BİRİNCİ GÜN
Karanlık, gökyüzüne özenle yerleştirilmiş yıldızlar sayesinde parıldıyordu. Ay bütün ihtişamıyla ağaçların arasından dünyayı terk etmek üzereydi. Bütün şehrin en derin uykusunu tattığı sıralarda semanın en tepesinde bir ışık demeti oluşmaya başladı. Işık demeti bir meteor kadar büyüdü ve göz açıp kapayıncaya kadar yerküreye ulaştı.
Cenk gözlerini umutsuzca arabanın camından direksiyona çevirdi. Yaşamak için ne hayalleri ne de gücü kalmıştı. Damarlarında kanın dolaşmasını sağlayan tek güç, kalbinin her köşesinde hissettiği intikam duygusuydu. İntikam hem her saniye yaşamasına hem de her saniye ölmesine sebep oluyordu. Dikiz aynasına baktığında birkaç kırışıklığın üstündeki gece kadar siyah gözlerinde yok olmuş bir ruhun kalıntılarını görüyordu.
Ayaklarını pedaldan çekip yola baktığı sırada dünyaya düşen ışık, birkaç saniyeliğine Cenk'in gözlerini kör etti. Görme yetisini tekrar kazandığında arabayı uçuruma doğru gitmekten son anda kurtardı. Ölümle bir anlığına yüz yüze gelmişti ama suratındaki ifade değişmemişti. Ölmek ya da yaşamak arasında bir fark görmüyordu çünkü. Nefes alması yaşadığı anlamına gelmezdi.
Yere düşen ışık yavaşça sönüyordu. Işığın olduğu yerde esmer tenli, yeşil gözlü ve yeni dünyaya gelmiş bebek kadar çıplak bir kız belirmişti. Bacakları ayakta duramayacak kadar güçsüz olduğundan yere yığıldı. Ellerini yere koyup ayağa kalkmaya çalıştı ama olmuyordu. Nefes aldığı ilk anda ciğerlerini patlatacak kadar havayı çekmişti içine ve ardından birkaç defa öksürmüştü. Sanki nefes alıp vermeyi dahi yeni öğreniyordu.
Yanına yaklaşan ayak seslerini duyduğunda zar zor kafasını kaldırdı. Etrafını yedi kişi kolaçan etmişti. Hayatlarında ilk defa et parçası görmüş gibi bir kurt edasıyla kıza bakıyorlardı. Kızsa etraftakilerin yüzlerine bakıp suratlarındaki iğrenç gülüşten ne yapmak istediklerini anlıyordu. Aklındaki düşünce kırıntıları kendisine doğru yaklaşan arabanın farıyla kayboldu.
Cenk arabadan elinde tüfekle inip yerde duran kıza ve etrafındaki serserilere baktı. Tüfekle havaya bir iki el ateş açtı. Oldukları yer şehirden uzakta terk edilmiş bir fabrikanın önüydü. Yani buradaki herkesi öldürse bile bundan kimsenin haberi olmazdı. Elinde tuttuğu tüfeği uzun boylu serseriye doğrulttu.
- Ya buradan gidersiniz ya da buradan ölünüz çıkar!
Ağzından dökülen sözler oldukça acımasız ve duygusuzdu. Eli tüfeği tutarken bir an olsun titremiyordu. Bakışları bile birçok kişiyi korkutmaya yetecek güçteydi.
Serseriler korktuklarından dolayı kaçtı. Cenk arabada duran lacivert renkli battaniyeyi alıp kızın üstüne örttü. Kız solgun gözlerle adama baktı. Cenk'in yüzü doğmaya başlayan güneşin varlığıyla aydınlanıyordu. Kızın yüzünü içten gelen bir tebessüm kaplarken gözleri kapandı ve bedeni soğuk toprağın üstüne yığıldı.
Cenk, kızın bayıldığını gördüğünde eğilip kızın nabzını ölçtü ve nefes alışverişine baktı. Ne de olsa Cenk bir doktordu. Aslında eskiden bir doktordu. Bir zamanlar insanları yaşatmak için uğraşıyordu ama artık kendi canını acıtanları öldürmek için pusuda bekliyordu.
