bu derece sıkı, zevklerin de bu kadar ince olmadığı bir ülkede doğsaydım, şu ikisini elime alır, yavaş yavaş parçalayarak, kendime bir akşam eğlencesi çıkarırdım."

Derin bir soluk aldı, masaya yumruğunu indirdi, sonra kendi kendine küfretti. "Tanrı cezamı versin ki, ikisinden de nefret ediyorum!"

Bu son sözleri duymamış olan Catherine, "Sizden hiç korkmuyorum!" dedi. Heathcliff'e yaklaştı, kara gözleri heyecanla, azimle parlıyordu. "Verin o anahtarı bana, verin derhal! Acımdan ölüyor olsam da, bu evde ne bir şey yer, ne de içerim."

Anahtar, Heathcliff'in elindeydi. Gözlerini kaldırıp kıza baktı, bu gözüpeklik karşısında şaşırmış gibiydi. Belki de bu ses ve bu bakış ona kendi Catherine'ini hatırlatmıştı. Kız birdenbire anahtarı yakaladı. Adamın gevşemiş parmakları arasından neredeyse çekip alıyordu ki, onun bu hareketi, öbürünü daldığı düşlerden uyandırdı, anahtarı kavrayıp uzaklaştırdı.

"Bana bak, Catherine Linton," dedi, "Uzak dur, yoksa seni bir yumrukta yere sererim; o zaman Bayan Dean de aklını oynatır."

Kız, verilen bu gözdağına kulak asmadan, anahtarı tutan ele yeniden saldırdı. "Biz gideceğiz!" diye bağırarak, adamın demir gibi kıvrılmış parmaklarını gevşetmeye çalıştı. Tırnaklarının işe yaramadığını görünce, keskin dişleriyle ısırmaya başladı. Heathcliff bana öyle bir bakmıştı ki, bir an aralarına girmeye cesaret edemedim. Catherine bütün dikkatini parmakları üzerinde topladığından bu bakışı görmemişti. Derken, adam elini birdenbire açarak anahtarı verdi; ama kız daha almaya vakit bulamadan boşta kalan eliyle kızı yakaladığı gibi dizlerinin üzerine çekti. Öbür eliyle de suratına suratına, birbiri ardına öyle şiddetli tokatlar indirmeye başladı ki, her biri kızı yere sermeye yeter de artardı.

Bu şeytani öfke karşısında, deli gibi üzerine atıldım, "Seni alçak seni!" diye bağırmaya başladım. O da bana, "Seni alçak seni!" diye bağırdı ve göğsüme sert bir yumruk indirdi. Şişmandım, bu yüzden nefesim çabucak kesildi. Bir yandan bu yumruk, bir yandan da öfke beni sersemletti, sendeleyerek geriledim. Damarlarımdan biri çatlayacak, tıkanıp kalacağım sandım. Bu sahne iki dakikada sona erdi. Catherine iki eliyle şakaklarını tutmuştu. Kulakları düştü mü, yoksa yerindeler mi, emin değilmiş gibi bir hali vardı. Zavallı yavrucak, şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez bir halde masaya dayanmış, titriyordu.

Alçak herif, yere düşen anahtarı almak için eğildi, gaddar bir ses tonuyla, "Görüyorsunuz ya, çocukları yola getirmesini iyi bilirim," dedi, "Git, otur Linton'ın yanında da, bol bol ağla! Yarın baban olacağım, birkaç gün sonra da benden başka baban kalmayacak, korkma ben sana yeterim. Bu arada, deminkinden de bol bol tadacaksın; gücün kuvvetin yerinde, dayanırsın. Gözlerinde o şeytani öfkeyi gördüğüm her Tanrı'nın günü, bu dayağın tadına bakacaksın!"

Cathy, Linton'ın yanına gideceği yerde, bana koştu. Diz çöküp, alev alev yanan yüzünü kucağıma bastırarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kuzeni ise, divanın köşesine bir fare gibi sinmiş, sesini çıkarmadan duruyordu. Hatta, dayağı kendisi değil de başkası yediği için sevindiğini bile söyleyebilirim. Hepimizin bitkin bir halde olduğunu gören Bay Heathcliff yerinden kalktı, çayı becerikli bir şekilde kendi eliyle hazırladı. Bardaklarla tabaklar zaten masanın üstündeydi. Bir bardağı doldurup bana uzattı.

