Bölüm 9 - Asıl Büyük Balık'ı yakalamak
Merdivenleri inerken onun salondaki koltukların birinde akşam yemeğine kadar şekerleme yaptığını görünce ister istemez adımlarımı sessizleştirmek istemiştim. Mercedes buraya geldiğinden beri vaktini çok fazla uykuyla geçiriyordu, onun da günlerdir dediği gibi; burası ona göre değildi. O heyecanlı bir hayata, her gün başka bir yerde uyanmaya ve gezip tozmaya alışıktı. Düşüncelerimin arasında hala yürürken büyükannem benim aşağıya indiğimi görünce yanına çağırmak için elini bana doğru uzatıp hızlı hızlı gel işareti yapınca ayaklarımı yanına sürdüm.
"Louis abin sana balık tutmayı gösterecek." Konuşurken bir eli saçımdaydı, tam olarak bukle sayılmayan dalgaları arkaya doğru itiyordu. "Şimdiye dek bize bu kadar kızdığını bilmiyordum Harold."
"Kızmıyorum." dedim. "Sadece benim için fazla sıkıcı bir iş." Elini saçımdan çekti ve kendi beline götürüp esnetmeye çalıştı üst bedenini ağır bir şekilde. "Ama Louis'le konuştuk. O doğrusunu gösterecekmiş." Sözlerimi onaylarcasına başını sallamıştı. Büyükannemle konuşmamız sırasında bile geç kalmadan iskeledeki yerime geçmek için sabırsızca sallanıyordum. Göle gitmek üzere balkon kapısına adımlarımı yöneltmiştim.
"Saçların böyle uzayınca tıpkı Mercedes teyzenin ufak versiyonu gibi oldun." Büyükannem arkamdan seslenince, ister istemez durduğum yerde o tarafa dönmüştüm. Gülümserken, uzakta olmasına rağmen Mercedes'e gitmişti gözlerim. Hala salon koltuğuna kıvrılmış uyuyordu ufak bir çocuk gibi. Belki de, o benim büyük versiyonumdu, diye düşündüm.
Mutfakla balkonun arasındaki sürgülü kapıyı arkamdan örttüm ve balkondan çıkıp iskeleye doğru ilerledim. Sabah bıraktığım olta hala yerinde duruyordu. Gölde en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Hava güneşli olsa da, yine de hala serindi ve bazen üşütecek cinsten minik minik rüzgar esiyordu. O zaman, soğuktan ürperen tenim diken diken oluyordu. Louis gelinceye kadar içerideki kapının kenarında asılı duran ceketimi almaya yönelmiştim ki, onu görünce tabi ki bu aklımdan uçup gitti aynı saniyeler içerisinde. Hızlı bir şekilde yanıma gelmekten çekinmedi.
"Önce sen bildiklerini göster bakalım." Tahtanın üzerinde durması için ayarladığım oltayı alırken onu ve ellerini izliyordum. Makarayı yavaş yavaş kendine doğru çevirirken göle bakıyordu benim aksime. "Bak, iğnenin ucundaki yemi yemişler bile." Bana döndüğünde, ona değil gösterdiği şeye bakmam gerektiğini zorla fark edip hızlı bir şekilde dediği iğneye bakmıştım. Ucuna yem koyduğumu bile hatırladığım söylenemezdi. Olta ipinin gereksiz uzunluğunu makarayla aldıktan sonra yanımızda duran balıkçı çantasının içerisinden yem kabını bulmak için yere eğildi. "Bakalım neler varmış."
"Sanırım şuydu içinde yem olan." Onun gibi çantaya doğru eğilmiştim, hiçbir şeye dokunmadan sadece onu izliyordum. Gösterdiğim kutunun kapağını açtı, içinde ağır kokan sarı sarı balık yemleri bulunuyordu.
"Evet, demek ki o kadar da kötü değilmişsin." Tam karşımda dururken gözlerini bana çevirdi ve gülümsedi. İğnenin ucuna yemi takmak üzere ayağa kalktığında ben de onunla birlikte yükseldim. "Bu yem kabını sen tut. Ben de sana göstereyim."
"Yemin nasıl takıldığını da biliyorum." İğnenin ucuna yemi ayarladıktan sonra bana bakmadan göle doğru döndü. "Sana kim öğretti?" diye sordum o oltanın misina ipini ayarlarken.
"Babam." Kısa cevabı, elbette benim için tatmin edici olmamıştı. "Misina biraz takılmış. Ayrıca mantarın boyunu da ayarlamamız lazım."
