XI

İşte böyle, yalnız başıma oturmuş bunları düşünmekteydim. Sonra aniden içime bir korku düştü, kalktım, çiftliğe doğru uzanayım da neler olup bitiyor, bir bakayım dedim. Başlığımı geçirdim. Hindley'le konuşmalıydım, herkesin onun hakkında neler söylediğini bilmeliydi. Onu her konuda bilgilendirmek boynumun borcudur, diye düşünüyordum. Ama, onun bir türlü vazgeçemediği kötü alışkanlıklarını hatırlayınca umudum kırılıverdi. Hayır, ona bir yararım dokunamazdı, o kasvetli eve bir daha girmeyecektim.

Bir gün Gimmerton'a gidiyordum; yolumu değiştirerek bahçe kapısının önünden geçmeye karar vermiştim. Öğle vaktiydi, hava da buz gibi soğuktu. Etraf çırılçıplak kalmış, yollar soğuktan donarak buz kesmişti. Şose yolun kırlara açılan sol yanında, kavşakta, küfeki taşından, kabaca yontulmuş bir sütun vardı. Kuzeye bakan yüzünde W.H. (Uğultulu Tepeler); doğuda G; güneybatı yüzünde ise T.G. harfleri bulunuyordu. Grange'in ve Tepeler'in bir de köyün ne yönde olduklarını göstermekteydi. Sütunun tepesi kül rengine bürünmüş güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu. Bu manzara bana yazın o sıcak günlerini hatırlatmıştı ve neden bilmem, içim çocukluk günlerimin coşkulu sevinciyle kabardı. Yirmi yıl öncesine dönüverdim: Hindley ve ben ne de çok severdik burayı. Gözlerimi yıpranmış taş sütuna diktim. Oracıkta durup öylece uzun uzun baktım. Sonra dibindeki oyuk hâlâ duruyor mu, diye merak içinde eğildim. Evet, işte hâlâ oradaydı. Eskiden olduğu gibi içi yine sümüklüböcek kabuklarıyla ve çakıl taşlarıyla dolu, diye düşündüm; bunları daha bir sürü ıvır zıvırla beraber bu gizli oyuğa saklamaktan ne kadar hoşlanırdık. Derken, oyun arkadaşım gözümün önüne geliverdi tam da o günlerdeki haliyle: Çimenlerin üzerine oturmuş, kara saçlarla çevrili, köşeli hatlara sahip yüzünü öne eğmiş, küçücük elinde sivri bir taş, toprağı eşeliyor. Yüksek sesle, "Zavallı Hindley!" dedim, elimde olmadan. İçim titredi, gözlerim beni yine yanıltmıştı, sanki çocuk başını kaldırmış, gözlerini gözlerime dikmişti. Hayal bir anda uçup gitti, ama içim eve gitmek, orada olmak isteğiyle yanmaya başladı. Bir endişe tohumu kök salmıştı sanki, yüreğimde bir şey beni oraya çekiyor, içimden bir ses 'Acele et!' diyordu. 'Ya ölmüşse!' diye düşündüm. 'Ya ölmek üzereyse, ya o düşler, ölüme işaretse!' Eve yaklaştıkça telaşım artıyordu, uzaktan gördüğümde ise bütün vücudum zangır zangır titremekteydi. Hayalet benden önce oraya varmıştı; saçları karmakarışık, kahverengi gözlü oğlanın, al yanaklı yüzünü parmaklıklara bastırmış olarak gördüğüm ilk günkü hayaliydi. Biraz daha düşününce, Hareton olsa gerek, dedim. Benim Hareton'ım, on ay önce bıraktığımdan beri pek fazla değişmemişti.

Budalaca korkularımdan silkinerek; "Hareton, ben Nelly, Nelly, dadın," diye seslendim.

Kolumun uzanamayacağı kadar geriye çekilip, yerden iri bir taş aldı.

Onun, Nelly'yi hatırlasa bile, bana benzetemediğini düşünerek, "Babanla konuşmak için geldim Hareton," dedim.

