XIV
Mektubu okumayı bitirince doğru Bey'e koşarak, kardeşinin Uğultulu Tepeler'de olduğunu haber verdim. Kendisinin, bir mektup yolladığını ve mektubunda Bayan Linton'ın hastalığına ne kadar üzülmüş, sevgili ağabeyini de ne kadar özlemiş olduğundan söz ettiğini anlattım. Kızcağız aynı zamanda, ağabeyinin kendisini bağışladığına dair bir işaret bekliyordu ki, bunu da Bey'e ilettim.
"Bağışlamak!" dedi Linton, "Bağışlamam gereken bir şey yok ortada! İstiyorsan hemen bugün öğleyin git Uğultulu Tepeler'e, ona kızgın olmadığımı, sadece onu kaybetmiş olmaktan derin bir üzüntü duyduğumu, hele bir de asla mutlu olamayacağını düşündükçe, bu üzüntümün katlanarak arttığını söyle," dedi. "Ancak şunu bilsin ki, ne olursa olsun, onu görmeye gitmeyeceğim, onunla sonsuza kadar ayrılmış bulunuyoruz. Eğer beni gerçekten mutlu etmek istiyorsa, kocası olacak o aşağılık adamı alır, olabildiğince buralardan uzaklaştırır."
"Bir not bile yazmayacak mısınız efendim, iki satırcık olsun yazamaz mısınız?" diye sordum, yalvarırcasına.
"Hayır," diye cevap verdi, "Hiç gereği yok. Heathcliff ailesi ile Lintonlar arasında hiçbir şekilde haberleşme olmayacaktır!"
Bay Edgar'ın bu soğuk tavrı, içime bir sıkıntının yerleşmesine neden oldu. Isabella'ya gitmek için Grange'den ayrıldım ve bütün yol boyu düşündüm. Aklımdaki tek şey, konuşulanları Isabella'ya yumuşatarak anlatabilmek, Bay Linton'ın sözlerini, biraz daha içten kılabilmekti. Hepsi iyiydi de, Isabella'yı teselli etmek üzere, iki satır bir şey olsun yazmayışını ona açıklayabilmek sanırım düşündüğümden de zor olacaktı. Beni sabahtan beri beklemekte olduğunu hiç çekinmeden söyleyebilirim; çünkü bahçe yolunda ilerlediğim sırada pencereden baktığını gördüm. Başımla selam verdim, ama o, sanki kendisini görmelerinden korkuyormuş gibi geri çekildi. Kapıyı çalmadan içeri girdim. Eski neşeli evin bu derece bakımsız, böylesine kasvetli olacağı kimin aklına gelirdi! Doğruyu söylemek gerekirse, ben genç hanımın yerinde olsaydım, hiç değilse ocak başını süpürür, masaları bir toz beziyle silerdim. Ama, daha şimdiden kendisini çevredeki bu umutsuz havaya kaptırmıştı; o güzel yüzü solgun ve bezgindi, saçları kıvrılmamıştı; bazı perçemler dümdüz aşağı sarkmaktaydı, bazıları ise gelişigüzel tutturulmuştu. Herhalde elbisesine dün geceden beri elini bile sürmemişti. Hindley yoktu, Bay Heathcliff bir masanın başında, cep defterinden çıkardığı kâğıtları gözden geçiriyordu. Ama ben girince kalktı, dostça hatırımı sordu, oturmam için yer gösterdi. Zaten, orada derli toplu görünen bir o vardı. Her zamankinden daha iyi olduğu da gözümden kaçmadı. Olaylar ikisini de öylesine değiştirmişti ki, yabancı biri görse onu doğma büyüme bir Bey, karısını ise pasaklının biri sanırdı! Genç hanım, beni karşılamak için ileri atıldığı zaman, beklediği mektubu almak için de elini uzatmıştı. "Yok" anlamında başımı salladım. Ama o ne demek istediğimi anlamadı ve beni yandaki masaya doğru çekerek emaneti hemen kendisine vermemi fısıldadı. Heathcliff, onun ne istediğini kestirerek şöyle dedi:
"Isabella'ya bir şey getirdiysen, (ki herhalde getirmişsindir Nelly) ver ona. Boşu boşuna gizlemeye kalkma! Aramızda gizlimiz saklımız yok."
