GİRİŞ

Karanlığı gördü. Aynı anda alnında bir sızı hissetmeye başladı. Gözlerini açtı. Bilinci yerine gelmiş, vücudu içinde bulunduğu durumu henüz ilk anlarında iken hissettirmeye başlamıştı.

Yattığı yerden doğrularak ayağa kalktı. Sızısını bir nebze olsun kesebilmek adına sol eliyle alnını ovalamaya başladı. Aynı esnada üzerinde zırhını, parmaklarında yüzük formundaki hançerlerini fark etti; maskeliydi. Bu durum ilginçti ona göre; belli ki yaşadığı çetin olaylar neticesinde buradaydı.

Sol eliyle başını ovmaya devam ederken dedi önce:

"Bismillah demektir ki Allah'ın adıyla. Alemlerin rabbi olan Allah'ın adıyla. Estağfurullah ki o tövbenin şanıyla; en güzel sözlerle, yaratılan ve yaratılacaklar sayısıyla."

Sonra bir çift soru sordu içinden, kendi kendine;

"Hangi olay neticesinde buradayım? Ve neden başım şiddetli bir biçimde sızlıyor?"

Sordu sormasına ama sızısı iyiden iyiye esir almıştı onu; düşünemiyordu. Hatta şu an Zihin Dünyasıyla bile bağlantı kuramıyordu.

Canı sıkıldı. Derin bir nefes alıp verdi. Derken boynunda daha önce takmadığı bir kolyenin olduğunu gördü. Şaşırdı. Dikkatini kolyeye yoğunlaştırdı. Kolyenin ucundaki madalyonu sağ avuç içine aldı. Hiçbir detay atlamamaya özen gösterir bir biçimde incelemeye başladı onu;

Gümüş zincirlerden oluşan kolyenin en ucunda adeta Eya adlı altıgen madalyonun gri ile siyahımsı renklerinden oluşan küçük bir versiyonu bulunuyordu. Eya adlı madalyonun içerisindeki yeşil hilal, bordo oval, turkuaz elmas ve turuncu yıldız şekilli, çıkarılıp takılabilen taşlar ise tastamam yerindeydi.

Bir başka soru sordu kendine:

"Taktığım kolye de neyin nesi?"

Kolyeyi incelemeyi bıraktı. Sorularına cevap bulabilmek adına etrafını incelemeye başladı;

Çimenlik, düz bir eğime sahip tepedeydi. Havaya kasvet hakimdi. Her an yağmur yağacakmış gibi bir karartı vardı gökyüzünde. Arkasında yer yer kayın, yer yer çam ağaçları bulunan, vahşiliği yerdeki dikenliklerden belli olan sık mı sık ormanlık alan vardı. Önündeki tepenin hemen aşağısında ise düzensiz dizilmiş soluk tenli yığma binalar görünüyordu. Fakat bunca yığma bina arasında ne insan ne de hayvana dair bir görüntü göremiyor, herhangi bir gürültü duyamıyordu.

Bulunduğu yer tanıdık bir yere benzemese de emin olmak istedi; iyice baktı etrafına. Tanıdık bir sima aradı ama bulamadı. Kaşlarını çattı. O an zihin örüntüsünün son aşamaya geldiğini, Zihin Dünyası ile bağlantı kurabildiğini hissetti; alnındaki sızı geçmiş, uyanışın sersemliğini tamamen üzerinden atmıştı.

"En son..." diye geçirdi içinden. Duraksadı, kendine söyleyeceği cümleleri toparlamaya çalıştı. "En son..."

Ormanlıktan bir ses duymaya başladı; düşüncelerini bıçak gibi kesen. Arkasına döndü. İki adam gördü. Adamların ikisi de tarihi filmden çıkmış gibiydi; üzerlerinde geleneksel zırhları, ellerinde kılıç ile kalkanları vardı. Her ikisi de kahverengi gözlü, sarışın kimselerdi ve bir yandan yürürken diğer yandan hararetli biçimde birbirleri ile konuşuyorlardı.

