5 ✵ Denge
Lütfen oy verip yorum yapın, kaç kitap oldu *-*
Spoi: Bu bölümün yarısından sonra olaylar başlıyor, sonunda sizi biz sürpriz bekliyor. Veee... son zamanlarda yazdığım en uzun bölümlerden! Vay be... aksiyonlu bölüm yazmayı çok özlemişim.
Not: Bu bölümlerin başları biraz sıkıcı geçecekler ve bilgi bölümleri olacaklar, asıl olaylar bundan sonraki bölümde başlayacak. Bundan sonraki bölümde hem şaşırıp hem sevineceksiniz.
✵ Denge ✵
Andrew, Alexandra'dan çok daha arkadaş canlısı görünüyordu. O halde sorularımı ona sormam gerekecekti. Umarım ona güvenmekle hata yapmazdım. Asıl sorun onu kardeşinin yanından almak olacaktı. Alexandra onun yanından neredeyse hiçbir zaman ayrılmıyordu.
Laurel'in muhafızlarından en çok ve en az güvendiğim iki insan Markus ve Cassandra'ydı. Laurel onları bana yakın tuttuğuna göre onlara güveniyor olmalıydı. Laurel'e yakın olduklarından onlara güvenmiyordum fakat aynı zamanda Turmalin hakkında bilgi sahibi olduklarından ve görevleri benimle kalmaları olduğundan onlara güveniyordum. Ayrıca Laurel'in dahi bu denli güvendiği insanlardılar. İkisini de odama çağırmıştım.
Markus bir Safir'di, Cassandra ise bir Gümüş. Güçlerini de güçlerinin olup olmadığını da bilmiyordum. İlk konuşan Markus oldu. "Laurel, Turmalin'e gitmeyi istiyorsan bir planın olduğundan söz etmişti."
"İlk görevimiz burayı araştırmak, bunu unutmamalıyız." dedim ikisine de bakarak. Birkaç saat içinde yola çıkacaktık. Bize Turmalin'i tanıtacaklardı. "Onlarla konuşmamın bir yolunu bulmamız gerekiyor."
"Ne hakkında, Luna?" diye sordu Cassandra. "Aklında ne var? Bundan bize söz etmeyecek misin?"
Ben daha konuşmaya başlamadan, soruyu benim yerime Markus cevapladı. "Dolunay kimseye güvenmiyor."
Evet, öyleydi. "En azından şu kadarını söyleyebilirim, Turmalin'de en çok güvendiğim kişiler sizlersiniz." Bu neredeyse tamamen doğruydu. "Ne aradığımdan ben de emin değilim. Aklımdaki şüpheleri doğrulamam gerekecek, sonra zaten öğreneceksiniz."
Cassandra derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Ne olduğunu bile bilmediğimiz bir şey için sana yardım etmemizi istiyorsun, yani?"
"Aynen öyle." diye yanıt verdim. "Çünkü ne aradığımı tam olarak ben de bilmiyorum. Tek istediğim şey, bilgi. Bilgi istiyorum. Turmalin hakkında duyduğum her şeyi size anlatacağıma emin olabilirsiniz. Umarım siz de aynını yaparsınız."
"Ne hakkında bilgi istiyorsun, Dolunay?" diye sordu Markus.
"Turmalinlilerin ne oldukları hakkında." diye yanıt verdim. "Ne olduklarını ve amaçlarını anlamaya çalışmalıyım. Sizin de bu konuda yardımınızı istiyorum."
Cassandra endişe içindeki bakışlarını Markus'a yöneltti, kızın gözleri gümüş rengine parıldıyordu. Markus yanıt verdi. "Tamam o halde."
✵
Turmalin muhafızları, Ametist muhafızlarından çok daha fazlaydı. Üstelik burası Alexandra ve Andrew'un kendi şehirleriydi fakat Kale dedikleri yerden çıktığımız gibi ikisinin de korkusunun kokusunu alabiliyordum.
