XX

Bay Linton bana, erkenden çocuğu alıp Bayan Cathy'nin midillisi ile onu Tepeler'e götürmemi tembihledi, çünkü aksi halde Heathcliff'in, Joseph'in de dediği gibi, kapıya dayanacağından hiç kuşkusu yoktu. Bey, şunu eklemeyi de unutmadı, "Artık, çocuğun geleceği hakkında söz sahibi değiliz, Nelly. Bu yüzden Catherine'in, onun nerede olduğunu bilmemesi daha iyi olur. Bundan böyle arkadaşlık etmeleri imkânsız. Kızım, kuzeninin yakınlarda bir yerde olduğunu asla öğrenmemeli, yoksa çok üzülecek, hatta bir yolunu bulup Tepeler'e gitmeye bile kalkışabilir. Ona sadece babasının ansızın adam gönderip, çocuğu aldırdığını söylersin."

Bunun üzerine, Linton'ı uyandırarak hazırlamak üzere odasına gittim. Saat sabahın beşiydi, uyuyordu. "Biraz acele etsek iyi olacak artık. Bak, ne güzel bir gün. Böyle bir günde bir saat fazla uyuyup da ne yapacaksın. Birazdan birlikte midilliye bineceğiz, sevinmen gerekir."

"Kız da geliyor mu, bizimle?" diye sordu. "Dün gördüğüm o küçük kız."

"Bugün gelmeyecek," diye yanıtladım.

"Ya dayım?"

"Hayır, seni oraya ben götüreceğim."

Linton başını yastığa bırakarak, derin derin düşünmeye başladı. Sonra da: "Dayım olmadan gitmem. Beni nereye götüreceksin, ne bileyim!" diye bağırdı.

Babasına gitmek istememesinin doğru olmadığını söyleyerek yola getirmeye çalıştımsa da giyinmemekte direndi. Bey'den yardım istemek zorunda kaldım. Zavallı yavrucak, orada çok kalmayacağı üzerine söylenen yalanlara inanıp yola çıkmaya razı oldu. Ben de yol boyunca Bay Edgar'la Cathy'nin onu sık sık görmeye gelecekleri yolunda bir sürü yalanla çocuğu kandırdım. Funda kokularıyla yüklü temiz kır havası, parlak güneş ve Minny'nin uslu ilerleyişi çocuğa üzüntüsünü unutturdu. Yeni eviyle orada yaşayanlar üzerine daha ilginç sorular sormaya başladı.

"Uğultulu Tepeler de Thrushcross kadar güzel mi?" dedikten sonra, dönüp son bir defa vadiye baktı. Hafif bir sis yükselmiş, ufukta ince bir bulut oluşmuştu.

"Böyle ağaçlar arasında kaybolmuş değildir," dedim, "Sonra burası kadar da büyük değil, ama oradan da çevrenin bütün güzelliğini görebilirsin. Hem oranın havası sana daha iyi gelir; kuru, temiz bir havası vardır. Ev, sana ilk bakışta belki biraz eski, biraz karanlık görünebilir, ama sağlam bir yapıdır. Buraların en iyi evlerinden biridir. Sonra, kırlarda öyle güzel gezintiler yapacaksın ki! Hareton Earnshaw, yani diğer kuzenin, sana en güzel yerleri gezdirecektir. Güzel havalarda eline bir kitap alıp çimenlerle kaplı bir çukuru kendine okuma yeri yapabilirsin. Bu gezintilerinde ara sıra belki dayın da seninle buluşur, çünkü kendisi sık sık bu tepelere çıkıp dolaşır."

"Peki, babam nasıl?" diye sordu. "Dayım gibi genç, onun kadar yakışıklı mı?"

"Dayın gibi genç," dedim, "Ama onun saçları da, gözleri de karadır. Biraz sert görünür. Sonra daha uzun boylu, daha iriyarıdır. İlk görüşte sana belki yumuşak huylu, nazik biri gibi gelmeyecektir. Çünkü böyle davranma âdeti yoktur ama sen ona karşı yakınlık göstermeye, açık yürekli olmaya bak. O zaman, o da seni dayının sevdiğinden daha çok sever, çünkü onun öz oğlusun."

Linton kendi kendine, "Kara saçlı, kara gözlü!" diye söylendi. "Bir türlü gözümün önüne getiremiyorum. Öyleyse, ben ona benzemiyorum demek."

"Hayır, pek benzemiyorsun," dedim. Çocuğun beyaz tenine, ince vücuduna, fersiz, iri gözlerine bakarak, 'hiç de benzer yanı yok' diye düşündüm. Gözler tıpkı annesiydi, yalnız bunlarda, annesinin bakışlarındaki pırıltıdan eser yoktu.

"Bir defa olsun, annemle beni görmeye gelmemesi ne garip!" diye mırıldandı. "Beni hiç gördü mü? Gördüyse, herhalde ben çok küçüktüm. Onu hiç hatırlamıyorum!"