Taşı fırlatmak için kaldırdı, yatıştırmak için bazı şeyler söyledim ama başarılı olamadım. Taş başlığıma çarptı, ardından da küçük çocuğun ağzından, kekeleyerek haykırdığı bir sürü küfür döküldü. Bu küfürlerin anlamını bilmiyordu belki, ama ustaca söylüyor, bebek yüzünü çirkinleştiren korkunç bir kötülük ifadesiyle sürekli küfür ediyordu. Bunun beni kızdırmaktan çok, üzmüş olduğuna inanın. Neredeyse ağlayacaktım. Cebimden çıkardığım portakalı ona uzattım. Önce bir durakladı, sonra aldatıp geri çekivereceğimden korkmuş gibi bir saldırışta elimden kaptı. Bir tane daha çıkardım, bu defa ondan uzak tutarak, "O kibar sözleri sana kim öğretti bakayım?" diye sordum. "Yoksa papazdan mı öğrendin?"

"Papazın da, senin de Tanrı cezanızı versin," dedi. "Ver onu bana!"

"Bunları kimden öğrendiğini söylersen veririm, söyle, kimden öğrendin?"

"İfrit babamdan."

"Başka neler öğrendin babandan?" diye devam ettim.

Portakala saldırdı, ben de kolumu daha da yukarıya kaldırarak, "Sana daha neler öğretiyor?" dedim.

"Hiç," diye cevap verdi. "Gözüne görünmemekten başka hiçbir şey. Beni görmek istemiyor, çünkü ona da küfrediyorum."

"Peki! Küfretmeyi de baban mı öğretiyor?" dedim.

"Yo... yo," diye homurdandı.

"Ya kim?"

"Heathcliff!"

Bay Heathcliff'i sevip sevmediğini sordum.

"Hı-hı!" diye cevap verdi.

Onu neden sevdiğini sorduğum zaman da, şunları söyledi: "Bilmem... ama babamın bana ettiklerinin aynını o da ona ediyor... Babam bana küfür etti mi, o da ona ediyor. Bana da, 'istediğini yap,' diyor."

"Demek papaz sana okuma yazma öğretmiyor, öyle mi?"

"Hayır, bana dendi ki, 'eğer papaz evin eşiğinden içeri adımını atarsa... otuz iki dişi, gırtlağından aşağı gidecek...' Heathcliff, bunu yapacağına söz verdi."

Portakalı eline tutuşturup, babasına gitmesini ve Nelly Dean adında bir kadının kendisiyle konuşmak için bahçe kapısı önünde beklediğini haber vermesini söyledim. Gitti eve girdi, ama Hindley yerine Heathcliff göründü, onu görür görmez dönüp bütün hızımla kaçmaya başladım; taş sütuna ulaşıncaya kadar koştum. Bir gulyabaniyle karşılaşmışçasına korkmuştum. Bu olayın Isabella işiyle hiçbir ilgisi yok. Yalnız, Catherine'in canını sıkarak evde bir tatsızlık çıkmasına yol açacak olsam bile, Heathcliff'in Tepeler'de yaptığı kötülüğe benzer bir şeyi Grange'de de yapmasına engel olmak için daha uyanık bulunmam gerektiğini, bana bu olay öğretti. Ben de size bunun için anlattım.

Heathcliff'in öbür gelişinde, bizim küçükhanım avludaki güvercinlere yem veriyordu. Üç günden beri yengesiyle tek kelime konuşmamıştı, ama, huysuzca yakınmalarından vazgeçmiş, böylece hepimiz rahata kavuşmuştuk. Heathcliff zorda kalmadıkça küçükhanıma selam bile vermezdi, bunu biliyordum. Ama şimdi kızı görür görmez ilk yaptığı şey, eve doğru bir göz atmak oldu. Ben mutfak penceresindeydim, hemen dışardan görülmeyecek bir yere çekildim. Derken Heathcliff kıza yaklaşarak bir şeyler söyledi. Kız şaşırmış gibiydi, oradan uzaklaşmak istiyordu. Heathcliff engel olmak için onu kolundan yakaladı. Kız yüzünü öte yana çevirdi. Belli ki adam ona cevap vermek istemediği bir soru sormuştu. Heathcliff eve doğru yeniden bir göz attı; alçak herif, gözetlenmediğine emin olmalıydı ki, kıza küstahça sarılıverdi.

