ŞEKİL DEĞİŞTİREN

"İmam Rabbani Hazretleri "Mektubat" adlı eserindeki 22. mektupta şöyle söyler:

Nur ile karanlığı birlikte bulunduran Allahu Teâlâ, her türlü ayıptan, kusurdan uzaktır. Mekânsız, yansız, yönsüz olan ruhu, yanlı, yönlü, maddeden yapılmış olan bedene yaklaştıran rabbimizi tesbih ederiz.

Karanlık olan bedeni, nurlu olan ruha sevdirdi. Nur, karanlığa âşık oldu. Çok severek onunla birleşti. Bu bağlantı ile nurun cilâsı arttı. Ona yakınlaşmakla parlaklığı çoğaldı. Nurun bu hâli, ayna yapılacak cama benzemektedir. Cam, parlaklık vermesi ve cisimleri gösterebilme kuvvetini kazanması için önce toprak maddeleri ile sıvanır. Karanlık, katı, kıymetsiz toprak maddeleri ile sıvanan camın parlaklığı artar, kıymeti çoğalır.

Parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca önceden Allahu Teâlâ'ya olan yakınlığını unuttu. Hatta kendi varlığını ve özelliklerini unuttu. Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini, kıymetini unuttu. Kötüleşti. Eğer bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa ona yazıklar olsun! Onun bedenle birleşmesi yükselmesi için idi. Buna kavuşamazsa, yükselmeye uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! Allahu Teâlâ ona ezelde merhamet ettiyse, onu lütfuna, inayetine kavuşturduysa başını kaldırır, elinden kaçmış olan nimetleri hatırlar, eski hâline döner.

Ey Selim. Önceden okuyup unutmuş olduğun, şimdi tekrar içine ilham olarak düşen bu mektubu iyice belle. İyice belle ki eski haline dönebilmek adına ne gerekiyorsa onu yap. Yoksa vay haline. Vay ki ne vay...

Hem bak unutma. Allah nasip ederse şurada bir buçuk, bilemedin iki seneye haddin yarısına geleceksin. Haddin yarısına gelecek, söyleyeceksin:


Yaş otuzu ortaladı, haddin yarısı eder.

Dünya bizi sarmaladı, gönlümüze verdi keder.

Doğrusu, hak söyleyen gönlü etmez ki hâr derbeder.

Aksine pervane misali, ateş onu cezbeder.

O halde heyhat!

Mihr varken zulmetli olan bizlere.

Bahr varken çölü öven sözlere,

Her yanlışta kalpte biten közlere,

Zalimce tavırlarla zarar verdiğimiz özlere.


Zihninde dönüp dolanan türlü düşünceler eşliğinde, sessiz şekilde yürümesine devam ediyordu ki sessizliğini bozacak soru, şıp diye düştü aklına. Hemen sordu:

"Şu benden iyi olanın adı ne?"

Selim'in maskesinde çatlak oluştuğu sırada cevap geldi Mesut'tan:

"Efsanevi kahraman liderinin adı mı? Hüma."

Aldığı cevap karşısında hayâl kırıklığına uğradı.

"Efsunim değilmiş." diye geçirdi içinden. Düşüncelerini içinde bulunduğu duruma yoğunlaştırdı. Biraz önce aldığı bilgi yoğunluğunu düşünceleriyle sindirmeye devam eder şekilde sessiz yürüyüşüne devam etti.

Aradan çok geçmeden Vasıf'ın sesi eşliğinde Zihin Dünyası ile olan bağlantısını kesti;

"İşte orada; ağacın altında! Zırhlı bir Tepegöz!"

"Tepegöz mü?" diye geçirdi içinden Selim. Masallardan duyduğu Tepegöz'ü ilk defa kanlı canlı karşısında görecekti.

"Zırhlıysa mutlaka yanında bir cadı vardır. Uzak duralım Vasıf."

"Bizim de yanımızda bir efsanevi kahraman var Mesut. Hedefimiz Tepegöz. Çalıştığımız gibi. Hazır."

