13

13|DÜZENLENDİ

Salondaki koltukta uyumaya çalışırken kapının sesini duydum. Muğla'da olmadığımı unutup irkilerek doğruldum. Bakışlarım ürkekçe kapıda durdu.

"Çilli?" Soner'in sesi içimi rahatlatmıştı. Oturur pozisyona geldim. Salona girdiğinde üzerinde takım elbise vardı.

"Hoş geldin." dedim. Yorgunluğum sesimden belli oluyor olmalıydı. "Kravat sevmiyor musun?"

Yakası açık gömleğine baktı. "Sevmem." Yanıma yaklaşıp koltuğun tepesinden bana baktı. "Neler yaptın bakalım?"

Omzumu silktim. Canım sıkılmıştı. Onu özlemiştim. Uyuyamamıştım. "Büşra, lütfen üzgün olma." Sesi bile değişmişti. Benim yüzümden onun da morali bozuluyordu.

"Üzgün değilim." dedim tebessüm etmeye çalışarak. Eğilip şakağımı öptü ve gülerek geri çekildi.

"Sana öyle bir akşam yemeği hazırlayacağım ki Muğla'ya döndükten sonra kilo almak için spora devam etmeyeceksin bile."

Gözlerimi devirdim. "Ben de kilo vermek için giderim o zaman."

"Benim için iki tane patates soyar mısın?" diye seslendi içeri girmeden. Sanırım üzerini değiştirecekti.

"Ne yapacaksın?"

Cevap vermedi. Mutfağa gidip dolapları kontrol ettim. Kapaklı bir sepetin içinde patatesleri buldum. Birkaç dakika içinde o da yanıma gelmişti. Buzdolabının kapağını açıp içine baktı.

"Bezelye var... Sosis, tereyağı..."

"Ne yapacağını söyleyecek misin?"

"Mısır..." dedikten sonra bana baktı. "Havuç sever misin?" Cevap vermeden önüme döndüm. Sırıtarak saydıklarını dolaptan çıkardı. "Annenler neden evde kalmadığını sormadı mı?"

"Sormadı." Aniden bana döndü. "Yanlış yaptık Çilli." Sorgulayıcı bir bakış attım. "Önce haşlayacaktık."

"Bir şey bildiğin yok." dedim ve patatesleri bırakıp başka aldım.

"Laf da yetiştiriyor." diye mırıldanışını duydum. Önüme dönüp tebessüm ettim. Ben patatesleri haşlarken o kaşar rendeliyordu.

"Ne yaptığını gerçekten merak ediyorum." dedim. Tahmin yürütebilirdim ama uğraşmadım.

"Patates ve kaşar. Ne yapılabilir?"

"Kaşarlı patates." dedim ve sırıttım. Bana uzaylı görmüş gibi baktı.

"Tepside kumpir." dediğinde "Haa." dedim. Sanki annem her gün kumpir yapıyordu. Patateslerin suyunu süzdüreceğim sırada elini koluma koyup durdurdu ve sıcak olmasına aldırmadan tencereyi lavaboya taşıdı. "Ben hallederim. Elin yanar."

Bakışlarımı o görmese de kaçırdım. Fazla iyiydi. "Ben ne yapayım?"

"Sen otur ve beni izle."

"Olmaz öyle."

"Olur öyle." Omuzlarımdan tutup arkamdaki sandalyeye oturttu. Bakışları yanağımda birkaç saniye asılı kaldı. İstemsizce elim yanağıma gitti. Yüzüne anında bir gülüş yerleşti. "Kumpirin nasıl yapıldığını öğrenmeyeceksin. Tadı damakta kalan kumpir nasıl yapılır onu öğreneceksin."

Onu taklit ettiğimde burnumu sıktı ve işine devam etti. Patatesleri soyarken yanan eline üfleyip soymaya devam ediyordu.

"Soğuk suda bekletseydin ya."

"Dünden beri açsın." dedi.

"Aç değilim."

Yalan!

Bir şey söylemeden işine devam etti. Yirmi dakika sonra tepsiyi donatıp fırına vermişti. Kalkıp elime bardak aldım. Yardım etmek istiyordum.

"Buraya değil, salona."

Başımı salladım ve salona bardakları, içecekleri taşıdım. Arkamdan geldiğinde elinde tabaklarımız vardı. Yemeğin kokusunu alınca midemden gelen seslerin davetini kabul ettim ve sandalyeye oturdum.

"Afiyet olsun Çilli."

Tadına baktığımda gözlerim kendiliğinden kapandı. Bu halime güldü. "Karın çok şanslı olacak." Yüzü ciddi bir hal aldı. Aptallıkta sınır tanımıyordum. "Yani, öyle derler ya."

