9

9|DÜZENLENDİ

Mutluluk.

İçimdeki tarifi olmayan duygunun adıydı bu. Soner hemen karşımdaydı. "Biraz daha düzgün çekemez misin?" dediğinde gözlerimi devirdim ve derin bir nefes aldım. Yolun ortasında durmuş beyefendiye sosyal medyasına atması için fotoğraf çekiyordum.

"Bundan daha düzgününü sertifikalı fotoğrafçılar çeker yalnız." diye söylendiğimde burnumu parmaklarının arasına alıp sıktı ve tekrar onu çekmem için uzaklaştı.

"Çekiyorum." dedim.

"Hadi." dedi ve havalı bir poz verdi. Bunu kimler görecekti?

"Neden kameraya bakmadığını sorabilir miyim?" diye sordum.

"Herkes bakıyor." dedi ve telefonunu alıp fotoğrafa baktı. "İdare eder."

Dik dik baktım. "Bence de etsin."

Güldü ve beni kolunun altına aldı. Kalp atışlarımı sırtımdan hissediyor olmalıydı. "Karnımız da doyduğuna göre artık senin istediğini yapabiliriz."

Gülümseyerek başımı yana çevirdim. Şapkam alnına değdiğinde benden önce davranıp şapkamı eline aldı. "Gözlerine bakmama engel oluyor." dediğinde bakışlarımı kaçırdım.

"Bisiklet sürmeyi biliyorsundur herhalde."

"Aynı soruyu sana soracaktım." dedi. Aklımızdan geçenlerin aynı olması beni heyecanlandırdı.

"Küçüklüğümden beri sürerim ben."

"Sanki çok büyümüş gibi."

Kaşlarımı çattım. "Boyum kısa olabilir ama büyüdüm Soner'cim."

"Soner'cim." diyerek tekrar etti. Hoşuna gitmişe benziyordu. "Aynı eki kullanarak bana başka neler söylemek istersin Büşra'cım?"

Sırıttım. Kolunun altından çıkıp geri geri yürümeye başladım. "Zamanla görürüz Soner'cim." Elindeki şapkamı alıp başıma geçirdim ve yürümeyi kesip başında bir görevlinin beklediği bisikletleri gösterdim. "Yarışalım mı?"

Güldü ve görevliyle konuşmaya başladı. Mavi bisikleti gözüme kestirmiştim. Soner ücreti ödedikten sonra yanıma geldi.

"Hadi Çilli. Köprünün sonuna kadar." Gözüme kestirdiğim bisiklete binecekti ki onu durdurdum.

"O benim."

Bana boş bir bakış attı. "Ne demek benim?"

Heyecanla mavi bisiklete bindim. Beni durdurmadı. "Hadi sen de kırmızıya bin."

"Senin kırmızı bisiklete binmen gerekmiyor muydu?" diye söylense de kırmızı bisiklete bindi.  Onunla aynı hizaya gelip bekledim. "Kazanırsam bana ne vereceksin?" dediğinde gözlerimi kıstım.

"Fırsatçılık yapma."

"Tamam bu sefer eğlencesine olsun."

Bu sefer.

Umarım çok seferimiz olurdu.

"Başla!" diye bağırdığında bisikletimi sürmeye başladım. Ayaklarımı öyle hızlı hareket ettiriyordum ki bacaklarım yerinden çıkacak sandım. Ne olurdu kazanmama izin verseydi! Birkaç saniye sonra önümdeydi ve köprüyü geçerken kollarını kaldırıp pedalı bıraktı. Kaşlarımı çatıp bisikleti durdurdum.

"Bunu saymıyorum!"

"Huysuzluk yapma!" diyerek bana döndü. Yüzünde sinir bozucu ama tatlı bir sırıtış vardı.

"Bana dondurma borcun var."

"Ne ara öyle bir söz verdim? Kaybettin."

"Ben hâlâ iyileşmedim. Bacaklarım ağrıyor benim." diyerek yalan söyledim. Tabi ki bana inanmadı.

"İyileşmediysen dondurma yemene de gerek yok Çilli."

"Sadece iki top dondurma yiyelim. Çok sıcak."

"Ceketini çıkar." dediğinde söylediğini mantıklı bulup ceketimi çıkardım. Aslında tek istediğim dondurma yemekti.

