[TUR] RUHUM RUHUNU SEVDİ
By YamurTaslak
Defne DOĞAN
Aynanın karşısında son hazırlıklarımı yaparken diğer taraftan ise Demiralp'in şu an ne yaptığını düşünüyor, onun da tıpkı benim gibi heyecanlı olup olmadığını merak ediyordum.
Pembe uçuş uçuş olan elbiseme uygun toz pembe rujumu sürdüm ve görüntümden memnun kalarak gülümsedim.
"Baloya Demiralp'le gideceğine emin misin?"
"Hemde hiç olmadığım kadar eminim. Neden sordun?" Kocaman gülümsedim.
"Gerçekten inanılır gibi değil..."
Sesinden çekip çıkardığım dışlama gülümsememin üzerine rüzgar misali esip mutluluğumu aynı esintiyle alıp götürdü.
"Anlamadım?" derken kaşlarımı çattım.
"Cenk'in teklifini reddedip Demiralp'i tercih etmeni diyorum, inanılmazsın. Dans bile edemeyecek bir adamla tüm gece eğlenmek yerine bir nevi bakıcılık yapacaksın. Birde o sevgili zırvalığı var tabi."
Afra'dan duyduğum sözler üzerine öfkeyle dolup taşan gözlerimi ona çevirdim. "Ne söylediğinin farkında mısın sen? Ağzından çıkanı kulağın duysun Afra!" Sesim fazla yüksek ve hırçın çıkmıştı. Tenim öfkeden alev almış gibi yanıyordu. Afra umursamaz bir edayla omuz silkip, "Ben sadece arkadaşımın yanına yakışan biriyle olmasını isterim. Mesela Cenk gibi biri," dediğinde dilimin ucuna gelen kötü kelimeleri dile getirmemek adına sakin olmaya çalışarak gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım.
Bu ne sığ bir düşünceydi böyle? Afra'nın böyle bir şeyi dile getirecek cesareti bulup konuşmuş olmasına inanamıyordum.
Ellerimi yumruk haline getirip tırnaklarımı avucumun içine geçirdim. "Yanıma yakışan biri öyle mi? Cenk gibi biri hem de? Sırf onu, tekerlekli sandalyeye mahkum diye yanıma yakıştırmıyor olman, beni ve kararımı sorgulaman ne kadar sağlıklı bir düşünce sence Afra? İşte bu yüzden milyonlarca engelli insan senin ve senin gibilerin düşünceleri ve ötekileştirmeleri yüzünden sokağa dahi çıkmak istemiyorlar. Onlara vebalı bir hastalıkmış gibi yaklaşıp canavarlarmış veya bu dünyaya ait değillermiş gibi bakmanız yüzünden. Ben insanları görünüşleriyle yargılamak yerine kalplerinin güzelliklerine önem veriyorum, tıpkı Cenk'te olmayıpta Demiralp'te olduğu gibi. Ben onun kalbini seviyorum, ruhunu seviyorum, yüreğinin güzelliğini seviyorum. Senin aksine görünüş ve güzellik benim için önemli değil ama sen bunu anlamıyorsun, bu gidişle bu kafayla anlayamazsın da."
Aval aval yüzüme bakıyordu, o bu zihniyetteyken beni anlayabileceğine ihtimal vermem benim aptallığımdı. Afra'ya kendimi anlatabilmek çenemi yormaktan başka bir işe yaramazdı.
Ufak tabureye oturup hırçın hareketlerle babetlerimi ayağıma geçirdim. Ufak portföy çantamı alarak ayağa kalktım.
"Biliyor musun sana bakınca ne görüyorum? Güzel, fazla güzel bir kız ama zihniyetin ve kalbin işte onlar çok çirkin, onların çirkinliği senin dış güzelliğini bile gölgede bırakıyor."
Aynı havayı solumayı geçtim şu an onu görmeyi dahi istemiyordum.
Kapıyı açıp kendimi geniş hole attım, arkamdan gelen aceleci topuk seslerini duymazdan gelerek merdivenleri hızla indim.
"Ya Defne tamam özür dilerim bu kadar kızabileceğini tahmin etmiyordum."
Ne sanıyordu ki? Doğru, haklısın diyip gitmekten vazgeçeceğimi falan mı? Eğer öyle sanıyorsa ona yanıldığını gösterdiğimi sanıyorum.