"Büşra," deyip bacağımda duran elimi tutup masanın üzerine çıkardı. "Bana güveniyor musun?" Başımı salladım. Kendimden daha çok güveniyordum hem de. "Peki beni gerçekten, kalbinle seviyor musun?"

"Kalbimle." diye onayladım.

"O zaman ben karımdan daha şanslıyım."

Gülüşüm genişledi. Kendimi tutamadım ve sarıldım. Güçlü kollarıyla beni sardı. "İyi ki varsın Soner."

"Hadi yemeğimizi bitirelim." Geri çekildi. "Sonra da film izleriz."

Başımı salladım. Yaptığı kumpiri ağız tadıyla olmasa da yedim. Aklım annemdeydi. Elim yanağıma gitti. İyileşmesi için zamana ihtiyacım vardı. Soner'in elini yanağımda hissettim.

"Geçecek Büşra" dedi. "Geçmesi için elimden geleni yapacağım."

Sessizce yemeğimizi yedik. Modum düşse de Soner'in mutluluğu için gülümsemeye çalıştım. Bulaşıkları birlikte kaldırıp televizyonun karşısına geçtik.

"Ne izleyelim?" diye sordu. Elindeki filmlere göz attım. Bazılarını izlemiştim. İşsiz bir insan olduğum için bolca film izlemeye vaktim oluyordu.

Filmleri yerine koyup kumandayı aldı. "Benimle Walking Dead izler misin?" diye sordu sırıtarak. İlk sezonunu izlemiş olmama rağmen kabul ettim. Hevesini kırmak istemiyordum. "Ama önce..." diyerek ayağa kalktı. Ellerini ceplerine götürdü ve aradığını bulamamış olacak ki kaşları çatıldı. "Hass..." Koşarak odasına gitti. Arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştım.

"Ne arıyorsun?" diye seslendim. Cevap vermedi. Biraz sonra geldiğinde eli yumruk şeklindeydi.

"Buldum." Boğazını temizledi.

"Neyi buldun?"

"Bir saniye." dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kaşlarımı çatıp kanepede doğruldum. Birkaç saniye düşünüyormuş gibi sessiz kaldı. Ardından elini arkasına götürdü ve yutkundu.

"Anahtarımı kaybettim sandım ama cebimdeymiş."

"İyi misin sen?"

Odaya geri döndü ve geldiğinde eline baktım. Serbest bir şekilde yanında duruyordu. "Hadi başlayalım." Kanepeye uzanıp beni kolunun altına çekti. Yanında küçücük kalmıştım. Boyuna gözlerimi devirdim. Diziyi başlattığında ilk defa izliyormuşum gibi izlemeye çalıştım. Parmakları arada yanağımı okşuyordu. Ve ben her defasında gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Yanında olmak, kollarının arasında uzanmak tarifi olmayan bir duyguydu.

"Çilli?"

"Efendim."

"Benim zil sesime Plevne koysana."

"O niye?" diye sorduğumda güldü.

"Gaza geldim. Milli duygularım kabardı."

Güldüm. "Yabancı dizi izlerken mi?"

"He." Yanağımdaki elini alıp avucunu öptüm. Yanağım kanepenin koluna yaslı olduğu için sızlasa da belli etmedim. Yavaş yavaş uykum geliyordu. Üçüncü bölümdeydik ve Soner hararetli bir şekilde izliyordu.

"Uykun gelirse söyle Meleğim." diye fısıldadı.

Dünya birkaç saniye dönmeyi bıraktı sanki. Bana Çilli dışında hitapta bulunmazdı. Şimdi ise sadece dört yaşına kadar annemin beni seviş şekliyle seslenmişti. Sonra hep Büşra olmuştum. Fahişe bile olmuştum. Oysa o, o kadar farklı ve özel hissettirmişti ki boynuna sarılıp ağlayabilirdim. Yanağımdaki elini sıktım. Gözlerimi yumdum çünkü gözyaşı akıtmak istemiyordum. Eli saçlarımı okşarken öyle kalmaya devam ettim. Nazikçe başımı tutup kanepenin sert kolundan uzaklaştırdı. Sanki canımın yandığını hissetmişti.

"Bundan sonra baban da benim Çilli."

Sabah uyandığımda burnuma önce Soner'in yastığına sinmiş şampuan kokusu, sonra da tüm eve yayılmış krep kokusu geldi. Gözlerimi araladığımda bir yastığın bacak aramda durduğunu fark ettim. Yatağa yan bir şekilde yattığımı varsayarsak, gece tek başıma uyumuş olmalıydım. Umarım öyleydi.

Yatakta doğruldum. Üzerimde dün giydiğim kıyafetler vardı. Aralık duran kapıyı kapatmadan sırt çantamı alıp odanın içindeki banyoya girdim. Üzerime yanımda getirdiğim tek eşofman altımı ve atletimin üzerine kapüşonlumu giydim.

