Bölüm 22 - Prometheus'un Cezası
Çalan çanlar durur, nehir ters yöne akmaya başlar. Güne 17 kaldığı sabah.
Bazen hayatımı bir oyun sahnesi gibi hissederdim; kendim de baş karakteri canlandırıyordum. Belki de Shakespeare'in bundan yıllar önce söylemiş olduğu sözüydü aklıma kazınan. "Dünyanın tümü bir sahne, İnsanlar da oyuncuları. Ve aynı insan bir çok bölümde oynar; hayatının yedi aşamasını." Bense, yalnızca ikisini tamamlamış sayılırdım. Onlar da bebeklik ve gençlik evreleriydi. Önüme çıkacak ve göz açıp kapatıncaya kadar bitecek olan yaşamın aşamalarını düşünmüyordum. Düşündüğüm şey, sadece bu evresiydi. Kendime ne zaman dışarıdan bakmaya çalışsam, bu zamanlardan öncesiyle şimdiki halimi karşılaştırıyordum. Belki de, o yüreği heyecanlandıran gerçek aşkı ilk kez bu dağ evinde tatmış, birkaç dakika sonra olacakları soluksuz düşünceler içerisinde merak etmiş, her kapattığımda gözümün önüne hep aynı çehre gelmiş tüm netliğiyle, her bir detayıyla karşımda belirmiş; Göz kapaklarımı kaldırdığım anda ortadan kaybolmuştu. Şimdiye dek ona olan ilgimin neyden kaynaklandığını hiç düşünmemiştim. İmkansıza duyduğum ilgiyle bir alakası vardı belki de, aşık olduktan sonra kim düşünür ki ben neden ona aşık oldum diye? Görür görmez kalbin karşındakinin göğsüne doğru çekim gücüne kapılır. Bu yüzden hep etrafında, hatta çok yakınında dursun istersin. Kalbin, aşkının kalbinin üzerinde attığı zaman, ruhun birkaç dakikalık da olsa aşka doyar. Hiç bitmesin ister. Aslında tüm bunları özetleyebileceğim iki kelimem vardı. Bitmesini istememek. Bu günlerin bitmesini, onların evlendiği günün gelip çatmasını istemiyordum. Louis'le konuştuğumuz ya da yakınlaştığımız saniyelerin, dakikaların da aynı şekilde bitmesini istemiyordum. Hep sürmeliydi, zamanı durdurmuş gibi hissetmek isterdim biraz da olsa. Gecesinde ağlamak ve rahatlamaktı belki de kendime bu kadar dürüst olmamın sebebi. Ağlamak, göz yaşlarınla birlikte kötü enerjiyi, toksik düşüncelerinle hayatından uzaklaştırmak gibiydi. Belki bu sadece o geceliğine mahsustu, çünkü düğünde ağladığım zaman sonrasında asla daha iyi hissetmeyeceğimden emindim.
Hala neden evlendiklerini bilmemekle birlikte, teyzemin dünki itiraflarından sonra kafamda git geller yaşadığım bir sürü konuya cevap bulmuş sayılırdım. Louis'ten net bir aşk itirafı almış olmasam dahi, teyzem müstakbel eşinin bana karşı hisleri olduğunu söylemişti. Eğer aynı şeyleri Louis'ten duysaydım belki ona teyzeme inandığım kadar inanmazdım. Söylediklerine fazlasıyla uzun zamandır ihtiyacım olduğu için, gece olanları garipseyecek kadar zamanım olmamıştı. Mercedes'in bana 'zamanı iyi değerlendir' temasındaki söylemleri, hüngür hüngür ağlamamı sağlamıştı. En son ne zaman o derece kuvvetli ağladığımı hatırlayamıyordum. Louis'le aslında, İtalya'da değil de, Londra'da tanıştıklarını söylediği zamansa uzunca bir süre devam etmesini beklemiştim ve devam etmeyince, onu dürtmüştüm. Ancak o zaman fark etmiştim gerçek anlamda uykuya geçtiğini. Kollarını sıkıca bana sardı ve saatin geç olduğunu, tüm bunları konuşmamız için çok zamanımız olduğunu söyleyerek uykusuna geri döndü. Ben de kollarının tanıdık sıcaklığı arasında, ondan birkaç dakika içerisinde meraklı bir şekilde de olsa, uyumuştum.
