Bölüm 4 - Üç Özgür Ruh
Düğüne Kalan Son 50. Gün
Dağın tepesinde bulunan tamamen ağaçtan yapılma bu eve ilk geldiğimde, 13-14 yaşlarındaydım. Büyükbabam henüz hayattaydı ve eşiyle birlikte gerçek anlamda sonsuza kadar sürecek olan aşklarını gözlerimiz önünde sürdürmeye hala devam ettirdikleri günlerdi. Ağrı veya herhangi bir acı çekmeden, hiç beklemediğimiz bir anda bu diyardan göçüp gitmişti aynı sene içerisinde. Hayatı boyunca büyükannemin ve 6 çocuğunun bu dünyada en iyi şekillerde hayatlarını sürdürebilmesi için ne gerektiyse onu yaparak yaşamıştı. Tüm o yıllardan sonraysa, huzur içinde toprağa verilmişti. O zamandan bu yana, bu ev bana her zaman garip bir şekilde ürkütücü ve tarihi bir yer gibi geliyordu. Her köşesinde farklı bir anı varmış gibiydi. Ama sadece ikinci gelişimdi bu.
Katların arası fazlasıyla yüksekti, aşağıdaki bir odanın dışında, salon ve mutfak tamamen sosyal faaliyetler için açık alanı oluşturuyordu. Üst katta ise dört oda bulunuyordu. İki odanın göle bakan geniş camları vardı. Bir oda ise gölü sadece yandan görüyorken, diğer kalan son oda ormanın içine bakıyordu. Ben de, bu son oda diye bahsettiğimde kalıyordum geldiğimden beri, yani 3 haftadır. Gölü görmüyor olabilirdi ama, o eşsiz karanlık ormanın derinliklerine bakarak müzik dinlemek, ya da aklınıza gelebilecek herhangi bir şeyi yapmak benim için o kadar zevk vericiydi ki. Odadaki camın alt kısmında uzun geniş bir çıkıntı vardı. Büyükannem oranın üstünü minder ve yastıklarla doldurduğundan beri, orası benim zevk köşem olup çıkmıştı.
Aşağıdan çağırmadıkları sürece, -yani markete gitmem ya da çöpleri uzaktaki konteynera atmam, ya da balık tutmam söylenmediği sürece- odamdan saatlerce çıkmayıp bahsettiğim çam ağaçlarının yoluna doğru uzanan köşemde kitap okuyor ya da müzik dinliyordum. Misafirler geldiğinde de bu rutinim bozulmamıştı. Dağda şu aralar çok sık gökyüzü kapkara bulutlarla kaplı oluyordu. Yağmur yağarken bu zevki kaçırmak istemediğimden, okuduğum kitabı bir kenara bırakıp arkama yaslandım ve dizlerimi kendime çektim. Yağmur sesi bende hiç deneyimlemediğim o uyuşturucu etkisini yaratıyor gibiydi.
O kadar kendimi kaptırmıştım ki, kapı sesini dahi duymadım. Terlikleri parkelerin üzerinde ses çıkarınca geldiğini fark etmiştim ve ona bakıp istifimi bozmadan sadece gülümsemekle yetinmiştim. Minderin boş kısmına oturduğunda birbirimize bakıyorduk. Mercedes de benim gibi tamamen dizlerini yukarıya kaldırıp bağdaş kurdu. "Aşağıda sensiz çok sıkılıyorum."
"Nişanlın nerede?" Başımı cama yaslasam da şakaklarıma vuran buz gibi soğuk geri çekmemi sağlamıştı.
"O da onların arasında işte."
Ergenlik çağımdayken onunla iyi arkadaş olduğumu söylemek ne kadar doğru olurdu bilmiyordum. Mercedes'i hayatım boyunca bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az gördüm ama görüştüğümüz zamanlarda hiçbir zaman beni görmezden gelmemişti diğer teyze ve dayılarımın aksine. Benimle konuşmaya, sohbet etmeye çalışırdı hep, şu anki gibi.
"Bence bizimkiler onu sevdi." hafifçe güldüm. "Yoksa bu kadar iyi anlaşabilirler miydi? Özellikle annemin ne kadar cadı olduğunu biliyorsun."
Mercedes hafifçe dizime vurdu. "Daisy için böyle konuşma!" diye şakayla sitem etti.