En iyisi gerçeği söylemek diye düşündüğüm için, "Aaa, bende bir şey yok," dedim. "Yalnız Bey bana dedi ki, kız kardeşi kendisinden şimdilik ne mektup ne de ziyaret beklememeliymiş... Size sevgilerini, mutluluk dileklerini gönderdi hanımcığım. Neden olduğunuz üzüntüleri bağışladığını, ama bundan böyle bu aile ile kendi ailesi arasında haberleşme olmamasını, çünkü bundan hiçbir sonuç çıkmayacağını söyledi."
Bayan Heathcliff'in dudağı hafifçe titredi, sonra gidip pencere yanındaki sandalyeye oturdu. Kocası ocak başında, bana yakın bir yerde ayakta durup, Catherine'i sormaya başladı. Ona Catherine'in hastalığı hakkında, bilmesi gerektiği kadar bilgi verdim. Ancak sorularıyla beni öyle bir tuzağa düşürdü ki, sonunda hastalığın başlangıcından sonuna kadar yaşanan her şeyi ağzımdan aldı. Haklı olarak bütün olanlardan hanımın suçlu olduğunu söyledim. Sonunda da Heathcliff'in Bay Linton'ı örnek almasını, iyi veya kötü niyetli bütün karşılaşmalardan kaçınılması gerektiğini söyledim.
"Bayan Linton yeni yeni iyileşiyor," dedim, "Evet, hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak, ama şimdilik hayati tehlikeyi atlattı. Eğer onu gerçekten seviyorsanız, karşısına çıkmazsınız, hatta buralardan uzaklaşır gidersiniz. Üstelik bundan hiç pişman olmazsınız. Size şu kadarını söyleyeyim; şu genç hanım benden ne kadar farklıysa, şimdi Catherine Linton da, eski arkadaşınız Catherine Earnshaw'dan o kadar farklıdır. Sadece görünüşü değil, huyları da çok değişti. Öyle ki, onun yanında bulunan bir kimse, bundan böyle ona karşı duyduğu sevgiyi, ancak onun geçmişteki halini anımsayarak, insanlık ve sorumluluk duygusu ile sürdürebilir."
Heathcliff, sakin görünmeye çalışarak, "Çok mümkündür," dedi. "Çok mümkündür ki, senin Bey'in dayanağı, insanlık ve sorumluluk duygusu olacaktır, başka bir şey değil. Ama benim, Catherine'i, onun sorumluluğuna bırakacağımı aklın kesiyor mu senin? Üstelik benim Catherine'e karşı olan duygularımı onunkiyle karşılaştırabilir misin? Benim senden, buradan gitmeden önce, bir söz almam gerek. Onunla beni görüştüreceksin, evet ya da hayır, onu mutlaka göreceğim! Ne diyorsun?"
"Diyorum ki, Bay Heathcliff, onu görmemelisiniz. Benim aracılığımla ise, hiç göremezsiniz," diye yanıtladım. "Bey'le bir kez daha karşılaşmanız, hanımın ölümü demek olacaktır."
"Yardımınla bu karşılaşma önlenebilir," diye devam etti, "Üstelik böyle bir tehlike doğacak olursa –yani Catherine'in bir kez daha üzülmesine yol açacak bir durum yaşanırsa– benim de işi sonuna kadar vardırmak için haklı nedenlerim olacaktır! Kocasını kaybetmekle Catherine'in çok büyük bir acı çekip çekmeyeceğini, bana bütün açıkyürekliliğinle söylemeni çok isterdim. Beni engelleyen onun acı çekeceği korkusudur. Kocasıyla aramdaki duygu farkını görüyorsun; yerlerimizi değiştirmiş olsaydık, kendisinden hayatımı zehir edecek derecede tiksindiğim halde, ona karşı parmağımı bile oynatmazdım. Sen istediğin kadar inanmaz görün! Ama Catherine istediği sürece onu, diğerinden uzaklaştırmaya asla kalkmadım. Catherine'in duyduğu ilgi söner sönmez ise, adamın yüreğini deşer, kanını içerdim, o da başka! Ama, o dakikaya kadar, adamın bir tel saçına dokunmaktansa ölmeyi göze alırdım. Bu sözlere inanmıyorsan, beni tanımıyorsun demektir..."
"Böyle söylüyorsunuz ama," diye sözünü kestim, "Tam sizi unutmak üzere olduğu sırada karşısına çıkarak onu yeniden tedirgin etmekten ve aklını başından alıp, bütün iyileşme umutlarını yıkmaktan da çekinmiyorsunuz."