Adamlardan diğerine nazaran daha cüsseli olanı, Selim'i görür görmez duraksadı. Kılıç ile kalkanını sımsıkı tutarak yanındakine;

"Vasıf dur! İlerde bir şekil değiştiren var!" dedi.

Sözleri duyar duymaz konuşmasını kesti Vasıf. İleriye doğru baktı. Selim'i gördü. Tıpkı arkadaşı gibi sımsıkı sarıldı kılıç ile kalkanına.

"Hem de aramıza yeni katılan efsanevi kahraman Ula'nın suretinde. Anlaşılan kötülere haberler çabuk ulaşıyor."

Vasıf sözlerini söylerken düşünüyordu Ula; bu adamlar da kim ola? Hem şekil değiştiren mi? Yeni viyola? Peki yeni katılan efsanevi kahraman? Hayrola...

"Şekil değiştiren değilim. Efsanevi kahraman da. Ben, sadece benim." dedi Selim. Maskesinde çatlak oluştu.

"Klâsik şekil değiştiren lafları. Hah!" dedi Mesut. Saldırmak üzere hazır pozisyonda durmaya başladı.

"Bu av güzel bir başlangıç olacak. Hah!" dedi Vasıf.

"Sizde bilgi var bende yürek. Size o söylediğiniz olmadığımı kanıtlarsam bilginizi isterim. Kabul ediyorsanız saldırın." dedi Selim. Maskesinde çatlak oluştu.

Birbirine baktı Vasıf ile Mesut. Selim'in sözlerinin şekil değiştiren adlı canavarın oyunlarından biri olabileceğini ima eder yüz ifadeleriyle, en iyi saldırılarını yapabilmek adına birlikte Selim'in üzerine doğru koşmaya başladılar.

Sakinliğini korudu Selim. Hız, çeviklik ve güç kazanmak adına kalbinden "Allah'ın adıyla. Ebabil gibi." diye geçirecekti ki başka bir söz peydah oldu kalbinde.

"Allah'ın adıyla. Kurt, kuş, örümcek." dedi. Bir anlığına gözleri yeşil parlayıp söndü. Hemen akabinde aynı parıltı, gömleği ile elindeki yüzüklerin kaşlarında bulunan taşlar üzerinde de meydana geldiler. Çok geçmeden gömleğinden yeşil dumanlar çıkarak hayatındaki öğretileri zihninde yoğurmak suretiyle Zihin Dünyasında oluşturmuş olduğu tecrübe adam suretine, elindeki yüzükler ise tamamen yeşil dumanlar haline gelip elinden kaybolarak bir diğer Zihin Dünyası suretlerine büründüler; tarih adam ve dini bütün suretine.

Olanlardan habersiz olan Selim, Vasıf ile Mesut'un üzerine gelmeye devam ettiğini ve sözlerinin onlara hiçbir etki etmediğini görünce: 

"Allah'ın adıyla. Ebabil gibi." dedi. Gözleri yeşil parladı. Elini, üzerine üzerine koşmakta olan Mesut ile Vasıf'a doğru tuttu. Tam "Çık dışarı, özgürce!" diyordu ki sağında adeta ruh tasvirine benzeyen yeşil renkli şeffaf görüntüsüyle, elinde asa, başında sarığı, yüzünde maske bulunan dervişane giyimli dini bütünü, sol tarafında yine aynı şeffaf görüntüde ve renkte olan, yüzünü tamamen kapatan savaş başlığı ile beraber geleneksel savaş zırhlı ve kılıçlı tarih adamı, arkasında ise aynı formdaki görüntü ve rengiyle maskesinin tamama yakını çatlamış şekilde yüzünde, uzun kaban altına gömlek, alt taraftan pantolon ile ayakkabı giyen, elinde Selçuklu Yıldızı işlemeli kalkanı bulunan, keskin aletler ile yaralanmış bir göz çevresi ve subay kesimi saçlara sahip olan tecrübe adamı gördü.

