ÜÇÜNCÜ GÜN

    Melek gözlerini açtığında şehrin en kalabalık caddelerinden birinde yerde yatıyordu. Etrafına bir sürü insan toplanmıştı. Birkaç adım ileride bir ambulans ve polis arabası duruyordu. Kendisine bakan onlarca göz olunca ilk başta korkmuştu lakin korku yerini sevince bırakmıştı. Bu kadar insanın kendisi için endişelendiğine şahit olmak onu fazlasıyla duygulandırmıştı. Özellikle bugün dünyada geçireceği son gün olduğundan dolayı içinde yeniden umut kırıntıları oluşuyordu.

Kendisine yardım etmek isteyen insanlara iyi olduğunu söylemişti. Bazı insanlar kızın giyiniş şeklinden dolayı maddi durumunun kötü olduğunu düşünmüştü. Birkaç kişi meleğe yemek yemeyi hatta çalışabileceği bir iş bile teklif etmişti. Melekse hepsine teşekkür edip aralarından kaybolmuştu. Yerine getirmesi gereken bir görevi vardı ve vakti gittikçe daralıyordu.

Güneş, ışınlarını yeryüzünden çektiğinde gökyüzü karanlığa gömülmüştü. Cenk bodrum katındaki silahları bir çantaya doldurdu. Duvara astığı birkaç kişiye ait fotoğraflara baktı. Fotoğraflardaki kişiler hayatını karartanlardı ve bu gece Cenk de onların hayatını karartacaktı. Kendisinin acı çekerken katillerin nefes aldığını hatta güldüğünü düşünmek bu dünyadaki cehennemdi onun için.

Bu gece intikam günüydü. Bu gece hakkın haklı olana verileceği gündü. Bu gece adaletin cesedinin ezdiği gül tohumları tomurcuklanacaktı. Bu gece karısını ve kızını öldüren şerefsizlerin cezalarını çekecekleri gündü ama onları hemen öldürmeyecekti. Hemen ölmek onlar için bir armağan olurdu. Onları bütün gece, sabah güneş doğana kadar inletecekti.

Silah dolu çantasını arabaya bırakıp yola koyuldu. Direksiyonu birisini boğazlıyormuşçasına sıkıyordu. Ağaçlardan yere düşen yaprakların sesi, Cenk'in kalp atışından daha yüksek notada atıyordu.

Arabayla ilerlerken yolda birisinin durduğunu görünce arabayı durdurdu. Uzakta duran kişi birkaç adım atarak arabanın önüne geldi ve Cenk tekrar melekle karşı karşıyaydı. Suratındaki vicdansız ifadeyle birlikte eline silah alıp arabadan aşağıya indi.

- Çık arabanın önünden.

- Hayır.

- Çık arabanın önünden!

- Hayır!

Cenk'in sesi etrafta yankılanıyordu ama melekte en az Cenk kadar sesli bağırıyordu ve bir adım dahi geriye gitmeyi düşünmüyordu.

- Çık yoksa ölürsün!

- Güneş doğmadan önce zaten öleceğim!

- Saçmalamayı bırak ve çık arabanın önünden!

- Hayır ne yapacağını biliyorum. Bu gece cinayet işleyeceksin ve buna izin vermeyeceğim.

- Üç yıl boyunca bu günü bekledim! Şimdi çık arabanın önünden!

Melek arkasına döndü ve narin sesiyle şakımaya başladı.

- Gökyüzünde yıldızlar var

Her tarafta çiçekler açar

Annesi ve babası kızını çok sever

Her gece zeytin gözlerinden öper

Meleğin söylediği ninni Cenk'in yüreğine bir kurşun gibi saplanmıştı. Bu ninniyi uzun zamandır duymamıştı Cenk. Karısı ve kızı öldüğünden beridir duymamıştı.

- Sus, devam etme.

Cenk öyle acıklı bir sesle konuştu ki sanki birisi ruhunu bedeninden söküp çıkarmıştı. Elindeki silahı yere doğrultup gözlerini çamurlu yola çevirdi.

- Bu ninniyi nasıl bilebilirsin?

- Elma ağacının altında eşinin kızına söylediği ninni. Sana söyledim ben bir meleğim.

Melek Cenk'e doğru birkaç adım attığında Cenk konuşmaya başladı.

- Bu çok mantıksız!

- Cinayet işlemene engel olmaya geldim. Eşinin ve kızının mutlu olmasını istiyor musun?

- Benim eşim de kızım da yok! Onlar ölü! Onları öldürdüler!

Cenk dizlerinin üzerine çöktü. Omuzlarındaki yük ve ıstırap bünyesinin taşıyamayacağı kadar ağırdı. Sanki o yük kemiklerini kırıyordu ve kırılan kemik parçaları kalbine batıyordu. Silahın kabzasını eliyle sıkıp içindeki üzüntüyle nefret duygusunun birbiriyle savaşını izliyordu. Melek Cenk'in yanına kadar ilerledi ve durdu.