Halen başımızda yanmaya devam eden renkli ışıklarla karşılaştım sabah gözlerimi açtığım ilk anda. Pencerenin sonuna kadar açık olmasından dolayı, dışarıdan gelen sese uyanmıştım, saatin kaç olduğunu bilmiyordum bile. Dışarıdan gelen sesin sahibi ise, Louis'in arabasının büyük motoruna aitti. Yine de kontrol etmek amaçlı gözüm odanın içerisinde gezindiğinde aradığım şey Louis'e ait bir şeylerdi. Belki gece gelmesi ihtimali karşılık, boşta duran tek kişilik yatağı da incelemiştim. Hiçbir değişiklik yoktu. Belli ki, henüz yeni geliyordu. Bana sırtını dönmüş hiçbir şey duymadan uyumaya devam eden Mercedes'e bakmaya çalıştım yatakta doğrularak. Uyuduğunu görünce bilerek, onu uyandırmamak adına sessizce yataktan kalktım. Annemleri ve Louis'i aşağıda karşılamak güzel bir fikir gibi gelmişti.
Sabah soğuğu dağ evinin içerisine de işlemiş gibiydi. Ya da sıcak yorgan çarşaflarının arasından çıkmak beni üşümüş hissettirmişti. Merdivenler üzerinde çıplak ayakla ses çıkarmadan indiğimde, Louis büyük postacı çantasını andıran bir çantayla kapıyı açmıştı. Beni gördüğüne şaşırmışa benziyordu. Arkadan annemlerin gelmesini beklediğim zaman, aksine Louis kapıyı kapatmıştı. Çantasını koltuğun üzerine koydu ve bana doğru adımladı. Annemlerin nerede olduğunu sorunca öğrenmiştim ki, onlar Louis'le gelmemişti. "Büyükannen gecenin bir yarısında karar değiştirip eşini kaybeden üzgün kayınbiraderinin yanında kalmak istedi. Annen de oradan eve geçti." Karşımda durup yüzümü inceleyerek konuştu. "Ben de gece yola çıkmak istemedim. Biliyorsun dağ yolunu, ışık olmadan çıkmak biraz tehlikeli oluyor. Bu yüzden ben de kardeşime uğradım." Açıklaması bittiğinde ikimiz de sessizce birbirimize bakmaya devam ettik bir süre. "Sen neden uyanıksın bu saatte?"
"Arabanın sesini duydum. Sanırım ona uyandım." Louis cevabımla gülümsediğinde, ben de aynı şekilde gülümserken kendimi tutamamıştım. Bana karşı sorarcasına yavaş bir adım attığı zaman, ona karşı gelmedim. Böylece, eskisi gibi sıcak ve büyük bedenine yakın bir şekilde kollarının arasındaydım. Kollarımı tıpkı onun gibi kenetledim üst vücuduna. "Seni özledim." diyerek itiraf ettim. Kalbim bir anda hızlandı yeniden. Söylerken ona bakmadan başımı onun omuzlarına yaslamıştım. Beni oradan çekmedi bir süre daha.
"Ben de seni özledim Harry." Ellerini, beni ısıtmak istercesine avuçlarını bastırarak sırtımda dolaştırmasıyla hafifçe yutkundum. Yavaşça yukarı çıkardıktan sonra, saçlarımı hafifçe okşadı. Ellerini nazikçe çekmesiyle, ben de başımı kaldırarak ona bakma ihtiyacı duydum. "Mercedes'le konuştuk. Artık ikimize de eskisi kadar soğuk olmayacak."
"Nereden biliyorsun?" diye sorduğu zaman, vakit kaybetmeden mutfak kısmına geçmiş ve kahvaltı hazırlıklarının ilkine, çay için sıcak suyu koymaya başlamıştı.
Onu mutfakta da takip ettim. "Beni anladığını ve hep yanımda olacağını söyledi."
"Seni affetti." dedi ciddice ama biraz da gülüyordu. "Beni değil."
Louis'in söylediği şeyi ilk kez düşünürken, kendimi mutfak tezgahına yaslamıştım. Olaya ve konuştuklarımızın hiçbirine bu yönden yaklaşmamıştım. Louis, itiraf etmem gerektiğini dile getirirken belki de hesap etmişti böyle olabileceğini. Kendisinin her halükarda affedilmeyeceğini biliyordu. Amacı, Mercedes ile benim aramızın bozulmasını engellemekti. Louis, aramızda olanlar için, kendini kurban seçmişti bir nevi. Mercedes'in onu affetmeyeceğini en başından beri biliyordu. Yine de hiçbir zaman ona yalan söylemek, güvenini kırmak istemedi. Gerekirse kendi gururunu hiçe sayabilirdi. Öyle yaptı da. Mercedes'in gözünden düşmeyi en başından göze almıştı.