Şaşırdı. Zihninde yeni bir aydınlanma meydana geldi. Aklına Fenni'ye ait meşhur beyitlerden biri düştü. Düşünmeye başladı;

"Sende mahfîdir murâdın senden eyler cüst ü cû. El atıp etrâfa çırpınmak nedir a'mâ gibi der Fennî. (Her şey senin içinde gizlidir. Kendini bilmeyip amâ gibi etrafa el açmak nedendir?)

Yelek ile tanışmadan önce düştüğüm şu iş kaygısı. Sanki rızık haktan gelmiyormuş gibi amâ amâ düşüncelerim. Şimdi ise hayâl ettiklerimi hayâl edemeyeceğim biçimde yanımda görmek. Yaşadığım her olayda yeni bir öğretiyle donanmak, her öğretide yedi kat semanın en değerli hazinesinin gücüne bir kez daha şahit olmak...

Rahmet olsun ruhuna, ne güzel söylemiş Hayâli;

Dide-i huffaş görmez afitabın rengini, Oldu her pervanenin odlara yanmak pişesi. Ey Hayali derd-i aşka herkes olmaz aşina, Buma viran bülbülün gülzardır endişesi. (Küçücük bir kelebek olan pervane, ışıktan kaçmak şöyle dursun aleve girip yanmayı minnet bilir cana. Seve seve yanar, dona dona yaşamaktansa.)

İşte ben de böyle olmalıyım. İçinde bulunduğum bu karmaşayı çözer çözmez hemen bir yola çıkmalıyım; sonunda pervane olacağım bir yola... Ancak böyle vermeye yaklaşırım yelek hakkını. Ancak böyle kendimi bulur, gönlümdeki huzursuzluğu bir nebze olsun gideririm.

Ey Selim, prangaların var; kurtulman gerek. Dünyalığındır o; zehir zemberek. Pervane olmalı, gömleği giymek; mihre çıkan yoldur ateşten gömlek. "

Selim, düşünceleri sonunda utanıp kalbinden Allah'a bol bol tövbe ettiği sırada onun üzerine saldırmak için koşmakta olan Vasıf ile Mesut durmuştu. Şaşırmış, birbirlerine durumu sorgular nitelikte birkaç kelime sarf etmişlerdi.

Kelimeleri sonunda heyecanlandı Vasıf ile Mesut. Duygularını sözlerine de yansıttılar:

"Mesut bu o! Bu kesinlikle o! Bu, bu bu bilge kalemi bahsettiği kişi! Bu efsanevi kahraman Ula!" dedi Vasıf.

"Çok şanslıyız ki çıktığımız av yolunda bir efsanevi kahramanı ve yeteneğini gördük. Bu yeteneği çok nadir kullandığı yazılmıştı."

"Evet kesinlikle."

Olanları dinleyen Selim, ne biraz önce içine ilham olan sözler sayesinde kullandığı yeteneği ne de ona isnat ettikleri varlığı biliyordu. O dahi bunları bilmiyorsa karşısındaki kişiler nereden biliyordu?

"Söylediğiniz varlık olmadığımı kanıtladığıma göre sıra sizde. Bu yer de neresi? Hakkımdaki bilgileri nereden biliyorsunuz?" dedi Selim. Maskesinde çatlak oluştu.

"En son ne hatırlıyorsun?"

"Büyük ve bir o kadar da çetin bir savaşın zaferi sonunda, en iyilerimizden birini kaybetmenin üzüntüsü içerisindeydim. Gerisini hatırlamıyorum." dedi. Maskesinde bir çatlak daha oluştu.

"Bu Dünya'ya yeni gelen kişilerde baş ağrısı, mide bulantısı, geçici hafıza kaybı gibi durumlar yaşanması normaldir. Normaldir de bu durumu bilen bir tür illüzyonist canavar olup olmadığını nereden bilelim. Bize kendinle ilgili bir bilinmeyeni söyle ki sana inanalım."

