IX

Hindley ağza alınmaz küfürler savurarak içeri girdiğinde ben de oğlunu mutfak dolabına saklamak üzereydim. Hareton ondan korkardı, sadece o delicesine öfkeli tavırlarından değil, sevgisinden de ürkerdi. Çünkü Hindley'in sevgisi bile haşin olurdu. Bizim Bey sinirlendiğinde, çocuğu tuttuğu gibi duvardan duvara çarpar, sevmek istediğinde ise canını acıtacak kadar sıkıştırıp, soluğu kesilinceye kadar öperdi. Babasının huyunu bildiğinden olacak, zavallı yavrucak, onu saklamak istediğimde, kendini kayıtsız şartsız bana teslim ederdi.

Tam çocuğu saklamak üzere davranmıştım ki, bunu fark eden Hindley, beni ensemden yakaladığı gibi geri çekti. "İşte, şimdi anlıyorum!" diye bağırdı. "Tanrı şahidimdir ki siz bu çocuğu öteki tarafa yollamak için ant içmişsiniz! Çocuk niye benden köşe bucak kaçıyor, şimdi anlaşıldı. Ama, dur sen, ben yapacağımı bilirim, şu ekmek bıçağını boğazından aşağıya sallamazsam! Sen gül daha. Az önce Kenneth'ı, Blackhorse bataklığına baş aşağı sallayıverdim. Bir ya da iki, ne fark eder. Görünen o ki birkaçınızı gebertmezsem huzur bulamayacağım."

"Ama, Bey'im, ekmek bıçağıyla benim hiç aram yoktur ki," diye cevapladım. "O bıçakla biz ringa balıklarını doğrarız, hani şu kırmızı ringaları. İlle de yapacağım diyorsanız, bari tüfekle yapın, kurşun yemeyi bıçaklanmaya tercih ederim."

"Sen asıl belanı bulmayı tercih edersin!" dedi. "Hem, bulacaksın da... İngiltere'de insanı, kendi evini idare etmekten alıkoyan hiçbir yasa yoktur. Bir de benim evime bak, ne dirlik var ne düzen! Aç şu ağzını."

Bıçak elinde, ağzımı açmam için zorluyordu; ucunu dişlerimin arasına soktu; ama bende, onun bu deli saçmalıklarına pabuç bırakacak göz yoktu. Başımı geriye çekerek, tükürdüm; "Bıçağın tadı insanın midesini bulandırıyor, yutmama imkân yok," dedim.

Aniden beni bırakarak, "Vay canına!" dedi. "Ben de şu küçük çapkını Hareton sanmıştım, meğer değilmiş, özür dilerim Nelly. Eğer o olsaydı, beni görünce koşarak gelip karşılamadığı gibi, üstelik bir de zebani görmüş gibi avaz avaz haykırdığı için diri diri yüzülmeyi hak ederdi. Gel buraya köpek eniği! Sana, yufka yürekli, zavallı babanı kandırmayı gösteririm ben! Bak, kulakları kesilse daha yakışıklı olmaz mı haa? Kulağı kesilen köpekler daha yırtıcı olurlar. Bana bir makas ver... Ben bir şeyin hem yırtıcı, hem de düzgün kırpılmış olanından hoşlanırım! Üstelik kulaklarımızı saçlarla örtüp saklamak iblisçe bir düşüncedir, çünkü onlarsız da yeterince eşeğiz. Sus oğul, sus! Haa, bak bu benim sevgili oğlummuş meğer! Şişşt, kurula gözlerini... Hah şöyle, gül biraz. Hadi öp beni bakayım. Ne! Hayır mı? Öp beni diyorum Hareton! Tanrı cezanı versin, öp beni! Eh, ben de eğer şu yumurcağın kafasını koparmazsam..."

Zavallı Hareton, babasının kolları arasında olanca gücüyle yaygarayı basıp tepiniyordu. Onu merdivenden yukarı çıkarıp, tırabzandan aşağıya sarkıtınca da, feryatlarını iki kat yükseltti. "Çocuğu korkudan çıldırtacaksınız!" diye bağırarak, elinden almak için koşturdum. Yanlarına vardığımda Hindley, neredeyse elinde tuttuğu şeyin ne olduğunu bile unutmuştu. Tırabzandan eğilip aşağıdan gelen bir sesi dinliyordu. Merdiven başından birinin yaklaştığını fark etmişti. "Kimdir o?" diye seslendi. Ben de öne doğru eğilmiştim. Gelenin ayak seslerinden Heathcliff olduğunu kestirdiğim için görünmemesini işaret etmek istiyordum. Bu yüzden gözümü Hareton'dan ayırdığım sırada, çocuk birdenbire, babasının gevşek parmaklarından sıyrıldığı gibi aşağıya uçtu.

Neye uğradığımızı anlayamamıştık. Bir an kalbim duracak sandım. Heathcliff'in tam bu sırada aşağıda bulunması ve ani bir refleksle çocuğu havada kapması, hepimizi feci bir sondan kurtarmıştı. Heathcliff, talihsiz yavruyu yere bıraktıktan sonra başını kaldırıp kazaya kimin neden olduğunu öğrenmek için yukarı baktı. Sorumlusunun Bay Earnshaw olduğunu gören Heathcliff'in yüzü bir anda değişti, şaşkınlık içindeydi. Aldığı bir piyango biletini beş şiline satan, ancak ertesi günü o bilete beş bin sterlin çıktığını öğrenen bir bahtsızın yüzünde bile, böyle bir ifade görülemezdi. Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki, eğer ortalık biraz karanlık olsaydı küçük Hareton'ın başını merdiven basamaklarına çarpa çarpa aşağıya yuvarlanması işten bile değildi. Heathcliff ise adeta çocuğu kurtardığına bin pişman gibiydi. Gelgelelim biz çocuğun kurtulduğunu görmüştük. Biraz sonra da ben aşağı inmiş, değerli emanetimi kollarımın arasına almıştım. Hindley utanmıştı, merdivenleri ağır ağır inip geldi. Aniden ayılmıştı.

