Alevde Yitirilen
2007 kışı
Kasvetli bir gündü. Bulutlar gökyüzünü kaplamış, metalik gri rengine bürünmüşlerdi. Aralıklı olarak yağmur çiseliyordu. Bu kasaba gerçekten de bana benziyor, diye düşündü Nil. İçimdeki çürümüşlük havaya yansımış.
Ölümden dönüşünün üzerinden bir hafta geçmişti. "Anafilaksi..." demişti doktor. "Ağır bir alerjik reaksiyon geçirdin. Nabzın yavaşladı, solunumun azaldı, bilinç kaybı yaşadın. Annen adrenalin otoenjektörünü kullanmasaydı senin için çok geç olabilirdi. Adrenalin bu hastalık için çok elzem ve öncelikli tedavi yöntemi. Her zaman bilinçli ebeveynlerle karşılaşmıyoruz. Şanslısın." Doktorlar hep böyleydi. Nil'in anlamadığı terimlerle konuşarak kızın kafasını allak bullak etmişti. Ama sonuç belirgindi, hayatta kalması mucizeydi.
"Hayır değildi." diyerek bu sava karşı çıktı. Pürüzlü sesi odanın içinde yankılanmıştı. Tek başınaydı, İdil ortalıkta görünmüyordu. Koca evde, pek çok oda olmasına rağmen anne ve babası çocukların bir arada kalmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Birlikte yaşamayı, alanı paylaşmayı öğrenmeliydiler. Hem böylece yalnız da hissetmezlerdi. İdil, Nil ile; İpek de Peri'yle kalıyordu. Atakan ise tekliğini orada da göstermişti. Evin hakimi gibi kasılarak yürüyordu koridorlarda.
Karnına doğru çektiği bacaklarını kollarıyla sardı. "Hayatta kalmam mucize değildi, bir takastı." Bir haftalık sessizliğin sonunda bunu dillendirmek gözlerinden yaşların düşmesine sebep olmuştu. Nil içini çekerek ağlıyordu, günler sonra ilk kez doyasıya yas tutuyordu. Babası içindi hüznü, Nil'in şoka girdiği dakikalarda o da ahırlardan birinde kalp krizi geçirmişti. Ölüm o gece tek bir Tozlu ferdini seçmişti ve Nil böylece hayatta kalmıştı. En azından genç kız böyle düşünüyordu.
O gece...
Ailecek mimlenmişler miydi? Lanetli topraklar üzerine mi yuva kurmuşlardı yoksa? O gece hayatları için bir dönüm noktasıydı. Yemek masasının etrafındaki telaşede herkes Nil için çabalarken, kimsenin aklına köhne bir ahırda can çekişen Turgay Tozlu gelmemişti. Tüm ilgi Nil'deydi ve Nil hayatta kalmıştı. Bu suçluluk adeta bir kemirgene dönüşerek ruhunu, kalbini, her zerresini dişliyor ve kızı tüketiyordu. Yaşama tutunmasının bir cezaya dönüşmesi hiç adil değildi. Bu yüzden susuyordu, ne diyeceğini bilemiyordu çünkü, ya da diliyle canlandırarak kelimeleri lanetlemek istemiyordu. Ailedeki kimse de konuşmuyordu, açıkça söylemiyorlardı ama suçlayıcı bakışlar her yerdeydi. Nil de cenazeden sonra odasına kapanmış ve zorunlu ihtiyaçlar dışında oradan hiç çıkmamıştı.
İdil ise gecenin geç saatlerinde sadece uyumak için odaya geliyordu. Bir hayalet gibi sessizce süzülüyor, hıçkırıklarını güçlükle bastırmaya çalışıyordu. Nil kardeşine sarılmak için dayanılmaz bir dürtü duyuyordu o anlarda ama kendini frenliyordu. Temasıyla kimseyi ürkütmemeli, cezası olan yalnızlığı ağırbaşlılıkla kabullenmeliydi.
Pencere önü minderine oturup üzerine sardığı battaniyeye iyice sokuldu. Kar çiselemeye başlamıştı. Sararmış birkaç yaprak, dallardan koparak usulca süzülmüştü yere. Kulübeye gittiği son gün evleri gökkuşağı gibiydi, şimdiyse bütün renkler ışığını yitirmişti. Ev soğuk ve ruhsuzdu artık. Hiç ses yoktu. Herkes bedenini bir kanepeye ya da yatağa atıyor, kendilerince zamanı öldürüyordu.
Bu acı ne zaman geçecek? Ne zaman normale döneceğiz? Bunu düşündüğünde yeni bir hıçkırık dalgası kuşattı Nil'in boğazını. Babasını bir daha asla göremeyecekti. Buna insan nasıl alışırdı ki?