"Yalan mı?"
"Sen sevdin mi onu söyle."
Cümlesiyle, üç gün önce masadaki garip, tuhaf bakışları altında ezilmem ve bu garip duygunun beni ne kadar heyecanlandırdığı gelmişti aklıma. "Bilmem. Bir fikrim yok henüz. Sen söyle, asla evlenmem diyen sen... Nasıl olur da evlenme kararı aldın bir anda?"
Mercedes cümlemle tatlı bir of çekip yağmur damlalarıyla yıkanmış cama doğru çevirdi başını. "Hiç sormayacaksın sandım." dudaklarını anlatmak istediğini gösterirken sabırsızca ısırdı. "Sana şimdi anlatacaklarımı sakın, ama sakın bizimkilerden hiçkimseye söyleme."
"Ne zaman söyledim Mes?" Kaşlarım havaya kalktı.
"Pekala." Konuşmadan önce derin bir nefes aldı. Ben niye heyecanlanmıştım o an, anlamadım. "Siz beni İspanya'da seminerde biliyordunuz ya hani, bu yılın başından beri. Ben aslında İngiltere'deydim Louis'le beraber." Masumca omuz silkti. "Geçen sabah masada bahsettiği ofisinde, onun asistanı olarak çalışıyordum."
Binbir çeşit duygular içerisinde onu dinlemeye devam ettim. "Başta ciddi olmayan bir ilişkimiz vardı, anlarsın ya. Sonrasında bundan daha fazlası olduğumuzu fark ettik. Ve aramızda kalsın, evine ilk gittiğimde, gördüğüm yüzlerce ev içerisinde en ihtişamlısı onunkiydi." Son cümleyi kulağıma yaklaşarak söylediğinde içimde gıcık kapan bir şeylerin varlığını hissetmem geç olmamıştı.
"Yani sırf onunla zengin diye evleniyorsun?" Tek kaşımın inmesiyle Mercedes gözlerini yukarı çevirdi.
"Hayır! Bu onun ne kadar zeki ve farklı biri olduğunu gösteriyor anlasana. Hayatımda onun gibisine rastlamadım. Hatta ona kadar erkekleri genelleme yaparak eleştirip dururdum. Hatırlasana." Anlattıklarından tatmin olurken sırıttı. "Ona aşık oldum, zekasına."
Ne diyebilirdim ki. Mercedes de güzel ve zeki bir kadındı. Onun gibi birinin beklentilerinin çok yüksek olması ve bu yüksek beklentilerinde birini bulmasıyla hemen apar topar evlenme kararı alması o kadar da şaşırtıcı gözükmüyordu. Anlattıklarından anlaşıldığı üzere, bahsettiklerinde abartı olduğunu da düşünmüyordum. Bu adam onu etkilediyse, ya parasıyladır ya zekasıyladır diye düşünmüştüm ilk haberi duyduğumda da. Louis Tomlinson denen bu adamda ikisinden de varmış.
Cümleleri bitiminde suratıma bir gülümseme koymak zorundaydım. "Gerçek aşkı bulduğuna sevindim."
"İşte öyle." dedi ve gülümseyerek iç çekti. "Senin sevgilin var mı? En son lise ikide biriyle konuşuyordun sanki."
"Sanırım ben de senin gibi zeki birini arıyorum." Omuz silktim. Böyle bir şey aradığım yoktu. Kimse lisedeki insanların arasından zeki birini aramaz ve öyle biri bulduğunda da seçmezdi çünkü inekler, ilişkilerde berbat olurdu. Daha kötüsü ise, ben inek olmadığım halde berbattım.
"Yani noldu ona?" Teyzemin ısrarı beni pes ettirecek gibiydi, öyle oldu da.
"Öğrenmek mi istiyorsun?" Hafifçe güldüm. "Okul tuvaletinde blowjob'la sonuçlandı. Sonra benimle bir daha konuşmadı."
Teyzem söylediklerimden sonra odamı minik ince sesli kahkahasıyla doldurdu. Bu tepkiyi beklediğim için ona eşlik ettim. Birkaç saniye geçtikten sonra yanımdaki ufak alana sıkışıp bana sarıldı. "Bu kadar özgür ruhlu biri olduğun için gurur duyuyorum."