"Suç senindi, Ellen," dedi, "Çocuğu gözümün önünde tutmayacaktın, onu benden kaçırmalıydın. Bak bakalım bir yeri incinmiş mi!"

"İncinmek mi!" diye bağırdım. "Bu çocuk ölmese bile, ömür boyu sakat kalır. Ona olan davranışlarınızı görmek için annesi mezarından nasıl fırlamıyor, şaşıyorum. Hiç kimse kendi kanından canından olan birine sizin gibi davranmaz!.."

Kollarımın arasında güvenlikte olduğunu anlayınca korkusunu hıçkırıklarıyla yatıştırmış olan çocuğa dokunmak istedi. Ama, babasının değmesine fırsat kalmadan, çocuk eskisinden de büyük bir çığlık kopardı ve sara tutmuşçasına titremeye başladı.

"Onu rahat bırakın!" dedim. "Sizden nefret ediyor... aslına bakarsanız, herkes sizden nefret ediyor! Üstelik mutlu bir aileniz de var. Ama son günlerdeki davranışlarınız herkese yaka silktiriyor!"

Güldü. "Daha da güzel olacak Nelly," dedikten sonra, sert tavrını sürdürdü: "Sen şimdi çocuğu al götür. Bana bak Heathcliff! Sen de gözüme görüneyim deme, sesini de duymayayım anladın mı? Seni bu gece öldürmeyeceğim. Eğer evi ateşe vermeyecek olursam elbette... Evi ateşe vermeye gelince, bunu artık keyfim bilir."

Bu arada konsoldan bir şişe konyak çıkarıp kadehi doldurdu.

"Ne olur yapmayın Bay Hindley!" diye yalvardım. "Azıcık söz dinleyin. Kendinize acımıyorsunuz, bari şu çocuğa acıyın!"

"Onun için herhangi biri, benden çok daha iyidir," diye cevap verdi.

Elindeki bardağı almaya çalışarak, "Kendi ruhunuzu düşünün öyleyse," dedim.

"Ben ha! Tam aksine, sırf beni yaratanı cezalandırmak için kendimi mahvetmekten büyük bir zevk duyacağım!" diye bağırdı günahkâr. "İşte, bu da onun kahrolması şerefine!"

İçkiyi içti, sonra sabırsızca oradan uzaklaşmamızı emretti. Hem de bu emrini öyle ağıza alınmayacak küfürlerle tamamladı ki, insan ne tekrar etmek, ne de bir daha hatırlamak ister.

Kapıyı kapattıktan sonra aynı küfürleri tekrarlayan Heathcliff, "Ne yazık ki içkiyle kendisini gebertemez," dedi "Aslında elinden geleni yapıyor yapmasına, ama sağlam bir bünyesi var. Bay Kenneth, Gimmerton'un bu civarda yaşayan herkesten daha çok yaşayacağını, mezara bir günahkâr olarak gireceğini söylüyor. Hem de 'kısrağım üzerine bahse girerim' diyor. Onu ancak olağanüstü mutlu bir rastlantı zamanından önce alıp götürebilirmiş."

Mutfağa girdim, küçük yavrumu ninniyle uyutmak için oturdum. Ben, Heathcliff ahıra doğru gitti sanıyordum. Oysa, mutfağın öbür yanında hiç ışık almayan köşedeki duvara dayalı kanepenin üstüne sessizce uzanmış.

Hareton'ı dizimin üstünde sallıyor, bir yandan da:


"Gecenin geç vaktiydi, ağlıyordu bebeler,

Mezarın içinden duydu bunu anneler"

diye başlayan bir türkü mırıldanıyordum. Biraz önce duyduğu bütün gürültülerin ne olduğunu merak eden Bayan Cathy, odasının kapısından başını uzatıp:

"Nelly, yalnız mısın?" diye fısıldadı.

"Evet, küçükhanım," diye cevap verdim.

İçeri girdi, ocak başına geldi, bir şey diyecek sandım, ona baktım. Yüzünde garip bir ifade vardı, hem üzgün hem de huzursuz olduğu açıkça okunuyordu. Dudakları yarı aralıktı, bir şeyler söyleyecek gibiydi. Derin derin nefes aldı, konuşmak yerine içini çekmekle yetindi. Ama ben, onun bana olan davranışını hâlâ unutamamıştım. Bu yüzden de hiç istifimi bozmadan, yarım bırakmış olduğum türkümü, yeniden mırıldanmaya koyuldum.

"Heathcliff nerede?" diye türkümü keserek sordu.

"Ahırda, işinin başındadır," dedim.

Oğlan, belki de o ara uyukladığından, beni yalancı çıkartmadı. Sonra uzunca bir süre hiç konuşmadık, bu arada Catherine'in yanaklarından aşağı birkaç damla gözyaşının döşemeye damladığını fark ettim. 'Bana kötü davranmış olduğuna mı üzülüyor acaba?' diye düşündüm. Böyle bir şey ilk kez oluyordu. Neyse, ben yine de söze onun başlamasını bekleyecektim. Evet, ona yardımcı olmayacaktım! Aslında, kendi çıkarları dışında pek bir şeye üzülmezdi.

Sonunda sızlanmaya başladı, "Ah, öyle mutsuzum ki..."

"Vah, yazık!" dedim. "Birçok dostun, bu kadar az derdin olsun, yine de mutsuzum de... Seni nasıl mutlu edebileceğiz, bilmem ki!"

Yanıma diz çöktü; o güzel gözlerini, o insana bütün öfkesini unutturan bakışlarını yüzüme çevirdi. "Nelly, sana bir sır versem, saklar mısın?" diye sordu.

Biraz yumuşamıştım. "Saklamaya değecek bir sır mı bari?" dedim.