"Vay hain vay!" diye bağırdım, "Seni ikiyüzlü seni! Alçak yalancı seni!"

Yanımda beliren Catherine, "Kimmiş bu alçak dediğin Nelly?" diye sordu, ben gördüklerime dalmış, onun girdiğini duymamıştım.

"Senin şu beş para etmez arkadaşın!" diye cevap verdim. "İşte şurada gördüğün sinsi çapkın. O da bizi gördü, buraya geliyor! Bakalım küçükhanıma sarılışını örtbas etmek için neler uyduracak. Oysa sana ondan nefret ettiğini söylüyordu."

Bayan Linton, Isabella'nın zorla kurtulup bahçeye doğru kaçtığını görmüştü. Bir dakika sonra da Heathcliff kapıyı açtı. Duyduğum tiksintiyi dile getirmekten kendimi alamadım. Ama Catherine öfkeli öfkeli susmamı söyleyerek eğer çenemi tutmazsam, mutfaktan kovacağını bildirdi.

"Duyan da, evin hanımı sensin sanacak!" diye bağırdı. "Haddini bil! Heathcliff, ortalığı böyle karıştırmaktaki amacın ne? Sana Isabella'yı rahat bırak, demiştim. Yalvarırım onu rahat bırak. Eğer buraya gelmekten bıktıysan ve Linton'ın kapıyı yüzüne kapamasını istiyorsan, o başka!"

"Tanrı, onu böyle bir şey yapmaktan korusun!" dedi alçak. O anda ondan daha da fazla iğrendim. "Tanrı onu, uysal, sabırlı kılsın! Onu öbür dünyaya yollama hırsı, içimde her geçen gün biraz daha artıyor."

Catherine iç kapıyı örterek, "Sus!" dedi, "Sabrımı taşırma! Niye sözümü dinlemedin? Yoksa kız mı özellikle karşına çıktı?"

"Bundan sana ne?" diye homurdandı Heathcliff. "Kız istedikten sonra sana ne oluyor. Bir kulübecik kurdurup bana ev diye verdiğin için böbürlenme. Benim Isabella ile evlenmemi yürekten istediğini bilsem gırtlağını kendi elimle keserdim."

"Ah, bütün kabahat benim kıskanmayışımda, değil mi?" diye sızlandı Catherine. "Öyleyse, evlen demeyeceğim. Zaten bu, yitik bir ruhu şeytana teslim etmek kadar kötü bir şey. Bana kalırsa sen mutluluğu başkalarına acı çektirerek buluyor, böyle olduğunu ispat ediyorsun. Edgar, senin dönüp gelişin yüzünden kapıldığı huzursuzluktan sıyrılmış bulunuyor; ben de bundan böyle esenlik içinde, gönül rahatlığına ereceğimi sanmaktaydım; derken sen, bizim huzur içinde oluşumuzu çekemeyerek kargaşa çıkarmaya karar vermiş görünüyorsun. İster Edgar'la kavga et Heathcliff, ister kız kardeşini kandır. Bu sadece benden öç almana yarayacak."

Konuşma kesildi. Bayan Linton kızgın ve küskün ocak başında oturdu. İçindeki duygular gittikçe başkaldırıyor, onları bir türlü yatıştıramıyordu. Heathcliff ise, kollarını kavuşturup ocağın yanında durmuş, hain hain düşünüyordu. Onları öylece bırakıp Bey'e bakmaya gittim. O da, Hanım'ın aşağı katta niye bu kadar uzun süre kaldığını merak etmekteymiş.

İçeriye girdiğim zaman, "Ellen," dedi, "Hanımını gördün mü?"

"Evet, efendim, mutfakta," diye cevap verdim. "Bay Heathcliff'in davranışı yüzünden çok üzüldü. Bence bu adamın ziyaretlerini bir hale yola koymanın zamanı geldi. Fazla yumuşak davranmak zararlı oluyor. Nitekim bugün..." diye başlayıp avludaki olayı ve ondan sonraki gelişmeleri dilimin döndüğünce anlattım. Bayan Linton sonradan Heathcliff'in tarafını tutmaya kalkışmazsa, bu söylediklerimin ona bir kötülüğü dokunacağını sanmıyordum. Bey, hikâyemin sonunu güçlükle bekleyebildi. Konuşmasından karısını da suçlu bulduğu anlaşılıyordu.