Mırıldanmasından dolayı mı bilmiyordum, söyledikleri içimde garip bir yer etmişti. Teyzeme, eğilimimi söylemediğim halde kendisi anlamıştı zaten yıllar önce, o günden beri konusu geçtiği her anda benim arkamda duracağına söz veriyordu. O an sözleri benim için fazla derindi.
"Biliyorsun... Bu meseleler artık benim için o kadar da sorun değil. Çünkü aseksüel olduğumu düşünmeye başladım."
-Pekala, bu kısmen yalandı. O an neden teyzeme böyle bir yalan söylediğim hakkında bir fikrim yoktu. Kısmen yalandı çünkü cinselliği iğrenç ve itici bulmuyordum. Bazen filmlerin erotik sahnelerinden tahrik olabiliyordum. Ama bir kısmı doğruydu; herhangi bir insan bana uzun zamandır cinsel anlamda çekici gelmiyordu. Kitap veya film karakterlerine daha çok yükseldiğim bile söylenebilirdi.
Mercedes kaşlarını kaldırdı ve yanımda sıkışmayı bırakıp eski konumuna geçti. "Ergenlik dönemindesin hala, değişir o."
"Umarım." Birbirimize gülerken, odanın kapısı tıklanmıştı ve bu sefer duymayı başarabilmiştim. Gelen kişi ise annemden başkası değildi.
"Çocuklar bölüyorum ama, buzluğa attığımız tavuk bozuk çıktı. Yemek de olmak üzere. Harry sen hemen Louis abinle markete gider misin?" Annem hızlı ve aceleci bir şekilde cümlelerini sıralarken yutkundum.
"İyi de bu yağmurda motora binersem ölürüm anne."
"Teyzenler arabayla geldi ya Harry." Annem sinirle gözlerini devirdi. "Kalk hadi adam seni bekliyor aşağıda. Market nerede bilmiyor sadece yolu göstereceksin yanında oturup."
O en sevdiğim köşemden kalkmıştım. Hızlı hızlı üstümü bile değiştirmeden odadan çıktım ve aşağıya indiğimde benim aksime rahat rahat koltukta oturup telefonunda bir şeyler okuyan adama baktım. "Geldim?" söylerken duymasından endişeli bir şekilde çıktı sesim. Bana bakmadan telefonunu cebine koydu ve asılı duran kalın kabanını üstüne geçirip hızlı adımlarla garajdaki arabasına ilerledi.
İkimiz de aynı anda arabaya bindiğimizde, arabayı garajdan çıkarır çıkarmaz yağmurun ne kadar şiddetli olduğu cama düşen su kütlelerinden anlaşılıyordu. Beklemeden silecekleri çalıştırsa da, bu yağmurda çok işe yaradığı söylenmezdi. "Tam da vaktinde çıkmışız."
O her ne kadar takmasa da, dağ yolundan fazlasıyla korkmak için sebeplerim vardı bu yüzden emniyet kemerini taktım zaman geçirmeden. Bayır aşağı inmemizden kaynaklı yavaş gitmemiz yetmiyormuş gibi bastıran yağmur dolayısıyla hızımız 20'ye falan düşmüştü. Herhalde yarım saate markette olurduk. "Bana kalsa ben tek gidecektim. Şimdi sen varsın diye yavaş sürmek zorundayım."
Neden benimle konuşuyordu, bilmiyordum. Bu sadece benim daha çok gerilmeme sebebiyet veriyordu. Düzgünce direksiyonu tutup sürse yalnızca, benim için daha huzurlu bir yolculuk olacaktı.
Hala inmeyi sürdürürken yağmurun hızı az da olsa azalınca, bunu fırsat bilip sürekli frende tuttuğu ayağını biraz çekti ve gaza basmadan bayır aşağı indiğinde, markete sonunda öyle ya da böyle varabilmiştik. Aşağıdaysa, bir gram su damlası bile akmıyordu havadan. El frenini çekip anahtarı aldı, arabada bekleyeceğimi düşündüğümden kılım kıpırdamamıştı-zaten gergindim. Adam kapıyı açtıysa da inmedi ve bana döndü. "Gel sen de."
