[7]
Güneş henüz yeni doğmuştu. Etraf muazzam bir kızıllığa bürünmüş, havaya kuş cıvıltıları saçılmıştı. Gökteki bulutlar bile bembeyaz, pofuduk birer pamuk kümesi halini almıştı. Çimlerden doyulamayacak bir koku yayılıyordu. Gün, çok güzeldi.
Genç adam, çokta büyük olmayan odasında, yüzüne vuran tatlı güneş ışıklarıyla uyanmak yerine; banyodan yükselen öğürme sesleriyle doğrulmuştu yatağından. Ferda'ya bir şey olduğu düşüncesiyle, akşam fazla sıcaktan dolayı üzerinden çıkardığı tişörtü dahi giyememiş, yarı çıplak bir şekilde banyoya koşturmuştu. Banyoya attığı ilk adımla ise Ferda'nın klozetin başına eğilmiş midesine tutarak istifra ettiğini görmüştü.
Hızlı adımlarla yanına gitti, Murat.
''Örgülü, neyin var? Ah, dur dur bekle..''
Ve ardından Ferda'nın adeta savaş verdiği saçlarını kavramıştı sol eliyle. Yüzü bembeyaz olmuştu genç kadının. Alnında ve ensesinde ufak ter damlacıkları oluşmuş, nefesi ise uzun bir maratondan çıkmışcasına hızlanmıştı.
Murat çattığı kaşlarıyla Ferda'nın öğürmelerinin dinmesini bekliyordu. Midesi bulanıyor değildi, böyle durumlarda oldukça soğukkanlıydı.
Ferda ise, güne müthiş bir mide bulantısıyla uyanmıştı. Elini ağzına bastırıp banyoya koşarken, aynı zamanda koridoru batırmadığı için şükrediyordu. Birkaç dakika sonra ise Murat belirmişti başucunda. Ferda'nın itiraz etmesine kalmadan saçlarını kavramış, bir yandan da rahatlaması için sırtını sıvazlamıştı.
Nihayet tükenmiş halde kafasını kaldırdığında, Murat bir müddet soluklanmasına izin verdi. Hemen sonra koluna girip lavaboya sürükledi, nazikçe. Elini yüzünü yıkadı ve kendine gelmesini sağladı. Onunla bir çocuk gibi ilgilenmişti, şu kısacık dakikalarda.
" Nasıl hissediyorsun Örgülü?"
Ferda, bu soru üzerine yüzünü buruşturmuş ve boğazını yakan acı tada rağmen Murat'a bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetmişti.
"Daha iyiyim, sağol Murat."
Murat onaylayıcı biçimde kafasını salladığında, Ferda Murat'ın yarı çıplak vaziyette olduğunu henüz fark ediyordu. Bakışlarını saf şaşkınlıkla Murat'ın çıplak göğsünde dolaştırınca Murat halinin yeni farkına varmış ve utanarak gözlerini kaçırmıştı.
"Ah, çok afedersin. Ben öyle sesler gelince birden telaşlandım. Üzerime bir şey geçirecek zamanım olmadı. Sen salona geçebilir misin, ben yardımcı olayım mı?" diye sordu mırıldanarak.
Ferda çatallı sesine aldırmadan birkaç onaylayıcı mırıltı çıkardı ve kolunu Murat'tan kurtarıp salona doğru ilerledi. Üçlü koltuğa uzanıp, soluklanan Ferda niçin kustuğunu kestirmeye çalışıyordu. Gece, Murat yattıktan sonra da esen rüzgara aldırmayıp bir süre daha oturmuştu balkonda. Hassas bir bünyesi olduğu da hesaba katılırsa, midesini üşütmesi gayet olağan bir şeydi.
Yüzünü buruşturarak homurdandı Ferda. Bu kavurucu sıcaklarda hasta olabilmeyi becerebilen tek canlı, Ferda olmalıydı. Nefret ediyordu, çabucak hastalanmaktan.
Düşünceleri, Murat'ın salona girmesiyle hemencecik dağılmıştı. Murat, endişeli bir şekilde kendisine doğru yürüyordu.
" Neden kustun, bir fikrin var mı Örgülü?"
" Dün gece birazcık balkonda oturmuş olabilirim. Ve sana şimdiden söylüyorum, hassas bir bünyem vardır. Bu da demektir ki, ayda en az iki kere hastalanırım."
Kıkırdadı, Murat.
" Bu sıcak havada bile hasta olmandan, bünyenin hassas olduğunu anlayabiliyorum zaten hanımefendi."