Sessiz olmaya özen gösterip mutfağa yürüdüm. Soner üzerine mutfak önlüğü giymiş, dünkü bulaşıkları makinaya diziyordu. Çok mahcup oluyordum.

"Günaydın." diyerek gülümsedim. Dönüp bana baktı.

"Günaydın Olric." Çaydanlığı almış mutfaktan çıkıyordu.

"Tabakları getireyim mi?" diye sordum.

"Evet. Bu arada meyve suyu içersen çıkarayım."

"Yok, çay içerim."

Birlikte masayı hazırlarken ikide bir birbirimize bakıp sırıtıyorduk. İkimizi evli çift gibi hayal etmiştim. Acaba o da düşünmüş müydü?

"Sen nerede uyudun?"

"Misafir odasında."

Aslında benim uyumam gereken yerde.

"Bu gece ben orada uyurum."

"Yastıklarımdan birini bacak arana hapsetmeseydin, yatağımda da uyuyabilirdim." dediğinde utançla bakışlarımı kaçırdım.

"Alışkanlık."

"Değişik bir alışkanlık." dedi gülerek. Bir şey demeden kahvaltıma başladım. O da üstelemedi.

"Kahvaltıdan sonra dışarı çıkalım mı?"

"Nereye?"

"Yürüyüşe. Açılırsın."

"Şey, bu akşam banyonu kullanabilir miyim?" diye sordum çekingen bir tavırla.

"Sormana gerek yok. Bu arada uyurken dişlerini gıcırdatıyorsun." dediğinde gözlerimi irice açtım. Bu zamana kadar annem böyle bir şey yaptığımı söylememişti.

"Hiç de bile."

"Hem de on üç saniye boyunca."

"Ya hayır! Kabul etmiyorum." Bakışlarımı kaçırdım. Gülmeye başladı. "Tamam, çıkalım." dedim. Konuyu dağıtmayı amaçladım.

"Zeytin'i aldırmıyorum. Orada seninle kalacak." dediğinde tebessüm ettim ve ayağa kalkıp ona sarıldım. Kolları bedenimi sanki kırılacak bir şeymişim gibi sardı.

"Ben de rahat bir şeyler giyip geliyorum." dedi ve ayaklandı. Onu beklerken kahvaltımı yapmaya devam ettim. Elinden her iş geliyordu. Ben bile çorba, tavuk ve pilav dışındaki yemekleri internetten izleyip yapabiliyordum.

Krebin üzerine reçel sürüp ağzıma tıktığımda gülüşünü duydum. Ona baktığımda kapının pervazına yaslanmış beni izliyordu.

"Afiyet olsun."

Önüme dönüp çayımı yudumladım ve ayaklandım.

"Hadi gidelim."

"Doydun mu?" diye sorduğunda ona bana küfretmiş gibi baktım.

"Doydum."

"İştahın hep böyle açık mıydı yoksa sadece benim yemeklerime karşı mı öyle?" Alaylı sesine kaşlarımı çatarak karşılık verdim ve ondan önce ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Dışarı çıktığımızda elime uzandı.

"Yürüyecek miyiz?"

"Hm-hm."

Birlikte yürürken ben etrafı inceliyordum. Yürüdükçe gördüğümüz insan sayısı azalıyordu.

"En son ne zaman parka gittin?"

"Seninle gittik."

"Öyle değil, sallanmak için."

"Küçükken." dedim buruk bir sesle. Sallanmayı sevmezdim zaten ama hevesimi alana kadar bile salıncakta sallanmamıştım.

Bir şey söylemedi. Ormana geldiğimizde yerde toplu duran kuru yapraklara baktım. Yüzüme bir tebessüm oturdu. Soner'in elini bırakıp yaprakların üzerine oturdum. Ama içlerine düşüp kaybolduğumda söverek doğrulmaya çalıştım.

"Napıyosun sen?"

"Bu yapraklar neden burada?" diye söylendim az önce kendimi üzerlerine atan ben değilmişim gibi.

Gülüşünü duydum. Ardından o da yanıma gelip kalkacakken beni yapraklara gömdü.

Beni kollarının arasında tutarken ben gülmeye başladım. İkimiz de sessiz kaldığımız anda kulağıma fısıldadı.

"Eksik kaldığın ne varsa tamamlayacağım Çilli."

🌙

"Düşeceğim." diye söylendim yürümeye devam ederken. Önümde ne var bilmiyordum. Gözlerimin üzerinde Soner'in elleri vardı.

"Düşmene izin vermem."

"Gelmedik mi?"

"Geldik." dediğinde heyecanla gözlerimi açmasını bekledim. Kulağıma su sesi geliyordu. Yavaşça ellerini çekti. Gözlerimi araladım. Karanlığa alışan gözlerim karşımdaki şeyi gördüğünde aniden aydınlandı.