"Anlaşıldı. Hazır."

Mesut ile Vasıf bağırarak Tepegöz'ün üzerine koşmaya başladılar. Selim ise önce hakkın adını zikretti. Sonra Tepegöz haricinde bulunan olası canavarlara yardımcı olmalarını niyet ederek fırlattı hançerlerini peşlerine. Kendisi de Tepegöz'ü görmek adına ağır adımlarla yürümeye başladı.

Biraz sonra tıpkı masallarda anlatıldığı gibi tek göze sahip, elinde uzunca bir balta, üzerinde vücudunu kaplayan kehribar renkli zırhı olan Tepegöz'ü gördü. Baltayı tutmadığı sol kolunda derince bir yara izi vardı ve amansız bir biçimde Mesut ile Vasıf'a karşı koyuyordu.

"Son zamanlarda yaşadıklarımı sindirmek için zamana ihtiyacım var. Sindirmem, okuduğum kitapları yeni kazandığım tecrübelerim ile tekrar okumam için zamana..." diye geçirdi içinden. Hançerleri, parmaklarında yüzük formunda belirdiler. Bu durum yakın çevrelerinde Tepegöz'den başka tehlikenin olmadığının işaretiydi.

Ortamda Tepegöz'den başka herhangi bir tehlikenin olmamasının verdiği rahatlıkla Vasıf ile Mesut'u izlemeye koyuldu;

Kullandıkları silahların Tepegöz'ü yeterince yaralayamadığını gördü; zırhı kalındı Tepegöz'ün. Buna mukabil Tepegöz tarafından aldıkları her saldırıdan da kıl payı kurtuluyorlardı ki bu henüz hazır olmadıklarının işaretiydi.

"Kahramanlar, savaştığınız düşman fazla sizlere. Varın başka düşman belleyin kendinize." dedi Selim. Maskesinde çatlaklar oluşurken, cevap gecikmedi nefes nefese kalan Vasıf'tan:

"Fazla değil."

"Değil de iksirine kıyamıyor. Canımızdan daha fazla değer veriyor." dedi Mesut.

"Ondan değil dostum. Biliyorsun; bu iksir seviyemizdeki mağaralardan çok nadir düşüyor. Doğru anda kullanmalıyız ki en iyi etkiyi alabilelim."

"O doğru an gelene kadar öleceğiz."

"Sadece biraz daha dayan."

Bu sırada Tepegöz'den yedikleri darbeyle ikisi de uzaklarında bulunan ağaca savruldular. Hemen ceplerinden şeffaf, yuvarlak ve mantar tıpalı olan bir şişe çıkardılar. Şişe içerisinde turkuaz renkli bir sıvı vardı. Bu sıvı dinçlik iksiriydi.

Onlar, Selim'in her an aksiyona hazır tavırları eşliğinde iksirlerinden içerken Tepegöz de kızgın sesiyle bağırdı. Aynı anda Tepegöz'ün altındaki toprak bütünüyle vücudunu kaplamaya başladı. Toprak, Tepegöz'ün ağız kısmını kapatmaya başladığı sırada Mesut ile Vasıf olayı anladılar; karşılarındaki Tepegöz değil, Tepegöz suretine bürünen bir şekil değiştirendi.

"Şekil değiştiren!" dedi aynı anda Vasıf ile Mesut.

Çok geçmeden ormanlık alandaki ağaçların bazıları yıkılmaya, şiddetli sesler duyulmaya başlandı.

"Misafirlerimiz var." diye bağırdı Selim.

Selim'in maskesinde çatlak oluşurken sözlerini onaylar nitelikte cevap geldi Mesut'tan:

"Karşımızdaki Tepegöz suretine bürünen bir şekil değiştiren. Şu an form değiştirme safhasına girdi. Bu safhaya girmeden önce bağırarak gerçek Tepegözleri buraya çekti. Üstelik bağırtıdan dolayı etraftaki diğer şekil değiştirenler ve cadılar da buraya gelebilirler. Dikkatli olmalıyız."

