HAYAT GÜZELDİR Mİ?
Melda ' nin tanitim yüzü olacağı bir reklam kampanyasına fikirler üretmek, senaryolar yazmak ve bunları uygulamaya koymak benim için hiç zor olmasa da , elit ve naif kişiliğim dolayısıyla bunu yapmadım. Bir ara bu reklamı reddetmeyi dusunsem bile "Ben başarılı bir iş kadiniyim " şeklindeki özgüven yaklasimim ağır bastı. Sonuçta ne kadar zor olabilirdi ki? En fazla Melda cadisini koca bir tarhana çorbası tenceresinin yanına yanlışlıkla oturtur sonra o tencereyi yanlışlıkla üzerine döker sonra o cirtlak sesiyle yardım çığlıkları atarken ona dönüp "Ayyy cicimmm sen de ne sakar seysinnn!!!" deyip kahkalarla gulerdim. De işte yapmadım. Yapamazdim. O kadar da gaddar ve kötü niyetli değildim. Sadece çorbanin acı biberi fazla kacabilirdi ya da tuzu. Belki de en iyisi repligini defalarca yanlış soyletirdim. Ama hiç bir şey yapmadım. Neden? Cunkü ben bu işte bir numaraydim. Melda gibi küçük hesaplar peşinde koşup bugüne kadar elde ettiğim sayginligimi, sevilirligimi ve belli bir yere gelmisligimi yok sayamazdim.
İşin içinde Meldacik yokmus gibi düşünüp ona göre davrandim. Hem zaten artık unutamadigim biri de yoktu. Unutmuşum. Yıllardır aklımdan çıkmayan, her gördüğümde içimden of çektiren ve senelerce beni üzen bu aşk bir anda bitmişti işte. Bir gün aniden onu artık sevmediğimi farketmistim. İsterse Melda yla evlensin isterse dugunlerine beni de cagirsinlar. Hatta dugunlerinde sahitleri olup onlara mutluluklar bile dileyebilirim. Ortaya çıkıp oyun havalarinda halay başı bile olurum.
Artık yeni bir aşka kapim açık ve isimden başka bir düşüncem yoktu. Elbette bu yeni aşk önce beni kendine inandirmali ve guvendirmeliydi ama bu bile benim için büyük bir adimdi.
Meldacik için hazırladığım tanıtımın çekildigi gün o "Buralarin starı benim bebeğim! !!!" ifadeli botoxlu yüzüyle etrafta gezinirken ben onun sadece dört saniyecik gorunecegi tüm ilginin çorba üzerinde olacağı reklamı izleyen firma sahibi Rıfat bey ve ekibinin yüzündeki memnuniyet ifadelerini izliyordum.
Yine basarmistim ama tüm dikkat ve tebrikler tabiki Melda ya gitmişti yine. Artık umursamiyordum. Bunun verdiği rahatlıkla eve gitmek için cikacakken telefonum çaldı. Ekranda yazan "Pyenses" yazısını görünce gulumsemistim. En iyi arkadaşım Ece'ydi arayan. Arkadastan çok kardes gibiydik. Birbirimizin herseyini bilir, bakisarak bile ne düşündüğümuzü anlardik. Geçen yıllar sagolsun. Aslında iki kişi daha vardı Bora ve Can. Dordumuz dorduz gibiydik işte.
Telefonu açınca "Nerdesinnn kizimmm sennn" diye cemkiren bir Ece vardı karşımda. "Ben sana beni ara demedim miiiii?" Ona sakin olmasını söylesem de böylesi durumlarda yani kizginken olmazdı. Bu onu daha çok sinirlendirirdi. En iyisi alttan almak ve ısı sebeklige vurmak olduğu için "Biliyorum canım ben de şimdi seni arayacaktim bak hatta ekranda ismin var" yalanini tek ayağımi kaldırarak söylemiştim. Her yalani yakalayan ve sınırsız bir hafıza kapasitesi olan kardeşim elbetteki bunu yutmadi. "Istersen önce o ayağını yere indir ve sonra gerçekleri anlatmaya başla şekerim " diye cevapladı beni.
Telefon kulagimda, bilgisayarım, ceketim ve sirt cantam - evet bir sırt cantam var sonuçta ne zaman ne gerekir belli olmaz değil mi? - asansöre doğru ilerledim. Ece hala telefonda bana cemkirmekle mesgulken ona asansörü kastederek "Tunele giriyorum şeker cekmiyorrr alooo" diye seslendim. Ece'yse bana saydimakla ve beni gördüğü yerde dovecegi tehditleri savurmakla mesgulken asansörün kapısı açıldı ve ben ilk adimimi atıp başımı kaldirdigimda gördugume inanamadım......
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top