Düşüncelerimin arasında derin bir boşluğa dalıyordum ki, Louis üstündeki ceketi çıkartıp, gerçek anlamda bir mutfak ustası olmaya başladığı ilk dakikalarda tüm dikkatim oraya kaymıştı. Buzdolabından çıkardığı gerekli malzemeleri tezgaha dizdikten sonra, düzenli bir şekilde gereken tabakları aldı ve pankek diye düşündüğüm yemeğin malzemelerini bir kapta çırpmaya başladı. Daha yakın ve daha rahat açıdan görmek amacıyla boştaki tezgaha oturmuştum. Göz ucuyla bana baktıktan sonra işine dönmüştü. Sessizlik çok sürmedi. "Birazdan kalkmanı isteyeceğim." Gülümseyerek severek yardım edebileceğimi söyledikten sonra onu ve iş yapışını izlemeye devam etmiştim. Kendine çıkardığı tavayı ocağın üstüne yerleştirdikten sonra yaptığı karışımı tavada pişirmesine gelmişti sıra. Çok hızlı hareket ediyordu ve ben bazen bir şey kaçıracağım diye endişeleniyordum. Bu en güzel filmden bile daha heyecanlıydı belki de benim için. Louis mutfakta bizim için kahvaltı hazırlarken, keyiflenmemek imkansızdı.
Birkaç dakika içerisinde benden masayı hazırlamamı istemişti. Masaya çıkardığım üç tabak ve çatal/bıçakları yerleştirirken, peçeteleri de eklemeyi unutmamıştım. Louis hangi ara buzdolabından çıkardığını bilmediğim diğer kahvaltı malzemelerini hazırlarken, ekmek kızartma makinesinin ekmekleri atınca çıkan sesiyle oraya yönelmiştim. Almak üzere uzanmıştım ki, sadece kenarını tutmamla bile sıcağıyla elimi acıtmıştım. Louis ekmekleri peçete yardımıyla alırken bana gülüyordu. "Sakarlığına hep ayrı bir hayranım Harry." Gülerek bana bakmaya devam ettiği zaman, benim de ağzım açılmış bir şekilde sırıtıyordum, ama sebebim elimi yaktığım için ya da sakar olduğum için değildi. Bana yaptığı itiraftan dolayıydı. Gözlerimi gözlerinden ayıramadığım zaman, karşılık verebilmeyi diledim iltifatına, ya da en azından teşekkür etmeyi. Ancak o, merdivenlerden gelen Mercedes'le beraber bakışlarını üzerimden ayırmıştı.
"Günaydın Mercedes," dedi Louis hemen. Arkasında, tezgahta kalan üst üste dizilmiş pankekleri Mercedes'in önüne masaya koyduğunda, onu neşelendirmek için uğraşıyordu. "Senin sevdiğin tarifle yaptım." Gözümü Louis'ten Mercedes'e çevirdiğimde, tek kaşı kalkmıştı ve kendisine seçtiği masanın baş köşesindeki sandalyeye oturmuştu.
"Bu kadar az pişmiş sevmiyordum ki." Mercedes hemen söylendi. Ancak pankekini tabağına almaktan geri de kalmamıştı. "Uğraşına hayran kalmamak elde değil yine de." Louis hafifçe omuz silkmişti yanımda. "Annem ve ablam nerede? Neden gelmediler?"
Louis oturmadan önce elini omzuma kondurup "Hadi otur Harry." demişti. Yakındaki sandalyeye oturduğum zaman, Louis de karşımdaki sandalyeye geçmişti. Çiçekler işlenmiş porselen fincanlarımıza çay doldurmayı ihmal etmedi. "Amcanın eşi ölmüş sanırım. O yüzden bayan March amcanın yanında kalmak istedi birkaç günlüğüne. Daisy de mecburen kendi evine geçti. Ben de gece Anaïs'e uğradım. Sabah yola çıkıp geldim." Louis bana söylediklerinin aynısını Mercedes'e rapor geçerken, Mercedes ağzını doldurmuş bir halde onu dinliyordu. "Ne zaman gelecekler?" diye sorduğunda, Louis bekletmeden cevapladı. "Bilmiyorum. Onunla ilgili konuşmadık. Amcana baş sağlığı diledim, düğüne gelemezse sıkıntı olmayacağını söyledim."