Telefonumu çaldığında annemin aradığına emin olarak "Efendim anne?" diyerek telefonu açtım. Soner bisikletini geldiğimiz yöne çevirip beni izlemeye başladı.

"Akşam buradayım. Haberin olsun." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Şaşardım zaten. Haber verdiğin için sağ ol."

"Evde misin?"

"Hayır. Dışarıdayım. Sonra konuşuruz." Telefonu kapatıp bisiklete bindim. Soner sürmeyi bırakıp bana baktı.

"Ne olmuş?"

"Annem bu gece eve gelmeyecek"

Kaşları havalandı. "Yine teksin yani?"

"Öyle görünüyor."

Biraz sessiz kaldıktan sonra başını bana çevirdi. "İstersen birlikte oluruz."

"Tüm gece mi?" diye sordum şakın bir sesle.

"Tüm gece."

"Nerede kalacağız?"

"Önemli mi? Yanında ben olacağım."

Yutkunmasaydım tükürüğümle boğulabilirdim. "Değil."

"O zaman Çilli, köprünün sonuna kadar!" diyerek bisikletini sürmeye başladığında arkasından bakakaldım. "Çikolatasına!"

"Ben çikolata sevemem ki!" diye bağırıp arkasında gitmeye başladım.

"Biliyorum!"

Gülüşü kulağımı doldururken daha hızlı sürmeye başladım. Kaybedeceğimi biliyordum ama yapmaya çalıştığı şeyi anlamıştım. Sevmediğim bir çikolata için bile olsa yarışı bırakmamamı istiyordu. Ben de istediğini yaptım. Yarışı kazanmıştı. Zaten kendimden ümidim yoktu. Bisikletleri teslim edip öylece yürürken kollarımız birbirine değiyordu. El ele tutuşmak için neyi bekliyordu ki?

"Eve gidip eşyalarımı almam gerek." Bunu söylerken bakışları bana dokundu.

"Hadi gidelim o zaman." Ellerini ceplerine sokup adımlarını hızlandırdığında gözlerimi devirdim.

"Az yavaş Soner."

"Soner de kim?"

Güldüm ama cevap vermedim. Ona Olric ve Doktor dışında kullanabileceğim hitaplar yoktu. Henüz fazlasını söyleyebilecek kadar rahat değildim. Evin önüne geldiğimizde anahtarımı çıkarıp ona döndüm. "Hemen gelirim tamam mı?" diyerek anahtarı deliğe soktum.

"Bekliyorum."

İçeri girip hızlı hareketlerle odama gittim ve sırt çantama pijama takımımla yarın giyeceklerimi koyup masaya göz gezdirdim. Makyaj malzemelerimi de çantamın ön gözüne atıp ışığı kapattım. Ne olur ne olmaz!

Evden çıkıp ayakkabılarımı giyerken Soner'e bakındım. Kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. Bağcıklarımı bağlamak için eğildiğimde şapkam yere düştü. Yanıma geldiğini duydum ve başımı kaldırıp ona baktım. Önce yerdeki şapkamı sonra da bana engel olan sırt çantamı eline aldı.

"Teşekkür ederim."

"Acele etme Çilli."

"Beklettim değil mi seni?" Sonunda bağladım ve doğruldum.

"Sorun değil ki beklerim." Elini uzattığında düşünmeden tuttum. Beklediğim an işte buydu. Avucundan tüm bedenime yayılan sıcaklık beni korkutmadı. Etraf iyice kararmıştı. Yürümeye başladığımızda sırt çantamı taşımaya devam etti.

"Alabilirim." diyerek ona baktım.

"Verebilirim." dediğinde boştaki elimi uzattım ama o çantayı vermek yerine eğildi ve yanağımı öptü. "Aldın mı?"

Yüzümü diğer tarafa çevirip sırıttım. Salak şey!

"Nereye gideceğiz?"

"Rahatsız olmayacaksan kaldığım otele gidelim."

Bunu beklemiyordum.

Ne bekliyordun, dışarıda sabahlamayı mı?

"Bilemedim ki."

