XXII: Savaşın Sonu (Final)
"Eyvahlar olsun!" dedi Büyük Başkan. "Kötükulların istediğini yapmayan Gündoğdulu Seçkin kardeşlerimizi katletmişler. Halk yığınları şerefli ordulara galip gelmiş. Şu bina hariç dünyanın her yerinde vahşiler egemen olmuş."
"Sanat Efendilerini katleden, Bilim Efendileridir efendimiz." dedi Yönetim Efendilerinden biri.
"Ben onları hiç Seçkin olarak görmedim ki" dedi başkan. "Her türlü isyan, rezalet tarih boyunca Zorbattı'dan çıkmıştır!"
"Yapacak bir şey kalmadı efendimiz."
"Askerler!" dedi başkan.
Fakat gelen olmadı. Çünkü Kocazirve Seçkinleri'nin tek bir askeri dahi kalmamıştı.
"Yeni yönetime boyun eğmekten başka çare kalmadı." dediler Yönetim Efendileri.
"Beni radyo istasyonuna götürün." dedi başkan, gözleri dolmuştu.
. . .
Gözlerimi açtığımda tüm Zorbattı yanıyordu. Hafifçe doğruldum. Herkes birbirine saldırıyor gibiydi. Evimiz... Evimiz yanıyordu.
"POLİ!" dedim aniden. "RAE! MATT! YARDIM EDİN!"
Tanıdığım ne kadar insan varsa hepsinin ismini haykırdım. Yaralarım iyileşmeye yüz tutmuştu. Beni Zorbattı'ya kimin getirdiğini bilmiyordum. Çok korkuyordum.
Köşeden Ziggurat Ana çıktı. Şifacımıza, göğsünden takılarını, başından tacını, elinden asasını ayırmayan, kimseye kin gütmeyen, kalbi bembeyaz olan bu kadına baktım.
Yanıma geldi biraz zorlanarak. "Belda, korkuyor musun?" dedi.
"Evet..."
"Savaş bitti yavrum. Orduları yendik." dedi her zamanki müşfikliğiyle. Beni dizine yatırdı. Bir dua okumaya başladı:
"Güzel evrenin bir hakimi var, güçsüz kalmaz hiçbir zaman, Ziggurat söyler, Yaradan duyar, Belda kurtulsun korkularından. Hiçbir yere sığmaz, tanımlanmaz ki Tek olan."
İçime hep huzur verirdi Ziggurat Ana'nın duaları. Çocukluğumdan beri bize ve tüm mahalleye annelik yapmıştı o. Babaannemin yakın arkadaşıymış, bize bazı belgeleri o vermişti.
Üzerine sürdüğü şifalı kokuların etkisiyle bir kez daha uyuya kaldım.
. . .
Uyandığımda birisinin sırtında olduğumu hissettim.
"Bırak beni!" dedim refleksle. "Hişt! Benim." deyince tanıdım sesini. Rae'ydi. Usulca yıkıntıların arasından geçtik ve Laboratuvar'ın yakınlarında bir depoya girdik.
"İyi değil mi?" Poli'ydi bu.
"Evet. Vücudu tam iyileşmemiş tabii. Yardım et, kaldıralım."
"Durum nasıl? Zorbattı'ya nasıl geldik? Neler oldu?" dedim.
"Meraklanma. Hepimiz iyiyiz. Seçkinlerden yaralanan oldu. Gündoğduluların hakkından geldik. Kocazirve ordularının neredeyse tamamını geri püskürttük. Bizi Zorbattı'ya getiren Triman. Ne yazık ki halktan birkaç yüz kişi öldü. Bu yangın da askerlerin eseri. Bizim safımızda olanlar hariç hepsi geberdi."
"Ee?" dedim.
"Merak etme. Gündoğdu ve Kocazirve halkları da yanımızda. Bir tek Yönetim Efendileri var, onların da askeri kalmadı."
Meğer Erina da oradaymış.
"Çok korkuyorum Erina." dedim. "Ne güzel bir hayatımız vardı. Neden bu savaşı yapmak zorundaydık? Niye bu kadar acı çekiyoruz?"
"Bir şeyleri değiştirmek senin fikrindi." dedi.
Haklıydı. Üç damla akmadan, kan, ter, gözyaşı, değişim olmuyordu.
Birkaç saat sonra radyolar çalışmaya başladı.
"Ihm, ıhm. Büyük Başkan'dan duyuru. Ihm, ıhm."
Pencereden sokağa baktığımda insanların radyoların başında toplandığını görüyordum. Yangın sönmüştü.
Farklı bir hava vardı ortalıkta. İnsanlar artık bilinçsizce, boş boş bakmıyorlardı. Radyoyu dinlerken bile eleştirel bir tavrın hâkim olduğu ortadaydı.
"Bu keşmekeşe bir son vermenin vakti geldi sevgili halkım. Peki, peki. Siz kazandınız tamam mı? Artık Seçkin değiliz, yeni devletinizi kabul ediyoruz."
"Yaşasın! Artık özgürüz. Bugün bayram."
Mahalleli meydana inerken ayağa kalkıp zıplamak istedim. Başarmıştık!
Bu, yeni insanların düzeniydi. Güdülenlerin değil kendini yönetebilen insanların var olduğu bir dünya. Benim, babaannemin hayal ettiğimiz bir ülke.
Yeni Ulukara'ya hoş geldiniz!
"Peki, şimdi ne yapacağız?" diye sorular yükseldi halktan.
"Imm, öncelikle..." dedi Rae, ne söyleyeceğini düşündü "...sınıf ayrımı olmamalı. Üstünlüğün ölçüsünün soy ve zenginlik olması çok yanlış."