"Beni rahat bırak, sinirlerimi daha fazla gerip gecemi mahvetmene izin vermeyeceğim."
"Defne lütfen dur da konuşalım, bu ayakkabılarla yetişemiyorum sana. Bak sen benim kusuruma bakma, bilirsin beni boşboğazın tekiyim. Boşboğazlık ettim yine."
"İğrenç zihniyetinden arındığın zaman neden olmasın? Çünkü şu an en son konuşmayı istediğim kişi bile değilsin."
Kapıyı çarparak çıktım. Temiz hava yüzümü yalayıp geçerken durup sakinleşmeye çalıştım, Demiralp'in karşısına böyle çıkmak istemiyordum. Canımın sıkıldığını gözbebeklerimden bile anlardı, onu huzursuz etmek istemiyordum hele ki bu gecenin en mutlu gecemiz olması gerekirken...
Kendime birkaç dakika verdim. Bir süre sonra kendimi toparladığımda bahçenin demir kapısını açtım, rotamı iki blok ilerideki eve çevirdim.
Kısa mesafe yürüyüşten sonra tanıdık evin bahçesine adımımı attım. Daha ben kapıyı çalmadan Demiralp'in annesi kapıyı güler yüzle açmıştı.
"Hoş geldin Defneciğim ne kadar zarif olmuşsun böyle, harika görünüyorsun."
İltifatı yanaklarımın kızarmasına sebep oldu. Yanağına ufak bir öpücük bıraktım, heyecanla karışık gülümseyerek, "Teşekkür ederim, o sizin güzelliğiniz. Demiralp hazır mı?" diye sordum.
Koluma usulca dokundu. "Odasında hazırlanıyordu, içeriye gel lütfen kapıda kaldın."
Nazik daveti karşısında utangaç bir tebessüm dudaklarıma bulandı. Kenarıya çekilip geçmem için yol verdi. Buraya ilk gelişim değildi ama evlerine ilk girişim olacaktı. Geniş holden geçerek geniş ve ferah salona giriş yaptım. Bizim evin aksine mavi ve beyazın bütünlüğü ve uyumu insana huzur veriyordu.
Bu kez duvarları süsleyen resimler dikkatimi çekerken herbir karede bulunan sevdiğim adamın resimlerine içim giderek baktım.
"Bir şeyler içer misin?"
Gözlerimi resimlerden zorlukla ayırıp duyduğum naif sese çevirdim. "Hayır, çok teşekkür ederim."
Başını tamam anlamında salladı. "Ben Demiralp'e geldiğini haber vereyim o halde."
"Çok sevinirim."
Beyhan Abla yanımdan ayrılıp yukarıya Demiralp'in yanına çıkmıştı.
Bir süre daha vaktimi resimleri incelemeye ayırmıştım ta ki merdivenlerden gelen seslere kadar. O tarafa doğru yürümeye başladığımda Beyhan Abla ve eşi Cemal Abi'nin Demiralp'i indirdiklerini gördüm.
Beyhan Abla'nın sandalyeyi taşımakta zorlandığını fark ettiğimde yardım etmek için yanlarına gittim. Sandalyenin diğer bir ucundan da ben tuttum. Beyhan Abla başını çevirip yüzüme baktı ve gözleriyle teşekkür etti.
Başımı sevdiğim adama çevirdim, beni izliyordu. Gözlerim gözlerine tırmandığında dudağının bir köşesi usulca kıvrıldı. Tebessümüne karşılık verdim.
"Tamamdır!"
Cemal Abi ellerini beline yerleştirip sesli bir soluk verdi. Yorulduğunu görebiliyordum.
Demiralp'in arkasına geçip, "Buradan sonrasını ben hallederim," dedim.
Beyhan Abla tedirgin gözlerle yüzümü taradı. "Emin misin Defne?"
Başımı aşağı yukarı salladım. Bahçe düz yola çıkıyordu, merdiven falan da yoktu kendim idare edebilirdim.
"Evet, evet eminim. Gerisini ben hallederim, oraya kadar boşu boşuna yorulmanıza gerek yok."
"Pekâlâ, iyi eğlenceler o zaman size."
Demiralp ve ben aynı anda, "Teşekkürler," dedik.
