4 ✵ Plan
✵ Plan ✵
Grace'i tanıyordum fakat nereden tanıdığımı bilmiyordum. Turmalin'e bir amaç uğuruna gitmiştim, fakat ne için olduğunu dahi bilmiyordum.
Yaptığım en iyi şeylerden birini yapmayı kesmiştim. Düşünemiyordum artık. Bir şeyler düşünmem lazımdı. Bir plana ihtiyacım vardı.
Fakat düşüncelerim adeta duygularımın esiri haline gelmişlerdi.
Bir Gümüş olarak buna şaşmamam gerekirdi. Fakat ben duygularımı dışa vurmayı sevmezdim, bunu istemezdim de. En istemediğim şey ise duygularımın kölesi olmaktı. Düşüncelerimin onların hakimiyeti altına girmesiydi ve şu anda da bu oluyordu. Turmalin'e gelerek bilmeden de olsa hata yapmıştım. Pişman mıydım? Evet. Geri dönecek miydim? Hayır.
O halde yapmam gerekeni yapacaktım. Bilgi toplayacak ve yeni düşmanımı tanıyacaktım. Düşmanını dostundan yakın tut derlerdi ya? Bu durum burada benim için geçerliydi. Burada bana göre herkes düşmandı.
Muhafızlardan birisi kapıyı çaldığında resim çiziyordum. Ben daha yanıt vermeden kapı açılmıştı. Gelen Cassandra'ydı. "Bizi bekliyorlar, Dolunay."
Defterimi kapatıp yanıt verdim. "Az sonra geleceğim." Cassandra odadan ayrıldığı anda etrafımı inceledim. En sonunda hiçbir yere güvenemeyip yanıma bir çanta almaya karar verip defterimi ona koydum. Karışık yazımdan ve cümlelerimden bir şey anlayacaklarını düşünmüyordum fakat temkinli olmak her zaman için bana göre en iyisiydi.
✵
İlk konuşan Markus oldu. "Bize Turmalin'i tanıtacağınızı umuyorum."
Alexandra gülümseyerek yanıt verdi. "Andrew ve ben bunu düşündük. Birkaç rehber ve bizzat biz, siz ve Dolunay'a etrafı tanıtacağız. Gerekli işlemler şu an muhafızlarımız tarafından yapılıyor."
"Ametist ve Kalsedon'la iletişime geçebileceğim bir yer var mı?" diye sordum merakla. Yemek masasındaki tüm gözler bana çevrildi. Önümdeki tabakta duran hiçbir şeye dokunmamıştım.
Bana yanıt veren Andrew oldu. Kardeşininkine benzeyen gözlerindeki tek fark renklerinin mavi olmasıydı. Andrew'un saçları neredeyse gece kadar siyahtı. Mavi gözlerindeki bakışları beni rahatsız etmişti. Ne düşündüğünü de anlayamamıştım. "Laurel Ametist'le bu kadar çabuk konuşmayı isteyeceğini düşünmüyordum, Dolunay."
Ben de senin aklından geçenleri anlamayı istiyordum, demek geldi içimden. "Laurel'le konuşmayı istemiyorum fakat Markus'un onunla iletişime geçmesi gerektiğini sanıyorum."
Gözlerimiz Markus'a çevrildiğinde genç adamın daha yeni çiğnemeye başladığı yemeği neredeyse boğazında kalıyordu. "Kesinlikle, Dolunay. Ben Ametist'in Muhafızlarından biriyim. Laurel Ametist benden yanıt bekliyor olmalı."
Andrew ya da Alexandra'nın konuşmasını beklemeden ben konuşmaya başladım. "Yemekten sonra konuşursunuz o halde."
Bu Turmalin'in lideri olan kardeşlerin pek de hoşuna gitmişe benzemiyordu. Burada lider onlardı. Fakat ben Dolunay Ateş'tim. Kurallar mı? Benim defterimde sadece kendi kurallarım vardı. Az önce söylediğim sözleri söylerken de gözlerimin ürkütücü bir gümüş rengine dönmüş olduğunu hissediyordum.
Sessizliği ve gerilimi bozan Cassandra'ydı. Bir an için söylediklerimi hafifletecek bir şeyler söyleyeceğini sandım fakat yanıldım. "Dolunay haklı. En azından geldiğimizi haber vermemiz gerekiyor."
Birkaç saniye sessizlik daha. Ardından herkes yemeğine kaldığı yerden devam etti. Bense hala bir şeye dokunmadım, canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Turmalin şehrinin önde gelen kişilerden birilerinin ayağa kalkıp odadan çıkması ile etrafımı inceledim. Hiç kimsenin umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Demek ki herkes istediği saatte masadan ayrılabilirdi.
"İyi akşamlar." dedim oturduğum sandalyeden kalkarken, birkaç kişi de bana aynısını söyledi. Hızla oradan ayrıldım.
Burada, bu şehirde, hiçbirini tanımadığım insanlarla kalırken kendimi Yeni Dünya'ya ilk geldiğim andakine benzetiyordum. Bir fark vardı, orada en azından yanımda Dimitri vardı. Peki ya şimdi? Tamamen yalnızdım.
Yalnızlığı sevmiyordum. Merdivenlerden yukarı doğru çıkarken bunu düşünüyordum. Yalnızlıktan nefret ediyordum. Güvendiğim hiçbir insanın yanımda olmamasından nefret ediyordum.
