XVII: Hile

"Ulukara Seçkinler Hukuku'nun 4. maddesine göre Kötükulları yönetememekten, 1. maddesine göre ise bir devlet sırrını açığa çıkararak vatana ihanetten suçlanıyorsun." dedi hâkim, Erina'ya.

"Ortada bir isyan söz konusuysa öncelikle yöneticiler değil, kurallar sorgulanmalıdır." dedi Erina. "İnsanlar yöneticilerden çok hoşlarına gitmeyen kanunlara isyan ederler."

"Eyaletler 117 yıldır aynı hukukla yönetiliyor. İnsanların aklı yeni mi başına geldi?" dedi bir Yönetim Efendisi.

Erina söz aldı:

"Bundan önce defalarca isyanlar oldu. Fakat söz konusu eyalet yönetimi halkın insanca isteklerini dikkate almayıp en vahşi yöntemlerle onları susturdu."

"İnsanca istekler mi?" dedi hâkim. "Bu kadar kör müsün? Onlar asla olmayacak bir şey istiyorlar. Bizimle eşit olmak istiyorlar."

"Zaten eşitler." dedi Erina. "Hepimiz insanız."

Kaşlarımı çattım. Başına bir saksı mı düşmüştü, yoksa düşünceleri gerçekten bir anda değişmiş miydi?

"Kimin atasının Ulu'ya saygı gösterdiğini unutma Erina!" dedi yükselen bir ses. Bir başkası: "Eğer Ulu Kötükulların eline bırakılsaydı Kötükullar onları çiğ çiğ yerdi!"

Erina seslerin dinmesini bekledi.

"Eh, iyi. Madem atalarımız Ulu'yu çok seviyordu niye kaçırdılar? Ailesinden onu sonsuza dek niye ayırdılar? Kobay gibi üstünde deney yapmak mı sevmek?"

"Kaçırılmadı, korundu. Savaş sırasında onu yaşatmak için." dedi hâkim. "Aramızdaki konumuna bak. Emin ol eski dünyasında bu kadar değer görmedi."

"Ben bu şekilde değer görmektense, eski hayatımda olmayı tercih ederdim." diye lafa girdi Rae. "Ben tanrı değilim."

Herkes Rae'nin durduğu tarafa baktı.

"Biraz önce beni yaşatmak için donduruculara kapattığınızı söylediniz. Ama dondurucularda yaşamıyordum. Bilincim kapalıydı."

Etrafına baktı. İnsanların onu dinlediğini görünce devam etti: "Ben de sizler gibi acıkıyor, susuyor, seviyor, üzülüyorum. Siz bana tapmadınız, siz beni sevmediniz. Adımı kullanarak insanları sömürdünüz."

Hâkimin gözleri yuvasından fırlayacak sanıyordum. Ölümü görüyor gibiydi, yüz ifadesi. Biraz düşünüp yardımcı hâkimlerle istişare ettikten sonra: "Karar!"

Herkes ayağa kalktı. Üçümüz de kararı heyecanla bekliyorduk.

"Kötükulları salıverin. Seçkinleri hapsedin. Ulu'yu öldürün."

Kulaklarımıza inanamadık.

Büyük bir karmaşa çıktı. Meclis üyeleri Ulu'nun idam kararını şiddetle eleştiriyorlardı. Bağırışlar, küfürler havada uçuşuyordu. Bir putları yıkılıyordu, bu öfkeleri ondandı.

Askerlerden bir bölük, Rae'yi ve Bilim Efendileri'ni de kapıdan çıkardı. Emre itaat etmek istemediklerini düşündüm. Bu işin sonunun ne olacağını bilmesem de, ben de Poli'nin elinden tutarak onlara yetiştim. Dorita da peşimizden geldi.

Geldiğimiz gibi arabaya doluştuk. Kurtulmuştuk. Fakat aklımda sorular vardı.

Askerler bizim düzeni değiştirmek istediğimizi bilmiyorlar mı? Bizi niçin çıkardılar? Sadece Rae'yi kurtarıp bizi diğerlerinin ellerine terk edemezler miydi?

Sorular aklımı kurcalıyordu.

Askerlerden gelen "İnin haydi!" emirleriyle kendime geldim. Meğer arabanın camına başımı dayayarak uyuya kalmışım. Başım ağrımıştı.

"Poli, ne kadar uyudum tatlım?" diye sordum. Saatler geçmiş olamazdı.

"Ne kadar uyuduğunu bilmiyorum ama kesinlikle Zorbattı'da değiliz." dedi telaşlı bir sesle.

"Hı? Nasıl yani?" dedim, beni saran sersemlikten kurtulmaya çalışarak camdan baktım. Gördüklerim karşısında küçük dilimi yutmak üzereydim.