"Bir illüzyonist canavar neden sorduğum soruların cevaplarını arasın?" diye tok bir sesle cevap verdi Selim. Maskesinde çatlak oluşurken kalbine hamd aşkı düştü. Hemen dile getirdi; "Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun."

Maskesindeki çatlaklardan biri silindi. Tarih adam, tecrübe adam ve dini bütün yeşil duman haline bürünüp ortadan kaybolurken yüzükler de parmaklarında tekrar belirdiler.

"Haklısın efsanevi kahraman. İnsan her zaman efsanevi bir kahramana denk gelmiyor. Hem içinde bulunduğumuz bu alt Dünya türlü tuzaklarla dolu. Dikkat etmek şart.

Seninle ilgili bilgileri nereden biliyorum, burası neresi kısaca anlatayım;

Bulunduğumuz bu Dünya, gerçek Dünya değil. Bu yere alt Dünya deniliyor. Gerçek Dünya'da yaşadıklarımızın izlerinden oluşmuş, kim ya da kimler tarafından oluşturulduğu bilinmeyen, çeşitli kötülüklerle bezeli bir yer burası. Gerçek Dünya'da kurgu olarak gördüğün birçok canavarı burada gözlerin ile görebilir, onları avlayabilir ya da onlar tarafından avlanabilirsin.

Şu an bulunduğumuz bu topraklara da Solgun Diyar deniliyor. Kötülüğün hüküm sürdüğü yedi diyardan biri olan bu yer, güçlü cadılar ve onların büyülü canavarlarının en sık görüldüğü yer. Burada özellikle ana cadılar ve sinsi şekil değiştirenler büyük ölümlere sebep oluyorlar. Haricinde cadı büyüsü olan Solgun Taşgöz, Zırhlı Tepegöz gibi canavarlar burada yoğun olarak yaşamaktalar. Vasıf ile iyi bir canavar avlarsak kahramanlar ekibine katılabiliriz diye düşündük ve buraya geldik.

Hakkındaki bilgileri merkez imparatorluktaki nesneden; bilge kalemden biliyoruz. O, gerek bu Dünya hakkında gerekse de bu Dünya'ya bir şekilde yolu düşmüş kişiler hakkında bilgi verir."

"Demek ki bilge kalem tüm sorularıma cevap olacaktır." diye içinden geçirdi Selim. "Yeni sorular geliyor; merkez imparatorluk nerede? Ve belki biraz da efsanevi kahramanlar ve kahramanlar ekibi hakkında bilgi verebilirsiniz." dedi Selim. Maskesinde çatlaklar oluştu.

"Yer hakkında konuşmadan burada bulunuş amacımızı soruların üzerinden netleştirelim.

Kısaca efsanevi kahramanlar, bu Dünya'daki en güçlü iyilik savaşçıları. Seni saymazsak bu Dünya'nın iyilik kısmına ayak basan herkes en alt seviyeden; acemi kahraman seviyesinden başlıyor. Canavarları alt edip içlerinden çıkanları satarak da kendilerini geliştiriyorlar. Yani bildiğin gerçek Dünya'daki video oyunları gibi. Sadece doğrudan içindesin, doğrudan yaşıyorsun.

Seni saymazsak deme sebebim de tahmin edersin ki sende bir ilk yaşanmış olması. Sen merkez imparatorlukta kayıtlı olarak bilinen on ikinci efsanevi kahraman olarak bu Dünya'ya katılım sağladın. Yani neredeyse en üst seviyeden ve türlü yetenekler ile. Senden daha rütbeli olarak bilinen sadece bir kişi var; efsanevi kahraman lideri diye adlandırılan bir kişi. Başka da yok. Bu şu demek; içinde bulunduğun bu Dünya'yı özgürce keşfedebilir, daha ilk anlarında iken güçlü canavarlara kafa tutabilirsin. Gerçek Dünya'da inanılmaz biri olmalısın. Ya da bu yeri oluşturanın bir yakını...