"Çok oluyor artık!" diye bağırdı. "Aslında onunla arkadaşlık etmesi, üstelik beni de buna zorlaması, başlı başına bir rezalet! Avludan iki adam çağır bana Ellen! Catherine'in o alçakla daha fazla tartışmasına gerek yok... artık sabrım tükendi."

Aşağıya indi, hizmetçilere holde kalmalarını söyleyerek mutfağa girdi. Ben de ardından gittim. Mutfaktakiler öfkeli konuşmalarına yeniden başlamışlardı. Daha doğrusu Bayan Linton kızgın kızgın söyleniyor, Heathcliff pencere önünde durmuş, görünüşe göre yılmış bir halde başı önüne eğik, dinliyordu. Bey'i önce o gördü, hanıma susmasını işaret etti, o da bu işaretin sebebini anlar anlamaz sustu.

Linton, karısına dönerek, "Nasıl oluyor da, bu rezilin sana karşı söylediklerinden sonra hâlâ burada oturabiliyorsun?" dedi. "Yoksa bu, onun her zamanki konuşması olduğu için mi aldırış etmiyorsun? Herhalde onun alçaklığına alıştın. Benim de alışabileceğimi mi sandın?"

Kocasının bu çıkışına hem kızdı, hem de önem vermez görünerek karşısındakini kışkırtıcı bir ses tonuyla: "Yoksa kapıyı mı dinledin, Edgar?" diye sordu. İlk konuşma üzerine bakışlarını kaldırmış olan Heathcliff, bu sonuncuyu duyunca alaycı alaycı güldü. Asıl istediği Linton'ın dikkatini kendi üstüne çekmekti; başardı da. Ne var ki Edgar öfkeye kapılarak onu daha fazla eğlendirmek niyetinde değildi.

"Size şimdiye kadar katlandım, efendi," dedi, sakin sakin. "Ama sizin zavallı, aşağılık biri olduğunuzu bilmediğimden değil, böyle oluşunuzdaki bütün sorumluluğun size yüklenmemesi gerektiğini düşündüğüm için. Üstelik Catherine sizinle arkadaşlığını sürdürmek istiyordu ki, buna da budala gibi razı oldum. Varlığınız en namuslu bir insanı bile lekeleyebilecek manevi bir zehirdir. Hem bu yüzden, hem de daha kötü olayları yol yakınken önlemek için bu eve bundan böyle ayak basmamanızı, şimdi de hemen gitmenizi istiyorum. Üç dakikalık bir gecikme bu işin zorla, hem de yakışık almayacak bir şekilde yapılmasıyla sonuçlanacaktır."

Heathcliff, karşısındakini alaycı bakışlarla süzdü.

"Cathy, senin kuzu, insana bir boğa gibi gözdağı veriyor!" dedi. "Bir yumrukta kafatasını parçalayabileceğimin farkında değil. Tanrı şahit! Bay Linton, yere serilmeye bile değmediğin için çok üzgünüm!"

Bey koridora doğru bir göz attıktan sonra adamları çağırmamı işaret etti. Kendisinin teke tek dövüşmeye hiç niyeti yoktu. Verdiği işarete uydum; bir şeylerden şüphelenen Bayan Linton da ardımdan geldi. Tam onları çağırıyordum ki, kolumdan tutup beni geriye doğru çektikten sonra, kapıyı çarparak kapattı, hem de kilitledi.

Kocasının öfkeli şaşkın bakışına karşılık da, "Yağma yok!" dedi. "Ona saldırmaya cesaretin yoksa, ya özür dilersin, ya dayağı yersin. Böylece de, olduğundan daha kabadayı görünmemeyi öğrenirsin. Hayır, anahtarı yutarım, gene de sana vermem! Bir haftadır, birinin güçsüz, öbürünün kötü yaradılışına ses çıkarmadığım için mükâfatını ne kadar güzel görüyorum! Teşekkür yerine, budalaca, saçma iki nankörlük örneğiyle karşılaşıyorum. Ben hem seni, hem kardeşini savunuyordum Edgar. Hakkımda böylesine kötü şeyler düşündüğün için, Heathcliff'in seni bayıltıncaya kadar kırbaçlamasını isterdim."