Zorbattı'nın alışıldık tepe ve dağları yerine bir düzlük vardı. Engin bir düzlük. Güneşte değerli madenler gibi parlayan ufacık, toprak gibi taşlar dizilmişti. Önünde ise...

"Şuna bakın!" diye haykırdım.

Mavi, masmavi renkte dalgalanan bir atlas kumaşı vardı sanki. Sonsuza dek uzanan, uzandıkça güzelleşen bir su kütlesi. Güneşin altında parıl parıldı. Dalgalar vurdukça bir ses geliyor, bu ses aklımı başımdan alıyordu.

"Vay... Deniz!" diye bir ses geldi kulağıma. Gözümü bu büyüleyici şeyden ayırarak arabanın içine baktım, tüm Bilim Efendileri cama yapışmış "deniz"e bakıyordu.

"Şey, bunun adını biliyor musunuz?" dedim.

"Deniz." diye gülümsedi içlerinden biri. "Dünyanın büyük bir bölümünü kaplayan sular. Daha büyüklerine okyanus denir"

"Ve bu bir okyanus." dedi Rae. "Etrafındaki tüm binalar yok olmuş ama tanıdım burayı. New York sahilindeyiz."

"Vay be! Ne kadar güzelmiş."

"Kesinlikle."

Biz böyle güzel güzel söyleşirken bizi memleketimizin uzağında indiren askerleri unutmuştuk.

"Çabuk inin! Bu bir emirdir!"

Silahları bize doğrultarak aşağı indirdiler. Ellerimizi kaldırmamızı istediler. Rae'ye göre yanımızda bulunması muhtemel bir silaha davranmamamız içinmiş. Ne silahı, biz yanımızda bir şey getirmedik ki!

Aşağı indiğimde bu rüya beldesinin, okyanusun kokusunu duydum. Yumuşak rüzgâr tenimi okşuyordu. Askerlerin silahı hâlâ bana doğru durmasaydı ve ellerim havada olmasaydı, burada saatlerce kalabilirdim.

Bizi okyanusun oraya kadar yürüttüler. - Rae buraya "sahil" dendiğini söyledi. - Ayağımın altında altın renkli bir halı varmış gibi hissediyordum. Ayakkabılarımı çıkarttım. Aslında durumdan hiç de şikâyetçi değildim. Okyanus her şeyiyle o kadar güzeldi ki...

Bir insan boyu kalmıştı okyanus dalgalarının son ulaştığı yere. Bizi dizlerimizin üstüne oturttular. Seçkinler bağırıp itiraz etmeye başlamışlardı; ama ben askerlerin ne yapmaya çalıştıklarını anlayamıyordum.

Birisi çevik bir şekilde ellerimi arkaya bağlayıp gözlerime siyah bir bez örtünce anladım ve şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Biz öldürülecektik, bu bir hileydi!

"Susun!" dedi komutanları. "Eğer biriniz kıpırdarsa onu iki kilo demirle şuranın dibine - okyanusu kastediyordu - yollarım. Birazdan kurşuna dizileceksiniz. Son dualarınızı okuyun ve Yaratıcıya yalvarın."

Bu karmaşa içinde tek düşünebildiğim babaannemdi. Kalbim güm güm atıyordu. Yani birazdan ölüp ona mı kavuşacaktım?

Ben buradaki çoğu insanın aksine ölümden sonra yaşama inanırım. Şahidim çünkü. Hayatımda en çok sevdiğim ve en erken kaybettiğim insanın ruhu hep yanımda oldu. Rüyalarıma girdi, düşüncelerimi etkiledi, bana yol gösterdi.

Çoğu Seçkin ve Kötükul ölümü yok olmak olarak görür ama babaannem ölerek özgür ve sonsuz oldu.

Ne Erina'nın "Bu kanun dışı!" diye haykırması engel oldu, ne de diğer Seçkinlerin itirazları. Silahı ensemde hissettiğimde korkmadım ama heyecanım arttı. Kendi kendime dua mırıldanıyordum: "Ne varlığına dair bir şey öğrendim ne de kitap okudum ama varlığını biliyorum, bu evreni ve görünen her şeyi yaratan bir yaratıcı olduğunu, varsın, Sen'sin, sadece babaannem kadar dingin ve özgür bir ölü olmak istiyorum."

Bu arada da acliask sayıyordu: "10! 9! 8! 7! 6! ..."

"DURUN!" dedi bir ses. "Ben, Gündoğdu renkler kraliçesi, başkan yardımcısı Surita'yım. Başkanın emri, hemen durun ve açın şu insanların ellerini."

Çözülür çözülmez acaba bir melek mi geldi diye arkaya baktım.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top