[6]
Pencere dışarıdaki rüzgar nedeniyle durmadan titreşiyor, ürkütücü sesler doğuruyordu. Gün, Ağustos ayının sonları için fazla kapalı ve kasvetliydi. Ferda, camın dibinde koumlandırılmış Avangarde koltuğun üzerinde, elinde kahvesiyle rahat bir biçimde oturuyordu. İçeriden gelen Murat'ın tabak ve tencerelerle çıkardığı kuru gürültü, yüzüne ufak bir sırıtış yerleştirmeyi başarmıştı.
Yaklaşık 45 dakika kadar önce, öve öve bitiremediği mantar soslu tavuğunu yapmak için mutfağa girmişti. Ferda her ne kadar bu çabanın sonuçsuz kalacağını düşünse de Murat kendine güveniyordu. Evet, mutfak araç gereçleriyle bir takım sorunlar yaşamış olabilirdi, ancak bu mantar soslu tavuğunu yapmasına engel olabilecek geçerli bir neden değildi.
Hatta Ferda'nın bunu başaracağına olan şüphesini açıkça belli eden kıkırtıları kulağına doldukça en iyisini yapmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Şuan can-ı gönülden inandığı tek şey, Ferda'nın akşam yemeğine bayılacak olmasıydı.
Bugün bir davet için aldığı siparişe kolları sıvayan Ferda, oldukça yorgundu. Eve gelince bunu öne sürerek dışarıdan bir şeyler sipariş etmeyi önerince, Murat hemen karşı çıkmış ve belki de başarılı olduğu ilk ve tek yemek olan tavuğu yiyip yemediğini sormuştu. Ferda'dan aldığı kısa bir onay cümlesi ise, buzdolabının karşısına geçip malzemeler için yoklama listesi yapmasına yetmişti. Oldukça meşakkatli görünen yemek karşısında ise Ferda, Murat'a olan inançsızlığını belli etmekten çekinmemişti.
Ancak Ferda'nın atladığı şey, Murat'ın bir şeyi kafaya taktığında istediğini almadan pes etmediğiydi. Şuan Ferda'nın beğeneceği bir yemek yapmayı fazlasıyla kafasına takan Murat'sa tadımdan sonra alacağı tepkiyi deli gibi merak ediyordu.
Fırının kapağını kapatıp ellerini ovuşturunca alt dolabı karıştırıp, bir sos tavası buldu. Buzdolabından çıkardığı mantarları temizledikten sonra ince ince doğramaya başladı. Tavaya biraz tereyağı ve marketten aldığı kremayı dökerken mantarların yanına çok az miktarda soğanı kıymıştı bile. Krema ve tereyağını biraz daha karıştırırken neşeli bir melodi mırıldanmaya başladı. Şimdiye değin, bu yemeği tadıp da beğenmeyen biri olduğuna şahit olmamıştı Murat. Bu da, daha şimdiden dudaklarının zaferle kıvrılmasına neden oluyordu.
Tavadan ve fırından eş zamanlı yükselen güzel kokularla mantarları tavaya boca etti. Envai çeşit baharatı da eklerken iyice birbirleriyle özdeşleşmeleri için tekrardan karıştırmaya başlamıştı. Mantarlar ve minik soğan parçacıkları kremayla yeterince karıştığında, eline aldığı blendır ile sosu akıcı bir hale getirdi, Murat. Bu tip soslarda ağzına gelen tanelerden hoşlanmıyordu.
Nihayet fırından yükselen uyarıcı ses ile tepsiyi masaya yerleştirdi. Ve soğumasına fırsat vermeden de üzerine mantarlı sosunu gezdirdi. Gözlerini kapatıp, burnuna dolan muazzam kokuyu iyice içine çekerken dudaklarını da ufak bir gülümseyiş ele geçirmişti.
Mutfaktaki dağınıklığı kabaca toparladıktan sonra masayı hazırlamaya başladı. İki servis açıp, tabakları bardakları ve çatal-bıçakları yerleştirdikten sonra içinden gelen dürtüyle üzerinde bulunan baskılı tişörtünü biraz daha aşağıya çekiştirerek düzeltti. Heyecanlıydı.
''Örgülüüü!''
İçeriye doğru seslenirken, kendini sınav kağıdını öğretmene teslim etmeye hazırlanan bir öğrenci gibi hissediyordu.