Söze girdim: "Bence özel mülkiyet olayı abartılmamalı. Yani yanlış anlaşılmasın, herkesin kendi malı olacak tabi ama bu insan öldürmeye, cezalandırmaya, kalpler kırmaya sebep olmamalı. Ayrıca haksız şiddet kesinlikle olmamalı."
"Belda haklı." dedi Poli. "Hepimizin ayrı yetenekleri var. Kimimiz sanatçı, Dorita gibi. Kimi bilimsel icatlarla yaşamı kolaylaştırır, Erina gibi. Birbirimize kenetlenmeli, destek olmalıyız. Yeniden huzursuzluk ve isyan çıkmaması için kimse yönetim ve mal hırsına girmesin. Herkes layığı olduğu yere gelsin. Ahlakça yükselelim. Bizden sonra gelenlere örnek olalım."
Rae: "Yüz küsur yıl öncesinden geldim. Ama anladım ki, insan duyguları hiç değişmiyormuş. İyi ki tanımışım sizleri. Hepinizi."
Gülümsedim.
"E o zaman..." dedi Erina ama gerisine getirecek bir şey bulamadı.
"Madem kimse yönetime istekli değil, başkan ben olabilir miyim?" diye sordu yaşlıca bir adam. Adı Mıtır'dı, eski tohumcuydu. Herkes ona Mıtır Ağa derdi, biraz deliydi.
"Olmaz mı hiç?" dedi kalabalıktan birisi. Hepimiz kabullenir gibi yaptık, biraz eğlenmenin zararı olmazdı.
"O zaman... " dedi Mıtır Ağa, yüksekçe bir yere çıktı. "Devletimizin adı Mıtırlı!"
Gülmekten yere düşecektim. Elimle ağzımı kapattım.
"Yaşasın!"
"İlk kural, ben de dâhil olmak üzere hiçbir sınıfın üstünlüğü yoktur. Herkes yetenekleri ölçüsünde özel ve değerlidir."
"Hey!"
"Tohumcu Mıtır Ağa'dan böyle sözler çıkar mıydı ya?"
"Eee, savaş yaradı oğlum hepimize."
"Sulandırmayalım arkadaşlar. Hepimiz, savaş sonrası yıkılan ülkemizi kalkındırmak için var gücümüzle çalışacağız. Ve son bir kural..."
Herkes nefesini tutarak bekledi.
"Artık tohumculuk olmayacak. Tüm kadın ve erkekler, karşı cinsle evlenme hakkına sahiptir!"
Belki de en kuvvetli "Hey!" bu sözden sonra çıktı.
Gözlerim yaşarıyor ve beni yaratana şükrediyordum. Poli'nin kulağıma fısıldadığını duydum: "Başardın Belda, başardın!"
Babaannemi anımsadım, söylediği güzel sözler ve içime ektiği özgürlük tohumlarını. (Öyle tohum değil, yanlış anlamayın.) Keşke, hayatta olsaydı da görseydi bugünleri. Eğer bir özgürlük ve mutluluk ortamı oluşmuşsa bunun asıl mimarı ben değil, bunca eziyetin içinde kardeşimle bizi yetiştiren babaannemdir.
"Belda?"
Rae'nin sesiydi bu.
"Mıtır Ağa biraz önce Ziggurat Ana'ya evlenme teklif etti." dedi sırıtarak.
"Gördüm." dedim gülerek.
"Biliyor musun," elini saçıma uzattı, "... dondurulmadan önce bir kız arkadaşım vardı benim. Nichole. Ona o kadar çok benziyorsun ki."
"Gerçekten mi?" Elini saçımdan uzaklaştırmaya çalıştım. Ama bırakmadı.
"Evet. Ama seni fiziksel benzerliğinden dolayı değil, sen olduğun için seviyorum asıl. İyi kalbin, yürekli yapın, kimseye teslim olmayan ruhun için. Belda, benimle evlenir misin?"
"Şaka ediyor olmalısın!" diyebildim. Şaşırmıştım.
"Gayet ciddiyim. Seni seviyorum" dedi.
"Peki..." dedim "Nichole bu dediğini duysaydı ne düşünürdü?"
"Bana hep 'senden önce ölürsem başka biriyle evlenebilirsin, mutsuz olmana dayanamam bebeğim' derdi. Ben de ona kızardım, böyle söyleme diye." Gözleri bir yere daldı.
"Peki, mutsuz etmeyeyim seni o zaman. Kabul ediyorum." dedim. Kalbim çarpmaya başlamıştı.
Gözleri parladı. Kokusu... Kokusu çok güzeldi.
"Rae!" dedim birden telaşla.
"Ne oldu?"
"Hastalandım. Karnımda kelebekler uçuyor gibi hissediyorum."
Rae birden kahkahalarla gülmeye başladı. Tam ona kızacağımda "Telaşlanma" dedi, "Aşık oldun."
"Ne?"
"Sen bana aşıksın, ben de sana aşığım."
"Aşık da ne demek, anlamıyorum!" dedim. Aşık her neyse, ben ondan değildim. Sadece Rae'nin bir daha hiç gitmesini istemiyorum. Bir de ona sarılmak istiyorum, işte bu kadar!
Kabul ediyorum, hayatımda hiç bilmediğim hislerin esiriydim.
Rae açıklama yapmak yerine bana sıkıca sarıldı. Kulağıma "Kadınım" diye fısıldayışını hiç unutmayacağım.
Demem o ki, özgür bir insan olmak gerçekten de tuhaf bir şeymiş.
- SON -
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top