"Endişe etmeyin kahramanlar. Avınıza odaklanın, diğerlerini düşünmeyin." dedi Selim, özgüvenli ses tonuyla. Her Dünya kelamı konuştuğunda olduğu gibi maskesinde çatlak oluşurken ellerini hareket ettirmek suretiyle hançerlerini çıkardı. "Biraz önce öğrendiğim yetenekleri test edelim bakalım." diye geçirdi içinden. "Allah'ın adıyla. Kurt, kuş, örümcek." dedi. Gözleri yeşil parlayıp söndü.

Git gide artmakta olan seslere aldırmadı. Tarih Adama baktı. Geçirdi kalbinden: "Bundan sonra sana Tarihi diyeceğim. Tarihi, sen kurtsun, tarihimle gururum." Dini Bütüne baktı. Geçirdi kalbinden: "Dini Bütün sen ebabili bir kuşsun, dinim benim onurum." Tecrübe Adama baktı. "Sana ilk koyduğum isim daha münasip Raflardaki Tecrübe. Sen de örümceksin, öğrendikçe öz savunum."

Bu esnada alana, her birinin elinde farklı bir silah olan dört Tepegöz geldi. Alana gelen Tepegözler, vücudunun tamamı toprakla dolmuş olan zırhlı Tepegöz biçimindeki şekil değiştireni görünce sinirlendiler. Tepegözlerden biri Vasıf ile Mesut'un üzerine giderken diğerleri daha kalabalık gördükleri Selim ile yeleğin gücüyle fiziksel formda oluşan hayâlilerin üzerine gitmeye başladılar.

İçine ilham düştü Selim'in.

"Savunun!" diye bağırdı gür sesiyle. "Örümcek gibi." diye geçirdi kalbinden. Alemlere rahmet, Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile onun can dostu Hazreti Ebubekir radiyallahu anh'ı düşmanlarına karşı gizleyen örümceği düşündü. Hamd etti.

Tarihi, Dini Bütün ve Raflardaki Tecrübe, Tepegözlerin üzerine giderken tekrar gür sesiyle bağırdı:

"Belirin!"

Kalbinden geçirdi:

"Ebabil gibi."

Kâbe'yi yıkmak için filleriyle Mekke'ye gitmekte olan Ebrehe ile ordusunun, aniden beliren, hızlı ve çevik olan Ebabil sürüsü tarafından bozguna uğratıldığı meşhur olayı; Fil Vakasını düşündü. Hamd etti.

Hayâliler, Tepegözlere karşı koymaya başladılar. Tepegözler her saldırdığında ani bir hamleyle onların saldırılarını geri püskürttüler. Haricinde saldırmadılar. Yine de Tepegözlerin Selim'e ulaşmasını engellemek maksadıyla dikkatleri hep üzerlerinde tuttular. Böylece ebabil gibi ani oldular, örümcek gibi savundular.

Tepegözler, ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü geçemedikleri hayâliler karşısında sinirden deliye dönerken Selim ise bir müddet izledi onları. Aklında Tepegöz barındıran Dede Korkut Hikâyesi dönüp durdu. Cümlesinin devamını getirecek; "Heybetinizi gösterin; kökbörü gibi." diyecekti ki yüreğine başka bir düşünce düştü;

"Böyle söylersem savaş kısa sürede bitebilir. En iyisi savaş alanını gözlemlemeye; hayâli arkadaşlarımın savunmalarını izlerken Vasıf ile Mesut'u da olası tehlikelerden korumaya devam edeyim. Hem bu sayede onlara aradıkları minerali çıkarmaları için üç ayrı şans daha vermiş olurum."

Düşündüğü gibi yaptı. Ne yaparlarsa yapsınlar kendine ya da arkadaşlarına ulaşamayacaklarından emin olduğu Tepegözleri izlemeyi bıraktı. Vasıf ve Mesut ile onlarla savaşmakta olan Tepegöz'e döndü. Kalbinde eski bir dua kitabından öğrendiği zikir, ağır adımlarla onların yanına doğru yürümeye başladı. Yürürken de her birinin hamlesini gözlemlemeyi ihmal etmedi.