"İstersen senin mekânda da oturabiliriz. Evine geri dönmek istersen anlarım ama kapında sabahlarım haberin olsun." dediğinde dudağımı ısırdım. Ona kıyamazdım. Ama oteline de gidemezdim ki. Sonuçta tam anlamıyla tanımıyordum. Bu ona güvenmediğimden değildi. Sadece içimden bir ses yanlış olduğunu söylüyordu.

"Evde tek kalmaya alışkınım. Sorun olmaz benim için."

"Alt tarafı karşımdaki odada kalacaksın Büşra."

Kaşlarım havalandı. Ben de aynı odada kalmaktan bahsediyor sanmıştım. Ah salak ben.

"Ama ben ödeyeceğim."

"Saçma sapan konuşma. Ben davet ettim."

"Ya senin paran geçmez diyorum. Misafirimsin."

Misafir mi? O senin sabahtan beri sevgilin değil mi Büşra?

"Seni otele ben çağırıyorum. Asıl sen misafirsin."

Tamam cebimde fazla param yoktu ama onun ödemesini istemiyordum. İlk günden böyle olmamalıydı. Yine de "Peki." diyerek pes ettiğimde elini çekip sırtıma doladı.

"Uslu Çilli'm."

Bana ilk defa sahiplenici bir hitap kullanmıştı. İçim erimişti. Bu çok tuhaf bir histi. Tuhaf ama çok güzeldi.

Zaten tuhaf şeyler güzel değil miydi?

Elimi tereddütle kaldırıp yanağına dokundum.

"Uslu Üsame'm."

Tam o sırada Soner'in arkasındaki bahçeyi fark ettim. Ağacın dallarından erikler sarkıyordu ama alt dalları budandığı için erikler yukarıda kalmıştı. Soner'e "Gelsene." diyerek bahçeye doğru yürüdüm.

"Nereye?"

Cevap vermeden ağaca tutundum ve kendimi yukarı çekmeye çalıştım.

"Büşra ne yapıyorsun?" diye sorduğunda elimle sessiz olmasını işaret ederek ellerimi ağacın bana en yakın dalına uzattım. "Düşeceksin!"

"Ya sussana, dikkatimi dağıtıyorsun."

"Gider manavdan alırız. Çıkma şuraya."

Ama onu dinlemedim. Ayağımı dala uzattığımda elini sırtımda hissettim. Düşmemem için bana destek oluyordu.

"Küçüklüğümden beri çıkarım ben ağaçlara."

"Maymun musun kızım sen?"

Güldüm. "Güldürme düşeceğim." diye söylendim.

"Büşra!" dedi uyarıcı bir sesle.

"Ben sana düştüm Olric." dedim alayla. Kendimi yukarı çekip nihayet dala çıktığımda hala söyleniyordu.

"Bana düşmüşmüş. Oradan aşağı bir düş göstereceğim sana düşmeyi"

"Ne çok düşmek dedin ya!" Elimi üst dala uzatıp kopardığım eriği ona fırlattım. Eliyle yakaladı.

"Yeter bir tane." dedi.

"O kadar çıktım. Bir tane alıp inecek değilim."

"Cehenneme gireceğiz senin yüzünden." dediğinde güldüm. Tişörtümün kucağını açıp alabildiğim kadar eriği koparıp içine attım.

"İyilik de yaramıyor."

"Sen misin kızım bu ilişkinin erkeği?" dediğinde sanki gözlerimi görüyormuş gibi bakışlarımı önüme eğdim.

"Nasıl vereceğim sana bunları?"

"At hepsini yere. Toplarız."

Kucağımı açıp erikleri yere bıraktım. Toplamak için yere inmemi bekledi. Kollarını bana doğru uzattığında bir elimi daldan ayırmadan diğerini omzuna attım. Bir hamlede beni aşağı alıp sert bakışlarıyla süzüp yere diz çöktü.

"Senin için aldım. Surat mı yapacaksın?"

"Topla da gidelim."

Gözlerimi devirip ona yardım ettim. Erikleri benim çantama atıp yürümeye devam ettik. Saat neredeyse 02.00 olmuştu ama hala otele gitmemiştik.

"Yarın kesin gidecek misin?"

"Ne yazık ki." dediğinde yüzüm düştü.

"Yine mesafeler yani."

Elini koluma koyup beni durdurduğunda ona döndüm. Şapkasını ters takmıştı. Gözlerine bakınca sürekli tebessüm edesim geliyordu.