"Sen onun beni unutmak üzere olduğunu mu sanıyorsun?" dedi. "Çok iyi biliyorsun ki, o beni unutamaz Nelly! Benim kadar sen de biliyorsun ki, Linton'ı bir defa düşünmesine karşılık, beni bin defa düşünmektedir! Hayatımın en sıkıntılı döneminde, ben de senin gibi düşünüyordum. Geçen yaz buralara dönüp geldiğimde de bu düşünce peşimi bırakmadı. Ama bu korkunç düşünceye tekrar inanabilmem için bunu bizzat onun ağzından duymam gerekir. Ondan sonra ise, Linton da, Hindley de kurduğum bütün düşlerde yok olacak ve geleceğimi iki sözcük açıklayabilecek: Ölüm ve cehennem. Catherine'i kaybettikten sonra yaşamak cehennem olacak. Hayır, bir an için de olsa onun Edgar Linton'a, benden daha fazla değer verdiğini düşünmekle budalalık ettim. Edgar, onu, zayıf benliğinin bütün gücüyle seksen yıl sevse, benim bir günde sevdiğim kadar sevemez. Öte yandan, Catherine'in gönlü de benimki gibi derin; denizin şu at yalağına sığması, onun bütün sevgisinin o adamın tekeline girmesinden daha kolaydır! Hadi, hadi! Edgar, onun gözünde, köpeğinden ya da atından ancak bir derece fazla değer taşır. Bir defa benim gibi sevebilecek yaradılışta değil."
"Catherine ile Edgar, iki insanın olabileceği kadar, birbirine düşkündür," diye parladı Isabella. "Bu şekilde konuşmaya kimsenin hakkı yok. Kardeşime hakaret edilmesini de istemiyorum!"
"Kardeşin sana da şaşılacak derecede düşkün, değil mi?" dedi Heathcliff, "Seni dünyada tek başına ne güzel bırakıverdi."
"Benim çektiklerimden haberi yok," dedi o da. "Çünkü bunu ona anlatmadım."
"Başka şeyleri anlattın demek, ona mektup yazdın, değil mi?"
"Evlendiğimi bildirmek için, evet yazdım... O kısa mektubu sen de gördün."
"Ondan sonra?"
"Yaşamındaki değişiklik küçükhanımıma hiç de yaramamış," dedim. "Birilerinin ona gösterdiği sevgi belli ki yetmiyor. Kimin olduğunu kestirebilirim, ama söylemeyeyim daha iyi."
"Bana sorarsan kendisininki," dedi Heathcliff, "Her geçen gün biraz daha pasaklı oluyor! Beni memnun etmekten biraz erken usandı. Belki inanmayacaksın ama daha evlendiği günün ertesi, evine dönmek için ağlamaya başladı. Neyse ki, fazla ince ruhlu biri değil, o yüzden bu eve daha iyi uyum sağlayacak; ben de onun dışarlarda dolaşıp, benim için yüzkarası olmamasını sağlayacağım."
"İyi efendim, ama," diye karşılık verdim. "Umarım ki, Bayan Heathcliff'in bakılmaya, hizmet edilmeye alışık olduğunu, her istediğinin anında yerine getirildiği bir evde soylu bir ailenin kızı olarak yetiştirildiğini göz önünde tutarsınız. Ötesini berisini derleyip toplayacak bir kadın hizmetçi bulmasını sağlamalı, kendisine karşı da iyi davranmalısınız. Bay Edgar hakkındaki duygularınız, düşünceleriniz ne olursa olsun, küçükhanımın size olan bağlılığından kuşkulanamazsınız. Öyle olmasaydı, sizinle birlikte olmak uğruna bu derece yabani bir yere yerleşerek, öbür evinin ihtişamını, rahatlığını, oradaki dostlarını, seve seve bırakmazdı."