Kendi şehirlerinden korkuyorlardı. Yeni başa geçtikleri belliydi. En azından iki kişi oldukları için birbirlerine güveniyorlardı.
Grace'i görmemiştim. Mor saçlı kadından olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum. Bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Lucius'un, Sardoniks'e iletmesini istediğim mesajda bundan da bahsediyordum. Yeni Dünya'ya ilk geldiğim zamanlarda Dimitri hep yanımdaydı, eğer ben Grace'i gördüysem o da görmüş olmalıydı. En azından öyle umuyordum.
Grace'in bakışlarından hoşlanmamıştım, Alex ve Andrew bile ondan hoşlanmıyordu. Bunun hakkında da bilgi edinmem gerekiyordu. Bir şeyler düşünmeliydim. Turmalin şehrinin özel araçlarından birine binmiştik. Anında şehirde fazla kalmayacağımızı anlamıştım. Andrew yanıma oturmuştu. Alexandra ise karşımdaydı.
Kale'nin surlarının ardına çıkana kadar hiçbirimiz konuşmamıştık. Sessizliği bölmem gerektiğini düşünüyordum. Ortam daha da gerilmeden harekete geçmem gerekiyordu.
"Şehirden çıkacak mıyız?" diye sordum sesime güven verici bir ton ekleyerek. Sadece basit bir soru sormuştum.
Andrew'un yanıt vereceğini hissetmiştim fakat Alexandra kardeşinden önce davrandı. "Evet, şehirde fazla kalmamayı umuyorum. Turmalin şehrinin dışında da güzel yerler var."
Alexandra'nın yeşil gözlerinde bir parça renk aradım, hiçbir sır vermiyordu. Onları zorlayacak bir soru bulmam gerekiyordu ama aynı zamanda bu soru basit de olmalıydı.
"Ailenize ne oldu?" diye sordum yanımda oturan Andrew'a dönerek, arada bir Alexandra'ya da bakıyordum. Kardeşine endişe verici bir şekilde bakıyordu.
Andrew duygularını ele vermedi. "Turmalin'in isyanlarından birinde isyancılar tarafından öldürüldüler."
Bu kadarını ben de beklemiyordum, hiçbir şey demedim. Andrew'un mavi gözlerine baktığımda bir değişiklik olması için dua ediyordum ve olmuştu da. Mavi gözlerinde az da olsa parlak yeşil parıltılar görmüştüm.
"İsyanlar mı?" diye sordum kısık bir sesle. "Nedeni neydi peki?"
Buna Alexandra yanıt verdi, yeşil gözleri anında duygusuzlaşmıştı. "Bilmiyoruz." dedi bir çırpıda. "Ailemiz Turmalin'i saklamayı istiyordu. Yönetim bize geçince onu açığa çıkarmaya karar verdik."
"Bir şey daha sormak istiyorum, eğer sorularım sizi rahatsız etmiyorsa?" Gerçekten neler olduğunu merak etmiştim, planım aklımdan uçup gitmişti.
Alexandra hayır demek üzereyken Andrew yanıt verdi. "Evet."
"Turmalin şehrini neden saklıyorlardı?"
İkisinin de gözlerinin rengi değişmeye başlamıştı. Bununla ilgili bir sırları vardı. Andrew gerçeğin bir kısmını sakladı. "Turmalin'in yok edileceğini sanıyorlardı, yeterince güçlü bir şehir değildik. Laurel ona bağlı olmayan şehirlere savaş açıyordu. Önce Kalsedon ardından Karneol isyanları başlamıştı. Onlara hak veriyoruz."
"Laurel yanında olmayan kimseyi istemiyor." diye onayladım.
"Peki ya sen?" diye sordu Alexandra. "Laurel'in ya da Corrin'in mi yanındasın?"
"Hayır." dedim keskin bir sesle. Ardından aklımdan geçenleri söyledim. "Elime bir fırsat geçse ikisini de yok ederdim. Yeni Dünya'nın başına beladan başka bir şey açmıyorlar." Kısmen doğruydu.