O tüm balıkçılıkla ilgili bu işleri yaparken, ben de pür dikkat onu izliyordum. Öğreneceğimden ve bundan sonra severek balık tutacağımdan değildi. Onun bana bir şeyler göstermesi hoşuma gitmişti. "Üvey baban mı yani?"
Sorumla birlikte yüzündeki keyif sırıtışı bir anda silinmişti. O an, kabalaştığımın yeni farkına varıyordum. "Teyzen mi söyledi bunu sana?"
"Biz sorduk. Düğüne gelecekler mi diye öğrenmek istemiştik. Sanırım biraz kaba konuştum." Kendime ve ona bunu itiraf etmek, o an benim için zor olmuştu. "Üzgünüm."
"Sorun değil." dedi ve tekrar işine döndü. Konuyu çabucak kapatması dikkatimi çekmişti, çünkü ben bile sorduktan sonra üzülmüştüm. Misinayı ayarladıktan sonra makarayı tekrar çevirdi, ta ki misina ipinin uzunluğu, gölde yeterli uzaklığa gidip birkaç balık yakalayacak kadar. "Yemi taktıktan sonra makarayı bu yöne çeviriyosun ki ucunu daha uzaklara atabilesin, yeterince çevirdikten sonra," Oltayı geriden öne doğru savurmadan önce ondan birkaç adım uzaklaşmıştım. "böyle göle fırlatıp makaradaki boşluğu almalısın." Anlıyor olduğumu belli etmek için sık sık başımı sallıyordum. "Şimdi gel buraya."
Ayaklarım ona doğru gitmek için can atıyordu zaten. İskelede ona daha da yaklaştım ve bana oltanın nasıl tutulacağını göstermesine izin verdim. Minicik bir rüzgar estiğinde bile erkeksi parfümünün kokusunu alabilecek kadar yakınındaydım. "Böyle tut." Oltayı tutmam için kendisi özenle ellerimin arasına yerleştirmişti, gözlerim önce onda, sonraysa gölün üzerinde oltanın ucundaki mantardaydı. "Şimdi makarayı biraz daha çevir kendine doğru."
"Nasıl?" Oltanın makarasına sarılı parmaklarımın üzerine parmaklarını koydu ve bana göstermek için elini oradan çekmeden gösterdi. O sırada, hem ellerimiz birbirine temas ediyor hem de üst bedeni koluma ve omzuma değişini tümüyle -aradaki kumaşlara rağmen- hissediyordum. Heyecan ve diğer tüm karışık duygularla yanaklarım alev alevdi. Ona bu kadar yakın durmak iyiden öte hissettiriyordu. Aramızdaki mesafeyi kapatmak istesek, bunun için hiçbir çabaya ihtiyacımız yoktu. Adım atmadan, onun kollarının arasına girebilirdim.
"İşte böyle." dedi tok ve sakin bir sesle. Gözümün önündeki göl gitmiş, bambaşka manzaralar serilmişti cümlesiyle. "Gördün mü? Çok kolay. Şimdi onu yavaşça şu tahtanın üzerine koy. Mantarı bekleyeceğiz, hareket ederse hemen çekmemiz gerekir."
Söylediği gibi, korkulukların üzerine saatler önce koyduğum oltayı tutmaya yarayan aletin üzerine bıraktım. Kendimle gurur duymam gerekiyordu, nasıl balık tutulacağını öğrendiğim için değildi elbette, Louis'le bu kadar yakınlaştığım içindi. Göğsümü kabarta kabarta gezesim gelmişti. Tüm bu olanlarla beraber hissettiğim coşku yüzümdeki sırıtışa sebep oluyordu. "Ben gelmeden önce ne yapıyordun odanın içerisinde?"
Louis'in sorusu, dışarıdan belli olacak şekilde beni afallatmıştı, şüphesiz. Biraz önce yakalandığımı unutacak kadar heyecanlanmıştım ve bu da birkaç saat öncesinin hafızamda silinmesine yol açmıştı. Ona ne diyeceğimi henüz bilmediğim için göle bakmayı sürdürdüm. Cevap vermediğim her geçen saniyede aramızdaki gergin sessizlik büyüyordu sanki. "Teyzem çok güzel olduğunu söylediği antika eşyalarını duyunca gidip bakmak istedim." Öyle karışık söylemiştim ki cümleyi, aradaki duraksamalarımla, yalan söylediğimi teyzeme bunun olup olmadığını sormadan da anlayabilirdi.