Bey'in üzerinde bu sonucu almak için kırbaçlanmasına gerek kalmadı. Catherine'in sıkı sıkı tuttuğu anahtarı zorla almaya kalkınca, o da tutup anahtarı ateşin ortasına fırlattı. Bunun üzerine Bey'in yüzü kül gibi oldu, bütün vücudu titremeye başladı. Bu aşırı heyecanını göstermemek için ölmeye bile razıydı, ama elinde değildi; büyük bir üzüntü içindeydi, gururunun kırılmasına dayanamadı, bir sandalyenin arkalığına doğru eğilerek yüzünü elleriyle örttü.

Bayan Linton, "Aman Tanrım!" dedi. "Eski günlerde olsak bu hareket sana bir şövalyelik payesi kazandırırdı. Rezil olduk! Rezil olduk! Korkma hadi! Kral, bir fare sürüsüne karşı nasıl ordu göndermezse, Heathcliff de sana dokunmaz. Gönlünü ferah tut! Tatlı canına bir şey olmayacak! Sen bir kuzu bile değilsin, sadece emzikte bir tavşan yavrususun."

"Bu ağzı süt kokan korkakla sana mutluluk dilerim Cathy!" dedi öbürü. "Zevk sahibi olduğun için de tebrik ederim! İşte beni bırakıp, aldığın köle ruhlu, titrek yaratık! Ona yumruğumla değil, ayağımla vurmak ister, bundan da yeterince tatmin olurdum. Ağlıyor mu, yoksa korkudan bayılmak üzere mi?"

Herif yaklaşıp, Linton'ın dayandığı sandalyeyi hızla itti. Ancak bu ona biraz pahalıya mal oldu. Çünkü bizim Bey birdenbire doğrulup, onun boynuna öyle bir darbe indirdi ki, ince yapılı bir adamı yere serebilirdi; ama bu darbe, öbürünün ancak bir dakikalığına soluğunu kesti. Bu arada da Bay Linton arka kapıdan avluya, oradan ön kapıya gitti.

"Gördün mü yaptığını? Bir daha gelemezsin artık!" diye bağırdı Catherine, "Hemen uzaklaş, bir çift tabanca, yarım düzine de yardımcıyla gelir şimdi. Konuştuklarımızı işittiyse, seni bağışlamayacaktır. Onun iyiliğine kötülükle karşılık verdin Heathcliff! Neyse git... çabuk ol! Edgar'la sen karşılaşacağına, benim karşılaşmam daha iyi."

"Gırtlağımdaki acıyla gideceğimi mi sanıyorsun?" diye gürledi öbürü, "Cehennem hakkı için... Hayır! Kaburgalarını saman çöpü gibi darmadağın etmeden, şu eşikten dışarıya adım atmam! Eğer onu şimdi yere sermezsem, bir gün mutlaka öldürürüm; sen de yaşamasını istiyorsan, bırak da dersini vereyim!"

Bir yalan uydurarak, "Kendisi gelmiyor," diye söze karıştım. "Arabacı ile iki bahçıvan geliyor; onların sizi kapı dışarı etmelerini beklemezsiniz herhalde. Hepsinin elinde birer sopa var. Bey, emrinin yerine getirilişini salon penceresinden seyreder."

Evet, bahçıvanlarla arabacı oradaydılar, ama Bey de onlarla birlikte avluya gelmişti. Heathcliff biraz düşündükten sonra, kendisinden aşağı tabakadan üç adamla dövüşmenin doğru olmayacağına karar verdi; ocak demirini alarak iç kapının kilidini kırdı, öbürleri içeri girerken o da sıvışıp gitti.