"Ve sizin?" diye sordu Alexandra. Başta anlamamıştım. Yeşil renkli gözleri pencereden Turmalin şehrini izliyordu. "Dimitri ve senin, değil mi?"
"Evet." diye onayladım. Ardından kendi kendime kızdım, biri ne zaman Dimitri'den bahsetse kalp atışlarım artmak zorunda mıydı?
"İkisine de düşman olduğumuzu fark etmiş olmalısın, Luna." dedi Andrew. Bana Luna demesiyle anında ona bakmıştım. "Sardoniks'in, Ametist veya Kalsedon'un yanında olmadığını anlamamız gerekiyor. Yoksa sana güvenemeyiz."
"Ben bile kendime güvenmiyorum, Andrew." dedim gülümseyerek. "Ben Gümüş Gölge'yim, unuttun mu? Fark etmeden kendi başıma bile bela açıyorum."
Alexandra penceren dışarısını gösterdi. "Burası Turmalin'in en büyük meydanı." dedi gökkuşağı rengi binaların ortasındaki boş bir alanı göstererek. "Eğer halkla konuşacaksak buraya geliriz."
"Ne zamandan beri yönetimdesiniz?" diye sordum. Birkaç dakika içinde çok fazla soru sorduğumu fark etmiştim. Yanlış anlamayacaklarını umdum.
"Birkaç aydır." diye yanıt verdi Alexandra. "Yeni Dünya'ya geldiğimizden beri, hatta Dünya'dayken de bu eğitimi aldık. Ailemiz gibi biz de yöneticiyiz."
Ne? Sözlerinde bana karşı bir şeyler mi gizliydi? Yoksa ben mi yanlış anlamıştım?
Andrew sol taraftaki bir yeri işaret etti, tam anlatmaya başlayacaktı ki araba birden bire durdu. Meraklı bakışlarımı ikisine yönelttim. En yakın muhafızlarım bizden sonraki araçtaydılar. Burada tamamen yalnızdım. "Neler oluyor?"
Alexandra yanıt verdi. "Bilmiyorum." Kaşları çatılmıştı. Kapıyı açmaya çalıştı fakat kapılar kilitlenmişti.
Andrew yeni fark ettiğim belindeki silahı çıkardı. Korkmaya başladım. Alexandra korku dolu sesini kardeşine yöneltti. "Sana söylemiştim, Andrew. Asla dışarı çıkmamalıydık."
Etrafımızdaki sesler artarken ne olduklarını çözmeye çalışıyordum. Alexandra da Andrew'in ona uzattığı bir başka silahı aldı.
Benim bulunduğum taraftaki kapı açıldı, gelen bir Turmalin muhafızıydı. "Dışarı. Dışarı çıkın, geleceğimizi bili-"
Sözüne devam edemeden ona doğru ateşlenen bir silah ile yere yığılmıştı. Ben daha kendime gelemeden Andrew benim bulunduğum taraftaki kapıyı hızla kapattı.
Sağ tarafımdaki cam parçalara ayrılırken ceketimin bileğine sakladığım bıçaklardan birini dışarıya çıkarmaya çalışıyordum. Cam parçalandığı gibi yere çömeldim. Alexandra çığlık attı. Andrew onun olduğu tarafa doğru geçti. Kardeşine sarılırken "Birazdan muhafızlar gelecekler." diye mırıldanıyordu. Bense hala kendime gelmeye çalışıyordum. Titreyen ellerimle bileğimde ceketimin bileğindeki bıçaklardan birini en sonunda çıkarabilmiştim. Deri kabzayı tuttuğum anda kendimi çok daha iyi hissettim. Yanımda silah bulundurmam yasaktı fakat bunu o sırada kimsenin umursadığını sanmıyordum.