Ferda salona kadar yayılan müthiş kokuyla mest olmuş bir şekilde girdi mutfağa. Aklındaki 'Murat bunu beceremez' düşünceleri de bu kokuyla narkoz almışcasına seslerini kesmişlerdi. Murat'ın muzip bir gülümsemeyle kendisi için tuttuğu sandalyeye otururken, şu yemeği yemek için sabırsızlandığı da su götürmez bir gerçekti.
...
''Ayh! Patladım! Sanırım hayatımda yediğim tüm yemeklerden en lezzetlisini az önce yemiş bulunuyorum. Ya sen nereden öğrendin böyle nefis bir yemeği? Aman Allah'ım, biraz daha yersem cidden kusacağım ama gözüm doymadı daha. Ah, çok güzel kokuyoor! Murat, kaldır şu tabağı önümden Allah aşkına. Uff, hadi çabuk olsana. Bak söz ver, daha sonra yine yapacaksın. İnanmıyorum ya, ne kadar aptalım! Kesinlikle bu akşam aç kalacağımızı düşünüyordum. Bence bundan sonra her akşam yemekleri sen yapmalısın değ-''
''Hey, nefes al Ferda.'' Ve ardından sesli bir gülüş. Murat, Ferda'nın ağzına aldığı ilk lokmadan itibaren sayıp döktüğü iltifatlarla yüzüne geniş bir zafer sırıtışı yerleştirmişti. En başından beri Ferda'nın bu yemeğe bayılacağını bilmesi ise hissettiklerinde en ufak bir azalma oluşturamamıştı. Kendiyle gurur duyuyordu, yaptığı yemeğin bu denli beğenilmesi koltuklarını kabartmıştı. Sınavdan da pekiyi almıştı.
'' Peki öyleyse, sen geç salona ben buraları toparlayıp bir de çay yaparım, balkonda içeriz?'' diye sorarcasına konuştu Ferda. Yediklerini hazmetmesi için acilen hareket etmesi gerekiyordu ve buraları toparlamak oldukça makul bir seçenekti. Zaten yemekten önce üzerine çökmüş olan rehavet çoktan uçup gitmişti.
''Emin misin? İstersen yardım edebilirim?''
''Gerek yok Murat. İki tabak, iki çatal işte. Şimdi toplarım ben. Sen geç balkona.''
Murat, kafasını onaylar biçimde sallayıp balkona doğru yollandı. Ve çok da büyük olmayan balkonda karşılıklı yerleştirilmiş hasır sandalyelerden mavi örtülü olana oturdu. Diğeri pembeydi ve nedense Murat, oturduğu yer ona ayrılmışçasına bir refleksle direkt bu sandalyeye oturmuştu. İçindeki çocuktan gelen bir dürtüydü bu. Takılmadı.
Ferda ile tanışalı ve bu eve yerleşeli neredeyse üç hafta olmuştu. Telefonu o zamandan beri daima kapalıydı. Her ne kadar ailesine iyi olduğu hakkında bir haber göndermeyi istese de bunu nasıl yapacağını kestiremiyordu. Ama düşüncelerinde kesin olan tek bir şey vardı, o da asla ailesiyle yüzleşemeyecek olduğuydu.
''Çayı koydum yirmi dakikaya hazır olur.''
Düşüncelerini bölen, Ferda'nın neşeli sesi olmuştu. Murat onunla tanıştı tanışalı tek bir gün bile moralinin bozuk olduğunu görmemişti ki zaten.
Ferda neden tek yaşıyor merak ediyordu. Annesi babası neredeydi, kardeşi var mıydı, varsa niçin kendisiyle yaşamıyordu?
'' Ailen nerede, örgülü?''
Murat'ın sorusuyla bir an duraksadı Ferda. Boğazına bir şey düğümlenmiş gibi hissediyordu. Aniden nerden de aklına gelmişti böyle bir soru.
'' Ailem yok, Murat. Ailem yok.''
Murat belki ailesini kaybettiğini düşünebilirdi, ancak böyle düşünmesinde bir sakınca görmedi, Ferda. Böylece daha fazla soru sormayacaktı. Zaten ölmüş sayılırlardı. Onlardan birini en son 4 sene önce görmüştü ve yokluklarına yadırganacak derecede alışmıştı. O böyle mutluydu.