"Isabella bütün o şeyleri, boş bir hayal uğruna bıraktı," diye cevap verdi. "Beni gözünde bir roman kahramanı olarak canlandırdı, benim şövalyelere yakışan sadakatimde sınırsız bir hoşgörü bulacağını umdu. Beni, masal kahramanlarına benzetmekte ve kendi düşlerinde canlandırdığı bu yanlış izlenime göre hareket etmekte öyle inat etti ki, kendisine aklı başında bir insan gözüyle bakamıyorum doğrusu. Neyse ki, beni yavaş yavaş tanımaya başladı sanırım. İlk günlerdeki, o beni kızdıran budalaca gülümsemeleri, yapmacık davranışları artık yok. Hem kendisi, hem de körü körüne sevgisi hakkında ne düşündüğümü söylediğim zaman, samimi olduğumu anlamamakta gösterdiği sersemce inat da sona erdi. Kendisini sevmediğimi anlayabilmesi için, şaşılacak kadar uzun ve yorucu çabalar gerekti. Bir ara, ona verdiğim hiçbir dersin bunu ona öğretemeyeceğine inanmıştım. Gene de, tam öğrenmiş değil; çünkü ancak bu sabah, bana sonunda onu kendimden nefret ettirmeyi başarmış olduğumu, sanki büyük bir zekâ ürünüymüş gibi söyledi! Emin olun, tam bir Herkül çabası! Başarabilmişse teşekkür etmem gerekir! Söylediğinin doğruluğuna inanabilir miyim, Isabella? Benden nefret ettiğine emin misin? Seni yarım gün kendi başına bıraksam, iç çekerek, yaltaklanarak yanıma sokulmadan durabilir misin? Şunu da söyleyeyim ki, senin önünde ona çok düşkünmüşüm, onu çok seviyormuşum gibi davranmamı o kadar isterdi ki, çünkü gerçeğin ortaya çıkması onuruna dokunuyor. Ama ben sevginin, tam anlamıyla tek taraflı olduğuna inanırım ve kim duyarsa duysun, aldırış etmem. Bu konuda ona tek bir yalan söylemiş değilim; o da, önceleri ona iyi davranarak kandırdığımı öne sürerek beni suçlayamaz. Grange'den uzaklaşırken yaptığım ilk şey, küçük köpeğini asmak oldu. Yapma diye yalvarınca da şunları söyledim; "Kendisini bana anımsatan bütün yaratıkları, biri dışında asılmış görmek istiyorum." Ama bu sözler onu hiç etkilemedi. Çünkü, hiçbir canavarlık onu etkilemez. Öyle sanıyorum ki, kendi tatlı canı yanmadığı sürece, her türlü gaddarlığa karşı içten içe hayranlık bile duyar! Şimdi, bu zavallı, bu köle ruhlu, bu kötü kalpli kancığın, kendisini sevebileceğimi sanması, saçmalığın en âlâsı, salaklığın en büyüğü değil mi? Bey'ine söyle Nelly, ben ömrümde bunun gibi değersiz bir şey görmedim. Böyle biri Linton'ların adını lekeler; onlar için yüz karasıdır; nelere katlanabileceğini anlamak için giriştiğim denemeler sırasında, sırf yeni bir işkence bulamadığım için zaman zaman yumuşadığım olmuş, o gene de utanmadan yaltaklanmıştır! Ama ona şunu da söyle ki, bir ağabey ve bir hâkim olarak, gönlü rahat olsun. Yasaları kesinlikle ihlal etmiyorum; bugüne kadar boşanma isteğini haklı gösterebilecek en ufak bir şey yapmaktan kaçındım; üstelik, o, bizi ayıracak olan kimseye teşekkür edecek cesareti bile bulamayacaktır. Gitmek istiyorsa gidebilir; çünkü varlığı ile neden olduğu tedirginlik, ona işkence etmenin zevkinden daha ağır basmaktadır!"
"Bay Heathcliff," dedim, "Bu söyledikleriniz, bir deli saçmalığı. Herhalde karınız da deli olduğunuza inanmış ve sırf bu yüzden bugüne kadar size katlanmıştır. Şimdi madem ki gidebileceğini söylüyorsunuz, o da hiç şüphesiz bundan yararlanmak isteyecektir. Kendi isteğinle daha fazla onun yanında kalacak kadar aklını kaçırmış olamazsın değil mi hanımcığım?"