Diğer taraftan arkadaşı Mesut, hamlelerinden sıyrılıp akıllı karşı koymalarla Tepegöz'ü yaralarken onun gözü bir an önce dönüşmesini beklediği şekil değiştirendeydi. Çünkü şekil değiştirenin kendi formuna döndüğü o ilk an en savunmasız olduğu andı. Zehirli şişeyi kullanmak için bundan daha doğru bir an olamazdı.

Derken dönüşüm için vücudunu toprakla kaplayan şekil değiştirenin bulunduğu zırhlı Tepegöz sureti parçalanarak yere düşmeye başladı. Biraz sonra tamamen parçalandığında şekil değiştiren eskiye; en savunmasız olmasına karşın en acımasız olduğu gerçek formuna geri döndü.

Sonunda beklediği fırsatın geldiğini gören Vasıf, hemen cebinden içerisinde çöl renkli sıvı olan şeffaf, yuvarlak ve mantar tıpalı olan bir şişe çıkardı. Şişenin ağzındaki tıpaya baş parmağı ile kuvvetlice bastırdı. Yeterince bastırdığından emin olduğunda şekil değiştirene fırlattı onu.

Zehirli şişe, şekil değiştirene isabet eder etmez kırıldı. Şişeden çıkan sıvı şekil değiştirenin bedenini şiddetli bir acıyla yakarken aynı anda zehrin kokusu ise gözlerinden kan gelmesine sebep oldu.

Plânının ilk aşamasını gerçekleştiren Vasıf, ikinci aşama için doğruca Tepegöz'ün arkasına geçti. Mesut'a seslendi. Ölmekte olan şekil değiştireni göstererek:

"Avı o tarafa devirelim." dedi. Yüzünden terler damlayan, nefes nefese kalmış Mesut'un ona bakarak onaylaması eşliğinde Tepegöz'ün arkasına geçti. Zaman kaybetmedi, doğruca kılıcını Tepegöz'ün sol diz kapağı arkasına fırlattı.

Sol diz kapağı arkasına isabet eden kılıcın etkisiyle sol ayağı üzerine basamaz oldu Tepegöz. Acıyla bağırması eşliğinde sol dizini yere koydu.

Vasıf'ı onayladıktan sonra cebinden turuncu renkli güç iksirini çıkarıp içen Mesut, hamlesini yapmak üzere kılıcını Tepegöz'ün başında bulunan tek gözüne fırlattı. Hemen ardından ona doğru koşmaya başladı.

Tepegöz, Mesut'un kılıcı gözüne isabet etmeden yakaladı. İyiden iyiye sinirlenmişti ki güç iksiri sayesinde insan sınırları ötesindeki yüksekliklere rahatlıkla atlayabilen Mesut'un, yine güç iksiri sayesinde kavuştuğu güçle birlikte göğsüne vurmasıyla şekil değiştirenin ölüsünün yanına düştü. Düşer düşmez o da zehirden nasibini aldı; bedeni yanar, gözleri kanar şekilde ölümün sivri pençelerini tattı.

Vasıf ile Mesut'a baktı Selim. Avlarını alt ettiklerine seviniyor olduklarını gördü.

"Vasıf ve Mesut." diyerek seslendi onlara. Maskesinde çatlak oluşurken Dini Bütün'ün oyalamakta olduğu Tepegöz'ü gösterdi. "Sıradaki avınız."

Birbirlerine bakarak "Hazır." dedi Vasıf ile Mesut. Tam Tepegöz'ün üzerine koşacaklardı ki alandaki canlı Tepegözler'in tümü gerisin geri ormana kaçmaya başladılar.

"Herhalde zehrin kokusundan rahatsız oldular." dedi Vasıf.

Bunun üzerine gür sesiyle söyledi Selim:

"Heybetinizi gösterin!"

Geçirdi kalbinden:

"Kökbörü gibi."