"Al, iç de öfkeni yatıştır," dedi. "Şu senin dikkafalı şımarıkla, benimkine de birer bardak ver. Çayı ben hazırladım, ama gene de zehirli değildir. Ben gidip sizin atları arayacağım."

O gider gitmez ilk düşüncemiz dışarı çıkacak bir yer aramak oldu. Mutfak kapısını denedik, ama dışardan sürgülüydü, pencerelere baktık, hepsi Cathy'nin narin vücudunun bile geçemeyeceği derecede dardı.

Basbayağı hapsedilmiş olduğumuzu görünce, "Bana bak Linton!" diye bağırdım, "Sen o iblis babanın ne yapmak istediğini biliyorsundur. Bunu ya hemen bize anlatırsın, ya da onun yeğenine yaptığı gibi, iyi bir tokat yersin."

Catherine de, "Evet Linton, söylemen gerekir" dedi. "Bak, ben buraya senin hatırın için geldim. Eğer bu dediğimizi yapmazsan nankörlük etmiş olursun."

"Susadım, bana biraz çay ver ondan sonra anlatırım," diye cevap verdi. "Bayan Dean, sen yanımızdan uzaklaş. Tepeme dikilip durman hoşuma gitmiyor. Ne yapıyorsun Catherine, gözyaşların bardağımın içine damladı. Ben bunu içmem, başka bir bardak ver."

Catherine başka bir bardağı ona doğru ittikten sonra, gözlerini kuruladı. Bu küçük hainin, kendi hayatı tehlikede değilken duyduğu rahatlıktan tiksiniyordum. Kırdaki telaşı Uğultulu Tepeler'e gelir gelmez geçmişti. Bundan da anlamıştım ki, eğer bizi kandırıp buraya getiremezse, başına olmadık belalar açılacağı kendisine söylenmişti. Eh, bunu başardığına göre, şimdilik kendisi için korkulacak bir şey yoktu.

Çaydan bir iki yudum içtikten sonra, "Babam bizim evlenmemizi istiyor," dedi, "Senin babanın hemen evlenmemize izin vermeyeceğini bildiğinden, bu arada benim ölüvermemden de korktuğundan, bizi yarın sabah evlendirecek, onun için yarın sabaha kadar burada kalacaksınız. Eğer onun dediğini yaparsan, ertesi gün beni de yanına alarak evine dönebileceksin."

"Seni de yanına alarak ha? Zavallı oğlan kurusu!" diye bağırdım, "Sen mi evleneceksin? Bu adam ya delirmiş, ya da hepimizi budala sanıyor. Şu genç hanımın, şu her yanından hayat fışkıran, neşe saçılan güzel kızın, senin gibi dertli bir maymuna ömrünü bağlayacağını mı umuyorsun? Bayan Catherine Linton bir yana, seni kendine koca diye alacak bir tek kız bulunur mu acaba? Korkakça sızlanışlarınla, hilelerinle, bizi kandırıp buraya getirişin bile kırbaçlanmanı gerektirir. Hem de öyle salak salak bakma yüzüme! Şimdi seni, o iğrenç hainliğin, şu ahmakça kibirlenişin için tutup da, bütün gücümle silkelesem yeridir."

Hani, birazcık da sarsmadım değil, ama hemen öksürmeye, yine her zamanki gibi inleyip, ağlamaya başladı. Catherine de bana çıkıştı.

Sonra ağır ağır çevresine göz gezdirdi. "Bütün geceyi burada geçirmek mi? Hayır!" dedi. "Nelly, şu kapıyı ateşe verir yakarım da gene kalmam!"

Dediğini de hemen yapacaktı, ama hayatının tehlikeye girdiğini gören Linton, telaşla doğruldu. Güçsüz kollarıyla kızı tutup hıçkırmaya başladı.

"Beni alıp da kurtarmak istemez misin? Grange'e götürmek istemez misin? Ah! Sevgili Catherine, ne olursa olsun beni burada bırakıp gitmemelisin. Babamın dediğini yapmalısın... Yapmak zorundasın!"