Cemal Abi kapıyı geçmemiz için açtı. "Hadi bakalım gençler bütün gece eğlencenin tadını çıkartın." Sevecen bir şekilde gülümseyip göz kırptı.
O gülümsemenin altında yatan imalar beni utandırırken Demiralp'i keyiflendirmişti.
Sonunda kendimizi giriş yoluna attığımızda onun sesi ile duraksadım.
"Çok güzel olduğunu daha önce söylemiş miydim?" Başını kaldırarak bana baktı.
Tek elimle yüzümü yelledim. "Şu an resmî olarak söylemiş oldun."
"Kızardığında daha da güzel oluyorsun. Peki bunu söylemiş miydim?"
"Bir domatesten farkım olmadığında da böyle diyebilecek misin acaba Demiralp Bey?
"Fikrim hiçbir zaman değişmeyecek, buna emin olabilirsin."
Gözlerimi yola diktim. "Tamam, teşekkür ederim ama bu kadar iltifat bünyeme fazla geldi. Artık gidebilir miyiz?" Biraz daha devam ederse bayılacağıma emindim.
Güldü, gülüşü kalbimin hızını arttırmaya yetiyordu.
***
Mekana geldiğimizde her yer cıvıl cıvıldı. Yanımda sevdiğim erkekle en keyifli anım olduğunu bile söyleyebilirdim ama aynı durum Demiralp için geçerli değildi, bunu beden hareketleriyle ve ruhani sıkıntısıyla hissedebiliyordum.
Bazılarının, 'Defne ve Demiralp mi?', 'Yuh artık daha neler?', 'O çocuğu nasıl çekiyor acaba?', 'Yazık ya...' söylemlerinin yanında şaşkın ve tasvip etmeyen bakışlarından rahatsız oluyor doğal olarak morali bozuluyordu. Buraya gelmeyi beni mutlu etmek için istemişti ve şuan mutsuzluğunun asıl sebebi tamamıyla bendim.
Girişteki görevliye davetiyelerimizi gösterdikten sonra masamıza geçtik. Atmosfer çok güzeldi, hele onun yanında, bir nefes yakınında olmak ise apayrı bir âlemdi.
Parmaklarımızı birbirine kenetleyip başımı omzuna yasladım. Dans edenleri izliyorduk.
Biraz ileride ki masada toplanmış arkadaşlarıma gözüm kaydı. Sanki çok tuhaf bir şey yapıyormuşum gibi bana bakıp birde fısıldaşıyorlardı.
"Buraya hiç gelmemeliydim. Bunu hiç düşünmemeliydim, aklımın ucundan dahi geçmemeliydi."
Demiralp'in sesini duyduğumda ona baktım. Kaşları çatık ileriye sabitlediği gözleriyle sahnedeki insanları ve onların mutluluklarını izliyordu.
"Neden böyle konuştun şimdi? Böyle düşünmen çok gereksiz."
Mavi sonsuzluklarını bir türlü bana çevirmiyordu.
"Neden olduğunu çok iyi biliyorsun Defne."
"Kimseyi görmek istemezsen görmezsin Demiralp, lütfen."
"Benim için neden bu kadar çok çabalıyorsun? Halime bir baksana Defne. Kim benimle mutlu olur ki?" Kendini gösterdi.
"Ben oluyorum yetmez mi?"
"Yeter ama-" Çenesini tutup gözlerimizi aynı hizaya getirdim.
"Bak, birini sevdiğinde kim ne derse desin savaşmaya değer tamam mı? Durumu ne olursa olsun, insanlar ne düşünürse düşünsün umrunda olmaz, tıpkı bende olduğu gibi."
"Peki, şimdi bir süper güç kullanabilseydin onu ne için kullanmak isterdin?"
Bu soru nerden çıkmıştı?
"Ben senin için iyileşmek isterdim," dediğinde elini sıktım. "Eski Demiralp ya da benle sevgili olduğunu bildiği halde hor görüp çıkma teklifi eden Cenk gibi ayakta olmak isterdim. Yürüyebilen, aciz olmayan Demiralp... Tek dileğim bu anlıyor musun? O yüzden şu an bu ithamlarda kalman, bu gözlerin seni yiyecekmişçesine bakması beni üzüyor."