Çok heyecanlanmış olan Bayan Linton, kendisiyle birlikte yukarı çıkmamı istedi. Bu kargaşada benim de payım olduğunu bilmiyordu. Öğrenmesi ise benim için hiç de iyi olmazdı.

Kendisini divanın üzerine atarak, "Nerdeyse aklımı oynatacağım Nelly," dedi. "Kafamın içinde sanki binlerce demirci demir dövüyor. Isabella'ya söyle, gözüme görünmesin. Bütün bu gürültü onun yüzünden çıktı. O ya da başka biri, beni şimdi daha fazla kızdıracak olursa her şeyi kırar dökerim. Bu akşam Edgar'ı görürsen Nelly, ona benim ağır bir hastalıkla karşı karşıya bulunduğumu söyle. Umarım gerçekten de hastalanırım! O beni öylesine korkuttu öylesine telaşlandırdı ki, ben de onu korkutmak istiyorum. Şimdi gelip bir sürü hakaretler ve şikâyetler yağdırmaya kalkabilir. Kuşkusuz ben de aynı şekilde karşılık veririm, ama ondan sonra işin nereye varacağını Tanrı bilir. Dediğimi yapacaksın değil mi, iyi yürekli Nelly'ciğim? Bu meselede benim hiçbir suçum olmadığını biliyorsun. Kapıyı ne demeye dinledi sanki? Evet, sen yanımızdan ayrıldıktan sonra, Heathcliff'in söyledikleri de yenir yutulur cinsten değildi, ama aklını Isabella'dan başka bir konuya çekebildiğim sürece, ne söylese bence değeri yoktu. Şimdi her şey berbat oldu, hem de sırf o budalanın kendi ardından söylenenleri kulağıyla duymaya çalışması yüzünden. Zaten kimileri kapı dinlemeye pek meraklıdırlar. Edgar bizim konuştuklarımızı öğrenmemiş olsaydı, böylesine çileden çıkmazdı. Ben onun onurunu kurtarmak için, Heathcliff'i sesim kısılana kadar azarlıyorum, oysa o üzerime gelip sebepsiz yere bana çıkışıyor! Doğrusu artık bundan sonra, 'Ne haliniz varsa görün' der, aradan çekilirim. Bu olay nasıl kapanırsa kapansın. Tanrı bilir hepimiz ne kadar uzun bir süre birbirimizin yüzüne bile bakmayacağız. Artık Heathcliff'le arkadaşlık edemeyeceksem, Edgar böyle sıradan davranışlarla beni üzecekse, o zaman ben de acı çekip onları üzecek, hatta hasta olup yatağa düşerek herkesten öcümü alacağım. Bu iş de böylece sona erecek! Ama bu, hiç ümit kalmadığı zaman atılması gereken bir adım. Yalnız Linton'ın şunu önceden bilmesini istiyorum: Bugüne kadar akıllı davranarak beni sinirlendirmekten çekindi. Bundan sonra da böyle davranmaya devam etmezse, karşılaşacağı tehlikeleri sen ona anlatmalısın. Alıngan olduğumu, dokunsalar çıldıracak hale geldiğimi hatırlatmalısın. Bir de, şu duygusuz bakışları terk edip benim için üzülüyor görünebilirsen iyi olur."

Bu sözler tam bir içtenlikle söylendiği için onu dinlerken gösterdiğim vurdumduymazlığa canı sıkılıyordu. Haklıydı da. Ama istediğini elde edebilmek için sinir krizleri geçiren ve bunu kendi iradesiyle gerçekleştirebilen biriydi. Ayrıca bu krizler sırasında kendine nasıl hâkim olabileceğini de çok iyi biliyordu. Üstelik, onun bencilliğine katkıda bulunacağım diye, kocasını onun dediği gibi korkutup, üzüntülerini iki kat artırmayı kesinlikle düşünmüyordum. Bu yüzden avluda karşılaştığım Bey'e hiçbir şey söylemedim. Hızlı hızlı karısının yanına gidiyordu. Kavgalarına devam edip etmeyeceklerini öğrenmek için ardından gittim. Konuşmaya önce Bey başladı.