"İyi yapmışsın." Mercedes çayından büyük bir yudum aldıktan sonra iç çekmesiyle, Louis'le ben göz göze gelmiştik birkaç saniyeliğine de olsa. "Fotoğrafçı ayarladın mı? Ve müzikleri ne zaman seçeceğim?"
Louis tekrardan Mercedes'e dönmüştü. "Evet hatta düğün şekerleri için de birkaç örnek getirdim." Mercedes hemen elini yüzüne vurdu. "Tanrım çok saçma. Ne gerek var ki şekere? Bu aptal geleneğini anlayamıyorum."
Louis hafifçe gülümsedi. "Herkes senin gibi şekere alerjik değil Mercedes. Fotoğraflar gibi düşün, anı olarak kalıyor."
"Her neyse, bakmama gerek yok. Abartı olmayan birini seç." Mercedes tabağındakileri yemeye devam ediyor ve bu esnada konuşmalarının hiçbirinde Louis'e bakmıyordu.
Masada bir süre boyunca sessizlik hakim olmuştu. O konuda kimse ağzını açmıyordu ve bu kendimi ucube gibi hissetmeme sebep olmuştu. Bir anlığına buna son verme isteğim, ne yaptığımı bilmeden dudaklarımdan fırlamıştı. "Düğünü iptal edemez misiniz?"
Mercedes derin güçlü bir nefes alırken, Louis de peşin sıra arkasına yaslanmıştı. Elindeki çatal bıçağı bıraktı ve sessizce Mercedes'ten gelecek cevabı bekledi. "Edemeyiz, Harry." Mercedes beni ikaz edercesine sertçe söylemişti. Sesinin soğuk rüzgarlarıyla buz kesti suratım.
"Ama neden?" Yutkundum. Konuyu açtığıma bile o andan itibaren pişman olmuştum. "S-sadece merak ediyorum. Madem mantık-"
"Sana kim dediyse bunu, bence yanlış anlatmış. Mantık evliliği değil. Birbirimize aşık olmadığımızı bile söylemedim üstelik sana-"
"Mercedes, kes şunu." Louis bölse de, o sustuktan sonra konuşmaya devam etti.
"En azından bir dönemliğine, bir ilişki yaşayabilmiş olmamızı hiç düşünmedin mi Harry? Halen, ikinizi de tam olarak affetmiş sayılmam. Sadece işleri kolaylaştırmak için uğraşıyorum."
"Bu da ne demek?" diye mırıldandım. Gözlerim çoktandır masaya inmişti Mercedes beni azarladığından beri. Yeniden ağzını açacaktı ki derin bir nefes aldı. Sanki kafasındaki cümleleri daha sağlıklarıyla yenilemiş gibi bana baktı ve koluma dokundu.
"Bak Harry. Sana yemin ederim elimde olsaydı bu düğünü iptal ederdim. Ancak bu, ne Louis'in ne de benim elimde olan bir şey. Bu düğün yapılmak zorunda. Sebebine gelirsek ise..." Yavaşça elini kolumdan çekti. Söyleyeceklerinin devamını bir türlü getiremediği o dakikalarda, telaş ve endişeyle ikisine baktım. Louis onu tamamladı. "Ben bir hata yaptım. Ve bunu düzeltmek için evleniyoruz. Bu hata basit ya da düzeltilecek bir şey de değil üstelik."
"Hayır," diyerek öne atıldı Mercedes. "Benim hatalarım yüzünden. Ben sebep oldum. Louis şu an benim yüzümden bir suçlu. Buraya gelmeden iki hafta önceyse mahkemede bir duruşmamız vardı." Ağzım aralanmış bir şekilde dinliyordum onları duyduklarımdan sonra. Sertçe yutkundum ve ağzımdan ufak küfür kaçırdım sessiz harflerle o anda. Siktir. "Mercedes yanılıyor. Hatanın tümü bana ait. Üstlenmeyi ve kendini suçlamayı bırak artık Mercedes. Fikir bana aitti."