Murat ise kendini suçlu hissetmeye başlamıştı. Pişmanlık, ruhuna ufak ufak ısırıklar bırakırken, çekingen bir tavır bürümüştü üzerine. Elbette ki bunu bilemezdi, ancak hislerine ket vuramıyordu işte. Dudaklarını sımsıkı kapattı ve kısık sesli, onaylayıcı bir mırıltı çıkarttı. Üzüldüm.
'' Pekala, Murat Soylu. İçeri git ve çerezlerin olduğu dolaptan iki koca paket çekirdek getir.'' Tatlı bir emir kokan bu cümleden rahatsız olmamıştı Murat. Normalde emir almayı hiç mi hiç sevmezdi. Hatta, ruh hali birdenbire değişir ve asabileşirdi. Zira emir aldığında özgürlüğü elinden alınmış ve kafese tıkanmış gibi hissediyordu.
Sandalyenin kolçaklarından destek alarak ayağa kalktı.
'' Emredersiniz, majesteleri. '' dedikten hemen sonra küçük bir reverans yapıp, balkonu terk etti.
Yakışıklı bir adamdı Murat. Hem de fazlasıyla. Uzun boyu sayesinde, olabildiğince heybetli görünüyordu. Buğday teni, koyu kahverengi saçları ve bembeyaz dişleriyle muazzam bir uyum içerisindeydi. Kocaman ve yeşile çalan gözleri vardı, Murat'ın. Ferda tanıdı, tanıyalı kederle bakan. Ve nadiren, içten gülümsediğinde yanaklarının tam ortalarında boy gösteren iki koca gamzesi.
Kollarını çepe çevre saran kasları ne kadar güçlü olduğunu haykırır gibiydi. Yüzündeki kirli sakalla birleştiklerinde de onu fazla erkeksi gösteriyorlardı. Dudakları bir erkeğe göre dolgun sayılsa da asla kalın denilebilecek bir büyüklükte değildi. Ve burnu, normalinden biraz daha ufak dursa da, hafif kemeriyle 'ben buradayım' diyordu. Ona bakan her kadın, genelde dönüp bir daha bakardı. Ancak, Murat kadınların tüm bu ilgisine bir erkekten beklenilmeyecek kadar kayıtsızdı. Çünkü Murat, nişanlısının aksine öyle sadık bir insandı ki, öleceğini bilse hiç bir kadına o gözle bakmazdı.
Derince iç çekti, Ferda. Murat nasıl başka kadınlara kayıtsızsa, o da tüm erkeklere kayıtsızdı. Ancak sebebi bambaşkaydı. Ferda, bir çeşit erkek düşmanıydı. Erkeklerden ve iğrenç zevklerinden öylesine iğreniyordu ki, onlardan birinin yüzünde gördüğü art niyetli tek bir gülümseme katil olma potansiyelini arttırıyordu.
Fakat, o gün, orada Murat'a elini uzatırken onun bir erkek olduğunu görmemişti bile. Yalnızca geçmişte yapamadığı şeyi yapmış ve ona ellerini uzatmıştı. Vicdanının sesini kısabilmişti böylece. Ama asla susmuş değildi. Hala hem kafasının hem de kalbinin bir kısmını kaplıyor ve ömrünü törpülüyordu Ferda'nın. Taa ki sonu gelene dek..
''Hey, örgülü!''
Ferda bir an afallasa da çabuk toparlayıp, sol omzunun üzerinden arkaya doğru, Murat'a baktı. Elinde bir çay tepsisi, oracıkta dikilmiş bekliyordu.
''Ah, kusura bakma dalmışım.''
'' Belli, belli. Dalmışsın sen.'' dedi, Murat manalı manalı kafasını sallarken. Biricik ev arkadaşının bir derdi vardı ve belli ki canını sıkıyordu. Belki de sırdaş olmalarının zamanı gelmişti.
Yerine oturup, elindeki tepsiyi fiskos sehpaya bırakırken, üzerinde gezinen bakışları hissedebilyordu. Teni karıncalandı.
'' Ferda, bir sıkıntın varsa, bana anlatabilirsin biliyorsun değil mi? Seni seve seve dinlerim.''
Gülümsedi Ferda. Çok iyi bir dost kazanmıştı.