Köklerini, Oğuz Kaan destanındaki kurdu düşündü. Tıpkı bir kurt gibi olan savaşçı yapısını, özgür ruhunu, rehber olabilme, nerede olursa olsun gözlem yapabilmesini düşündü. Türk olduğu için, bu kaderi ona verdiği için alemlerin rabbi olan Allah'a şükretti, bolca hamd etti. Hayalîleri izledi.

Aynı esnada hayalîler, silahlarını kaçmakta olan Tepegözler'e doğru tuttular. Silahlarından dumanlar çıkarak aniden örümcek ağı şeklinde Tepegözler'in önünde belirdiler. Ağlara takıldı Tepegözler. Yine de kaçmaya devam ettiler. Gerildi ağlar, gerildikçe gerildiler. Sonunda gerilme son noktasına vardı; Tepegözler'i gerisin geri savaş alanına fırlatmaya başladılar.

Ortadan kayboldu hayâliler. Akabinde aniden üzerlerine gelmekte olan Tepegözler'in yanında belirdiler ve silahlarını havada iken onlara geçirerek ölmelerini sağladılar.

Tepegöz ölüleri büyük bir gürültüyle yere düştüğü sırada hayalîlerinin hareketini hayranlıkla izlemiş olan Selim, böylesine bir gücü ona bahşeden Allah'a kalbinden hamd etti. Aynı zamanda ne kadar günahkâr ne kadar aciz olduğunu düşündü. Tövbe etti. Mesut ile Vasıf'a döndü.

"Avların içinden ganimetler çıkıyor demiştiniz. Avı ben alt ettiğimde içindekileri alabiliyor musunuz? Ya da ben alıp verebiliyor muyum?" dedi. Maskesinde çatlak oluşurken sorduğu sorunun cevabı Mesut'tan geldi:

"Bizler alamıyoruz ama evet sen verebiliyorsun."

"O halde nasıl alındığını gösterin de alıp vereyim. Tez vakit yoluma gideyim."

"Öldürdüğün avlarının herhangi bir bölgesine silahınla delik açman yetiyor. Avın eriyecek, hangi eşya düştüyse toprakta onun şekli belirecektir. Bu hale geldikten sonra üzerlerine su dökerek bu eşyaları elde edebilirsin. Ya da bir başkası elde edebilir."

"Eyvallah." dedi Selim. Hayalîleri duman olup bir kısmı yeleğine doldu, diğer kısmı ellerinde hançerleri olarak belirdi.

Ölen avlarına doğru fırlattı elindeki hançerlerini. Hançerler, hızlıca ölü avlarına doğru gittiler. Her avda birden fazla delik açtıktan sonra duman haline bürünüp ortadan kaybolarak Selim'in elinde yüzük halinde belirdiler.

Delik açılan ölü avlar, erimeye başlarken dedi Selim:

"Ganimetler sizindir. Ben artık yoluma gideyim."

Selim'in sözü üzerine Mesut, zırhının arasından ceviz büyüklüğünde, sivri çıkıntılı, mor renkli bir ametist parçası çıkardı.  Avuç içiyle sıktı onu. Hemen önünde mor renkli bir halka oluştu.

Selim "Demek halka burada da var." diye içinden geçirdiği sırada söyledi Mesut:

"Halka içerisinden geçtiğinde Merkez İmparatorluk meydanında olacaksın efsanevi kahraman. Sayende cesur davranarak çok güçlü bir av olan şekil değiştireni alt ettik. Yardımların için minnettarız."

"Yaralıydı. Ben olmasam da kolay alt ederdiniz."

Söyledi Vasıf:

"Evet şekil değiştirenin yaralı olması güzel bir şanstı bizim için ama yine de o bir şekil değiştiren. Şekil değiştirenler Solgun Diyar'ın en sinsi kötüleridir. Bunun yanında en güçlü üç kötüsünden de biridir. Bu yüzden varlığın minnettarlık sebebimizdir."

"Eyvallah. Sizler de bilgiler adına sağ olun. Allah'a emanet." dedi Selim. Geçitten içeriye girdi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top