Düşüncelerim yine Dimitri'ye gitti. Ondan uzak kalmak beni daha da iyileştirmemişti çok daha kötüsüne yol açmıştı. Ona bir veda bile edememiştim. Değil veda doğru düzgü tek kelime bile konuşmamıştım.
Ne zamandır onunla konuşmuyordum? Kaldığım odanın pembe turmalinlerle süslenmiş kapısını açarken aklımdan bunlar geçiyordu. En son ne zaman Dimitri'yle doğru düzgün konuşmuştum?
Hatırlamıyordum.
Turmalin'e gideceğim, dediğim andan beri birbirimize uzaktık. Ondan da önce Isabel'i iyileştirmeye çalışken beni uzaklaştırmasına kırılmıştım sanırım.
Belki de ondan nefret etmeliyim, diye düşündüm. Bunu yapmam ikimiz için de daha sağlıklı olurdu. Bunu istesem de yapamıyordum, çünkü haklı olduğunu biliyordum.
✵
"Bana planını anlat, Lucius." dedim duygularımdan uzaklaşmaya çalışarak. Odamda günlerdir kullanmadığım hologram yansıtıcısıyla onunla konuşuyordum. "Ne yapmam gerekiyor?"
"Turmalinlilerin bir şeyler sakladıklarına eminim. Bununla da ilgilenmemiz gerekecek, Dolunay." Üzerinde kırmızı-siyah pelerini vardı, yüzü hissizdi tıpkı kırmızıya parıldayan gözleri gibi.
"Önceliğimiz ne olacak peki?" diye sordum.
"Senin düşünceni söyle, Şifacı. İnsanlar düşüncelerine önem veriyor, umarım iyi bir gerekçeleri vardır."
"Var, Lucius." dedim gülümseyerek. "Ben Şifacı'yım. Aklımdaki ilk olan şeyi mi bilmeyi istiyorsun? Onların gözlerinin rengi, Lucius. Gümüşlerin gri, Safirlerin mavi, Hissizlerin ise kırmızı."
"Yoksa sen, onların bunlardan hiçbiri olmadığını mı tahmin ediyorsun?" dedi şaşkınlıkla. Hologramdaki küçük yansımasında bile korkmuş ve şaşırmış görünüyordu.
"Tahmin etmiyorum, biliyorum. Bilmekten de öte hissediyorum." dedim hızla. Gözlerim sanki her an açılacakmış gibi duran kapıya gitmişti. "Bunu araştıracağım."
"Şu ana kadar ne öğrendin peki, Şifacı? Ve nasıl araştırmayı düşünüyorsun?"
"Dürüst olacağım." dedim doğruyu söyleyerek. "Bu işte hiç kimseye güvenmiyorum, Lucius. Güvendiğim tek bir insan var ve o da burada değil. Şimdilik hiç kimseye -sana bile- tek kelime etmeyeceğim. Hislerim şayet doğru çıkarsa, bunu ilk duyanlardan biri olacaksın." Hislerimin doğruluğuna şüphe yoktu. Bunu Isabel'in gözlerinde bile görmüştüm. Ben Gümüş Gölge'ydim.
"Araştırmanda yardımcı olabileceğim bir şey var mı peki, Şifacı?" diye sordu pes ederek.
"Henüz yok, olduğunda haber vereceğim. Şimdilik planımın içerisinde sadece ben varım. Fakat senden başka bir şey isteyeceğim."
"Dinliyorum."
"Ametist, Kalsedon ve Sardoniks'le iletişime geçmeni istiyorum. Söyleyeceklerini sana mesaj olarak atacağım. Ayrıca Sardoniks için ayrı bir mesajım daha var. Birkaç gün içinde söyleyeceğim."
"Nasıl istersen." diye yanıt verdi, Lucius. Bu hologramı kapatmadan önce ondan duyduğum son sözlerdi.
Gözlerim her zaman yanımda tuttuğum kırmızı deri kapaklı deftere gitti, sağ elim ise Dimitri'nin bana aylar önceden vermiş fakat benim daha yeni bulduğum, bir süredir asla çıkarmadığım boynumdaki morganit taşından olan kolyenin ucuna.
Haklıydın, Uragan. Sözlerimi duyduğunu hissetmiştim fakat yanıt vermemişti. Kuzey Işıkları konusunda da diğer konularda da. Eğer bir şeyi değiştirecekse, özür diliyorum.
Bu bir şeyi değiştirmemişti.
Düzenlenme Tarihi: 11.01.2016
İçime sinen bir bölüm oldu galiba. Dolunay'ın duyguları özellikle bu bölümde karman çormandı. Bu arada Uragan; Rusça'da Kasırga demek, Dimitri'nin takma adıydı ve Dolunay bazen ona hala bu isimle sesleniyor.
Soru: İlk kitaptaki Dolunay ve Dimitri sizce nasıldı? Ametist basılacağı için onu düzenliyorum ya hani, sizce bizim garip çift ilk kitapta, nasıllardı?
Bu arada Ametist 300 bin okunmayı geçti, Kalsedon 80bine yaklaştı, Sardoniks 37.4bin. Fakat Turmalin çok az :'(
1861, 210, 248
03.02.2016, 21.13
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top