'' Önce sen, Murat. Ne zaman bana, seni uçurumun ve ölümün kıyısına sürükleyen nedeni anlatırsın, işte o zaman gerçek birer sırdaş olacağız.'' Gülümsedi, Murat. Düşüncelerini mi okumuştu?
'' Çaylarımız soğumasın.''
'' Soğumasın.''
...
'' Demek psikoloji okudun ha? Açıkcası senden daha cici bir şeyler bekliyordum, Örgülü.''
'' Cici?'' diye sorarcasına konuştu ve hemen ardından çocuksu bir şekilde kıkırdadı Ferda. '' O ne be?''
'' Ne var? Şeker kız Candy olan sensin.'' diyerek gülümsemesine eşlik etti Murat da. '' Sahi, neden mesleğini yapmıyorsun?''
'' Mesleğimi yapıyorum, Murat. En başından, çocukluğumdan beri yapmak istediğim mesleği yapıyorum zaten.''
'' Peki niye psikoloji okudun? Ne biliyim, Gastroloji filan okuman gerekmez miydi? ''
'' İnsanların psikolojileri her zaman dikkatimi çekmiştir, Murat. Nasıl konuşurlar, ne anlatmaya çalışırlar, nasıl yalan söylerler, nasıl korkuları, nasıl mutlulukları vardır? İnsanları gözlemlemeyi seviyorum. Ve diplomamı aldığımdan beri de, onların hareketlerinden bir şeyler çıkarabiliyorum. Bu rahatlatıyor.''
'' Pekala, sana yalan söylememem gerektiğini mi söylüyorsun mesaj olarak? 'Asla yalan söyleme, yakalınırsın şapşal.' Buna cesaret etmem zaten.''
Başını geriye yatırıp, küçük bir kahkaha attı, Ferda. Murat da gülümseyerek onu izliyordu. Elbette ki ona yalan söyleyecek değildi. Takılıyordu.
'' Şapşal ha? Sevdim bunu... Şapşal!'' Ve ardından tekrar kıkırdadı. Elini bardağına götürüp, avuçlayacaktı ki, çoktan bardağın sonuna geldiğini fark etti.
'' Ah, çayları tazelesem iyi olacak?'' diye konuştu Ferda sorarcasına.
'' İyi olur.'' diye mırıldandı Murat da. Belki de ilk defa, Ferda bir şey yapacakken karşı çıkmıyor ve yardım teklifi sunmuyordu. Nihayet alışabilmişti.
'' Pekala.''
Ferda içeriye girer girmez boş çay bardağını kavradı, Murat. İnce belliydi. Sinem gibi. Birden bire aklına Sinem'in gelmesine sinirlendi. Bir şeyleri atlattığını sanıyordu, nihayetinde koskoca üç hafta geçmişti. Elindeki bardağı iyice sıkarak bakışlarıyla ateş saçtı ona. Elinde tuttuğu, Sinem'miş gibi.
Zavallı bardak, Murat'ın güçlü ellerinin uyguladığı baskıya daha fazla dayanamayıp, parçalanırken; eline batan iri cam parçalarını umursamadan fısıldadı:
'' Şimdi de ben seni kırdım..''
...
Ferda elinde demlik, yüzünde bilinçsiz bir gülümsemeyle balkona gelecekken, gördüğü manzara yüzünden, ağzından ufak bir çığlık kaçıverdi. Yerde ufak bir kan birikintisi vardı ve gördüğü kadarıyla bu Murat'ın kanıydı. Nedensiz yere içi cız etti.
''Hiiih!! Murat ne oldu? İyi misin? Ah! Neden elin kanıyor? Aman Allah'ım lütfen iyi olduğunu söyle bana. Ne oldu birden bire böyle?!'' Telaş, panik ve eser miktarda korku ile endişe Ferda'nın sesinde kol geziyordu. Murat sandalyesinde hafifçe öne doğru eğilmiş, ve yerdeki cam parçalarına oldukça kötü bir şekilde bakıyordu.
Elinden şapır şapır kan akıyoru ve Murat'ın yüzünde kas kıpırdamıyordu. O an, Murat'ın diğer bir yüzüyle tanışmış gibi hissediyordu. Konuşup, eğlendiği; centilmenliğinden ve kibarlığından ödün vermeyen Murat gitmiş, yerine ruhsuzun teki gelmişti sanki.