"Üç yüz mil büyük bir uzaklıktır Bay Linton," dedim. "On yıllık bir süre ise, sana çok uzun gelir ama, büyükler için öyle değildir. Belki de, Bay Heathcliff her yaz gelmek istemiş, ama bir türlü fırsat bulamamıştır. Şimdi artık iş işten geçti. Böyle sorularla onu sıkma, hem üzülür, hem de eline hiçbir şey geçmez."

Yolun geri kalan kısmında çocuk tamamıyla kendi düşüncelerine daldı. Derken, çiftlik evinin bahçe kapısına varıp durduk. Yüzünden ilk duygularını okumaya çalıştım. Evin oymalı ön cephesini, dar pencerelerini, karmakarışık bektaşi üzümlerini, eğri büğrü köknarları büyük bir dikkatle gözden geçirdi. Sonra, yeni yuvasının dış görünüşünü hiç beğenmemiş gibi başını iki yana salladı. Ama hoşnutsuzluğunu hemen söylemeyecek kadar akıllıydı. Belki içi, dış görünüşünden daha güzeldir, diye düşünmüş olmalıydı. O atından inmeden gidip kapıyı açtım. Saat altı buçuktu. Evdekiler kahvaltıdan yeni kalkmışlardı. Hizmetçi kadın masanın üstündekileri temizliyordu. Joseph, Bey'in sandalyesinin yanında durmuş, ona topallayan bir at hakkında bilgi veriyor, Hareton tarlaya gitmeye hazırlanıyordu.

Bay Heathcliff beni görünce, "Merhaba Nelly," dedi, "Malımı gidip almam gerekecek, diye korkmaya başlamıştım. Getirdin onu, değil mi? Hele bir görelim, bakalım ne işe yarar?"

Kalkıp, uzun adımlarla kapıya gitti. Hareton'la Joseph de büyük bir merak içinde onu izlediler. Zavallı Linton, üçüne de ürkek ürkek baktı. Joseph, çocuğu iyice süzdükten sonra; "Yoo, inan ki öbür herif seni kandırıyor Bey!" dedi, "Çocukları değiş tokuş etmiş, bu onun kızı olacak."

Heathcliff, oğluna dik dik baktıktan sonra, alaylı bir kahkaha attı. Çocuk ise gördükleri karşısında ne yapacağını şaşırmıştı.

Heathcliff, "Aman Tanrım, bu ne güzellik! Bu ne sevimli, ne şirin bir şey böyle!" diye bağırdı, "Bunu salyangozla, ekşimiş sütle beslemişler galiba, Nelly! Bu benim sandığımdan da beter! Hem Tanrı da biliyor ya, öyle hayale falan kapılıp, ahım şahım bir şey de beklemiyordum."

Şaşırmış, tir tir titremekte olan çocuğa attan inmesini söyledim. Babasının sözlerini tam olarak anlayamamıştı. Adamın bu sözlerle kendisini kastettiğinden, hatta bu korkunç, bu alaycı adamın kendi babası olduğundan bile emin değildi. Gittikçe artan bir korku ve titremeyle bana sarıldı. Bay Heathcliff'in, yerine oturup da, "Buraya gel!" demesi üzerine de, yüzünü omzuma saklayıp ağlamaya başladı.

Heathcliff, onu tuttuğu gibi sert bir hareketle dizlerinin arasına çekti; çenesinden tutarak başını yukarıya doğru kaldırdı, "Sus, sus!" dedi, "Saçmalığı bırak! Sana bir şey yapacak değiliz, Linton... Adın Linton, değil mi? Tam ananın oğlusun! Sende, benden hiçbir şey yok mu, yaygaracı tavuk?"

Çocuğun kepini çıkarıp sarı buklelerini geriye itti. Sıska kollarını, küçücük ellerini yokladı. Bu inceleme sırasında Linton da ağlamayı bıraktı iri, mavi gözlerle adama bakıyordu.

Heathcliff, çocuğun her yanının aynı sıskalıkta olduğunu gördükten sonra, "Beni tanıyor musun?" diye sordu.

Linton korkulu bakışlarla, "Hayır," dedi.

"Ama herhalde beni duymuşsundur."

Çocuk bunu da, "Hayır," diye yanıtladı.

"Hayır mı? Annen, sende bana karşı bir sevgi uyandırmamış demek, ne ayıp! Öyleyse, ben söyleyeyim, sen benim oğlumsun. Annen sana nasıl bir baban olduğunu anlatmamakla alçaklık etmiş. Kızarıp bozarmayı, surat buruşturmayı bırak şimdi! Sözümden çıkmazsan, seninle bozuşmayız. Nelly, yorgunsan oturabilirsin, değilsen doğru eve dön. Burada görüp işittiklerini Grange'deki o beş para etmez herife anlatmadan yapamazsın herhalde. Üstelik sen yanında durdukça bu yaratık da buraya alışamayacak."

"Peki," diye cevap verdim, "Umarım, küçüğü hoş tutarsınız Bay Heathcliff, yoksa fazla yaşamaz. Sonra unutmayın ki, dünyada görüp görebileceğiniz tek yakınınız bu çocuktur."