Kızı nereye götürmesi gerektiğinden emin değildi. Yine de kızı polislere teslim ederse birçok soruya mahkum olacaktı ve buna ayırabilecek vakti yoktu. En iyi seçenek olarak kız uyandığında onu karakola yakın bir yere bırakmayı düşünüyordu.
Araba Cenk'in evine yaklaşmıştı. Ev ormanda içinde ve şehirden oldukça uzakta yer almaktaydı. Dışarıdan bakıldığında eski püskü bir evdi ama hala içinde yaşanılabilecek kadar sağlamdı.
Cenk, kızı oturma odasında koltuğun üzerine yatırdı. Güneş en tepeye yükseldiğinde kız gözlerini yavaşça açtı. İçeride eski koltuklar ve eski bir masa vardı. Tavanı ve yeri döşeyen tahtaların bazı yerleri delik deşikti. Odanın bir köşesinde duran aynadan yansıyan ışık, kızın gözlerini alıyordu. Kız, üzerindeki battaniyeye sarılıp ayağa kalktı ve aynaya doğru yürüdü.
Kırık ve puslu aynadan kendisine baktı. Yüzünü dikkatlice incelemeye başladı. İlk defa kendisini görmüş gibi aynaya bakıyordu. Bu saçlar, gözler ve dudaklar onun için bir ilkti. Elleri ve tırnakları fazlasıyla inceydi. Parmaklarını köprücük kemiğinin üzerinde dolaştırdı. Güldüğü zaman yüzünde oluşan ifade bir çocuğun gülüşü kadar parıldıyordu. Aynaya biraz daha yaklaştı. Yansımasını gördüğü yüzün sahibini tanıyordu ve o kişi kendisi değildi. Bu vücut ona ait değildi hatta daha önce bir bedeni bile yoktu. O sadece bir ışıktı.
Kız adımlarını pencereye doğru yöneltti. Eski ve yıpranmış perdeyi kenara çekip dışarıya baktı. Cenk evin önünde arabayı tamir etmekle uğraşıyordu. Arabayı çalıştırmayı denemişti ama işe yaramamıştı. Ormanın içinden gelen sesler duyduğunda Cenk eline geçen ilk aleti aldı ve konuşmaya başladı.
- Kim var orada?
- Merhaba!
Ağaçların arasından otuzlu yaşların başında, üzerlerinde kameralar ve sırt çantası olan iki kişi çıktı. İçlerinden bir tanesi konuşmayı devam ettirdi.
- Merhaba, rahatsız ettiysek kusura bakmayın. Biz bu sabaha yakın gerçekleşen gökyüzü olayını araştırmak için geldik. Acaba buralarda hiç garip uçan bir cisim ya da insana benzemeyen bir varlık gördünüz mü?
İki kişinin suratına hazine bulmuşçasına sevinç dolu bir gülümseme yerleşmişti. İkisi de yaramaz çocuklar gibi Cenk'e bakıyordu. Cenk derin bir nefes aldı ve olabildiğince sinirlenmemeye çalışarak cevap verdi.
- Hayır.
İkisinin birden suratı asıldı ama gözlerindeki umut ışığı sönmemişti. Diğer kişi cebinden telefon numaralarının yazılı olduğu bir kart çıkardı ve Cenk'e uzattı. Kağıdın üstü uzaylı ve ufo figürleriyle süslenmişti. Cenk kağıdı eline almayıp sadece bakmakla yetindi.
- Eğer olağan dışı veya farklı bir şeye denk gelirseniz acaba bize haber verebilir misiniz?
- Sanırım uzaylılardan bahsediyorsunuz.
Diye karşılık verdi Cenk. İki kişi de mutlulukla kafalarını salladı.
- Eğer evimin yakınında uzaylı gibi bir şey görürsem onun kafasını uçururum. Yeterince açık konuşabildim mi?
- E evet. Rahatsız ettiğimiz için tekrar özür dileriz.