Ferda'nın onca telaşesine rağmen, bir tepki vermemişti Murat. Hala, yerdeki cam kırıklarına ölümcül bakışlar fırlatıyordu. Bir anda, Ferda'nın eline değen eliyle irkildi ve elini, ateşe değmişçesine kaçırdı.
Yaraya bakmak amaçlı, elini, Murat'ın eline uzatan Ferda, onun aniden irkilmesiyle şaşırmış ve ürkmüştü. Tanımadığı biriyle baş başa kalmış gibi hissediyordu.
'' Örgülü, kusura bakma, sanırım takımını bozdum. Tamamen benim sakarlığım.''
Murat, ortamdaki gerilimi ve Ferda'nın ürküşünü hissetmiş, ortamı yumuşatmak amacıyla sıcacık bir ses tonuyla konuşmuştu.
Onun, samimiyet kokan cümlesiyle rahatlayıp, derin bir nefes bırakan Ferda, hızlı adımlarla içeriye, ecza dolabına doğru yürüdü. Elinde; pamuk, tentürdiyot ve bir miktar sargı beziyle geri döndüğünde ise, Murat eğilmiş, yaralı eline ve elinden sızan kana aldırmadan kırıp döktüğü cam parçalarını toplamaya çalışıyordu. İstemsizce çattığı kaşları ve hafif sinirli sesiyle konuşmaya başladı.
'' Ah, Murat ciddi misin sen?! Derhal doğrul ve elini bana uzat, seni şapşal.'' Ferda sandalyesine oturup, elindekileri kucağına bırakırken, elini öne doğru uzattı ve otoriter bakışlarıyla tekrar elini uzatmasını emretti.
Murat, isteksiz görünerek elini ona verirken, aslında gördüğü ilgiden oldukça memnundu. Hep ilgilenen taraf olmuştu ama ilgilenilen olmak da fazlasıyla hoşuna gitmişti.
Ferda, Murat'ın eline doğru eğilmiş, ufak cık cık-lamalarla cam parçalarını çıkarıyordu. Şükürler olsundu ki, cam fazla parçalanmamış ve büyükçe duruyordu. Yoksa onları çıkarmak çok daha zor ve acı verici olacaktı.
'' Gerçekten sakarsın. Hem boş bardağı ne diye eline alırsın ki?''
Arada homurdanması onu çok sevimli gösteriyordu. Nİhayet cam parçalarını temizleyip, kenara ayırdığında pamuğa biraz tentürdiyot damlattı. Hemen ardından da yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı.
'' Evet, biricik ev arkadaşım, şimdi biraz canın acıyabilir. Ama mikropları temizlemek zorundayız. Canını fazla acıtırsam söyle, uyardığın anda duracağım. Tamam mı?''
Küçük bir çocukla konuşur gibi bir havası vardı ve bu Murat'ı güldürmüştü.
'' Of, Ferda. Koskoca adamım. İki damla şey mi canını acıtacak, Allah aşkına sen na- Ahh!''
Murat'dan gelen acı dolu inlemeyle Ferda suçlu hissetse de, kendini kıkırdamaktan alamadı.
'' Aa, Murat. Koskoca adamsın. İki damla şey mi canını acıttı?'' Ve tekrar kıkırdamaya başladı.
Murat neşeyle gülen arkadaşına kaşlarını çatarak baktı. Bir de kendisiyle dalga geçiyordu!
'' Niye haber vermeden sürüyorsun, örgülü? Nedir yani niye bana tuzak kuruyorsun?''
Ferda, Murat'ın çatık kaşlarına bakarken ve çocuksu homurtularını dinlerken, gülümsemesi büyüdü. Öyle ki, ağzı kulaklarına varacaktı. '' Tuzak mı?'' diye mırıldandı neşeyle.
'' Tuzak tabi ya!''
'' Ne yapalım sakar şirin, sen de öyle bilmiş bilmiş konuşmasaydın.''
Ferda, Murat'ın elini tekrar tutarken, bir şey fark etti ve yüzü birdenbire düştü.
'' Ne oldu Örgülü?'' diye sordu Murat, meraklı bir ses tonuyla.
Hüzünlü sesiyle konuştu Ferda.
'' Bana... Bu elini uzatmıştın..''
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top