"Teyzenle aranız hep böyle iyi miydi?" Konuyu başka yöne çevirecek başka bir konu açtığında, rahatlamış bir şekilde ona döndüm. "Mercedes'i sen benden daha çok tanıyormuşsun gibi duruyor. Üstelik çok da sık görüşmediğiniz halde."
"Sanırım." Ben mırıldanırken o sigarasını çıkarmakla meşgüldü. "Bir keresinde annem yine bir yaz tatilinde beni birine bırakması gerekiyordu. O zamana kadar Mercedes teyzemle bir ya da iki kez görüşmüştük. Okul dönemlerinde asla onu göremezdim zaten," Sigarasını yakmak için dudaklarına yerleştirdikten sonra ateşi ucuna tuttu ve derin bir nefes aldı. Dumanını solurken, sigarayı kısa süreliğine dudaklarından ayırdı ve tüm bunları yaparken bir kulağı bende olduğunu bakışlarıyla belli etti. "İşte o yaz tatilinde Mercedes teyzem birkaç haftalığına bana bakacaktı. Annemin dediğine göre her yaz bir yerde bir yazlık kiralardı bu yüzden beni bırakırken gözü arkada kalmazdı." Konuşmamın arasında onun sıkılıp sıkılmadığını anlamak için mimiklerini ölçüyordum. "O zamanlar 13-14 yaşlarında bir çocuk olduğum için, ve Mes de bana annemden daha çok ilgi gösterdiği için çok mutlu oluyordum. Bir gün eve kız arkadaşının geleceğini ve anneme söylememem gerektiğini söyledi. Benim için hiç sorun değildi." Üşümeye başladığımı titrediğimi fark etmemle anlamıştım.
"O kadar çok mu üşüdün?"
Hava yavaştan kararmaya başladığı için, her gece gelen kuru soğuk yaklaşıyor gibiydi. "Biraz." Söylememi beklemeden evin önünde park halindeki aracına gitti ve arka yolcu kapısını açıp sonradan gördüğüm ceketi eline alarak yanıma geldi.
"Üstümde olsaydı hemen onu verirdim ama sen bunu giy." Bana uzattığı onun olduğu belli siyah ceketi reddetmem mantıksızdı. Hem üşüyordum, hem de daha bu sabah onun tişörtünü koklarken bile kendimden geçiyordum, şimdi ceketiyle üstümü örtünce içim daha da bir hoş olacaktı. "Devam et sen."
Üstüme geçirdiğim andan itibaren içim ısınmıştı. Bana biraz büyük olduysa da bu ekstra tav olmamı sağlamıştı. "Teşekkür ederim." Sigarasından artık sıkılmış olacak ki onu iskeledeki tahtanın üzerine atıp ayağıyla ezmişti. Kollarını göğsünde kavuşturarak benim anlatmamı bekledi. "Ben de bunu bana neden söylediğini bile anlamamıştım o zaman. Sonuçta kendi eviydi istediği insan girip çıkabilirdi. Ama misafir gelmeden önceki o akşam ilk kez ciddi bir konuda konuşmuştuk. Mercedes bana ilk kez o gün ne olursa olsun insanları değil kendi kalbimi dinlemem gerektiğini söyledi. Bana sayısız, özgüvenimi sağlayacak nasihatler verdi ve kendi düşüncelerimi merak ettiğini söyledi."
Louis kollarını gevşetti birden ve ben yeni bir cümleye başlamadan söze girdi. "O sana biseksüel olduğundan bahsetti ve sen de ona kendi cinsel kimliğinden bahsettin, doğru mu tahmin ettim?"
Yutkundum. "Bilmediğini düşünmüştüm. Çünkü Mercedes bunları saklamak zorunda hissederdi hep kendini."
"Bu hikayeyi bilmiyordum, ama evleneceğim kişinin cinsel yönelimlerini bilmem kadar normal bir şey yok." Ellerimi ceketin fermuarlı ceplerine sokup gözlerimi göle çevirdim. "Ayrıca kız arkadaşı kimdi?"
"İsmini hatırlayamıyorum... Sanırım Theia'ydı. Anlamını sorduğumda dünyaya çarpan ikiz gezegeni olduğunu söylemişti. Mercedes teyzemle aynı bölümden mezun olmuşlardı hatırladığım kadarıyla." Ona dönünce, tahta korkuluklara yaslanmış bir şekilde beni izlediğini fark ettim.