Marketin otomatik kapıları önce benim için aralanmıştı. Buraya pijamalarla inmeye o kadar alışmıştım ki, biri dönüp baksa bile umursamıyordum ki kimse bakmıyordu zaten. Marketin içinde büyük soğutucu buzdolabının yanına gittiğimde, beni takip ederek yanıma gelmişti. Camı aralamadan, buzlukta duran hangi tavuğu almam gerektiğine bakıyordum. Geçen gün masada olan aynı his, vücudumu tamamiyle tekrardan sardığında, bu sefer nereden geldiğini bilmediğim cesaretle başımı kaldırıp ona baktım. "Şu bozuk tavuğu da sen mi almıştın?"
"Evet. Her şeyi ben alırım genelde."
Birkaç saniyeden az süre daha gözlerime bakıp elimin durduğu yerin hemen kenarısından tutarak buzluk camını araladı ve nasılsa tavuğun birini çekip kasaya doğru yürümeye başladı. Açık bıraktığı buzluğuysa ben kapatmıştım peşinden. Yavaş adımlarla kasaya gittim. Ama orada değildi. Sesi yandaki rafların arasından geliyordu. "Gel." dedi yine az önceki sinir bozucu ses tonuyla. "Teyzen hangi çikolataları seviyor?"
"Ew." Sorusuyla yüzümü buruşturdum ve ciddi olup olmadığını görmek için suratına baktım. Komik bir şey demişim gibi gülmüştü. "Yanlış anlama ama bu romantik şeyler bana itici geliyor da. Bence Mes'e de öyle geliyordur. Şimdi ona çikolata alıp götürsen çok klişe olur-."
"Mes?" Benimle aynı tonda tekrarlayınca boş boş suratına bakmaya başladım. Kolunu raflara dayarken hala bir eliyle tavuğu tutuyordu. "Teyzeni ne kadar iyi tanıdığını merak ettim sadece. Ona Mes diye seslenen senden başka kim var ki?"
"Her neyse." Gözlerimi devirdim.
"Bana bir iyilik yap ve bilmiyorsan da teyzenin sevebileceği tarzda bir şeyler al."
Sırf bu yapışkan, romantik tarzdaki işkence bitsin diye kendi sevdiklerimi elime rastgele alıp alıp durdum. En sonunda kasaya gidip işimizi halledebilmiştik. Poşetleri arabaya kadar götürüp kapıları tekrar açtı. Arabayı çalıştırdığımızda hala yağmur başlamamıştı. Yukarı çıkınca devam edeceğini düşünüyordum, neyse ki yukarıda da yağmur aynı şekilde kesilmişti.
Louis aldığımız tavuğu hemen pişirmesi için anneme verirken, onların yanında durmak istemediğimden hızlı adımlarla odama çıktım. Ormanın güzel kokusu odamı doldursun diye camlardan birini ufacık açmıştım. Kendimi yatağa bıraktığımda odadaki soğuk esinti tüylerimi diken diken yapmıştı.
Yüz üstü uzanırken fark etmeden ve durmadan ayağımı sallıyor, dakikalar önce gerçekleşen garip olayı düşünüyordum. Hiç konuşmuyorken ona yüzümü ekşitme cesaretinde bulunup sonrasında gözlerimi devirmiştim. Ve onun verdiği tepki ise gülmek mi olmuştu sahiden? Bu kadar ciddiye alınmayacak biri olduğumu bilmiyordum. Kendimi heveslendirmek için de bir şeyler aramıyordum da, ilgim her geçen gün her sözde her cümlede biraz daha kabarırken, aynı şekilde ondan da benzer tepkiler almak, ne bileyim tatmin edici olabilirdi işte. Tanrı aşkına, neyi düşünüyordum ki? Adamın kaç yaşında olduğunu bile bilmiyordum. Böyle şeyleri düşünmesi imkansızdı. Yine de bana gülmesini de beklemediğim için, tuhafıma gitmişti. Tüm her şey bunlardan ibaret olmalıydı, ama benim için olmamıştı işte.
y/n: bu hikayeyi yazarken ayrı bi heyecan oluyor üstümde sanırım yeni başladığım için, ben de bu heyecanı kaybetmemek adına yazıyor da yazıyorum xjekxnns böyle saçma bi yerde kesmek değildi aklımdaki ama bu bölüm 2K kelime olmak üzereydi, bu yüzden dedim ki dur, bir dahaki bölüme de bir şeyler kalsın znsjxkjex
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top