"Benim, yalnız kendi babamı dinlemem gerekir," diye cevap verdi kız. "Beni merak ediyordur, onu hemen bu endişeli bekleyişten kurtarmam gerekir. Bütün gece burada kalmak ha? Peki o ne yapacak? Şimdiden endişelenmeye başlamıştır bile. Çıkabilmek için bu evin ya bir yerlerini kıracağım, ya da yakacağım. Kes sesini! Senin için hiçbir tehlike yok, ama bana engel olmaya kalkarsan Linton... Şunu bilmiş ol ki, babamı, seni sevdiğimden daha çok severim!"

Bay Heathcliff'in öfkesinden ölesiye korkan Linton'ın yine dili çözülmüştü. Catherine neredeyse çaresiz bir durumdaydı, ama gitmekte diretti. Onlar bu haldeyken gardiyanımız geri döndü.

"Sizin hayvanlar başlarını alıp gitmişler," dedi. "Hem de... Ne var gene Linton! Söyle bakayım, bu kız yine ne yaptı sana? Niye burnunu çekip duruyorsun? Haydi, sus bakalım. Şimdi doğru yatağa! Onun şimdi sana çektirdiklerini bir iki ay sonra, güçlü bir yumrukla ona ödetecek bir hale geleceksin be oğul! Bütün bu sızlanışların hep kara sevda yüzünden, başka bir şeyden değil. Senin o saf aşkın yüzünden, değil mi? Korkma, kız senin olacak. Hadi bakalım yatağa! Bu gece Zillah yok, onun için kendin soyunacaksın. Sus! Kes sesini! Bir kere odana girdin mi, yanına bile yaklaşmam. Korkmana hiç gerek yok. Haa, bak şunu da söyleyeyim ki, bugün, üstüne düşeni iyi becerdin. Geri kalanını ben tamamlarım artık."

Bunları söylerken kapıyı açmış, oğlunun geçmesi için bekliyordu. Linton kıçına tekme yemekten korkan bir köpek gibi yan yan yürüyerek çıkıp gitti. Kapı da yeniden kilitlendi. Heathcliff, Catherine'le benim sessiz sessiz ayakta durduğumuz ocağın başına yaklaştı. Catherine, gözlerini kaldırıp ona bakar bakmaz, elini yanağına götürdü; adamın yakınlığı onda acı bir duygu uyandırmıştı. Bu çocukça hareket, kim olursa olsun başka birinin yüreğini sızlatırdı, ama Heathcliff kaşlarını çatarak homurdandı:

"Yaa! Demek benden korkmazsın ha? Ne güzel de gizliyorsun cesaretini. Bakıyorum da, köpek gibi korkar görünüyorsun!"

Kız da ona, "Artık korkuyorum," diye cevap verdi. "Çünkü burada kalırsam babam çok üzülecek, onu üzmeye gönlüm nasıl razı olur. Hem de.. hem de neredeyse... Bay Heathcliff, ne olur bırakın gideyim. Size söz veriyorum, Linton'la evleneceğim... babam buna razı olacaktır, kaldı ki ben onu seviyorum. Benim gönüllü olarak yapacağım bir şeyi, bana niçin zorla yaptırmak istiyorsunuz?"

"Hele bir zorla yaptırsın da görelim!" diye bağırdım, "Bu memlekette yasalar var, Tanrı'ya şükür, yasalar var bu memlekette. Böyle kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde bile yasa var. Kendi öz oğlum olsa, gider ihbar ederim. Çünkü bu öyle bir suçtur ki, bu suçu işleyene cenaze töreni yapmak bile caiz değildir."

"Sen kes sesini!" dedi alçak herif, "Sen kes sesini, seni geveze pis karı! Sana soran oldu mu? Bayan Linton, babanın üzüleceğini düşünmek bile bana zevk vermektedir, bu zevki uzatmak için bu gece uyumayacağım. Evimde yirmi dört saat kalmanı garantilemek için bundan daha büyük bir neden arasam dünyada bulamazdım. Linton'la evlenmek üzere verdiğin söze gelince, bu sözünü tutman için gerekeni elbette yapacağım; yani bu söz yerine gelinceye kadar buradan ayrılmayacaksın!"

Catherine sıcak gözyaşları dökerek, "Bari Nelly'yi gönderin de, babama benim için üzülmemesini söylesin," dedi. "Ya da beni hemen evlendirin. Ah zavallı babacığım. Kaybolduk sanacak! Nelly, söyle ne yapalım?"