"Ne demiştik biz?"

"Ne demiştik?"

"Uzaklar yakın edilebilir." Elini yanağıma götürüp okşadı. "Ve ettik. Yine ederiz." Omzunu silktiğinde güldüm ve ona sarıldım. Kollarını bana sarıp saçlarımı öptü. Ona onu sevdiğimi söylemek istedim. İlk kez bunu yapmak istedim. Ama konuşamadım. "Artık otele gidelim. Uykum geldi Çilli."

"Benim de." Elime uzanıp yürümeye başladı. Ondan ayrılmak çok zor olacaktı. Otele vardığımızda benim için bir odayı çoktan ayırttığını söyledi. Uykulu uykulu üçüncü kata çıktık. Dediği gibi odalarımız karşı karşıyaydı. Kapımın önünde durup kartla kapıyı açtı ve elindeki çantamı bana uzattı.

"Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara."

"Ararım." dedim ve çantamı aldığımda aklıma gelen şeyle aniden uykum kaçtı. "Erikler?"

"Yarın yeriz."

"Durmazlar ki."

"Dolaba koy."

"Yiyelim işte." dediğimde güldü.

"Acıktın mı sen?"

"Hayır. Sadece yarına bırakırsak yiyemeyecekmişiz gibi hissettim."

Birkaç saniye yüzüme bakıp düşündü. Ardından başını sallayıp odanın kapısını ardına kadar açtı. "Giriyorum." dediğinde onayladım.

"Gir." Arkamızdan kapıyı kapattı ve şapkasını çıkarıp masanın üzerine bıraktı. O an aklıma bir fikir geldi. Bence reddetmezdi.

"Şey, bir şey isteyebilir miyim?"

"İste tabi."

"Gitmeden önce sana ait bir şeyi bana bırakır mısın?" Elime uzanıp bileğimdeki ipliği çözerken gözlerimi kısıp ona baktım. "Fırsatçı."

Sırıtarak bilekliğimi ona bağlamam için bileğini bana uzattı. Düğümü attığım sırada ön bileğindeki dövme dikkatimi çekti.

1989.

"Ne anlama geliyor?"

"Ne?" diye sordu.

"Sen 92'li değil misin?"

Yaşından bunu hesaplamıştım. Matematiğime göz kırptım. "Öyleyim."

"1989 ne o zaman?" diye sorduğumda bakışları bileğine indi. Yüzü hüzünle gölgelendi. Yanlış bir soru sorduğumu düşünüp anında pişman oldum. "Cevap vermek zorunda değilsin."

"Abimin doğum tarihi." ardından ekledi. "Ve ölümü." Kanımın donduğunu hissettim. Sırtını bana dönüp çantama uzandı ve fermuarı açıp erikleri yatağa boşalttı. Gözlerim yanıyordu. Her boku niye eşeliyordum ki sanki!

"Hadi yiyelim."

"Soner-"

"Çilli. Yanlış bir şey yapmadın." Bana yaklaşarak yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. "89 benim için önemli evet. Ama baktıkça kötü hissetmiyorum. Aksine aklımdan çıkmadığı için mutlu oluyorum." dedi ve kulağıma yaklaştı. "Artık 17'im de var." Bugün ayın 17'siydi ve sevgiliydik. Bunu böylesine önemsemesi içimi titretmişti. Kollarımı ona sarıp başımı göğsüne gömdüm. "Bir şey demeyecek misin?" diye sorduğunda verilebilecek en saçma cevabı verdim.

"Eriklerin yanında tuz iyi giderdi."

Güldü.

Güldüm.

🌙

"Büşra?"

Nasıl güzel bir ses böyle! Adımı Büşra koyan annemin ellerinden öpüyorum.

"Büşra uyansana."

Böyle güzel bir sese sahip olmak haksızlık değil mi doktor? Gözlerimi araladım. Bacaklarımın arasında hissettiğim şey tahmin ettiğim şeyse eğer, evde olmalıydım.

"Sonunda, yaşıyorsun en azından."

Elime bacak aramı yokladım. Yumuşak bir yastık vardı. Başımı yana çevirdiğimde bana sinirle bakan mavi gözleri gördüm. Ah hayır, beni uyurken mi izlemişti? Hızla yatakta doğruldum.