Louis, Mercedes'i sakinleştirmek için elini omzuna koyduğu zaman, hala şoka girmiş bir halde onları izliyordum. Gözlerim olabildiğince açıldıktan sonra, onları normal şekilde kapatmam ağzımı kapatmam kadar zor olmuştu. "Bunları kimseye söylememelisin, hayatın pahasına da olsa. Tamam mı?" Başımı hızlıca salladım teyzeme bakarken. O kadar hızlı sallıyordum ki, bir anlığına asla kendimi durdurmayacak gibi hissetmiştim. Durmadan söylemeyeceğime söz veriyordum. "Ne oldu peki? Yani öncesinde? Sonrasında? Sebebi neydi?" Mercedes hızlıca yüzünü ovuşturuyordu.
"Bunu anlatmamak için gerekli sebeplerim var. Birincisi benden soğumanı istemiyorum. Çünkü-"
"Bir fikrim var," diyerek Mercedes'in lafını kesmişti Louis. "Bunu başka zaman, mesela sen sakinleştiğinde konuşalım." Mercedes'in omzunda kalan eli yutkunmama sebep oluyordu sık sık. "Şu an yine kendini suçluyorsun çünkü. Bunu yapmana gerek yok Mercedes."
Louis en sonunda masadan kalkmıştı ve Mercedes'i de kaldırdıktan sonra ona sıkıca sarılmıştı. "Yine olsa yine aynı şeyi yapacağımı biliyorsun. Sadece daha dikkatli olurdum." Teyzemi sakinleştireceğini düşündüğünü sözlerini dinlerken bedenimi saran kıskançlık filizleri, rahatsız ediciydi. Bunu yapmaya ne kadar hakkım vardı bilmiyordum bile. Gözlerimi önümden sarılan çiftten başka bir yere çevirdiğimde vücudumu saran başka bir his daha vardı ki, ona dışlanmak deniyordu. Bir de zamanında aşıklarmış, bu kimin umurunda tanrı aşkına? Sen herkese aşık oluyordun Mercedes. Louis şu an bana aşık; Tek umursadığım gerçek buydu.
"Ben biraz hava alacağım." Louis'in kollarından ayrılırken böyle söylemişti. Elini sandalyemin yaslanma kısmındaki oyulmuş tahta kısmına koyduğu zaman ona dönme ihtiyacı hissetmiştim. "Dönünce, onun da dediği gibi, belki daha sakince konuşuruz. Tamam mı?" Saçlarıma bıraktığı ufacık bir öpücüktü, beni kinimden ve sinirimden uzaklaştıran. Mercedes kapının yanındaki portmantodan rastgele bir ceketi üstüne geçirdiğinde, ki bu benim ceketimdi, beklemeden dışarı adımlamıştı ve kapının peşinden kapanmasına izin vermişti. Louis'le tekrardan baş başa mutfakta kaldığımız zaman, gözlerim gecikmeden onu buldu. Kahvaltısına kaldığı yerden devam ediyordu.
"Gerçekten aşık mıydın eskiden ona?" Sessizce sorduğumda Louis, bunu bekliyormuşcasına başını hemen kaldırdı ve elini bana doğru uzattı.
"Eskiden denemiştik, evet. Ancak birbirimizden çok uzak kişilikleriz. Bunu görünce dost kalmayı tercih ettik. Bunu yanlış anlama Harry. Teyzen biraz abarttı. Yetişkinlerin zaman zaman böyle sağlıklı ilişki denemeleri olur." Elimi tuttuğu anda geri çekmiştim.
"İlişki yaşadınız yani? Bir süre olsa bile." Sorarken fark etmeden dudağımı dişliyordum. Louis diğer elindeki çatalı da bırakmıştı. Oturduğu yerden Masaya doğru eğilirkenki amacı bana daha da yaklaşmaktı.
"Senin için önemli olmadığını düşünüyorum. Çünkü benim için önemli değil. Benim için önemli olan şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Ya da kim olduğunu. Şimdi söze döküldü diye kıskanmış hissetmeni anlıyorum. Ama dedim ya, önemli olan bunlar değil."
Gözlerimi ondan kaçırırken, aslında kaçmak istediğim şey itiraf etmeye korktuğum düşüncelerimdi. "Sanırım onu sakinleştirmeni kıskandım." Sessizce mırıldandım, kızardığım için, artık yüzümü de saklama gereği doğmuş gibiydi.