"Evet, üstelik beni tedirgin ediyor, söylemeden yapamayacağım! Ne şekilde hareket etmem gerektiğini bilmek istiyorum. Bugün Edgar Linton, bana evlenme teklif etti. Ben de ona bir cevap verdim. Sana 'evet' mi, yoksa 'hayır' mı dediğimi söylemeden önce, sen söyle, hangisi daha doğru olurdu?"

"Ben bilemem, Bayan Catherine," diye cevap verdim. "Bu öğle üzeri, onun yanında yaptıklarını düşünecek olursak, bence bu teklifi geri çevirmen daha akıllıca bir şey olurdu. Ama teklifi her şey olup bittikten sonra yaptığına göre; bu delikanlı ya umutsuz bir budala, ya da maceraperestin biri."

"Bu şekilde konuşursan daha fazlasını anlatmam," diyerek ayağa kalktı. "Ona, evet dedim, Nelly. Çabuk söyle yanlış mı yaptım?"

"Evet dedin ha! Öyleyse bu konuyu konuşmaya ne gerek var?.. Söz vermişsin bir kere, geri dönemezsin ki..."

Sabırsız sabırsız, ellerini ovuşturup, alnını kırıştırarak, "Ama söyle, doğru mu yaptım?" dedi.

"Bu sorunun doğru cevaplandırılması için birçok şeyin dikkate alınması gerek," dedim. "Birincisi, hem de en önemlisi, Bay Edgar'ı seviyor musun?"

"Onu sevmemenin olanağı var mı Nelly, elbette seviyorum," diye cevap verdi.

Yirmi iki yaşına gelmiş bir kızla bu şekilde konuşmak düşüncesizlik sayılmazdı.

"Onu neden seviyorsun, Bayan Cathy?"

"Saçma, seviyorum işte... nedeni var mı?"

"Elbette var, nedenini söylemelisin."

"Peki öyleyse, çünkü yakışıklı, çünkü onunla birlikte olmaktan hoşlanıyorum."

"Kötü!" dedim sadece.

"Çünkü hem genç, hem de neşeli."

"Gene kötü!"

"Çünkü o da beni seviyor."

"Bu hiçbir şeyi değiştirmez."

"Üstelik zengin olacak: Sonra bu bölgenin en büyük hanımı olmak ne demek bilir misin?.. Böyle bir kocam olmasıyla övüneceğim."

"Bu en kötüsü. Şimdi de söyle bakalım onu nasıl seviyorsun?"

"Herkes nasıl severse. Çok budalasın Nelly."

"Hiç de değil... cevap ver."

"Onun ayağının altındaki toprağı, başının üstündeki havayı, dokunduğu her şeyi, söylediği her sözü seviyorum. Her halini, her davranışını, tümüyle onun varlığını seviyorum. Başka bir diyeceğin var mı?"

"Peki niçin?"

"Yoo, sen işi şakaya alıyorsun, ama büyük bir insafsızlık! Bu iş şaka değil!" diyen küçükhanım kaşlarını çattı ve yüzünü ocağa doğru döndürdü.

"Hiç de şaka etmiyorum Bayan Catherine," diye cevap verdim. "Edgar'ı seviyorsun, çünkü; genç, yakışıklı, neşeli, zengin, üstelik o da seni seviyor. Bu sonuncu şıkkın hiç önemi yok, çünkü o sevmese de sen onu sevebilirdin. Buna karşılık bu dört niteliğe sahip olmasaydı, o istediği kadar seni sevsin, sen onu sevmezdin."

"Doğru, çok doğru; eğer çirkin, kaba saba biri olsaydı ona sadece acırdım, hatta belki de iğrenirdim."

"Ama dünyada, daha bir sürü yakışıklı, zengin gençler var; hatta ondan daha yakışıklı, daha zengin... Acaba onlardan birini sevmez miydin?"

"Böyleleri varsa bile, benim karşıma çıkmadı! Ben Edgar gibisini hiç görmedim."

"İlerde görebilirsin; üstelik Edgar da ömür boyu yakışıklı, genç kalmayacak ya!.. Hatta malını mülkünü kaybedebilir."

"Ama bugün hepsi var. Ben sadece bugüne bakarım. Ayrıca senden de daha mantıklı sözler beklerdim."

"Öyleyse mesele yok. Madem ki yalnız bugünle ilgilisin, Bay Linton'la evlen."

"Bunun için senden izin istemiyorum... onunla elbette evleneceğim; ama, sen bana hâlâ doğru yapıp yapmadığımı söylemedin."

"Eğer bir insan için yalnız bugünü düşünerek evlenmeye karar vermek doğru ise, sen de evet demekle en doğrusunu yapmışsın. Şimdi söyle bakalım, neden mutlu değilsin? Bir kere, ağabeyin memnun olacak. Yaşlı Hanım'la Bey de itiraz etmezler sanırım. Sonra, düzensiz, tedirgin bir evden kurtulup, varlıklı, saygı duyulan bir eve gideceksin. Edgar'ı seviyorsun, o da seni seviyor. Böylece her şey yolunda görünüyor, mutlu olmana engel olan şey nedir?"

Catherine bir elini alnına, öbürünü göğsüne koyarak, "Hem burada, hem burada!" diye cevap verdi, "Ruh, hangisindeyse... Ruhumda da, gönlümde de yanlış bir iş yaptığıma inanıyorum."

"Çok garip! Hiçbir şey anlamadım."

"Bu benim sırrım. Benimle alay etmezsen, sana açıklarım; açıklayamasam bile; ne hissettiğimi belki sana da hissettirmeye çalışabilirim."

Yeniden yanıma oturdu. Yüzünde daha düşünceli, daha üzgün bir ifade vardı. Birbirine kenetlenmiş elleri titriyordu.

Biraz düşündükten sonra birdenbire sordu: "Senin de tuhaf düşler gördüğün oluyor mu Nelly?"