"Senin burada ne işin var?"

"Ne işim mi var? Odama göndermedin beni."

"Ne?" diye sordum hiddetle. "Sen de kabul edip burada mı uyudun?".

"Koltukta kıvrıldım Büşra. Kucağımda uyuyakaldın ben de seni kıyafetlerinle birlikte yatağa yatırıp uyudum."

Üzerime baktım. Sadece ayakkabılarımı çıkarmıştı. Dünkü kıyafetlerim üzerimdeydi. Mahcup bir şekilde ona baktım.

"Çok mu uyudum?"

"Yüzünü ezberlemeye yetecek kadar uyudun Çilli."

Elim yüzüme gitti. Çillerim en belirgin haliyle oradaydı, eminim. "Elimi yüzümü yıkayayım da kahvaltıya inelim."

"İyi olur. Kahvaltıyı otelde yapalım."

"Kaçta gideceksin?"

"Dörtte uçağım var."

"Saat kaç?" diye sordum yataktan çıkarken.

"On iki."

"Ya hayır ya!" diye söylenerek lavaboya koştum. "On dakikaya kapıda olurum."

Hızlı hareketlerle işlerimi halledip gözlerimdeki makyajı düzelttim. Odaya dalarak çantamı boşalttım. Sadece dört saat sonra ayrılacaktık. Onu nasıl uğurlayacağımı bilmiyordum. Tüm duygularım birbirine girmişti. Kıyafetlerimi değiştirip sırt çantamı taktım ve odadan ayrıldım. Koşarak merdivenleri inerken telefonumdan saate baktım. Üç saat kırk yedi dakikamız kalmıştı. Fazla oyalanmıştım.

"Hadi hemen kahvaltı yapalım." dediğimde elini uzattı. O da çantasını sırtına almıştı.

Kalbim çıt, gözyaşım pıt.

"Gel Çilli." Elini tutup otelin kafeteryasına indik. Kulağıma gelen havlama sesiyle sıçrayıp Soner'in arkasına geçtim.

"Köpeğin ne işi var burada?"

"Hani artık hayvan severdin?" diye sordu bana yan yan bakıp. Boğazımı temizleyip öne çıktım.

"Öyleyim." Köpek bir daha havladığında dudağımı ısırdım. Soner elini çekip kolonun arkasına gittiğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. "Nereye?"

Yere eğildi ve yavaşça doğrulduğunda ellerindeki siyah şeye şaşkınlıkla baktım. Küçük bir köpeği kollarının arasına almıştı. Yüzünde samimi bir tebessümle üzerime geldiğinde bir adım geriledim.

"Ona dokunmayacak mısın?"

"Şey, dokunacağım." dedim ikilemde kalarak. "Onu buraya nasıl soktular?" Köpeği bana uzattığında kollarımı yavaşça kaldırdım.

Tabi ki korkmuyordum.

"Al bakalım Çilli."

Köpeği kucakladığımda etrafa çekimser bakışlar attım. Fazla kişi yoktu. "Sahibi nerede?"

"Sahibinin ellerinde."

Kaşlarım havalandığında dudaklarım da onlara eşlik etti. Ne demişti o? Sahibi mi?

"Anlamadım?"

"Köpek sahiplenmeyecek miydin?"

"E-evet. Ama..."

"Sana hediyem. Ona çok iyi bak. Bende yeri ayrı."

Ondan bir şey istediğimi söylediğimde bu kadar acele edeceğini düşünmemiştim.

"Ne zaman ayarladın bunu?"

"Ankara'dan benimle birlikte gelmişti."

Ağzım gülmekten bir metre ayrıldı. "Yaa, çok teşekkür ederim."

"Ona iyi bak yeter."

Hevesli bir ifadeyle başımı salladım. "Adı var mı?"

"Ben ona Zeytin diyorum. Sana kalmış."

"Zeytin güzelmiş. Sevdim."

Arkamdaki tabureye oturup gülümsedim. Ona gözüm gibi bakacaktım.

"İyi ki varsın Soner." dedim başımı yana eğerek. Güldü ve yanıma gelip kolunu sırtıma doladı.

"İyi ki varsın Çilli."

🌙

25, 26, 27 ve 28. bölümlerin düzenlenmiş halidir.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top