Sanki Catherine'e kırgın değildi. Ancak üzüntüyle, "Yerinden kımıldama Catherine," dedi. "Zaten fazla kalmayacağım. Buraya ne kavga etmeye, ne de uzlaşmaya geldim, ama sadece şunu öğrenmek istiyorum. Bu akşamki olaylardan sonra da onunla arkadaşlığa devam niyetinde..."

Hanım onun sözünü keserek, ayağını yere vurdu, "Rica ederim," dedi. "Rica ederim bu konu kapansın artık! Senin damarların kar suyuyla dolu. Hummaya tutulmana imkân yok, ama benimki kaynıyor, hem de böyle soğuk bir havada bile, fıkır fıkır kaynıyor."

"Beni gerçekten başından savmak istiyorsan soruma cevap ver," diye ayak diredi Bay Linton. "Cevap vermek zorundasın. Şu öfkene gelince beni ürkütüyor sanma. İsteyince, senin de herkes kadar sabırlı olabileceğini artık öğrendim. Heathcliff'ten mi vazgeçeceksin, yoksa benden mi? Aynı zamanda, hem onun, hem de benim arkadaşım olmana imkân yok. Hangimizi seçiyorsun, mutlaka bilmek istiyorum."

Catherine burnundan soluyordu ve, "Beni yalnız bırak!" diye bağırdı, "Yalnız kalmak istiyorum! Ayakta duracak halde olmadığımı görmüyor musun? Edgar git!.. Git buradan!"

Çanı bütün gücüyle çaldı, ben de yavaş adımlarla içeri girdim. Böylesine haksız, böylesine acımasız bir öfke, azizlerin bile sabrını taşırmaya yeterdi! Oraya boylu boyunca uzanmış, başını divanın kenarına vuruyor, dişlerini parçalarcasına gıcırdatıyordu! Bay Linton, yarı pişmanlık, yarı korku içinde durmuş ona bakıyordu. Bana biraz su getirmemi söyledi, bir bardağa doldurup getirdim, hanım içmek istemeyince de yüzüne serptim. Kaskatı kesilmişti, gözlerini tavana dikti; rengi ölü gibi sapsarıydı. Linton ise dehşet içindeydi.

"Hiçbir şeyi yok," diye fısıldadım. Aslına bakılırsa, ben de korkmuştum, Bey'in hemen pes etmesini istemiyordum.

"Dudağı kanamış," dedi titreyerek.

Ben de sertçe, "Aldırmayın!" diye cevap verdim. Sonra, kendisi gelmeden önce Catherine'in bir sinir nöbeti gösterisi sunmaya hazırlandığını da anlattım. Gelgelelim, bir düşüncesizlik edip yüksek sesle söylemiştim, elbette hanım duydu, birdenbire doğruldu. Saçları omuzlarına dökülmüş; gözleri şimşek gibi parlıyor, boyun kasları seyiriyordu. Şimdi yerinden kalkıp herhalde kemiklerimi kırar, diye düşündüm. Ama o sadece patlak gözleriyle çevresine bakındıktan sonra, koşarak odadan çıktı. Bay Linton'ın emri üzerine onu izledim. Ancak yatak odasının kapısına kadar gelebildim, çünkü kapıyı sürgülemişti.

Ertesi sabah, kahvaltıya inmediği için gidip yiyecek bir şeyler getirmemi istiyor mu, diye sordum. Kesin olarak, "Hayır!" diye yanıtladı. Aynı soruyu hem öğle, hem akşam, hem de ertesi sabah sordum. Ancak hep aynı yanıtı aldım. Bay Linton ise bütün zamanını evin kitaplığında geçiriyordu. Karısının durumuyla hiç ilgilenmemekteydi. Isabella ile bir saat süren bir konuşma yapmış, ondan Heathcliff'in davranışlarıyla ilgili kötü sözler söylemesini beklemiş, ama aldığı kaçamak yanıtlardan pek bir şey anlayamamıştı. Başarısızlıkla sona eren bu konuşmanın ardından Bay Linton, kız kardeşine, o değersiz talibine cesaret vermek gibi bir delilik yapacak olursa, kendisiyle bütün akrabalık bağlarını koparacağı tehdidini savurmaktan da geri kalmamıştı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top