Tablolar
Tırabzana tutunarak ilerleyen Eylem basamaklara geldiğinde durdu ve katlar arası boşlukta gözlerini gezdirdi. Sarmal merdivenler girdaplara benziyordu. Duvarlara asılı envai çeşit tablo ise girdap boşluğunda süzülen hayalet yüzler gibiydi. Çerçeve boyları birbirinden farklıydı, bazı yaşlı yüzler daha geniş bir sergi mezarına sahip olacak kadar şanslıydı. Ya da, diye düşündü Eylem. Bu aile içindeki en ehemmiyetli şahsiyetlerdi. Nesillerine damga vurmuş kişiler...
Bunların Tozlu fertleri olduğunu düşünmüştü Eylem. Çünkü tablolar tamamen insan portrelerinden oluşuyordu. Yağlıboya olanlar da vardı, makinelerden çıkan gerçek fotoğraflar da. Yılların akışı tek bir düzlem üzerinde kendine yer bulmuştu. Basamakları inerken bazılarına daha dikkatli baktı.
Birinde sıcak renklerle bir yatak odası resmedilmişti. Yatağın ucuna zarifçe oturan genç bir kadın dirseklerini masaya dayamış, elinde alevi devleşen bir mum tutuyor ve bir kağıda göz gezdiriyordu. Mektup da olabilirdi bu, kendisine yazdığı herhangi bir not da. Kadının saçı gece siyahıydı, sanki içinde yıldızları barındırıyormuş gibi parlıyordu. Geceliği krem rengi ve dantelliydi. Masanın üzerindeki kasede bir salkım yeşil üzüm yenilmeyi bekliyordu. Eylem neden bu tabloya dikkat kesildiğini kısacık bir an sorguladı.
Dikkatini çeken bir başka tabloda ise görece iri bir kadın gül çalısını sıkıca tutuyordu. Dikenler eline batmıştı ve parmağından irice bir damla kan yere süzülüyordu. Tabloda ise bu kırmızı damla havada asılı kalmıştı. Kadının taktığı inci bileklik ise fazlaca dikkat çekiyordu. Kan ve inci... Yüz ise fluydu, sanki doğaüstü güçte bir rüzgar gelip kadının suratını dağıtmıştı. Havaya karışan mimikler, dalgalanan et ve kemikler...
Eylem ürpererek merdivenin kalan basamaklarını hızlıca indi. Sanki tablolar kendisiyle konuşmaya çalışmıştı ama bu çok anlamsızdı. Tablolar değil, diye düşündü bu sefer de. Tablolara sokulan, gizlenen her neyse işte o bana fısıldadı. Ama neyi? Onlarda ne görmem gerekiyordu.
Eylem Akkaya
Kan, inci ve gül. Bunları araştırmanı istiyorum Özgür. Teo sen de kasabaya indiğinde çevredekilerin ağzını bir yokla. Bu toprakların geçmişini eşelememiz gerek. Yüzlerce yıl önce burada kimler yaşıyordu ve burada neler yaşandı.
Mesajı gruba gönderip telefonu yeniden cebine attı. Karnı guruldadığında mutfağa doğru ilerledi. Herkes kahvaltısını yapıp bir köşeye çekilmiş olabilirdi ama bu ev devasaydı. Yiyecek bir şeyler her zaman hazır olurdu.
Oval kenarlıklı geniş kapıdan geçip masayı arkasında bıraktı. Yemek odası ve mutfak dün gece de gördüğü üzere yan yanaydı. Onları birbirinden ayıran şey, sınır görevi gören tek bir basamaktı. İçerisi beyaz ve ahşabın bütünlüğüne teslim olmuştu. Tezgah, dolaplar ve yüksek ayaklı tabureler kar yağışına teslim olmuş gibi görünürken pencere pervazı, ada tezgahın yerine konuşlanan dar ve uzun masa, tezgah yüzeyi gibi bütünleyici parçalar ahşabın açık tonundaydı. Bitkiler ise her yerdeydi, bir çeşit sarmaşık lavabo önündeki geniş camın etrafını kuşatmıştı. Ferah ve iç ısıtan bir alandı.
"Merhaba." diyerek içeri girdi Eylem. Ayşe sudan geçirdiği kirli tabakları makineye yerleştiriyordu. Yaşını gösteren tonton bir kadındı. Aralarında tek tük siyah tellerin gözüktüğü gri saçını sıkıca toplayıp topuz yapmıştı. Kiloluydu ve şişkin yanaklarıyla yuvarlak bir yüzü vardı. Hokka gibi minicik burnu, düz bir çizgiyi andıran incecik dudaklarıyla sıradan bir yaşlı kadın profili sergiliyordu. Yüz hatları standarttı, onu akılda tutacak sıra dışı bir çizgiye sahip değildi.