Ferda kuvvetlice öksürünce kaşlarını çattı Murat.
"Bakma öyle." diye alayla konuştu, Ferda da. "Terli terli soğuk su içmedim."
Murat her ne kadar tekrar kıkırdamak istese de soluk renkli dudaklarını birbirine bastırdı ve çatılı kaşlarını milim kıpırdatmadı.
"Sen geç dalganı, bütün gün bu koltuktan kaldırmayacağım seni. O zaman da böyle gülebilecek misin bakalım?"
Ferda'nın yüzündeki alaylı sırıtma, Murat'ın son cümlesiyle donarken, hafif bir telaşla konuştu.
" Ha- ha. İyi şakaydı. Şimdi izin verirsen, işe gitmek üzere hazırlanmam gerekiyor."
Murat, doğrulmak üzere olan Ferda'nın koluna sert sayılmayacak şekilde asıldı. Ferda, bu hareketle gerisingeri koltuğa düşerken, yüzüne yapmacık bir korku yerleştirdi.
"Ne şakası canım," Murat'ın sesi alaycıydı. "Ben gayet ciddiyim. Bugün işe gitmiyoruz. Hem,"
Cümlesini bitirmeden avucunu Ferda'nın alnına bastırdı. Ferda ise korkuyla dudaklarını dişliyordu. Hafif hafif üşümesinden ateşi olduğunu anlayabiliyordu. Şimdi Murat bunu fark edecek ve bu güzelim günde onu eve, hatta bu koltuğa mahkum edecekti.
"Ateşinde var." diye tamamladı Murat, yarım kalan cümlesini. " Bugünü, Hastalanan Örgülü'yü İyileştirme ve Topluma Kazandırma Günü ilan ediyorum!"
...
" Off, hayır Murat içmeyeceğim diyorum sana. Yaa, sokmasana şunu ağzıma! Ya Muraat, kaşığı mı yediriyorsun, ilacı mı içiriyorsun? Ufff!"
Ferda Murat'ın elindeki kaşıktan kendisine doğru selam çakan fuşya rengi şuruba kötü bir bakış attı ve hemen ardından öldürücü gözlerini Murat'a çevirdi. Çocukluğundan beri ilaçları sevmezdi. Bu denli sık hastalanan biri için de en zoru ilaç sevememekti sanırsa.
Murat ise yarım saattir Ferda'ya bir kaşık şurubu içiremediğine inanamıyordu. Ferda'nın yüzüne doğru sıkıntılı nefesini sertçe bıraktı ve onun kirpiklerini kırpıştırmasını keyifle izledi. Ferda, küçük çocuklar gibi elindeki ilacı içmemekte direniyordu ve işin kötüsü uçak geliyor gibi değme bir sebeple onu kandıramayacak olmasıydı.
Dudaklarını yaşı altıymışcasına bükmesi, ilk başlarda Murat için komik ve seyredilesi olsa da artık can sıkıcı bir hale gelmişti.
" Ya Ferda! Uğraştırmasana beni. Şuncacık şurubu içemiyor musun? Bak içtikten sonra hemen su da vereceğim zaten. Bayan Örgülü, içmezsen iyileşemezsin muhabbetlerine de girmeyeyim istersen, koskoca kızsın."
" Tamam ama hemencik su vereceksin, " diye pazarlık yaptı Ferda. " Söz mü?"
Murat, onu nihayet ikna edebilmenin sevinciyle kocaman gülümserken " Söz." diye konuştu coşkuyla.
Ferda, Murat küçük dilini görebileceği kadar ağzını açarken, Murat da hemen kaşığı ona doğru yaklaştırdı. Yüzünü buruşturarak ilacı yutmasını keyifle izlerken, iki sebeple mutluydu. Birincisi, bir saattir içirmeye çalıştığı ilacı nihayet içirebildiği için, ikincisi kendisini bu kadar uğraştıran Ferda, hoşlanmadığı şurubu içmek zorunda kaldığı içindi.
Murat, Ferda'nın ateşi olduğunu öğrendiği an, derhal içeriye, onun odasına gitmiş ve üzerindeki yetim kol tişört yerine askılı olanı vermişti. Ateşi olan Ferda, üşüdüğü için bunu kabul etmese de, Murat kendince ikna yöntemlerini kullanmış ve beyaz atlet, sonunda Ferda'nın üzerine giyilmişti. O sırada Murat ecza dolabını karıştırmış ve aç karnına içilecek ilacı içirmişti.