"Evet, ara sıra," diye cevap verdim.

"Benim de öyle. Gördüğüm bazı düşler var ki, hiç aklımdan çıkmadıkları gibi, zaman zaman düşüncelerimi de değiştirmişlerdir; tıpkı suya karışan şarap gibi, benliğime iyice işlemiş, düşüncelerime başka bir renk vermişlerdir. Şimdi sana anlatacağım da onlardan biri... ama sakın alay etmeye kalkma."

"Öyleyse hiç anlatma, Bayan Catherine!" dedim. "Aklımızı karıştırmak için düşlere ve hayallere gerek yok; zaten yeterince kafamız karışık ve yeterince kederliyiz. Hadi, hadi, her zamanki gibi neşeli ol ve kendini sevmeye bak! Bak, küçük Hareton'a! Kötü düşler görmüyor mu hiç? Uyurken ne tatlı bir gülümseyişi var!"

"Evet, babası da kendi yalnızlığı içinde ne güzel küfürler savuruyor... Oysa sen onun, şu tombul, sevimli yaratık gibi günahlardan uzak olduğu günleri de bilirsin herhalde. Neyse, Nelly istesen de istemesen de anlatacağım, zaten uzun değil. Üstelik benim de neşelenmeye hiç halim yok bu gece."

"Dinlemek istemiyorum, hayır dinlemek istemiyorum!" diye tekrarladım acele.

Bugün olduğu gibi, o günlerde de düşlere inanırdım. Üstelik Catherine'de öylesine esrarengiz bir hal vardı ki gelecek bir felaketi önceden sezmiş olmasından ürküyordum. Bana kızmıştı, ama devam etmedi. Derken, bambaşka bir konuya geçti:

"Ben cennete gitsem çok sıkılırdım Nelly," diye başladı.

"Bu da, sanırım oraya gitmeye layık olmadığındandır," dedim. "Cennette bütün günahkârların canı sıkılır."

"Ama bunun için değil. Düşlerimden birinde oraya gitmiştim..."

Hemen sözünü kestim. "Düşlerini dinlemek istemediğimi söyledim sana Bayan Catherine! Artık yatacağım."

Güldü; kalkmak için davranınca da beni yerime oturttu.

"Daha bu bir şey değil," dedi. "Ben sadece, cennetin bana göre bir yer olmadığını söylemek istiyordum;oradan dünyaya dönmek için öyle ağladım, öyle ağladım ki, halime çok kızan melekler beni getirip, Uğultulu Tepeler'in yukarılarındaki fundalığın ortasına fırlatıp attılar. Orada, sevinçten haykırarak uyandım. Cennete gitmeyi ne kadar istiyorsam, Edgar Linton'la evlenmeyi de o kadar istiyorum. Eğer şu öbür odada yatan uğursuz adam, Heathcliff'i bu kadar bayağılaştırmasaydı, bu işi aklımdan bile geçirmezdim. Ama Heathcliff'le evlenmek benim de prestij kaybına uğramam demek olur. İşte bu yüzden o, kendisini gerçekten nasıl sevdiğimi hiçbir zaman öğrenemeyecek. Üstelik onu yakışıklı olduğu için değil, Nelly, onu kendimden bir parça olduğu için seviyorum, onun ruhu ile benimki aynı hamurdan... Oysa ay ışığı şimşekten, buz ateşten ne kadar farklıysa, Linton da bana o kadar uzak."

Ben, daha bu sözler sona ermeden Heathcliff'in varlığını hissetmiştim. Hafif bir hareket duyarak başımı çevirince onun kanepeden doğrulduğunu, sonra da hiç ses çıkarmadan dışarıya süzüldüğünü gördüm. Catherine, onunla evlenmenin kendisini alçaltacağını söyleyinceye kadar, konuşulanları dinlemiş, daha fazlasını duymamak için çıkıp gitmişti. Yanımda, döşemeye oturmuş bulunan Catherine ise, divanın arkalığı engel olduğundan onu görememişti. Ama ben elimde olmadan irkilip susmasını söyledim.

Telaşlı telaşlı çevresine bakındıktan sonra, "Niçin?" diye sordu.

O anda, yoldan gelen tekerlek seslerini duyarak, "Joseph geldi," diye cevap verdim. "Heathcliff de onunla birlikte gelir herhalde. Şu anda kapı önünde olmadığından bile emin değilim."

"Olsa bile söylediklerimi duyamazdı oradan," dedi. "Sen yemeği hazırlarken Hareton'a ben bakarım. Yemek hazır olunca beni de çağır. Çünkü Heathcliff'in bu gibi şeylerden anlamadığını bir kere daha görüp, vicdanımı rahatlatmak istiyorum. Anlamıyor, değil mi? Sevmenin ne olduğunu bilmiyor!"

"Sevmeyi senin kadar bilmiyorsa vay haline!.." diye cevap verdim. "Hele sevmek için bir de seni seçmişse, dünyanın en mutsuz yaratığı olacağına hiç şüphe yok! Çünkü sen Bayan Linton olur olmaz, o hem arkadaşını, hem sevgilisini, hem de her şeyini kaybetmiş olacak! Peki sen bu ayrılığa nasıl dayanabileceğini hiç düşündün mü? Onun da dünyada tek başına kalmayı nasıl karşılayacağını hiç aklına getirdin mi? Çünkü, Bayan Catherine..."