Kahramanlar ekibi, kötüleri durdurmak için Merkez İmparatorluk ile Yeşil Diyar tarafından ortaklaşa kurulan bir ekip. Bu ekibe kabul edilebilmenin ilk şartı, belli özelliklere haiz taşı içinde barındıran bir av bulmak ve bu avı etkisiz hale getirdikten sonra taşı Merkez İmparatorluğa getirmek. Böylece kaydın oluşturuluyor ve bir acemi kahraman olarak yolculuğa başlıyorsun.

Bir acemi kahraman olarak yirmi yedi farklı canavardan, yirmi yedi nadir taş elde etmeyi başarıp bunları Yeşil Diyar'a getirdiğinde ise boynundaki madalyon oluşturuluyor. Ayrıca artık acemi değil bir Avcı Kahraman oluyorsun.

Boynundaki madalyona takılan efsanevi dört taşa geldiğimizde de sarı yıldız fedakârlık sonucunda, kırmızı oval olan düşman lider ile yardımcılarını yeterince öldürmeyi başardığında kendiliğinden oluşuyor. Yeşil hilâl ile turkuaz elmas taşın nasıl oluştuğu bilinmiyor. Ek olarak madalyona dört taş takıldığında madalyonun ana renginde renk geçişleri olması gerekiyor. Senin madalyonda bir karartı var. Bu durum olası Kara Diyar maceranı işaret ediyor olabilir." 

"Bu yeri daha önce ne duydum ne gördüm. Bilerek isteyerek de burada değilim. Cevapsız sorumun cevabını verirseniz şu kalem vasıtasıyla bilgi edineceğim." dedi Selim. Maskesinde bir çatlak daha oluştu.

"O halde ya kara büyü ile ağır yaralandın ya da anlamadan bir cadı tarafından kandırıldın. Çünkü konuştuğum herkes cadı etkisinden dolayı burada; bazıları gerçek Dünya'da kara büyü ile ağır yaralanan kişiler, bazıları da ben ve dostum gibi güçlü cadılar tarafından doğrudan kandırılanlar. Ne garip değil mi? Gerçek Dünya'da çocuk masallarında bahsedilen cadılardan biri geldi ve bizi eğlencemizin ortasında, en zayıf anımızda kandırdı. Neyse, acı tecrübe diyelim.

Öte yandan cadı etkisinden dolayı burada olmak başta kötü hissettirse de sonradan buradaki dengeye alışıyorsun. Çünkü buradaki başlangıç gücün tamamen gerçek Dünya'daki hayatın, anıların vasıtasıyla tartılıyor. Bu tartım sonucunda senin "Nasıl biri?" olduğunun cevabı alınıyor. Cevaba göre ekipmanlı, ekipmansız, yetenekli, yeteneksiz olarak başlıyorsun. Örneğin; biraz önce bahsettiğim üzere sen bu diyara olması çok zor olan bir efsanevi kahraman katıldın. Hatta bu durumu ilk kez sende gördük. Açık söylemek gerekirse böylesine özel bir durumdan dolayı senden nefret eden sayısı oldukça fazla.

Hazır nefret konusu açılmışken başka bir durumdan dolayı da senden nefret ediliyor... Neyse ya gidince öğrenirsin zaten. Şimdi izninle Merkez İmparatorluğa hemen varmanı sağlayacak efsunu yapacağım. Ama bu iş bize çok masraf çıkaracak söylemek isterim."

"Aslında..."

"Efsunim..." diye geçirdi içinden Selim. Bir anlığına Asena düştü kalbine. Kaşlarını çattı, kendini toparladı.  "Aslında ne? Nedir o diğer durum? Ve bu yerden yaşadığımız Dünya'ya geçmenin bir yolu var mı?"

"Gerçek Dünya'ya geçiş işi tamamen bir söylentiden ibaret. Kimi tüm kötülük liderlerinin öldürülmesi ile çıkış yapıldığını savunuyor, kimi de canavarlardan tamamen şansa düşen bir taş ile çıkış yapıldığını...