Murat, ikinci görevi de başarıyla yerine getirdiği için keyifliydi. Evde, Ferda'nın ateşini ölçebileceği bir termometre olmadığı için, sürekli eliyle ölçmek zorunda kalıyordu, Murat. Küçükken, kendisi hastalandığında annesi ateşini dudaklarıyla ölçse de, Murat; Ferda'nın alnına dudaklarını değdirecek değildi.
Ferda, üşüdüğü ile ilgili bir şeyler homurdanırken, Murat yüzündeki gülümsemeyle mutfağa yol almış ve elinden geldiğince vitamin ağırlıklı bir kahvaltı hazırlamıştı. Küçük bir tabağa domates ve salatalık doğramış, biraz peynir, biraz bal, biraz tereyağını reçelliklere boca etmiş ve koca bir fıçıyı andıran bardak dolusu portakal suyu sıkmıştı.
Haşladığı yumurtayı da şirin yumurta kabına koyarken, kabuklarını soymayı da ihmal etmemişti. Ferda, her yerinin sızladığıyla ilgili birkaç şey mırıldanırken; Murat da elinde tepsiyle salona girdi.
Tekli koltuğu kolayca -tek eliyle- Ferda'nın uzandığı kanepenin yamacına çekerken Ferda onu şaşkın gözlerle izliyordu. Çünkü o koltuğu geçenlerde temizlik yaparken kenara itmeyi denemiş ve bunun için çok fazla bir güç sarf etmişti. Murat, gerçekten fazla güçlüydü. Ve fazla uzun. Öyle ki, Ferda; Murat'ın kapının eşiğinden geçerken boynunu bükmesini hayretle izliyordu. Hayır, kapılar hiç alçak değildi.. Murat'ın boyu ise tahminlerine göre 1.90' dan fazla. O resmen bir dev adamdı.
Ferda, Murat'ın boyuyla ilgili düşünürken; Murat çoktan berjere yerleşmiş ve tepsiyi kucağına koymuştu.
" Evet, Örgülü'cüğüm. Şimdi bu kahvaltıyı tek bir lokma bırakmadan bitiriyoruz tamam mı?"
Ferda, tepside ki yemeklerin çokluğuna bakarken; zaten iri olan gözlerini daha da açmış, ağzı da küçük bir 'o' şeklini almıştı. Bu adam kafayı mı yemişti? Tepsideki yemeklerle Ferda, iki gün idare ederdi.
"Ya Murat saçmalama. Ben bunların hepsini nasıl yiyeyim? Sana sabahları kahvaltı yapamadığımı söylerken ciddiydim. Üstelik hastayım ve midemde fazladan tek bir lokma için bile yer yok. Bak kusarım yine."
Ferda'nın yaptığı tehdide Murat gülerken, birden ciddileşti ve yüzünü Ferda'ya yaklaştırdı.
"Ne yani," dedi tek kaşını kaldırarak. " Beni kusmakla mı tehdit ediyorsun?"
Ferda da aynı şekilde gülüp, yine aynı şekilde ciddileşti ve yüzünü Murat'a yaklaştırdı.
"Hayır," dedi o da tek kaşını kaldırarak. "Sadece olacakları söylüyorum."
Onun mafya babası edasıyla söylediği bu cümleye, Murat her ne kadar koca bir kahkaha atmak istese de, kendini tuttu ve gözlerini kısarak Ferda'ya bakmaya devam etti. Ferda da onu taklit edip gözlerini kıstı. Bir müddet o halde birbirlerini izledikten sonra ikisi de aynı anda kahkahalarını koyverdi.
"Pekala, gülüp eğlendiğimize göre; aç bakalım ağzını Örgülü. Uçak geliyoooor!"
...
Elindeki ufak su kabına baktı Murat, dikkatlice. Acaba içine sirke koysa Ferda çok rahatsız olur muydu?
Az önce yukarı katta oturan komşudan istediği termometreyle Ferda'nın ateşini ölçmüş ve otuz dokuza çok yaklaştığını görünce ister istemez panik yapmıştı. Ferda, gözlerini tamamıyla açık tutamıyordu ve bu da Murat'ı daha fazla endişelendiriyordu. Sabah ona mızırdandığı için şikayet ediyordu ancak şimdi Ferda'nın mızırdanmaya dahi hali yoktu.
Ve Ferda'nın böyle bitkin şekilde olmasındansa onun mızırdanmalarını saatlerce dinlemeyi yeğlerdi, Murat.