"Tek başına kalmak! Ayrılık!" diye öfkeyle sözümü kesti. "Kimmiş bizi ayıracak olan, söyler misin? Bizi ayıracak olanlar Milo'nun akıbetine uğrayacaklardır! Ben yaşadıkça hayır, Ellen. Ölümlü hiçbir yaratık için onu bırakmam. Yeryüzündeki bütün Linton'lar yok olup gidebilirler, ama ben Heathcliff'i bırakmam. Aslında benim niyetim bu değil. Ben onu yüzüstü bırakmak pahasına Bayan Linton olmayacağım! O benim için şimdiye kadar ne idiyse, bundan sonra da öyle kalacak. Edgar ona karşı duyduğu nefretten vazgeçmek, ya da en azından onu hoş tutmak zorunda. Zaten benim Heathcliff'e olan gerçek duygularımı öğrenince, bunu yapacaktır. Nelly, biliyorum, beni bir bencil, bir alçak olarak görüyorsun. Ama hiç düşündün mü ki, Heathcliff'le evlenirsek ikimiz de başkasına muhtaç bir duruma düşeceğiz? Öte yandan, eğer Linton'la evlenirsem Heathcliff'in yükselmesine de yardım edebilir, onu ağabeyimin elinden kurtarabilirim."

"Kocanın parasıyla, öyle mi, Bayan Catherine?" diye sordum. "Ama bu konuda onu düşündüğün kadar istekli bulmayacaksın. Üstelik bu, genç Linton'ın karısı olmak için saydığın sebeplerin en kötüsü."

"Hiç de değil!" diye karşılık verdi, "Hatta en iyisi! Ötekiler arzuladıklarımı gerçekleştirmek, bir de Edgar'ı tatmin etmiş olmak içindi. Bu ise çok farklı. Hem Edgar, hem de kendime karşı beslediğim duyguların hepsini bir araya getiriyor. Kelimelerle anlatamıyorum; ama senin ve herkesin benliğinde, başka bir varlığın olduğu ya da olması gerektiği düşüncesi vardır. Sadece bundan ibaret olsaydım yaratılmamın ne faydası olurdu? Heathcliff'in üzüntüleri, benim bu dünyadaki en büyük kaygım olmuştur. Onların her birini ilk günden beri gördüm, ben de onun hissettiklerini hissettim. Hatta hayattaki en büyük düşüncem oldu. Her şey yok olsa, yerle bir olup o ortalıktan silinse; evren tamamıyla değişse, o zaman ben de onun bir parçası olmaktan çıkarım. Benim Linton'a karşı duyduğum sevgi, koruluktaki bitkiler gibidir; kış nasıl onları değiştirirse, biliyorum zaman da, bu sevgiyi değiştirecektir. Heathcliff'e karşı beslediğim sevgi ise dipteki sonsuz kayalara benzer. Ben Heathcliff'im, Nelly! O, her zaman benim benliğimde. Zevk için değil, ama ben olarak benliğimde. İşte bunun için, ayrılıktan söz etme bir daha, çünkü böyle bir şey imkânsız; hem..."

Sustu, yüzünü elbisemin etekleri arasına gizledi, ama ben eteğimi zorla çekip kurtardım. Onun bu çılgınlığına daha fazla katlanamazdım.

"Bu saçma sapan sözlerinden çıkarabildiğim tek bir anlam var, küçükhanım," dedim, "O da, evlenmekle ne gibi sorumluluklar altına gireceğinden habersiz oluşundur. Eğer değilse, sen kötü, yol yöntem bilmeyen bir kızsın demektir. Hem artık bana başka sırlarını da vermeye kalkışma, çünkü onları saklayacağıma söz veremem."

"Ama bunu saklayacaksın, değil mi?" diye merakla sordu.

"Hayır, söz vermiyorum," dedim.

Üsteleyecekti ama, Joseph'in içeriye girişiyle, konuşmam sona erdi. Catherine sandalyesini ötede bir yere çekip, ben yemeği hazırlayıncaya kadar Hareton'la ilgilendi. Hazır olunca da, Bay Hindley'in yemeğini sen götüreceksin, yok, ben götüreceğim, diye kapı ağzında kavgaya tutuştuk; yemek buz gibi olduğu halde bir anlaşmaya varamamıştık ki, sonunda, Bey çağırıncaya kadar beklemeye karar verdik; uzun bir süre yalnız başına kaldığından Bey'in önüne çıkmaktan ikimiz de çekiniyorduk.

Joseph çevresine bakınıp da Heathcliff'i göremeyince, sordu: "Nasıl olmuş da hâlâ tarladan dönmemiş? Ne işler karıştırıyor gene kim bilir? Yoksa aylak aylak dolaşıyor mu ne?"

"Ben gider onu çağırırım," diye cevap verdim. "Ahırdadır herhalde."

Çağırmak için gittim, ama bulamadım. Geriye dönünce de, Catherine'in kulağına, oğlanın konuştuklarımızdan çoğunu duymuş olduğunu, ağabeyinin Heathcliff'e karşı davranışlarından şikâyet ettiği sırada, oğlanın çıkıp gittiğini fısıldadım. Kız bunun üzerine, büyük bir korku içinde ayağa kalkıp, Hareton'ı kanepenin üstüne fırlattıktan sonra, arkadaşını bir de kendisi aramak için koşturdu. Neden bu kadar telaşlandığını anlamak olanaksızdı. Belki de sözlerinin onu nasıl etkilediğini anlamak istiyordu. Dışarıda öyle uzun süre kaldı ki Joseph bile kuşkulandı. Dualarını dinlememek için geri gelmediğini söyleyip durdu. "Her ikisi de, bütün kötülükleri yapacak kadar yeterince kötü," dedi. Bunun için de, yemeğine başlamadan önce her zaman beş dakika süren duasını biraz daha uzattı. Sonra, belki yetişirler düşüncesiyle bir üçüncü duaya daha başlamıştı ki, küçükhanım telaş içinde içeriye girdi, duayı yarıda keserek ona hemen yola çıkmasını, nerelerde dolaşıyorsa, Heathcliff'i bulup getirmesini emretti.

"Onunla konuşmak istiyorum; hem de yukarıya, odama çıkmadan önce mutlaka konuşmam gerek!" dedi. "Bahçe kapısı açık, epey uzağa gitmiş olmalı. Çünkü ağılın oradan bütün gücümle seslendim ama duyuramadım."