- Biliyorum. Kızın ve eşin beş ayyaş tarafından katledildi. Alkollü oldukları gerekçesiyle üç yıl hapis cezası aldıktan sonra hepsini serbest bıraktılar ve sende onları öldüreceksin!

Cenk yaşam enerjisi sönmüş gözlerini meleğe doğrulttu. Yorgun gözlerinden birkaç damla gözyaşı aktı ve o gözyaşları bütün ruhunu yakıyordu.

- O şerefsizlerin yaşamasına izin mi vermeliyim!

- Çamuru çamurla temizleyemezsin. Bir katili öldürürsen bu seni de katil yapar. Eğer kahraman olmak istiyorsan yapmak istediğini değil doğru olanı yaparsın.

- Ben kahraman olmak istemiyorum, ben adalet istiyorum! Dört yaşındaki kızımın pembe kıyafetine sinen kanın bedelini istiyorum!

Cenk'in yakarışları gök gürültüsünü aratmayacak kadar şiddetliydi. Bugüne kadar adam gibi yas bile tutamamıştı. Dünyanın sağlayamadığı adaleti kendi elleriyle vermenin planlarını kurmakla meşguldü. Küçük bir kızın kahraman olarak gördüğü adam, uzun zamandır bir katil olmak için bekliyordu.

- Adaleti insanları öldürerek mi istiyorsun? Adalet istiyorsan bu uğurda çalışmalısın. Üstelik kızın seni herkese bir kahraman olarak anlatıyor. Eşin ise biraz üzgün. Sanırım seni fazlasıyla iyi tanıyor ve yapmak üzere olduğun katliamın farkında! Gözlerini o kadar kinle bürümüşsün ki üzerimde taşıdığım bedenin karına ait olduğu bile anlamamışsın!

Cenk intikam duygusunu bir kenara bırakarak kıza baktı. Meleğin yüz hattı, ten rengi, saçlarının dalgası... Cenk'in eşi tekrar bu dünyaya gelmiş gibiydi. Üç gün boyunca ölü karısının bedenine bakıyordu ama kızı bulduğundan beri bunlar hiç umurunda olmamıştı. Öyle bir haldeydi ki karısını ve kızını canlı olarak görse tanıyamayacaktı.

Meleğin söylediği ninni hala kulaklarında çınlıyordu. Bazen işten geç geldiğinde karısının kızına bu ninniyi söylediğini duyardı. O günün bütün yorgunluğu üzerinden akıp giderdi. Şu an ise ruhunun odalarına çektiği perdeden dolayı hayatını paylaştığı ve her gün fotoğrafına baktığı karısını dahi ayırt edemeyecek bir hale gelmişti. Bıkmıştı, yorgundu ve aldığı her nefesle kendisini zehirliyordu.

Cenk ve melek evin çatısında oturuyordu. Melek elinde bir fincan kahve tutuyordu. Kahveden aldığı her bir yudumda yüzünü limon yiyormuş gibi buruşturuyordu. Cenk buğulanmış gözleriyle meleğe bakıp konuşmaya başladı.

- Tadı bu kadar kötüyse içmek zorunda değilsin.

- Sadece insanların dünyaya neden bu kadar bağlandıklarını elimdeki kahve yardımıyla anlamaya çalışıyorum. Bu kahve birkaç dakika sonra soğuyup içilemeyecek bir tat alacak ve insanlar birkaç dakika sonra kaybedecekleri şeyler için birbirlerinin canına kıyıyorlar. Üstelik bu kahveye ne kadar şeker katarsan kat cennettekilerin tadıyla kıyaslanamaz.

Cenk'in düşünceleri oldukça bulanıktı. İçinde beslediği intikamı alabileceği en muhteşem vakit, parmaklarının arasından kum taneleri gibi kayıp gidiyordu. Üstelik yanında oturan kız gerçekten de bir melek miydi yoksa aklını kaybetmek üzereydi miydi, karar veremiyordu.

- Diyelim ki gerçekten de bir meleksin ve...

Cenk yanan gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Sözler boğazında düğümlenmişti ve o düğüm hiç açılmayacakmışçasına boğazında koca bir yumru oluşturmuştu. Melek, Cenk'in neyden bahsettiğini biliyordu.

- Kızın ve eşinle tanışmıştım. Kızın seni soruyordu ve ben de Tanrı'nın yanına gittim. Tanrı senin cehennemlik olduğunu söyleyip bana yapacaklarını anlattı. Ben de sana bir şans daha verilmesi taraftarıydım. Belki birisi sana doğru yolu gösterirse sen de kötülükten uzak durup cennete girebilirdin. Tanrı'yla yaptığımız anlaşma doğrultusunda cennetten kovuldum ve Tanrı bana üç günlük yaşam süresi verdi. Üç gün içinde seni kötülükten uzak tutmaya çalışacaktım ve üçüncü günün sonunda yok olacağım.

Yok olmak, Cenk'in ne zamandır tattığı bir duyguydu bu. Eşi yoktu, kızı yoktu, anne ve babası hiç var olmamıştı bile.