Tekrar az önce Ferda'nın yanına çektiği berjere çökerken, su kabını da yine kucağına yerleştirdi. Eline aldığı enine dar, boyuna uzun bezi ıslatırken suya çoktan sirke eklemişti bile. Ferda'nın rahatsız olması umrunda değildi. İyi olacaksa; ona en pis kokulu şeyleri bile sürebilirdi.
Bezi iyice sıktı ve Ferda'nın açıktaki alnına yerleştirdi. Yanakları ve dudakları kızarmıştı. Ve Allah biliyor ya, böyle bile çok güzel görünüyordu.
Soğuk bezi alnında hissedince irkilen Ferda, aralık gözlerini daha da açacak gücü kendinde bulamamış ve hayıflanmaya başlamıştı. Oysa daha birkaç saat önce, bu gözleri irice açabiliyordu.
Murat, bez soğukluğunu kaybedip ısınmaya başlayınca tekrar ıslatıyor, sıkıyor ve Ferda'nın farklı yerlerine yerleştiriyordu. Boynuna, yanaklarına, koltuk altlarına, ensesine ve tekrardan alnına..
Sayamayacağı kadar bu işlemi tekrarladığında kaptaki su yarılanmış, Ferda her seferinde soğuk bezin vücuduna değmesine alışmış ve vücut ısısı biraz olsun düşmüştü. Murat elindeki kabı banyoya bırakıp, tekrar termometreyle içeri döndüğünde Ferda'nın ateşinin düşmüş olmasını diliyordu.
Çünkü eğer düşmemişse, onu ılık bir duşa sokmak zorunda kalacaktı ve Murat bunu yapmak istemiyordu. Umardı ki, buna gerek kalmazdı.
Termometreyi, Ferda'nın koltuk altına yerleştirdiğinde, düğmesine de basmayı ihmal etmedi. Geçen yarım dakikanın ardından gelen ikaz sesiyle cihazın göstergesinde 37.7 'yi görünce biraz da olsa rahatlamıştı, Murat. Az önce otuz dokuza çok yakındı çünkü.
Kahvaltının ardından yaklaşık üç saat geçmişti ve Ferda hala uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordu. Murat, onun acıkmış olabileceğini düşünerek mutfağa yürüdü. Evet maharetli elleriyle(!) ona bir hasta çorbası yapacaktı.
Telefonundan internete girip, gerekli malzemeleri çıkardıktan sonra lezzeti meçhul olan sebze çorbasını yapmak için kolları sıvadı Murat. Tezgahın üzerine dizmiş olduğu sebzeleri önce iyice yıkadı. Havuç, patates, biber, domates, biraz soğan ve sarımsak.. Dün akşam yaptığı tavuk yemeğinden arta kalan tavuk suyunu da dolaptan çıkardı Murat. İyi ki bunu ziyan etmemişti.
Tüm sebzeleri ince ince doğrayıp tencereye koyduktan sonra içine tavuk suyunu da ekledi Murat. Bir miktar tuz ve nane, karabiber, kırmızıbiber, etle harika giden kekik, kimyon ve adını bilmediği birkaç güzel kokulu baharatı da ekleyince çorba hazır gibi görünüyordu.
Tezgahın altındaki çekmecelerden en alttakini açtı ve eline blendırı aldı. Çorbayı iyice sıvı hale getirdikten sonra beş - on dakika kadar kaynatıp, kapattı ocağın altını. Zira tarifte öyle yazıyordu. Beş - on dakika.
Murat'ın elindeki tepside soğuyup, rahatlıkla içilecek duruma gelmiş bir kase hasta çorbası, iki dilim ekmek ve devasa büyüklükteki su bardağı vardı. Ateşli hastalık geçirenlerin bol su içmesi gerektiğini okumuştu eskiden bir dergide.
Salona girdiğinde, Ferda cenin pozisyonu almış ve üşüdüğünü Murat'ın gözüne sokarcasına ellerini kollarına sarmıştı. Murat'ın içi, her ne kadar onun üşümesine razı gelmese de üzerine bir şeyler örtüp, ateşini hepten yükseltecek değildi.
Yine aynı yerine, Ferda'nın başucuna oturduğunda, Ferda'nın yüzünü izledi bir süre. Öyle güzel uyuyordu ki, şuan yemek yemesi gerekmese onu asla uyandırmazdı Murat. Ama tabi ki de bir şeyler girmeliydi, Ferda'nın ufacık midesine.
" Örgülüüü," diye fısıldadı Murat.
"Hıııı?" Uykulu haliyle mırıldıyordu Ferda.
" Hadi bak, kalkman lazım sana çorba yaptım."