"Mercedes bana bu kadar detaylı anlatmadı elbette. Ama sizin aranızda oluşan bu samimi dostluğu sevdim. Bulunması çok zor bir şeydir, ailende özellikle."
Düşününce Louis, internette tanıştığım insanları saymazsak, Mercedes'ten sonra yönelimimi öğrenen ikinci kişi olmuştu. Hiçbir tepki vermemesi beni daha da düşünceleri açısından meraklandırmıştı. Beyninde ne dolaşıyordu, duymak veya bilmek istiyordum.
Söyledikleri için başımı sallamıştım. Hala bana bakıyordu, o kadar sessizdi ki, gölün kenarındaki kurbağaların sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Bana doğru bir adım attı, neden yaklaştığını o an için hiç bilmiyordum ve öğrenmek için sabırsızlanıyordum. "Dürüst olmak gerekirse, sen bunları anlatana kadar kendimi bilmez bir şekilde müstakbel eşimi senden kıskanmıştım. Senden özür dilemem gerekiyor, değil mi?"
Bu kadar yakından konuşması, yüzümde hissettiğim nefesinin sıcaklığı, o an bayılmama sebep olabilirdi. Kıskanmasına neden olmuştum çünkü odalarına girip Mercedes'in valizini karıştırırken yakalanmıştım. Ama özür dilenecek bir şey yoktu. "Anlayabiliyorum." dedim. "Sorun değil." Gülümsediğimde, elini saçlarıma götürdü. Parmak uçlarının kafa diplerime kadar temas etmesi beni saniyeler içinde uyuşturmuş ve sanki etkisiz hale getirmişti. O saçlarımı ve başımı okşarken, gözlerim yarı aralık bir şekilde yüzüne bakma arsızlığında bulunmuştum.
"Mercedes'in seni bu kadar sevmesini şimdi daha iyi anlayabiliyorum." Bana gülümsemesiyle verdiği karşılık, en sevdiğim resim tablosundan bile daha güzel gelmişti gözüme. O anı, yıllar sonra bile hatırlayacağımı biliyordum çünkü karşımdaki bu mükemmel görüntüyü, hafızama resmetmiştim.
Akşamki yemek masasında, Louis'le beraber tuttuğumuz balıkları yerken herkesin neşesi yerindeydi; Mercedes teyzem, o akşam için motorla birlikte gezmemize izin aldığından, büyükannem gölün balıklarından sonunda faydalanabilmemizden, annemse babamla olan sorunlarını hallettiğinden ötürü yüzü gülüyordu. "Balıklar çok lezzetli. Tuttuğun ellerine sağlık Louis." Büyükannem, Louis'e övgülerini ve şükranlarını sunarken ben de mutlu olmuştum.
"Ben değil, en büyük balığı Harry yakaladı. Ben sadece ona tekniğini gösterdim." Yüzü, büyükannemden bana çevrildiğinde bahşettiği gülümseme ve aramızdaki konuşmalara bir gönderme olarak yaptığı göz kırpışı, çok da kalabalık olmayan yemek sofrasında herkesin sesini susturmuş, sanki o evdeki masada sadece ben ve Louis varmış gibi hissettirmiştirdi. Oysa ki, ben hiç balık tutmamıştım. Masadaki tüm balıkları yakalayan kişi Louis'di. Bunu düşününce, ona bakarak aynı şekilde gülümsememe hiçbir şey engel olamamıştı.
O an, bunu fark edemesem de, en Büyük Balık'ı yakalamamla ne demek istediğini, sonradan fark edecektim. Büyük Balık; Louis'in ilgisiydi, dikkatiydi, alakasıydı ve tüm bunların itirafıydı. Ben en Büyük Balık'ı yakalamıştım. Bunu çok sonradan, yeterince geç fark edecektim. Tıpkı bana yaptığı diğer oyunları çok geç fark edeceğim gibi.
y/n: evett itiraf ediyorum bu hikayeye zibilyon tane daha böyle semboller koymak istiyorum :))) aslında en başından mesela dağdaki ev bile bir sembol olabilir???
kafanız karışmasın.. ben sadece louis gibi minik oyunları severim..
bir de biktimgercekten şu aralar ilham meleğim sensin.. bu bölümde de sana şöyle bi güzel atıfta bulunayım dedim:") mercedes'e olan aşkını karşılıksız bırakamazdım..
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top