Joseph önce ayak diredi, ama kız pek laf dinleyecek durumda değildi; sonunda yaşlı adam şapkasını başına geçirerek homurdana homurdana Heathcliff'i aramaya gitti. Catherine ise bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor ve sürekli kendi kendine konuşuyordu:

"Nerede acaba... nereye gitmiş olabilir? Acaba onu kıracak neler söyledim? Hiçbirini hatırlamıyorum. Bugünkü öfkemden ötürü çok mu canı sıkılmıştı? Söyle bana, onu çok mu üzdüm? Umarım dönüp gelir."

"Boşuna merak etme!" dedim. Ama aslında ben de merak içindeydim. "Bu kadar önemsiz bir şey için bu ne korku! Heathcliff ay ışığında kır gezintisine çıkmış ya da bizimle konuşmamak için gidip bir saman yığını üzerine uzanmıştır, heyecana kapılacak ne var bunda. Bahse girerim ki oraya gizlenmiştir. Bak onu oradan nasıl bulup çıkaracağım, göreceksin."

Aramaya devam etmek için kızın yanından ayrıldım, ama tüm aramalarım hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Joseph'in aramaları da boşunaydı.

Yaşlı adam geldikten sonra, "Bu oğlan günden güne kötüye gidiyor," dedi. "Kapıyı ardına kadar açık bırakarak gitmiş; küçükhanımın midillisi de fırsat bu fırsat diye iki dizi mısırı çiğneyip, doğruca fundalığa koşmuş. Her ne olursa olsun yarın sabah Bey'in cinleri tepesine çıkmazsa ne olayım. Böylesine vurdumduymaz, değersiz birine yine iyi sabrediyor, ama her vakit öyle olmaz ha... göreceksiniz, hepiniz göreceksiniz! Zaten onu dinden imandan çıkaranlar da sizlersiniz!.."

"Sana emrettiğim gibi onu aradın mı?" diye sözünü kesti Catherine, "Heathcliff'i bulabildin mi, sen onu söyle eşek herif?"

"Atı arasam daha iyi olurdu," dedi adam. "Bence bu daha akıllıca bir iş olurdu. Gelgelelim, böyle karanlık bir gecede ne at bulunur, ne de adam. Üstelik Heathcliff benim ıslığıma gelecek heriflerden değildir... Senin çağırmana bile kulak asmadığına göre..."

Yaz mevsimi için gerçekten çok karanlık bir geceydi; bulutlar, sanki fırtınanın habercisiydi. Yapılacak en iyi işin oturup beklemek olduğunu söyledim. Az sonra yağmur başlayınca nasıl olsa döner gelirdi. Ne var ki, Catherine'i yerinde tutmak mümkün değildi. Can sıkıntısı içinde oradan oraya gidiyor, bina ile bahçe kapısı arasında mekik dokuyordu. Sonra duvarın yola bakan yanında beklemeye koyuldu. Gök gürlemelerine ve iri yağmur damlalarının zeminde çıkardığı sese aldırış etmeden durdu. Arada bir onu çağırıyor, duymadığını anlayınca da hüngür hüngür ağlıyordu. Feryatları, Hareton'ın ağlamalarından bile baskındı.

Gece yarısına doğru biz hâlâ oturmuş beklerken, fırtına bütün şiddetiyle tepenin altını üstüne getiriyor, gök gürültüleri arasında, sert bir rüzgâr esiyordu. Derken düşen bir yıldırım, evin bir köşesindeki ağacı ortadan ikiye ayırdı. Koca bir dal, kiremitlerin üstüne devrilip de doğu yönündeki bacanın bir kısmını koparınca, ocaktaki ateşin içine taşlar ve sıva parçaları yağdı. Biz ise, yıldırımın odanın ortasına düştüğünü sanmıştık. Hemen dizlerinin üstüne çöken Joseph, Tanrı'ya, Nuh ile Lut peygamberlerini hatırlatarak; onlara yaptığı gibi doğruları koruyup, günahkârları cezalandırması için yalvarmaya başladı. İçimde, bunun bizlere bir ders olduğu duygusu vardı. Benim gözümde Bay Earnshaw, Jonah'dı.

Hâlâ yaşayıp yaşamadığını anlamak için oda kapısının tokmağını vurdum. İçerden azarlamayla karışık bir ses geldi. Joseph daha bir gayretle dua ederek; kendisi gibi azizlerle, Bay Earnshaw gibi günahkârlar arasındaki büyük farkın gözetilmesini Tanrı'dan dilemeye başladı. Neyse fırtına yirmi dakika sonra geçti, Cathy'den başka hiçbirimize bir şey olmamıştı. Cathy ise, kuytu bir yere sığınmamakta inat etmişti; başlıksız, şalsız ortalık yerde durduğu için baştan aşağı sırılsıklam ıslanmıştı. Bu halde gelip divana uzandı ve yüzünü elleriyle örttü.

Omzuna dokundum, "Eee, küçükhanım," dedim. "Kendi ayağınla ölüme gitmek istemiyorsun herhalde. Saat kaç, biliyor musun? Yarım oldu. Hadi bakalım yatağa! O deli oğlanı daha fazla beklemekte hiçbir fayda yok. Belki de Gimmerton'a gitmiştir, geceyi orada geçirecektir. Bizim bu saate kadar beklemeyeceğimizi, daha doğrusu bu saate kadar sadece Bay Hindley'in uyanık olacağını; gelince de kapıyı onun açacağını düşünür, gelmekten çekinir."

"Yok, yok, Gimmerton'da falan değildir o," dedi Joseph, "Çoktan bir balçık çukurunun dibini boylamıştır. O fırtına boşuna mıydı? Bu sana da bir ders olsun küçükhanım, çünkü bundan sonra sıra sende. Tanrı'ya şükür! Her şey seçkinlerin yararına gelişiyor, süprüntüler ise avuçlarını yalıyor! Kitap ne diyor biliyorsun," deyip, Kutsal Kitap'tan, sayfa, bölüm, ayet numaraları ile birlikte, örnekler vermeye başladı.