"Dikkat et, Nelly!" diye cevap verdi Isabella. Gözleri öfkeyle parlıyordu. Anlaşılan kocası, kendisinden nefret ettirmek için elinden geleni yapıyor ve bunda da başarılı oluyordu. "Söylediklerinin tek kelimesine bile inanma. O yalancı bir iblistir! Bir canavardır! İnsan değil! Kendisini bırakıp gidebileceğimi daha önce de söyledi, gitmeye kalktım. Ama bu denemeyi bir daha tekrarlamaya cesaret edemem! Yalnız, bu aşağılık konuşmayı ağabeyime ya da Catherine'e anlatmayacağına bana söz ver. Söylediklerinin çoğu yalan. Bunun asıl istediği Edgar'ı çaresizlikten deliye döndürmektir; benimle evlenmekteki asıl amacının, Edgar üzerinde baskı kurmak olduğunu söylüyor, ama başaramayacak... Ben ölümü göze aldım! Bütün umudum, bu iblisin basiretinin bağlanıp beni öldürmesidir! Yatıp kalkıp bunun için dua ediyorum. Hayal edebildiğim tek zevk, ölüm; ya da onu ölmüş görmektir!"
"Tamam... Bu kadar yeter şimdilik," dedi Heathcliff. "Bir gün yargıç önüne çağrılacak olursan Nelly, şu sözleri hatırlayacaksın! Şu surata da iyice bak; tam istediğim gibi. Hayır Isabella, şimdi kendi başına bırakılacak durumda değilsin. Bense, yasalara göre senin koruyucun olduğum için, böyle tatsız bir sorumluluğu aldığıma göre sana göz kulak olmak zorundayım. Doğru yukarı kata çık, benim Nelly Dean'le baş başa konuşacaklarım var. Hayır, oraya demedim, yukarı kata dedim! Bak, yukarı katın yolu burası, hayatım!"
Onu kolundan tutup dışarı fırlattıktan sonra homurdanarak geri geldi:
"Ben acımak nedir bilmem! Solucanlar ne kadar çok kıvranırlarsa, onları ezip, parçalamaktan o kadar çok zevk alırım! Manevi bir haz verir bana; verdiğim acının artmasıyla orantılı olarak, dişlerimi daha da büyük bir hırsla geçiririm."
Başlığımı acele bağlarken, "Acıma sözcüğünün ne demeye geldiğini biliyor musunuz?" dedim. "Ömrünüzde bu duyguyu bir kez olsun duydunuz mu?"
Gitmek istediğimi anlamıştı ve "Bırak onu!" dedi. "Daha gitmiyorsun, gel buraya. Nelly, Catherine'i görmekte kararlıyım. Bunun için bana yardım etmen gerek. Seni ya ikna edeceğim ya da bunu zorla sağlayacağım; hem de hiç zaman geçirmeden. Yemin ederim ki bir kötülük düşünmüyorum. Ben sadece onun nasıl olduğunu, niçin hastalandığını kendi ağzından duymak, kendisi için yapabileceğim bir şey var mı, diye sormak istiyorum. Yoksa bir tedirginliğe yol açmak, Bay Linton'ı kızdırmak, ya da küçük düşürmek niyetinde değilim. Dün gece Grange'in bahçesinde altı saat geçirdim, bu gece de oraya gideceğim. Her gece, her gün, taa içeriye girme fırsatını buluncaya kadar oralarda dolaşacağım. Eğer Edgar Linton karşıma çıkacak olursa hiç tereddüt etmeden onu yere sererek, içeride bulunduğum süre içinde sesini çıkaramaz hale getireceğim. Eğer hizmetçileri engel olmaya kalkarlarsa, onları da işte şu tabancalarla yola getireceğim. Sen benim onlarla ya da Bey'leriyle karşılaşmamı engelle. Bunu kolayca sağlayabilirsin. Ben geldiğimi sana bildiririm, sen de, Catherine yalnız kalır kalmaz kimse görmeden beni içeri alır, ayrılıncaya kadar da gözcülük edersin. Böylece kötü bir olayı önlemiş olduğun için, vicdanın rahat olur."
Heathcliff'e, ekmeğini yediğim adamın evinde böyle haince bir oyun oynamayacağımı bildirdim, bundan başka, bencilliği uğruna Bayan Linton'ın huzurunu bozacak kadar insafsız biri olduğunu da suratına vurdum, "En olağan şey bile, onu üzüp, tedirgin etmeye yetiyor," dedim. "Sinirleri hep gergin, birdenbire karşısına çıkmanıza dayanamayacağından eminim. Üstelemeyin, efendim! Yoksa kurduğunuz kumpası Bey'ime anlatmak zorunda kalırım, o da, evini bu türlü istenilmeyen ziyaretlere karşı korumak için gerekli önlemlere başvurur herhalde."