Heathcliff, "Hiç de öyle sanmaz," diye cevap verdi. "Başucunda beklemekten usanıp, biraz eğlenmek için kaçtığını düşünür. Hem babanın emirlerini hiçe sayarak, kendi ayağınla evimden içeri girdiğini inkâr edebilir misin? Üstelik, bu yaşta biraz gönül eğlendirmek istemen de hakkındır. Hasta bir adama bakmaktan bıkmış olman doğaldır, hele bu hasta adam baban olursa. Catherine, şunu hiç unutma ki, senin dünyaya geldiğin gün, babanın mutluluğunun sona erdiği gündür. Senin dünyaya gelmene lanet ettiğini söyleyebilirim. O etmediyse bile ben ettim. Şimdi kendisi dünyayı bırakıp giderken de lanet etsin, ne çıkar? Çünkü ben her zaman ediyorum. Çünkü seni sevmiyorum, sevmeme imkân yok! Ağla! Ağla! Bana kalırsa, bundan böyle tek eğlencen ağlamak olacak. Yalnız, uzağı gören babanın düşündüğü gibi, eğer Linton sana bütün dertlerini unutturabilirse, o başka. Doğrusu babanın öğütlerle, tesellilerle dolu mektupları beni bir hayli eğlendiriyordu. Son mektubunda ise benim canım evladıma, kendi sevgili kızını korumasını ve evlendiklerinde de, onu hoş tutmasını tembih ediyordu. İyi bakmak, hoş tutmak... Tam babalara özgü bir öğüt doğrusu. Oysa Linton'ın iyi bakacağı biri varsa, o da ancak kendisidir. Ama insafsızlığı iyi becerir, istediğin sayıda kediyi eline ver, işkence etmeye hazırdır, elbette kedilerin bütün dişleriyle tırnakları sökülmüş olmalı. Evine döndüğün zaman dayısına, onun iyi yürekliliği hakkında anlatacak bir sürü hikâyen olacağından hiç kuşkum yok."

"Bakın bunu iyi dediniz!" dedim, "Anlatın, anlatın oğlunuzun huylarını, onun size benzediğini gösterin. Belki o zaman, Bayan Cathy o engerekle evlenmeden önce biraz düşünür."

"Oğlanın sevimli yönlerini açıklamakta hiçbir tehlike görmüyorum artık," diye cevap verdi. "Çünkü bu kız onu ya kabul edecek, ya da babası ölünceye kadar burada kapalı kalacaktır. Kimse duymadan ikinizi de burada tutabilirim. Şüphe ediyorsan, Catherine'i, verdiği sözden caydırmaya çalış da gör bakalım!"

Catherine, "Hayır, sözümü geri almıyorum," dedi, "Eğer evlendikten sonra Thru-schcross Grange'e gidebileceksem, onunla şu dakika evlenmeye hazırım. Bay Heathcliff, siz insafsız bir adamsınız ama, bir şeytan değilsiniz herhalde. Sadece kötülük olsun diye bütün mutluluğumu geri gelmeyecek şekilde yok etmek istemezsiniz. Babam, kendisini bile bile bırakıp gittiğimi sanır da, ben dönmeden ölürse yaşayabilir miyim? İşte ağlamıyorum artık, diz çöküp ayaklarınıza kapanıyorum. Başınızı çevirip bana bakıncaya kadar gözlerimi yüzünüzden ayırmayacağım! Hayır, başınızı öbür yana çevirmeyin! Ne olur bakın bana! Yüzümde sizi kızdıracak bir bakış görmeyeceksiniz. Sizden artık nefret etmiyorum. Ömrünüzde hiç kimseyi sevmediniz mi? Ah! Bana hemen bakmalısınız. Öyle bitkinim ki, acımamak elinizden gelmez."

Heathcliff, onu insafsızca iterek, "Çek o kertenkele parmaklarını üstümden, çekil yoksa tekmeyi yersin!" diye bağırdı, "Vücuduma bir yılan sarılsın daha iyi. Yaltaklanarak beni yumuşatacağını nasıl düşünürsün? Senden iğreniyorum!"