İki kişi uğradıkları ufak çaplı şaşkınlık ve korkunun ardından oradan uzaklaştı. İkisi uzaklaşırken içlerinden bir tanesi pencereye doğru el salladı. Cenk pencereye baktığında kızın el salladığı gördü.
Cenk odaya girdiğinde kız Cenk'e doğru döndü. Cenk'in üstü başı kirlenmişti ve motor yağı kokuyordu. Koku o kadar ağırdı ki odanın tamamına saniyeler içinde yayılmıştı.
- Bunları giyebilirsin. Sana biraz büyük gelirler ama şimdilik idare et. Üzerini giyindikten sonra mutfağa gel, kapının sol tarafında.
Cenk elinde tuttuğu kıyafetleri koltuğa bırakıp odadan deprem etkisi yaratacak büyüklükte sert adımlarla çıktı.
Kız bol ve büyük kıyafetleri üzerine giymiş mutfağa doğru ilerliyordu. Cenk mutfaktaki tahtadan yapılmış masanın bir ucundaki sandalyeye oturmuştu. Kıza eliyle oturmasını işaret etti.
- Adın ne?
- Mel mel.
Kızın kelimeleri pek de düzgün dökülmüyordu ağzından. Konuşmayı yeni öğrenen bir çocuk gibiydi. Düzgün konuşamayınca da sadece susmakla yetindi. Cenk kızda bir sorun olduğunun farkındaydı ve o yüzden üzerine gitmek istemiyordu.
- Pekala bir şeyler ye karnını doyur. Arabamı tamir edince de seninle biraz gezelim, olur mu?
Kız olumlu anlamda kafa sallamayla yetindi ve önünde duran kaseden bir tane zeytin attı ağzına. Birkaç saniye sonra ağzından zeytini geri çıkardı. Hem zeytinin tadını beğenmemişti hem de zeytinin çekirdeğiyle az daha dişini kıracaktı.
Kız oturma odasında aynanın karşısında durup konuşma pratiği yapmaya çalışıyordu.
- Ben ben bir meleğim.
Cümleler dilinden kekeleyerek çıksa da yavaşça kelimeleri daha net söylemeye başlıyordu. Arada sırada pencereden dışarıya bakıyordu. Cenk hala arabasını tamir etmekle uğraşıyordu.
Cenk arabayı çalıştırmayı başardığı sırada kız da dışarıya çıkmıştı. Cenk, kızı fark ettiği anda kız konuşmaya başladı.
- Ben meleğim.
Kızın suratında birden mutluluk belirtileri oluştu. Cümleyi biraz da olsa doğru düzgün söyleyebilmişti çünkü.
- Melek, tamam. İstersen biraz gezelim mi?
- O olur.
Melek arabanın arka koltuğunda oturup pencereden dışarıya bakıyordu. Aklında sözlere nasıl başlayacağını düşünüyordu. Cümlelerin arasında bir bağ kurmaya uğraşıyordu.
- Ben cennetten geldim.
- Cennet ha! Sanırım güzel yerdir orası.
Meleğin aklındaki cümle pek de düşündüğü gibi bir etki yaratmamıştı. Pat diye konuya mı dalsaydı bundan da emin değildi. İçinde garip bir his vardı. Cenk'in kendisinden kurtulmaya çalıştığını hissediyordu. Melek umutsuzluk içinde koltuğa gömüldü. Aklında düşünceler uçuşurken Cenk arabayı durdurdu. Cenk ve kız arabadan aşağıya indi. İkisi birlikte birkaç adım yürüdü ve Cenk, kıza ileride duran karakolu gösterdi.
- Oraya git ve onlardan yardım iste.
Cenk kızın cevap vermesini beklemeden arabayı bindi ve oradan uzaklaştı. Melek arabanın arkasından bitkin gözleriyle bakmakla yetindi.
Birkaç saat sonra hava tamamen karanlığa gömülmüştü. Cenk dışarıda ayak sesleri duyunca elinde tüfekle dışarıya çıktı. Ağaçların arasında kızı gördü. Melek soğuk ve karanlık akşamda ayakta dikiliyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top