"Öyleyse ben de seni kendi güvenliğim altına alırım, pis karı!" dedi Heathcliff. "Yarın sabaha kadar Uğultulu Tepeler'de kalacaksın. Catherine'in beni görmeye dayanamayacağı hikâyesi de senin uydurduğun budalaca bir bahane. Birdenbire karşısına çıkmaya gelince, ben böyle bir şey istemiyorum, ona, senin alıştıra alıştıra söylemen gerek... Gelip gelemeyeceğimi kendisine sorarsın. Adımı hiç anmadığını, onun yanında benden hiç söz edilmediğini söylüyorsun. Evde benden söz etmek yasak olduğuna göre, kime benden söz açabilir ki? Önce, hepiniz kocasının casuslarısınız! Ah, eminim ki aranızda bir cehennem hayatı yaşıyor! Onun suskun halinden, neler çektiğini kestirebiliyorum. Diyorsun ki, çoğunlukla tedirgin, endişeli, peki bu mudur huzur içinde olduğunun kanıtı? Aklının iyice yerine gelmediğini söylüyorsun. Öyle herkesten uzak tutulurken, başka türlüsü olabilir mi? Bir de o sevimsiz, adi herif, sorumluluk ve insanlık duygularıyla ona bakıyormuş! Sırf görevi olduğu için, insanlık uğruna, acıdığından ona bakan birinin yardımıyla, eski haline kavuşabileceğini mi düşünüyorsun Catherine'in? Çiçek saksısına dikilen bir meşe fidanının ağaç olmasını beklemek gibi boş bir hayaldir bu! Bu işi hemen bir sonuca bağlayalım: Burada kalarak, benim, Linton'la seyislerinin engelini aşıp, Catherine'e giden yolu kendi başıma mı açmamı istersin? Yoksa, bugüne kadar olduğu gibi, dost olarak, istediklerimi yapmak mı? Hemen karar ver! Çünkü, inadından vazgeçmezsen bir dakika bile oyalanmam için neden kalmamış demektir!"
İşte böyle Bay Lockwood, onunla tartıştım, sızlandım, belki elli defa kesin olarak reddettim. Ama en sonunda bir anlaşma yapmak zorunda kaldım. Şöyle ki; yazacağı mektubu hanımıma götürecektim. Eğer hanım razı olursa, Linton'ın evden ilk uzaklaştığı gün, ona haber salacak, ne zaman gelebileceğini bildirecektim. İçeri girme işi kendisine kalıyordu, çünkü ne ben, ne de öbür hizmetçiler ortalıkta olmayacaktık. Bu, doğru muydu, yoksa değil miydi? Korkarım ki, o koşullarda uygun olsa bile doğru değildi. Böyle bir şeye razı olmakla yeni bir kargaşayı önlemiş olduğumu, üstelik böyle bir heyecanın Catherine'in ruhsal dengesizliğine iyi gelebileceğini düşündüm ve sonra, birinin lafını ötekine taşıdığım için Bay Edgar'dan yediğim sert azarı hatırladım. Madem ki o sırrı açıklayarak tepkileri üzerime çekmiştim, öyleyse ağzımı sıkı tutmalıydım. Sonunda böyle düşünerek bu konudaki iç tedirginliğimi gidermeye çalıştım. Ne var ki, eve dönüş yolculuğum, gelişimden daha hüzünlü oldu; Küçük notu, Bayan Linton'ın eline tutuşturma cesaretini bulmadan önce de uzun süre düşündüm.
"Aaa, Kenneth geldi, aşağıya inip, ona çok daha iyi olduğumuzu söyleyeceğim. Benim hikâye, bizlerin deyimiyle biraz buruk; ama insana vakit geçirtir."
İyi yürekli kadın, doktoru karşılamak için aşağıya inince, ben de, önce "Buruk..." sonra da "Acı!" diye düşündüm. "Bu beni oyalayacak cinsten bir hikâye değil, ama zararı yok! Bayan Dean'in acı otlarından sağlık için yararlı ilaçlar seçebilirim. Elbette ilk olarak, Catherine Heathcliff'in pırıl pırıl parlayan gözlerinde pusu kurmuş olan çekicilikten sakınmalıyım. Bu genç ve güzel kıza gönlümü kaptırırsam, üstelik kızı da anasının kopyası çıkarsa, benim halim nice olur!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top