"Soner?"

"Çilli?"

Salıncaklara bakakaldım. "Ankara'daki böyle bir yer olduğunu bilmiyordum."

"Artık var." diye fısıldadı ve elimden tutup salıncağa doğru yürüdü. Şaşırtan şey salıncak değildi. Salıncağın tepesinden akan suydu.

"Islanacağım."

"Islanacağız." diye düzeltti beni.

"Nasıl yani? Sende mi sallanacaksın?"

"Neyim eksik?" dediğinde yürümeyi kestim. Benimle birlikte o da durdu ve bana baktı. "Noldu?"

"Soner sen... Neden yapıyorsun bunu?"

"Neyi?" diye sordu ciddi bir şekilde.

"Bunu işte." diyerek salıncağı işaret ettim.

"Neden seni mutlu etmeye çalıştığımı mı soruyorsun?"

"Bak sen, 27 yaşında, aklı başında bir adamsın. Tüm bunlar senin için çok fazla."

Kaşları çatıldı. Elini çektiğinde onu üzdüğünü düşünüp pişman oldum. Ama o bana yaklaşıp yüzümü avuçları arasına aldı.

"Sen de yüzündeki çillerden daha fazla acı çekmiş bir kızsın. Ben yaşayacağımı yaşadım. İzin ver sana da yaşatayım."

Gözlerim doldu. O kadar iyi ve mükemmeldi ki gerçek olduğu için her saniye şükrediyordum. Uzanıp elini tuttum ve salıncağa yürümeye başladım. Salıncaklara vardığımızda ona döndüm. "Sallanmaya hazırım ama ıslanmaya hazır mıyım bilmiyorum."

Güldü ve beni suyun altına çekti. Su beklediğimin aksine soğuk değildi. Salıncağı tuttu ve binmemi bekledi. Gülümseyerek salıncağa oturdum.

"Özgürsün." diye fısıldadı kulağıma. "Benimlesin. Hiçbir şey düşünme Çilli'm." Salıncağı geriye doğru çektiğinde tutundum. Dediği gibi özgürdüm. Onunlaydım. Hiçbir şey beni korkutamazdı. Salıncağı bıraktığında kendi çabamla hızlanmaya başladım. O da yanımdaki salıncağa oturdu.

Birlikte gökyüzüne uçuyorduk sanki.

Yaşına, benden farklı oluşuna aldırmadan benimle birlikte çocuklaşan bu adama o kadar çok saygım vardı ki, bir gün sevgim bitse bile, saygımı asla yitirmeyecektim. Benim ona olan sevgimin bitmesi de imkansız gibi bir şeydi. O her zaman benim Üsame'm olarak kalacaktı.

Dakikalarca sallandık. Hiç sıkılmadan, sıkılsa bile belli etmeden benimle birlikte sallandı. Durduğumuzda  ikimiz de sırılsıklamdık. Arabası ile geldiğimiz için taksi ile uğraşmadan eve dönmüştük. Bir de taksiyi ıslatmak istemezdik.

"Hemen banyoya gir." dedi eve girer girmez.

"Sen gir ben beklerim."

"Hadi!" Gözlerimi devirip banyoya ilerledim. "Kardeşimin bornozunu kullanabilirsin. Beyaz olan."

Bir şey demeden içeri girdim ve ses yapmamaya özen gösterip kapıyı kilitledim. Hızlı bir duş aldıktan sonra kapının arkasında asılan beyaz bornozu giydim. Tereddütle banyodan çıktığımda etrafta Soner'i göremedim. Odasının önüne geldiğimde kapıyı tıklattım.

"Soner?"

"Gel Çilli."

İçeri girdiğimde yatağa uzanmış, telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Üzerini değiştirip pijamalarını giymişti.

"Çıktım ben."

"Görüyorum." dedi gülerek. "Bir dosya göndermişler. Ona bakıyorum."

"Tamam o zaman." deyip yatağın ucuna oturdum.

"İstersen uyu. Ben çıkarım sen uyuyunca."

"Gerek yok." dedim başımdaki havluyu çıkarırken.

"Saçlarını kurula."

Saçlarımı arkamda toplayıp yatağa uzandım. Hala telefonuna bakıyordu. Ona doğru döndüm.

"Bu gece için teşekkür ederim."

Cevap vermeyince gözlerimi kapattım. Giderken elbet uyanırdım.

"Gülümse yeter Çilli." diye fısıldadı. Tebessüm edip bacağına sarıldım. Bir eli saçlarıma uzanıp uzunca bir süre okşadı. Bunu yapmasını seviyordum.

"İyi geceler Üsame."

🌙

44, 45, 46, 47. bölümlerin düzenlenmiş hâlidir.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top