Ben ise, dikkafalı kıza, ıslak elbiselerini değiştirmesi için yalvarıp da, yerinden bile kımıldatamayınca, onu titremeleri, Joseph'i de vaazlarıyla baş başa bıraktım ve Hareton'ı alarak odama çıktım. Çocuk, hiçbir şey olmamış gibi derin uykudaydı. Joseph'in bir süre daha dua edip, sonra ağaç merdivenden ağır ağır çıktığını duydum. Nitekim birazdan ben de uyuyakalmışım.

Her zamankinden biraz geç aşağıya indiğimde, pencere panjurlarının arasından sızan gün ışığının yardımı ile Bayan Catherine'in, hâlâ ocağın başında oturmakta olduğunu gördüm. Oda kapısı da ardına kadar açıktı ve içerisi pencerelerden giren ışıkla aydınlanıyordu. Hindley de gelmiş, mutfaktaki ocağın önünde, yorgunluktan ve uykusuzluktan bitkin düşmüş öylece oturuyordu.

Ben içeriye girdiğim sırada; "Neyin var Cathy?" diye sordu. "Derede boğulmuş bir köpek eniği gibi çaresiz görünüyorsun. Niye böyle ıslandın, benzin uçuk be kızım?"

Kız, kayıtsızca, "Islandım işte," diye cevap verdi. "Biraz da üşüyorum, hepsi bu kadar."

Bey'in alkolün etkisinden çıktığını anlayınca, "Bu kız öyle delişmen ki!" diye bağırdım. "Dün gece yağan yağmurda bu hale geldi. Sonra da oturup geceyi burada geçirdi, ne dedimse yerinden kıpırdatamadım."

Bay Earnshaw, gözlerini açarak, şaşkın şaşkın baktı. "Bütün gece!" diye tekrarladı, "Peki, zoru neymiş? Gök gürültüsünden korktuğu için değil herhalde. Fırtına geçeli saatler oluyor."

Heathcliff'in kaybolmasını Bay Earnshaw'dan gizlemeliydik. Ne Catherine söz açmak istiyordu, ne de ben. Bunun için kızın burada kalmayı nereden kafasına koyduğunu bilmediğimi söyledim. O da bir şey demedi. Serin bir sabah esintisi vardı. Pencerenin kapaklarını iterek açınca bahçeden gelen güzel kokular odayı doldurdu, ama Catherine, sinirli sinirli bağırdı: "Kapat o pencereleri Ellen. Donuyorum!" Sönmek üzere olan ateşe biraz daha yaklaştığı sırada dişleri birbirine çarpmaktaydı.

Hindley, onun bileğini tutarak, "Bu kız hasta," dedi. "Sanırım bu yüzden gidip yatağına yatmamış. Lanet olsun! Bu evde gene bir sürü hastalıkla uğraşmaya hiç niyetim yok. Peki, neden dışarı çıktın bu yağmurda?"

Bizim duraksamamızdan yararlanan Joseph, zehirli dilini araya soktu: "Neye olacak, her zamanki gibi oğlanların peşinden gitmek için," dedi. "Ben senin yerinde olsam Bey, zengin züğürt demez hepsinin yüzüne çarpardım kapımı. Sen ne vakit çıkıp gitsen, o kül kedisi Linton gizli gizli buraya geliyor. Şu Nelly de çok iyi bir kız! Mutfağa oturup senin yerine nöbet tutuyor; sen ne vakit kapıda görünsen, oğlan da öteki kapıdan sıvışıp gidiyor: Ondan sonra da hanımefendi bir başka aşna fişne için dışarıya çıkıyor! Gecenin bir yarısından sonra da, o çingene şeytan Heathcliff'le kırda bayırda dolaşıyor! Onlar beni kör sanıyorlar ama, yoo... değilimdir! Genç Linton'ı girerken de gördüm, çıkarken de; seni de gördüm seniii!" diye bana yöneldi. "Bir işe yaramaz cadı! Bey'in atının gürültüsünü yoldan duyar duymaz yerinden fırlayıp, odaya dalmadın mı?"

"Kapa çeneni kapı dilencisi!" diye bağırdı Catherine. "Karşımda küstahlık etmeye kalkışma! Edgar Linton dün tesadüfen buradaydı. Hindley, ona gitmesini söyleyen de benim, çünkü dünkü o sarhoş halinle karşılaşmanızı istemedim. Sanırım sen de istemezdin."

"Belli ki yalan söylüyorsun Cathy," diye cevap verdi ağabeyi, "Hem utanmaz bir ahmaksın da! Linton'ı şimdilik bir yana bırakalım. Söyle bana, bu gece Heathcliff'le birlikte miydin? Doğruyu söyle şimdi. Ona bir zarar geleceğinden korkmana gerek yok. Her ne kadar ondan eskisi gibi nefret ediyorsam da, kısa bir süre önce bana büyük bir iyiliği dokundu. Kafasını kırarsam vicdanım sızlar. Bu yüzden de onu bu sabahtan tezi yok defedeceğim. O gittikten sonra gözlerini dört açmalısın, çünkü sizinle uğraşmak için daha çok vaktim olacak."

Catherine acı acı ağlamaya başladı. "Dün gece Heathcliff'in yüzünü bile görmedim," dedi. "Ona yol verecek olursan, ben de giderim. Ama belki de bu fırsatı hiçbir zaman bulamayacaksın, çünkü o zaten gitti herhalde." Bu kelimelerin ardından kendini tutamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ne söylediği de anlaşılmıyordu artık.