Louis'i göremesem de duyduklarıyla hafifçe güldüğünü biliyordum. "Harry. Bu benim işim."
Haklı olduğunu biliyordum. Ses çıkarmadan tabağıma bakmaya bir süre daha devam ettim ancak ayaklarım böyle olmasına izin vermeden adımlayıp Louis'in yanına götürdü beni. Az önceki kucaklaşmayı bana vermesini beklerken, daha büyüğünü bulmuştum. Kollarıyla belimden sıkıca kavrayarak bedenimi ve tüm benliğimi kendine bastırdı. Kalplerimiz üst üste atarken gözlerim mutluluk ve sevinçle kapandı. Omuzlarına daha sıkı tutundum ben de. Başını boyun girintime yasladığı zaman, saçlarıma girişen burnu bir anda beni gerçeklikten koparmıştı. Ensemle boynumun arasında bir yerde omzumla birleşen yerine büyük bir öpücük bırakmıştı. Kendisi büyük değildi, ama getirdiği hisleri büyüktü. Başını çekmesiyle, kollarını da benden alacak sanıyordum ki, ellerini yüzüme yerleştirdi ve beni kendisine baktırdı. Gözleri dudağıma gittiği ilk saliseden anlamıştım beni öpmek üzere olduğunu.
Yoğun öpücüklerimizin arasında, bırakmasıyla araya giren boşluğu yeniden yok etmek istercesine belime koyduğu eliyle yeniden beni kendine bastırdı. Dudaklarımız birbirine aralık vermeden sürtüyordu ve az önce yanaklarımın altında toplanan tüm kanın başka yöne çevrilmesine neden oluyordu. Bu öyle bir histi ki, midemden aşağıya doğru giden soyut yolun, ılık bir suyla dolduğunu ve gül yaprakları eşliğinde akıp gitmesi gibiydi. Tarif edebileceğim en güzel, en masum şekli buydu. Dudaklarımıza bıraktığımız bitmesini istemediğim sayısız ve hızlı öpücükler, bizim saniyelerce aynı yerde hareket etmeden çakılı kalmamıza neden olmuştu. Burnum onun kendine ait muazzam kokusuyla çevrelenmiş, bedenimse onun sıcaklığıyla örtülmüşti. Beni öpmeden önce bir an bile tereddüt etmemişti.
Öpücüklerimiz yavaşladığı vakit, vücudumun aldığı hali görmesinden utanarak, ondan önce dudaklarımı onunkilerden ayırmış ve beklemeden bulduğum ilk yere oturmuştum. Louis eliyle saçlarımı hafifçe dağıttıktan sonra gülümsedi ve mutfağı toplaması gerektiğini söyledi. Eğer pijamam içerisinde benden izinsiz hareket eden bir varlık olmasaydı, ona seve seve yardım edebilirdim. Bu yüzden bir süre sessizce onu izledim. Yeterince uygun zamanı bulduğum zaman, Louis büyük işleri halletmişti. Bana kalan daha ufaklar bulaşıklar ve toplama işi kalmıştı. Ben onları yaparken, Louis merdivenlere gitmişti. "Bugün duş alamadım. Mercedes beni sorarsa duşta olduğumu söylersin."
Tipik bir Louis'in sabah rutini şöyle olurdu: Sabah kalkmak, duş almak, duştan sonra tıraş olmak ve o güzel kokulu tıraş losyonunu kirli sakalına sürmek. Eğer hazırlanmamışsa kahvaltıyı hazırlamak, hazırlanmış ise oturup yemek. Çayı mutlaka şekersiz ve sütsüz içmek. Haşlanmış yumurta asla yememek. Belki keyfi yerindeyse sigarayla birlikte filtre kahve içmek. Sonrasında şehre inmek... En azından dağ evindeki bildiğim rutini bu şekildeydi.
Merdivenlerin girişindeki banyonun kapısı Louis'le birlikte kapandıktan sonra bir süre daha gözüm yukarıya takılı kalmış gibiydi. Aslında, oraya dalıp gitmemin sebebi, aklımdaki fikri imha etmeye çalışmaktan başka bir şey değildi. Onunla birlikte duşa girme fikri, ya da onun peşinden girmek. İkinci söyleme şekli daha doğru gibiydi. Mutfağı toplama işine kısa bir mola verip evin etrafındaki camlara göz atmıştım kısaca. Aslında Mercedes'in gelmesinden korktuğum söylenemezdi. O anki hislerime korku demek bile doğru değildi. Daha çok, yaşayacağım heyecanı kaldırabilip kaldıramayacağım üzerine minik bir telaş yaşıyordum.