Yanlış düşünüyordu ama bu onun suçu değildi onu bu düşüncelere itenlerdi. Gözlerim kenetlenmiş ellerimize kaydı.
"Ne yapardım biliyor musun? Bu ortamdaki diğer herkesi yok sayardım görmezdim duymazdım. Sadece sen ve ben kalırdık. Sonra ise..."
Beklenti ile kaşlarını kaldırıp, "Sonra?"
Omuzlarımı kaldırıp dudağımı sarkıttım. "Hayal gücüne kalmış İronman. Ruhun için her ne iyi ise onu düşün."
"Şu an seninle dans etmek isterdim," dediğinde gözlerini bana çevirmişti.
Gözlerinin içinde gördüğüm şeyler boğazıma yumru gibi otururken bu konuda ne yapabileceğimi düşündüm. İnsanları takmasını bakışlarını umursamasını istemiyordum. Aklıma gelen düşünceyle ayağa kalktım.
"Ne oldu?"
"Hiç, sadece sevgilimle dans edeceğiz."
"Sevgilin mi? Cenk'i kabu-"
Dudaklarını konuşmaya devam etmek için araladığında hiç düşünmeden kucağına yanlamasına oturdum.
"Ne yapıyorsun?" diye şaşkınlıkla soludu. Sıcak nefesi boyun girintime vuruyordu.
Yüzümü ona çevirdiğimde burunlarımızın ucu birbirine sürtündü.
"Dans edeceğiz. Şimdi sahneye sür bakalım hayatım."
Cenk'in bakışlarının aksine etraftan gelen ıslık ve şaşkınlıkla dolu kahkaha sesleri araya karışan hayret dolu nidalar eşliğinde sahneye ulaştık. Sahnedeki çoğu kişi bizim gelişimizle kenara çekildi ve birçok kişi gözlerinde parlayan ifadelerle bize bakıyor ne yapacağımızı merakla bekliyorlardı. Demiralp'e baktığımda az önceki sıkkın ifadeden arındığını, etraftan gelen destekle silindiğini gördüm.
"Şimdi ne yapacağız?" Sesi meraka bulanmıştı.
"Müziğe ayak uyduracağız?" dedim gülümseyerek.
Kafasını iki yana sallayarak güldü. "Bu halde mi? Ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrin bile yok değil mi?"
Başımı öne eğip alt dudağımı dişlerimin arasına alarak ısırdım. Sadece onu mutlu etmek istiyordum ve şu an o dahil herkes bana bakıyordu ama asıl önemli olan onun bakıyor olmasıydı ve bu çok utanç vericiydi. Yanaklarımın alev alev yandığını hissedebiliyordum.
Yüzümü avuçlarının arasına hapsederek ona bakmam için kaldırdı. O mucizevi parlaklıktaki maviliklerini benim sıradan soluk maviliklerime dikti.
Gözlerine bakmak uçsuz bucaksız okyanusun içinde kaybolmak, kıyılarına her seferinden daha sert vuracağımı bilmeme rağmen kapılmak istemek gibi bir şeydi.
"Pekala dediğin gibi olsun müziğe ayak uyduralım o halde." Bu kanatları kırık ama kalbi güzel adam iyi ki yanımdaydı ve iyi ki benimdi.
Çalan yavaş müzikle beraber kollarımı boynuna dolayıp başımı omzuna yasladım ve eşsiz kokusunu içime çektim. Huzurun adı yok derlerdi, bence huzurun bir adı vardı o da sevgiydi. Ben onun sevgisiyle varolmuş kendimi bulmuştum ve varolmaya da devam edecektim.
Demiralp kollarını belime dolayıp başını omzuma yasladı ve tıpkı benim yaptığım gibi derin bir iç çekişle kokumu içine çekti. Gözlerimi usulca yumdum.
"Seni kaybetmek istemiyorum."
Kulağıma fısıldanan cümleyle gözlerimi araladım.
"O güzel kalbini kaybetmek istemiyorum. O eşsiz kokunu içime çekiyorum ki asla aklımdan çıkmasın ölürken bile kokun burn-"
Sözleri yüzümdeki tebessümü silmişti. Yüreğimde peydah olan acının tarifi imkansızdı.