Omuzlarını silkti, vücudu nefretten ürperiyormuş gibi doğruldu, sonra yeniden oturdu. Ben de ayağa kalkmış, ağzıma geleni söylemeye hazırlanıyordum. Ama daha başlar başlamaz, tek kelime söylersem yalnız başıma bir odaya kapatılacağım tehdidiyle susturuldum. Karanlık basıyordu... Bahçe kapısı yönünde birtakım sesler işittik. Ev sahibimiz hemen dışarı çıktı. Onun aklı başındaydı, ama bizimki değildi. İki üç dakikalık bir konuşma oldu, sonra yine tek başına geri geldi.

Ben Catherine'e, "Hareton döndü sanmıştım," dedim, "Keşke gelseydi! Belki bizden yana çıkardı."

Bu sözlerimi duyan Heathcliff, "Sizi aramak için Grange'den üç hizmetçi göndermişler," dedi. "Pencere kafeslerinden birini açıp bağırabilirdin, ama yemin ederim ki, şu çocuk bunu yapmadığına memnun olmuştur, yine kalıbımı basarım ki, bu kız da burada alıkonulmuş olmaktan hoşlanıyor."

Kaçırmış olduğumuz fırsatı öğrenince, ikimiz de kendimizi tutamayarak hüngür hüngür ağlamaya başladık. O da, saat dokuza kadar, böyle ağlayıp sızlanmamıza hiç sesini çıkarmadı. Sonra, mutfaktan geçerek yukarı katta Zillah'ın odasına gitmemizi söyledi. Kıza, "Gidelim," diye fısıldadım. Belki orada kurtulacak yol bulabilir, hiç olmazsa tavan arasındaki kapıdan veya bir pencereden çıkabilirdik. Ama o odanın penceresi de, aşağıdakiler gibi dardı, çatı arasına açılan kapaktan da çıkmamıza olanak yoktu, çünkü kapımız yine dışardan kilitlenmişti. İkimiz de yatmadık. Catherine pencere önünde, sabırsızlıkla sabahı bekledi. Biraz olsun dinlenmesi için yaptığım bütün yalvarmalara karşı, sadece derin derin içini çekiyordu. Oturduğum sandalyede sağa sola sallanıyordum. Bugüne kadar bana verilen görevler sırasında yaptığım ihmalleri hatırladım. Nedense birdenbire ekmeğini yediğim bu insanların başına gelenlerin hep benim yüzümden olduğunu düşündüm. Biliyorum, aslında böyle değildi ama, o kasvetli gecede kabahati kendime yüklemek işime gelmişti. Hatta Heathcliff'i bile kendim kadar suçlu bulmuyordum.

Heathcliff saat yedide kapının önüne geldi. Bayan Linton'ın kalkıp kalkmadığını sordu. Kız hemen kapıya koşarak, "Evet," diye cevap verdi. Öbürü de, "İyi öyleyse," diyerek kapıyı açtığı gibi kızı dışarı çekti. Ben de arkasından gitmek için kalktımsa da kapı dışardan kilitleyince beni bırakmasını istedim.

"Sabırlı ol," diye cevap verdi, "Biraz sonra kahvaltını göndereceğim."

Kapıyı yumrukladım, öfkeyle kilidi sarstım. Catherine de benim niye hâlâ kapalı tutulduğumu sordu. Adam buna bir saat daha katlanmam gerektiği cevabını verdi, sonra uzaklaştılar. Bir değil iki, hatta üç saat katlandım. Derken ayak sesleri işittim, ama gelen Heathcliff değildi.

Bir ses, "Aç kapıyı, sana yiyecek getirdim," dedi.

Dediğini seve seve yaptım. Meğer Hareton'mış; elinde bana bütün bir gün yetecek kadar yiyecekle orada duruyordu.

Tepsiyi elime tutuşturarak, "Al!" dedi.

"Dur bir dakika," diye başladım.

"Olmaz," deyip geri çekildi. Biraz kalması için yalvarmama kulak asmadan, çekip gitti.

Bütün gün, bütün gece, sonra bir gece daha, bir gece daha orada kapalı kaldım. Hepsini toplarsak, o odada tek başıma, dört gündüz, beş gece geçirdim. Sabahları bir kere uğrayan Hareton'dan başka hiç kimseyi görmedim. Hareton ise tam örnek bir gardiyandı; insaf ve adalet duygularını harekete geçirmek için yaptığım girişimlere karşı sağır, dilsiz ve asık suratlıydı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top