Önlük bezine elini kurulayan Ayşe ihtiyatlı bir tebessümle baş selamı verdi. "Masayı toparladım ama sizin için hemen bir şeyler hazırlayabilirim." Göz teması kurmuyordu.
Benden korkuyor, diye düşündü Eylem şaşkın bir idrak haliyle. Hurafe işi görüyor yaptıklarımı. Ah şu yaşlılar, güvenle çizdikleri sınırlarından çıkmayı hiç istemezler. Dudaklarını yalayıp taburelerden birine oturdu. "Çok isterim, açlıktan ölüyorum ama fazla uğraşma lütfen."
"Krep yapmıştım. Size de ayırdım, reçel veya çikolatayla güzel gider." Kelimeleri sarf ettikçe stresini atıyor olmalıydı. Hızla ocağın başına geçmiş ve maharetli ellerini konuşturmaya girişmişti.
Eylem masa üzerindeki portakal suyundan kendisine biraz doldurup büyük bir yudum içti. Sürahi içindeki buz taneleri içeceğin serinliğini muhafaza etmişti ama dakikalar sonra buzlar eriyecek ve portakal yoğunluğunu azaltacaktı. İleriyi düşünmeyi bırak, dedi içinden Eylem. Portakalı şu an içiyorsun, hava sıcacık ve seni serinletiyor. Önemli olan bu. Senin neyi kaptığın önemli. Başkasına ne kalacağını çok da umursama. Eylem bazen o kadar çok empati kuruyordu ki kendini unutuyordu. Bu yüzden böyle küçük ve saçma anlarda kendine bencil olması gerektiğini hatırlatıyordu.
"Taze sıkım." Ayşe kaçamak bakışlar atarak söylemişti bunu. Konuşma fırsatı bulduğu hiçbir anı kaçırmıyordu. Belki de stres atmıyordu, belki de bu yaşlı kadın sadece çok gevezeydi.
"Güzel bir manzaran var." Krepler tavada pişerken Eylem başıyla pencereyi işaret etti; lavabonun tam önündeki geniş cam alanı.
"Ah evet öyledir. Bu yüzden perdeyi hiç indirmem." Ayşe pişen krepleri üst üste dizerek Eylem'e servis etti. Küçük kaseler içinde çeşit çeşit reçeller ve sürme çikolatalar göze çarpıyordu. Bir fincana sıcak çay doldurup onu da masaya bırakan Ayşe kirli tabaklara geri döndü.
Eylem çikolata sürdüğü krepi rulo yapıp minik parçalar halinde keserken manzaraya dalmaktan kendini alamadı. Siluet halindeki tepelikler gökyüzünün engin maviliğiyle bütünleşmişti ve önlerinde alabildiğine uzanan devasa bir orman vardı. Devleşen ağaçlar tepeliği kesiyordu ve Tozlu arazisine kadar uzanıyordu. "Yeşil deniz..." diye mırıldandı Eylem ve bu büyüklük, derinlik nefesini kesti. Orada, ağaçların arasında kaybolduğunu hayal etmek bile istememişti.
Kaybolmak.
Niye bunu düşünmüştü ki şimdi. "Ayşe Hanım. Size bir şey sorabilir miyim?"
Ayşe temkinli bir duruşa geçti. "Elbette. Sizi dinliyorum."
"Şu beşinci kardeş... O hangi odada kalırdı?" Aslında sadece ismini sormayı düşünmüştü ama dudaklarından dökülenler daha farklı olmuştu.
"Siz... Siz nereden biliyorsunuz onu?" Yaşlı kadın telaşa kapılmış gibi görünüyordu.
"Bilmemem mi gerekiyordu." Eylem'in kafası karışmıştı.
"İdil Hanım konuşulmasını istemez, merak ettiğiniz şeyleri ona sorun lütfen." Ellerini kurulayan Ayşe, Eylem'e ters bakışlar atarak mutfaktan çıktı.
Eylem kaşlarını kaldırarak öylece kalakaldı. "Kimsin sen beşinci kardeş? Neden gizlisin?" diye fısıldadı, belki fısıltıları doğru yere ulaşır diye umdu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top