- Peki ya ben düzelmezsem ne olacak? Boşu boşuna kendini feda etmiş olacaksın.

Cenk bütün ruhunu bir intikam uğruna şeytana bile satmaya hazırdı. Kendisi hastanede başkasının hayatlarını kurtarmak için uğraşırken başkalarının kendi ailesini katletmesini hiçbir zaman hiçbir şekilde kendisine açıklayamamıştı, açıklayamazdı da.

- En azından küçük bir kızın dileği için uğraştım. Peki ya sen aileni yüz üstü mü bırakacaksın?

- Benim ailemi benden alanlar bir başkasına da aynısı yapabilir öyle değil mi? Onlar ormanda tutuşan bir kıvılcımdı. Ağaçları yakmalarına izin mi vereyim?

- Kimse sana ateşi söndürme demiyor. Sadece ateşi söndürmeye çalışırken kendini yakma!

Melek karanlığı aydınlatan gözleriyle Cenk'e baktı ve konuşmaya devam etti.

- Sadece iki dakikalığına alacağın bir intikam duygusu için sonsuz hayatını mahvetme.

- Sen benim yerimde olsan ne yapardın?

Melek elinde zorla içtiği kahveden bir yudum daha aldı ve gözlerini gök kubbeyi kaplayan yıldızlara çevirdi. Bu soru hemen cevaplanabilecek bir soru değildi çünkü düşünmekle yaşamak farklı şeylerdi.

- Benim insanlar gibi duygularım ya da bir ailem yok. Eğer senin yerinde olsaydım sanırım ben de senin yapacağını yapabilirdim ama şu gökyüzüne baksana! Her bir yıldız gökyüzüne özenle yerleştirilmiş ve karanlıkta insanlara yol göstermek için hazır beklemekte.

- O yıldızlar karanlığı aydınlatacak kadar güçlü değil.

- Her şeyin bir vakti var doktor. Bir zamanlar nasıl eşinle güneşin doğumunu birlikte beklediysen aynı şekilde devam et. Sadece güneşin doğmasını bekle. O ana kadar da yıldızların gökyüzünü aydınlatmasına izin ver.

Cenk gözyaşlarına daha fazla mani olamıyordu. Bir sel gibi her bir damla yanaklarından aşağıya doğru süzülüyordu. Melek eliyle Cenk'in ağlamaklı başını kendi dizine yatırdı.

Cenk her nefes alışında ciğerlerine alevleri çekiyordu. Her sabah uyandığında aynanın karşısında durduğu zaman, polislerin kendisini arayışını hatırlıyordu. Olay yerine çekilen sarı bandın arkasında yatan ailesinin kanlar içindeki bedenleri aklına gelince yüreğine giden bütün kan damarları tıkanıyordu. O an için belki de kendisini affedememişti Cenk. Onların yanında olsaydı eğer her şeyi değiştirebileceğini düşünmüştü kalbinin atmaya devam ettiği her saniyede.

Mahkemeye çıktığında ailesinin katilleriyle karşılaştığı an beyninin bütün hücrelerine kazınmıştı. Katillere verilen ceza karşısındaysa bütün benliğinden ve dünyadan nefret etmişti. Gecelerce dişlerini sıkmaktan uyuyamamıştı. Günlerce ağlamaktan gözünü açamamıştı ve o olaydan sonra asla yaşadığını hissetmemişti.

Aklına gelen anılar eşliğinde meleğin dizlerinde yatarken bir ışık parıltısı oluşmaya başladı. Kafasını kaldırıp ağlayan gözlerini sildiğinde meleğin parladığını gördü. Meleğin yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Yok olmak üzereydi ama mutluydu. Bir insanın ruhunu aydınlatmak uğruna yok olduğu için huzurluydu. Üstelik en karanlık geceyi bile aydınlatacak kadar içten gülümsüyordu.

- Benim zamanım doluyor. Tanrı'nın karşısına başın dik çıkmak istiyorsan ne olursa olsun doğru yoldan ayrılma. Hoşça kal Cenk.

Meleğin vücudu ilk ortaya çıktığı andaki gibi bir ışık parçasına dönüştü ve o muhteşem parıltı birkaç saniye içinde sönüp kayboldu.

Cenk tekrar boğulduğu karanlıkta yapa yalnızdı. Dizlerini çenesinin altına kadar çekip kollarıyla bacaklarını sardı ve geceyi aydınlatan güneşi bekledi çatıda. Öfkesi hala ilk günkü gibi yanıyordu. Zaten kolayca içinden atabileceği bir duygu değildi. Yine de kaybolmaya yüz tutmuş benliğini yıkamıştı gözyaşları. Doğan güneşin bütün hücrelerini aydınlatmasına izin veriyordu. O an için suratında ufacıkta olsa bir gülümseme oluştu. Gülümseme burukta olsa içindeki intikam ateşini söndürmeye yetecek kadar güçlüydü.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top