Nefret edilme sebebin, efsanevi kahraman olmak isteyen her savaşçı, bunu başardığı anda onu temsil eden bir nesne, bir de büyük oluşum meydana gelir. Genelde oluşan bu nesneler ve büyük oluşumlar çok iyidir. Nadir olarak efsanevi kahramanların büyük oluşumu ve temsili nesnesi kötülük olur. İki nesnenin kötülüğü onun potansiyel efsanevi kötülük lideri olacağına işarettir.

Sende durum biraz daha farklı. Temsili nesnen oluşmadı, büyük oluşumun ise bir diyar oldu; yeni canavarların oluştuğu Kara Diyar. Belli ki içinde bir karmaşa var ve bu durum senin potansiyel kötülük lideri olacağına yorumlanıyor.

Aslında diyen dostum da bize canavar avlamak konusunda yardımın olacağını düşünüyor. Daha masrafsız bir av için yardımın güzel olur."

"İnancım kötülüğün önündeki settir. Getirdiğim kötülüğü yok edecek, yerini iyilikle doldurmak adına elimden geleni yapacağım. Madem Merkez İmparatorluğa anında ulaşım sağlayabilen bir efsununuz var, şu yardım için ben varım."

"O halde yol bizi bekler." dedi Mesut. Vasıf ile birlikte sevinç içinde gidecekleri yön hakkında konuşarak ilerlemeye başladılar.

"Yol bizi bekler..." diye içinden geçiren Selim ise bir yandan onları takip ederken diğer yandan Zihin Dünyasına daldı. Karşısına tarih adam ile tecrübe adamı aldı. Tarih adamın elinde boyuna nazaran küçük bir genişliğe sahip, dümdüz, yeşil renkte bir kitap gördü. Bu kitap aklına yeni bir parlaklığı düşürdü. Gülümsedi Zihin Dünyasında. Tarih adam duman olup etraftan kayboldu. Selim ise söyledi tecrübe adama;

"Eğer söylenenler doğruysa alt Dünya denilen başka bir Dünya'da, başka bir rüyâdayım tecrübe adam. Ne dersin bu durum doğrudan Kara Büyücü'nün işi olabilir mi? Ölmeden önce bizlere karşı son kozunu kullanmış olması büyük bir ihtimal. Ki bu durum tahmin ettiğim gibiyse diğerleri de burada olmalı. Her hâlükârda bu yerin sistemini bir an önce keşfedip gerçeğe dönmeliyim. Hatta dönmeliyiz; burada sıkışıp kalan herkesi döndürmeliyim.

Diğer taraftan tarih adam defteri gösterince Fenni'nin yine durumuma uygun bir başka beyitini hatırladım tecrübe adam. Der ki:

Etme hiçbir şahsa hiçbir şey'e nefretle nigâh. Kâ'il ol her ne gelirse kâbil ol deryâ gibi

Yani der ki hiçbir şahsa hiçbir şeye nefretle bakma. Başına ne gelirse gelsin deryâ gibi razı ol. Ne muhteşem bir söz değil mi bu söz. Hele aklıma Marmara Denizi'nde yaşanan müsilaj olayı gelince çok daha muhteşem oluyor benim için.

Ey Selim. Sırlarını aldığından beri bir yoldasın. Bu yolda zaman zaman sabrın da taşıyor evet ama bil ki başına ne gelirse gelsin açık denizler gibi olmak, bilge olmak gerek. Razı olmak gerek haktan gelene. Senin üzerine Marmara Denizi'nin üzerine gittikleri, onu her tür atıkla kirlettikleri gibi de gelseler sen o deniz gibi köpürme. O köpürmesinde pek tabii haklı ama sen sakın köpürme.

Yaşadıklarım, yaşayacaklarım ve yaşıyor olduklarım ne kadar karmaşık olursa olsun. Şüphem yoktur; alemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top