Başımı hızla omzundan kaldırdım. "Sakın devam etme Demiralp, nolur. Bozma şu anımızı. Bak beraberiz, iyiyiz ve en önemlisi mutluyuz. Ve sen bana gerçek olmayan, gerçek olamayacak bir şeyi söyleyerek beni üzüyorsun." Sesim titriyordu. Onun bu dünyada olmaması gibi bir ihtimali bile düşünmek istemiyordum.
"Bunlar gerçek biliyorsun Defne, seni kandıramam. Ben cehennemin ortasındayken cennetteymişim gibi davranamam, belki sana cenneti hissettirebilirim ama yaşatamam." Sıcak nefesi konuştukça yüzüme vuruyordu. "Gerçekler bunlar," dediğinde başımı hayır anlamında salladım.
"Er ya da geç kabul etmek zorunda kalacaksın. Ve zamanla sadece tek gerçek bu olacak Defne. Kabul etmek istemesende her gözlerin kesik bacaklarıma veya protezlerime değdiğinde kabul etmek zorunda kalacaksın." Sanki güç alırmışçasına derin bir soluk alıp devam etti. "Senin istediğin şeyleri seninle yapmak istediğim şeyleri asla seninle yapamayacağım, yapamayacağız. İşte o zaman tam anlamıyla her şeyi kabulleneceksin ama o zaman geç olabilir. Geç olmadan kabullen nolur."
Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Kalbime saldığı kıvılcım kor olup yangınını çoktan başlatmışken, kurduğu ve söylediği herbir kelime ile ateşi daha fazla harlıyordu.
Gözlerini gözlerime dikip devam etti. "Bu kanser yavaş yavaş bütün vücuduma, bütün hücrelerime yayılıyor. Birgün sana dokunan ellerim, seni hisseden tüm bedenim tamamı ile hissizleşecek ve sonraysa ruhum özgürlüğüne kavuştuğu an öleceğim. Ve sen bununla beraber yavaş yavaş eriyeceksin. Ben bunu istemiyorum, senin de benimle beraber yok olmanı istemiyorum. O yüzden seni buna hazırlamam lazım, henüz geç değilken buna hazır olman lazım. Beni anlıyor musun?"
"Sensizlik benim de sonum olur. Buna hiçbir zaman alışmayacağım, alıştırmana da izin vermeyeceğim. Sen beni anlıyor musun?"
Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde göğsümün ortasına sızan ağrı nefesimi kesecek güçteydi.
"Kötülüğün dibine batmış bu dünyada, ben sana inandım ama inanamayacağım tek şey bu, buna inanmam. Bu sonsuza kadar böyle olacak."
İnce uzun parmaklarım onun ıslak kirpikleriyle buluştu. Gözlerini sevdim, kirpiklerini sevdim, parmaklarımın ucuna bulanan damlalarını dahi benimsedim. Ona ait olan her şeyi seviyordum.
"Şimdi bu yaşları siliyorum ve az önceki konuşma hiç olmamış gibi yapıp anın tadını çıkarmaya devam ediyoruz. Tamam mı?"
"Şu an değil belki ama birgün tekrar konuşmak zorunda kalacağız. Ve sen o gün itiraz etmeyeceksin tamam mı?"
İçimden 'Hayır!' diye haykırsamda dudaklarımın arasından çıkan kelimeler tam tersiydi. "Tamam, öyle olsun."
"Güzel." Burnumun ucunu sevdi.
Çalan yavaş müziğin ardından temponun artmasıyla birden Demiralp elektrikli sandalyesiyle beraber kendi etrafında dönmeye başladı.
"Demiralp!"
Her şeyin ani bir hızda gerçekleşmesiyle beraber anlık şokumdan çıkmamın ardından çığlıklarımla eşlik eden kahkahalarımla beraber gülmeye başladım.
"Yavaş Demiralp!" Kafamı boyun girintisine sokup gülmeye devam ettim. Kokusu huzurdu, sakinlikti, aşktı.
"Durmamı ister misin?"
Midem bulanıyordu, onun da benden farksız durumda olmadığına emindim. "Evet," diye mırıldandım.
Dönmeyi kestiğinde tamamen durduğumuzdan emin olarak başımı boyum girintisinden çıkarttım.
"Delisin sen! Benim delim!"
Bağırdığımı fark etmemle gözlerim çevremizdekilere döndü. Hepsi ıslık çalıyor ve alkışlıyordu.