Gülerek, "Sen hiç üzülme," dedi, "Ona çok iyi davranacağım. Ancak, ona benden başka hiç kimse iyilik etmemeli, çünkü yalnız beni sevmesini istiyorum. İşte, ilk iyiliğimin ne olduğunu sana göstereyim: Joseph, oğlana biraz kahvaltılık getir! Hareton, cehennem zebanisi, sen de defol işinin başına!" Onlar çıktıktan sonra, "Evet Nelly," diye devam etti, "Oğlum yasal olarak Grange'in gelecekteki sahibidir. Onun malının bana kalmasını garanti altına almadan, ölmek istemem. Sonra, bu çocuk benim oğlumdur. Oğlumu, onların bütün malına mülküne sahip olmuş ve onların çocuklarını da, kendi babalarının topraklarını süren, parayla tutulmuş işçiler olarak çalışır bir halde görmek istiyorum. İşte, şu köpek yavrusuna yalnız bunun için, dayanacağım. Yoksa ondan iğreniyor, bende uyandırdığı anılar yüzünden de nefret ediyorum! Gelgelelim gerçekleşmesini istediğim bir planım var. Bu yüzden de ona, burada tıpkı senin Bey'in kendi çocuğuna baktığı gibi bakılacaktır. Yani çocuk emniyette! Yukarı katta, kendisi için güzel bir oda hazırlattım, bir de öğretmen tuttum; yirmi millik yoldan haftada üç gün gelip, oğlanın canı neyi öğrenmek isterse, hepsini öğretecek. Ona itaat etmesi için Hareton'a emir verdim; kısacası, onu, çevresindekilerden üstün, hepsinin efendisi olarak yetiştirmek için gerekli tüm önlemleri aldım. Ne yazık ki bu zahmetlere değecek bir çocuk değil. Oysa dünyada tek dileğim, oğlumun koltuklarımı kabartacak biri olmasıydı. Bu durmadan sızlayan, kesilmiş süt benizli, zavallı yaratık ise beni hayal kırıklığına uğrattı!"

Heathcliff bunları söylerken, Joseph bir sahan sütlü yulaf lapası getirip Linton'ın önüne bırakmıştı. Çocuk bu çirkin bulamaca tiksinerek baktıktan sonra yiyemeyeceğini söyledi. Yaşlı hizmetçinin de, çocuk hakkında Bey'i ile aynı düşünceyi paylaştığını anladım. Ama Heathclif, adamlarından oğluna saygı göstermelerini istediği için, Joseph bu düşünceleri kendine saklamak zorundaydı. Linton'a doğru eğilip, yüzüne bakarak alçak sesle:

"Yiyemez misin?" dedi, "Ama, Bay Hareton bile küçükken bundan başka bir şey yemedi. Onun için iyi olan, senin için de iyidir. Ben bunu bilir, bunu derim!"

Linton öfkelenerek, "Yemeyeceğim işte!" dedi. "Kaldır onu gözümün önünden."

Joseph sahanı kızgınlıkla çekip alarak bize getirdi.

Heathcliff'in burnuna doğru uzattıktan sonra, "Şu yemekte ne var, Tanrı aşkına?" diye sordu.

Heathcliff, "Ne olacak?" dedi.

"Ne bileyim!" dedi Joseph, "İşte, şu çıtkırıldım velet bunu yiyemeyeceğini söylüyor. Ama doğrudur, anası da tıpkı böyleydi... Yiyeceği ekmeğin mısırını bile tarlada bize ektirmezdi, pis olur diye... Bizler onun gözünde öylesine kirliydik."

Bey kızgın kızgın, "Annesinden söz açma benim önümde," dedi, "Ona yiyebileceği bir şey getir, işte o kadar. Her zaman ne yer bu, Nelly?"

"Kaynamış süt ya da çay," dedim. Kâhya kadına bunları hazırlaması emredildi. "Neyse," diye düşündüm, "babasının bencilliği yüzünden çocuk rahat edeceğe benziyor. Oğlunun dayanıksız olduğunu, hoş tutulması gerektiğini anladı. Heathcliff'deki bu değişikliği, Bay Edgar'a anlatayım da içi rahat etsin." Artık daha fazla oyalanmam için bir sebep kalmamıştı. Kendisine dostça sokulmak isteyen uysal bir çoban köpeğiyle ilgilendiği sırada, Linton'a görünmeden sıvıştım. Ama o, kandırılamayacak kadar akıllı çıktı. Kapıyı kaparken bir yaygara kopardı. İçerden bağırıyordu:

"Beni bırakıp gitme! Burada kalamam ben! Burada kalmam!" Derken, kapının mandalı kalktı, ama yeniden indi. Dışarı çıkmasını engellemişlerdi. Minny'ye atladım ve hayvanı tırısa kaldırdım. Kısa süren çocuk bakıcılığım da işte böylece sona erdi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top