Hindley de ona, art arda sıraladığı bir sürü hakaretten sonra derhal odasına çıkmasını ya da boşu boşuna ağlamamasını emretti. Kızı zorla odasına götürdüm, orada yaptıklarını hiçbir zaman unutamayacağım; dehşete düşmüştüm. Çıldırmak üzere olduğunu sanarak, Joseph'e doktoru çağırması için yalvardım. Gerçekten de, bir delilik başlangıcı olduğu anlaşıldı. Bay Kenneth onu görür görmez tehlikeli şekilde hasta olduğunu söyledi. Ateşi vardı; beyin hummasına yakalanmıştı. Doktor kan aldı, bana da hastaya yoğurt ile sade suya çorbadan başka bir şey vermememi; kendisini merdivenden ya da pencereden aşağıya atmaması için de göz kulak olmamı tembih etti. Sonra da çevrede başka uğrayacağı hastalar olduğunu söyleyerek çekip gitti. Bizim buralarda evler birbirinden iki üç mil uzaktır.

Kıza, iyi bir hastabakıcılık yaptığımı söyleyemem; Joseph ile Beyefendi ise benden de beterdiler. Hastamız da dikkafalıydı ve insana bıkkınlık veriyordu. Durum böyle olmasına rağmen çabucak iyileşti. Elbette bu arada, yaşlı Bayan Linton da sık sık uğradı, her şeyi düzene koydu. Hepimizi azarladı, emirler verdi; derken Catherine iyileşmeye yüz tutunca, onu alıp Thrushcross Grange'e götürmek istedi. Bu, genç kızın kurtuluşu oldu ve hepimiz ona minnettar kaldık. Ama zavallı kadıncağız bu iyiliği yaptığına bin pişman olduysa da yeridir. Çünkü humma hem kendisine hem de kocasına geçti. Ne yazık ki, ikisi de birkaç gün arayla yaşama veda ettiler.

Küçükhanımımıza gelince; her zamankinden daha küstah, daha titiz, daha kibirli bir halde eve döndü. Heathcliff'i, fırtına gecesinden beri gören olmamıştı. Bir gün beni çok kızdırdığı için, bütün kabahatin kendisinde (yani kızda) olduğunu söyleyiverdim. Böyle olduğunu o da biliyordu pekâlâ. Ama o günden sonra benimle aylarca dargın kaldı. Basit bir hizmetçiye söylenecek sözler dışında tek kelime konuşmadı. Joseph de aforoz edilmişti, ama o, hiç umursamadan gene de düşündüğünü söylüyor; sanki hâlâ küçük bir kızmış gibi ona öğütler vermeye devam ediyordu. Oysa Catherine kendisini koskoca bir kadın, hepimizin hanımı olarak görmekteydi. Geçirdiği hastalık yüzünden de, el üstünde tutulması gerektiğine inanıyordu. Zaten doktor da, üstüne fazla varılmamasını, kendi haline bırakılmasını söylemişti. Hatta onun isteklerine karşı çıkılmasını cinayetten farksız bir suç sayıyordu. Bay Earnshaw ile arkadaşlarından uzak duruyordu. Kenneth'ın öğütleri yararlı olmuştu. Her sinirlenişinin ardından, tekrar nöbetleri başlayacak korkusu taşıyan ağabeyi de onun her istediğini yapıyor, huysuzluğunu artırmaktan çekiniyordu. Hatta onun her an değişen isteklerini hoş karşılayarak işi biraz da ileri götürmekteydi. Çünkü kızın Linton'larla akrabalık bağları kurarak, ailesinin onurunu yükseltmesini yürekten dilemekteydi. Kendisine karışılmasın da, isterse bizleri köleler gibi ezsin umurunda bile değildi! Edgar Linton, daha önce birçok insanın başına gelen ve dünya durdukça da gelecek olan sevda krizine tutulmuş, gözü dünyayı görmez olmuştu. Babasının ölümünden üç yıl sonra, kızı koluna takıp Gimmerton kilisesine götürürken, hayattaki erkeklerin en mutlusu olduğuna inanmaktaydı.

Hiç istemediğim halde Uğultulu Tepeler'den ayrılıp, onunla birlikte buraya gelmeye razı edildim. Küçük Hareton beş yaşına basmak üzereydi, ona alfabeyi öğretmeye yeni başlamıştım. Ayrılışımız çok acıklı oldu. Gelgelelim Catherine'in gözyaşları bizimkilerden daha fazlaydı. Ben gitmem diye ayak diretiyordum. Yalvarmalarının beni yola getiremeyeceğini anlayınca, ağlayarak kocasına ve ağabeyine dert yanmaya koyuldu, bunun üzerine kocası oldukça cömert davranıp bana yüklü bir haftalık bağlayacağını söyledi. Ağabeyi de bohçamı hazırlamamı emretti. Evde bundan böyle bir hanım bulunmayacağına göre kadın falan istemediğini; Hareton'a ise, zamanı gelince papazın yardım edebileceğini söyledi. Böylece bana emredileni yapmaktan başka çarem yoktu. Bey'e, kendi sonunu hızlandırmak için bilinçli olarak herkesi başından savdığını söyledim ve Hareton'ı öperek Tanrı'ya emanet ettim. O günden sonra oğlan artık bir yabancı oldu. İnsanın aklı almıyor, ama onun Ellen Dean'i tamamıyla unuttuğuna eminim. Oysa ki bir zamanlar, o benim için, ben de onun için dünyalara değişilmez değerdeydik!

Kâhya kadın, hikâyenin burasında ocak rafı üzerindeki saate göz atıp da, bir buçuk olduğunu görünce şaşıp kaldı. Artık bir saniye daha kalamayacağını söyledi. Doğrusu ben de hikâyenin akışında bir değişiklik olmasını istiyordum. Kadın dinlenmek için çekilmiş, ben de bir iki saat kendi kendime düşüncelere dalmıştım. Tembelliği bırakmalıydım. Cesaretimi toplayıp ben de yatağıma gitmeye karar verdim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top