Derken bahçedeki bir hareketlilik dikkatini çekti, hemen ardından Tarçın'ın havlayışını işitti. Kesif bir duman kokusunu belli belirsiz algıladı, gökyüzüne doğru isli bir yol süzülüyordu. Ateşin koyu gri dumanı... Hava berrak olsaydı onun lekelendiğini düşünürdü ama bugün zaten her şey kirli bir kasvet içindeydi. Bu yüzden dumanı umursamadı. İçini çekerek, kıpırtısız bir şekilde duran ağaçları izlemeyi sürdürdü. Bu donukluk ve sabitlik en azından zihnini dinlendiriyordu. Hareketlerin yorgun zihinlere iyi gelmediği bir gerçekti. En azından bana iyi gelmiyor, diye düşündü.
Duman artarak yükselmeye devam etti.
İçindeki ölü duygulardan birinin yeniden filizlendiğini hissetti Nil. Meraktı bu, hücrelerini dürterek tüm vücudunda yol alıyordu. İlgiyle başını kaldırdı, cama biraz daha yaklaşmıştı. Alevler büyüyordu. Yangın mı çıktı, diye düşündü kaygıyla. Ormanın hemen dibinde yaşadıkları için bu olasılık kan dondurucuydu. Sonra annesini gördü. Fahriye Tozlu kar üzerinde ayak izleri bırakarak geri geri gidiyordu. Kucağında bir kıyafet yığını vardı. Nil'in bulunduğu kattan Fahriye'nin yüzünü seçmek zordu ama burnu ve yanaklarındaki kızarıklık belirgindi. Ya ateşin etkisiydi bu ya da annesi uzun zamandır soğukta ve dışarıdaydı.
"Neyin peşindesin?" O kıyafet yığını da neydi öyle? Sonra Fahriye kumaş parçalarını hışımla ileriye fırlattı, muhtemel olarak alevlerin üstüne. Babasının kazağı mıydı o? Nil'in kalbi tekledi. Annesi hiç durmadan yanına bir sandık çekiştirdi, onu açtı ve içindeki defterleri yırtarak sayfaları da ateşe atmaya başladı. "Babamın günlükleri..." Nil battaniyeyi kenara fırlatarak hızla odadan çıktı. Merdivenleri telaşla inmeye başladı. Kalbi o kadar hızlı ve güçlü atıyordu ki güp güp sesinin yoğunluğundan Nil'in kulakları tıkanmıştı.
Dışarı çıktığında soğuk hava yüzüne çarptı. Sersemleyerek duraksadı. İnce pijaması altındaki derisi diken diken olmuştu. Tarçın hala havlıyordu. Atakan annesine bağırıyor, İpek yalvarıyordu.
"Ne olur dur anne."
"Uzaklaş oradan." İdil kardeşini çekiştiriyordu.
"Ateş çok büyümüş, hortumu açmak lazım."
Son cümleyi kuran Atakan'dı ve telaşla hareket ederken Nil'i göz ucuyla fark etmiş ama hızla bakışlarını kaçırmıştı. Nil titreyerek ateşe yaklaştı. Artık her şey için çok geçti. Babasının günlükleri, kıyafetleri, şahsi bütün eşyaları cayır cayır yanıyordu. Babasının son izleri de gözlerinin önünde yok olmak üzereydi. Nil dizleri üzerine çökerek ağlamaya başladı. "Neden yaptın bunu?" Fısıltıyla çıkmıştı cümlesi. "Onu yok ettin. Neden, neden, neden?" Sonuncusunda bağırmıştı.
Hortumu çekiştiren Atakan tazyikli suyu ateşin üzerine yönlendirirken annesi donuk bakışlarla olan biteni izliyordu. Sessizdi. Bilinçsiz görünüyordu. Sonra çatlamış dudakları aralandı. "Bizi bıraktı. Ölüp gitti. Onu affedeceğimi mi sandınız? Onun eşyalarıyla yaşayacağımı... İzlerine bakıp hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edeceğimi mi... İnanın bana çocuklar böylesi hepimiz için çok daha iyi. Artık babanız yok ve bunu en başından kabul etmek hepimizin hayrına olacak." Savrulan küllerden birini yakalayan Fahriye belli belirsiz gülümsedi ve hırkasını çekiştirerek sakin adımlarla içeri girdi.
Nil şaşkınlıkla annesinin arkasından bakakaldı. Bu mantık karşısında nutku tutulmuştu. Bunu çocuklarına nasıl yapardı? Babalarına dair tüm izleri gerçekten de düşüncesizce silmiş miydi? Titreyişi artarken küller altında yarısı sağlam kalmış bir defter yaprağı gördü. Dizleri üzerinde olduğu için hızla emekleyerek o kağıdı çekip aldı, kurumları silkeledi. Elinde bir hazine tutuyordu artık. Bu yarım yaprak, babasını temsil eden son şeydi ve Nil bunu ömrü boyunca saklayacaktı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top