Sol tarafımızdaki camların da paramparça olmasıyla kollarımı başıma siper ettim. Alex ve Andrew'a bakamıyordum bile. Az önce yaralandığımı fark ettim fakat adrenalin, acımı bastırmanın bir yolunu bulmuştu. Dehşet de öyle.
Seslerden muhafızların geldiklerini anlamıştım. Düşüncelerim en sonunda beni bulmuşlardı. Pencerelerin kurşun geçirmemesi gerekiyordu. Bunlar sıradan silahlar değillerdi.
Nasıl bir yere düşmüştüm ben böyle?
Andrew konuşmaya başladı. "Dışarı çıkmalıyız, bomba atmış olmalılar." demesiyle yakınımızda duran gümüş renkli patlayıcıyı gördüm. Onları beklemeden hızla kapıyı açtım. Biz dışarı çıkmaya çalışırken muhafızlar, isyancılarla savaşıyorlardı. Yakınlardaki bir muhafız Turmalin'in liderlerini gördüğü gibi üniformasının kolluklarından birinin üzerindeki bir düğmeye basarak bize doğru koşmaya başladı. Sol tarafında anında bir kalkan oluştu. Andrew, Alex'i korumaya çalışarak muhafıza doğru ilerliyordu. Alexandra'nın sarı renkli saçları kanla kaplanmıştı fakat yaraları çok kötü değildi. Onların peşinden koşuyordum. Koşarken vurulduğumu anladığımda muhafızın kalkanının yanına ulaşmıştık.
"Dolunay, yaralandın mı?" diye sordu Andrew.
"Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum." dedim etrafımızı birkaç muhafız daha kalkanlarıyla sararken. Fakat önemliydi, başım çoktan dönmeye başlamıştı bile. İyileşebileceğimi umuyordum fakat ne kadar süreceğinden emin değildim.
Etrafımızdaki çatışma sürerken bizim yanımızdaki muhafızların tek yaptıkları kalkanlarıyla bizi korumaya çalışmaktı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kalkanların ardında saklanamazdım. En yakınımda bulunan muhafızın daha farkında bile olmadan silahlarından birini aldım. Andrew ve Alex'in uyarılarını boş vererek, muhafızların yanında yerimi aldım.
Rüzgarda beyaz renkli saçlarım savruluyordu, silahsız olan elimle onları gözlerimin önünden çekmeye çalışıyordum. Elimdeki silahı sadece birkaç kere kullanabildim, insanları öldürmekten kaçınıyordum. Sadece bana doğru saldıran birkaç kişiyi hedef aldım. Turmalin'in muhafızları etrafımızda giderek daha da çoğalıyorlardı. Bize saldırmaya çalışan insanlar bizden giderek daha da uzaklaşıyorlardı.
Markus ve Cassandra'yı bize doğru gelirken gördüğümde sevincimi saklayamadım. Diğer Ametist muhafızlarını da görmüştüm. Markus yaralanmamıştı, Cassandra'nın ise sadece birkaç sıyrığı vardı.
"Dolunay?" diye sordu Cassandra endişeyle. Bana doğru yaklaşırken görüntüsü bulanıklaşmaya başlıyordu. Andrew ve Alex bize doğru hızla gelen araca binmeye hazırlanıyorlardı. Cassandra ben daha farkına varmadan koluma girdi ve arabaya binmeme yardım etti.
Siyah renkli arabaya bindiğim anda gücümü kullanmaya başladım. Dışarıda kendimi iyileştiremediğimi fark ettim.
Turmalin gezimiz burada sona ermişti.
✵
Bir daha asla tam olarak güvende olamayacağımı fark ettim. Turmalin'in Kale'sine vardığımızda bile bu değişmemişti.
Düzenlenme Tarihi: 16.01.2016
Nasıldı? Yorum yaparsanız çok sevinirim çünkü çok uğraştığım bir bölüm oldu!
2.202 okunma, 259 oy, 343 yorum. Ametist 308bin, Kalsedon 80.4, Sardoniks 38.2 olmuş *-*
06.02.2016, 16.29
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top