Hemen sonra Ferda zorla gözlerinin tekini açtı ve sorgulayıcı bir şekilde kendisine baktı.
" Sen bana çorba mı yaptın?"
" Evet Ferda. Hadi zorla biraz kendini. İçmen lazım. Söz, bu kaseyi bitirirsen seni rahat bırakacağım."
Ferda, uslu bir şekilde başını salladığında Murat gerçekten şaşırmıştı. Anlaşılan örgülü arkadaşı gerçekten çok hastaydı. Sabahkinden daha hasta.
Ferda, Murat'ın yüzündeki küçük çaplı şaşkınlığa gülmeden edemedi. Demek sabahtan beri kendisine bir bebek gibi bakan bu adama fazla zahmet vermişti. Murat'ın kendisine uzattığı kaşığa rahatsızlıkla baksa da on zorluk çektirmeden araladı ağzını. Üstelik bu çorba, hayatında içtiği, en iyi hasta çorbasıydı.
" Ah, gerçekten hayatımda bundan daha lezzetli bir hasta çorbası içmemiştim Murat. Bence seni arada pastanedeki mutfağa da sokmalıyım. Elin lezzetli sanki."
Ferda'nın bu dediğine bir şey demeden kıkırdadı Murat. Kaşığı dördüncü defa çorbaya daldırıken, kaşıkla beraber bir parça ekmeği de Ferda'nın ağzına tıkıştırmıştı.
Ferda artık tamamıyla açtığı gözleriyle kasenin sonunu görmeye çalışıyordu. Ne kadar lezzetli olsa da o bir hasta çorbasıydı. Tabi ki de bitmesi için kaşıkları sayıyordu.
"Ayh, tamam yeter bu kadar. Gerçekten daha fazla yiyemeyeceğim. " diyerek kafasını sola çevirdi, Ferda. Murat ise tüm kaseyi Ferda'ya içirmekte kararlıydı.
" Hadi ama, Örgülü. Sadece birkaç kaşık daha. Bitir şunu."
Ferda sıkıntıyla gözlerini yumdu. Ne inatçı bir adamdı bu. Zaten hasta olduğu için direnci kırılmıştı ve Murat'a karşı fazla üsteleyemiyordu. Üstelik saatlerdir Murat'ı yormuştu. Bu yüzden daha fazla karşı koymadı ve başını tekrar Murat'dan tarafa çevirdi.
Ancak elbette pazarlığı elden bırakmamıştı.
" Sadece birkaç kaşık daha Murat. Sadece birkaç kaşık."
...
Yorgun bir şekilde iç geçirdi Murat, koltuğa oturmadan hemen önce. Ferda yirmi dakika kadar önce uyumuştu ve hava yeni yeni kararıyordu. Elini yakan çay fincanına biraz daha sardı parmaklarını, Murat. Çayı seviyordu. Daha samimi gelirdi kendisine. Bir keresinde annesine niçin gelen misafirlere sürekli çay ikram ettiklerini sormuş ve onun verdiği cevaptan sonra çaya vazgeçilmez bir bağla bağlanmıştı.
Annesi kendisine, kahvenin bardak bardak içilmeyeceğini ve bu yüzden misafire 'burda olmandan memnunum' mesajı vermediğini söylemişti. Ancak çay öyle miydi? İstenirse koca bir demlik dolusu demlenir ve demliğin sonu gelene dek sohbet muhabbet devam ederdi. Bu yüzden Murat her daim çayı daha samimi bulmuştu.
Aklına gelen bu hatırasını yüzündeki tatlı tebessümle yâd ederken, Ferda'nın kıpırdandığını gördü Murat. Yüzü büyük bir hüzünle yoğurulmuş ve acılarla şekillendirilmişti sanki. Onun yüzündeki ifadeyi görünce içi sıkıldı. Gerçekten yaşadığı acı, büyük olmalıydı. Ve Ferda' da çok güçlü.
Yüzünü kaplayan samimi gülümseyişlerin sahte olmadığına adı gibi emindi, Murat. Ve geçmişte yaşadığını tahmin ettiği acılara rağmen böyle içten gülümseyebildiği için kendisine hayrandı. O bile, Ferda'nın yaşadıklarıyla karşılaştırıldığında hafif kalacağı kuvvetle muhtemel bir olay yüzünden intiharın kıyısından dönmüştü.
Tabi ki, ufacık ve sıcacık elleri olan bu genç kadın sayesinde.
Ferda'nın elleri, ufacık ve kendi ellerinin aksine hep; sıcacıktı..
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top