Yüzündeki sırıtan ifadesi ile, "Sanırım herkes bize bakıyor," dedi.
Omzuna hafifçe vurup, "Yaptığından sonra hakkı herkesin," dedim.
Gülmeye devam ederken üzerinden kalkmaya yeltendim lakin kaybolan dengemle vücutlarımız birbirine yapıştı, anı kurtarmak için ellerimi omuzlarına koydum.
Dudaklarımızın arasında bir nefeslik boşluk vardı ve işin kötü yanı herkes bize bakıyordu. Birden başlayan 'Öp!' tezahüratlarıyla beraber olduğumuz durum kafama tak etti.
Bu an böyle olmamalıydı, herkesin ortasında olmamalıydı. Bu özel bir an olmalıydı. Bu düşünce ile yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim.
Herkesin üzgün sesi kulaklarıma dolarken umursamadım. Onlara neydi ki?
Alnını anlıma dayadı. "Biraz dışarı çıkalım mı?"
"Nereye?"
"Mesela sahile inebiliriz. Ne dersin? Buranın mükemmel bir sahili vardır."
"Harika olur tabi öncelikle benim kalkmam gerekiyor."
İnmeye yeltendiğim sırada kolumdan tutup geri çekti. "Ben gayet rahatım, böyle gidebiliriz yol zaten düz."
"Emin olamayız bundan Demiralp, sıkıntı çıksın istemem."
Yüzüne güçlüyüm dercesine bir gülümseme yerleştirip, "Sağlamken buranın spor kulübünde tenis oynuyordum, yani buraları avucumun içi gibi biliyorum. Sahilin yanına kadar yolu düz olan bir seyir alanı var oraya gidebiliriz.
***
El verdiğince denize yanaşıp yakomozu izlemeye başladık.
Başım tekrar yerini buldu ve oraya ilişiverdi. Konuşmaya başlaması ile dikkatimi tamamıyla ona verdim.
"Çok güzel," diye fısıldadım hayranlıkla.
"Tıpkı senin gibi." Dudaklarını şakağıma bastırdı.
"Gün aşık olmuş geceye, gece de yakamoz düşürmüş denize.
Ne gün erişebilmiş geceye, ne de gece kavuşabilmiş gündüze.
Birbirlerini hiç görememişler belki de...
Ama engel olmamış bu aralarındaki sevgiye.
Varlıklarını hissetmeleri yetmiş kendilerine.
Bazen gün isyan edip yakmış ortalığı, gece de özleminden tüm ışığını söndürmüş.
İkisi de bulutlara yükleyip hüzünlerini tüm yeryüzüne yağdırmışlar gözyaşlarını. İkisi de yine de sevdasından vazgeçmemiş.
Sonsuza dek birbirlerini göremeyeceklerini bilseler de.
Ben geceyim işte, senin için yakamoz düşürüyorum bol bol denize.
Sen benden gitsen de, ben gelirim senin bensiz kıyılarına. Yokluğundan soyunup, varlığını giyerim üstüme... Gelirim, derin, sessiz, duygusuz uykularına. Benim için var olduğunu bilmek bile yeter."
Dudakları şakağımın üzerinde duruyordu, dudaklarının arasından firar eden herbir kelime ise kalbimi hedef alıyor mutlulukla doldurup taşırıyordu.
"Seni seviyorum, sana aşığım," dedim. Bu benim için büyük bir itiraftı.
"Bunu biliyorum. Her zerremde, her anımda hissediyorum." Başımı boyun girintisinden çıkarttım.
Parmaklarımızı birbirimize kenetledik. Bende ona en sevdiğim şiiri fısıldamak istiyordum.
"Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir.
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
Hiç kimse bilmiyorsa bu yalnızlıktır."
Gözlerini içine bakıp devam ettim. "Ama ben her zaman yanında olacağımdan çıkar o yalnızlığı aklından sevgilim," dedikten sonra dudaklarını dudaklarımla örttüm, işte en özel an buydu.
Nefes nefese geri çekildik alınlarımızı birbirine dayadık. Ve en güzel gecemizi bu şekilde taçlandırmış olduk.
Ruhunda kaybolup gözlerinde boğulduğum çocuk nolur benden hiç gitme...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top