Adımlarım da en az düşüncelerimin çokluğu kadar yavaştı merdivenlerde. Kapıya yaklaştığım zaman, kulağımı dayamama gerek kalmadan içeriden gelen su sesi, Louis'in çoktan duş kabini içerisindeki yerini aldığını söylüyordu. Nefeslerini sakinleştir, belki de kapı kilitli ve bu yüzden giremeyeceksin bile. En azından deneyecek ve içindeki bu isteği bastırmış ve gidermiş olacaksın. En kötü ne olabilirdi ki? Kapı kulpunu öyle sıkıca kavradım ki, yalama yapmış dili bir anda içeri kaydı ve beni de deyim yerindeyse içeri fırlattı. Belki de birkaç saniye boyunca beni fark etmemesiyle oluşan o boşlukta, duşakabinin cam kapısı ardındaki anadan doğma çırılçıplak bedenini görüntülerken, kalbimin yerinde atmadığına yemin edebilirdim. İşte gözümün önündeydi her şeyiyle. Suyun altında ıslanan saçları ve bana doğru yan duran bedeni, güçlü baldırları ve kalın beli, hepsi toplanmış benim onları net bir şekilde görebilmem için bana göz kırpıyorlardı sanki tüm bunlar olurken. Henüz buhar yapmamış banyonun içerisinde, her bir detayını seçebiliyordum. Daha önce görmediğim göğsünü ve bacaklarını, bacaklarının biraz örttüğü kasıklarını ve diğerleri. Ağzım açık kalmıştı bile saniyeler içerisinde. Kapıyı arkasına yaslanarak kapatmamla, başını bana çevirmişti. Hiçbir utanma telaşı olmadan bana bakarken, biraz fazla akan suyu kısmış ve cam kapıyı aralamıştı. Adımlarımı hangi ara ona atıp, o kadar yaklaştığımı bile bilmiyordum. Başını iki kapı arasından çıkarttığında, gözlerimi yüzünde tutmaya çalışıyordum. "Bir şey mi oldu?" diye sordu. Hem de çok büyük bir şey oldu. Hormonlarımla alakalı.
Saçlarından sular damlayan yüzünü kavrayıp birden dudaklarına yapışmıştım. Onu öperken, bir yandan duşakabinin bir kapısını aralamaya çalışıyordum ki, Louis, bileğimden tutarak buna engel oldu. Dudaklarımdan ayrıldığında şaşkınca ona bakıyordum. Beni yalvartmak gibi bir niyeti olmalıydı. "Harry, ne yapıyorsun?" Geri çekilmesine izin vermeden tekrar dudaklarına atıldığımda bu sefer ıslak elleriyle beni kavramıştı. Ancak, bu da uzun sürmemişti. Beni beklediğim gibi, kabinin içerisine almadığında nefesimi üzgünce verdim. Bunu yaptığına inanamıyordum. "Lütfen, sana dokunmama izin ver. Ne olursun?" Elim ıslak göğsünden aşağıya kayarken yine bir şekilde onu tutarak kendisinden uzaklaştırmıştı.
"Burada olmaz." derken beni kapıya doğru çevirmişti. Tekrar hızla ona döndüm.
"Seni istiyorum. Louis."
"Tanrım!" diye sızlandığında, üzgünce kapıya koşmuştum ve hızlı bir şekilde banyoyu terk edip odama geçmiştim. Kapıyı biraz sertçe kapatınca, tüm evde yankılandığı için mutlu olmuştum. Çünkü Louis'in bilmesi gerekiyordu sinirlendiğimi. Bu haksızlıktı. O bana dokunmuştu. Ama o bana izin vermemişti. Banyoya girip onunla sevişmeye çalışmak çok mu deliceydi yani?
Yine de, ona ne kadar kızsam da, belli ki pijamanın altındaki yeterince sinirlenmemişti. Yatağıma uzandıktan on dakika sonra bile hala benimle olması canımı tak ettirmişti biraz. Bu yüzden elimi çamaşırımdan içeri götürürken aklımdaki şey onu rahatlatmaktı, ve biraz da az önce Louis'i öyle görmem.
Kendime dokunurken onun o çıplak haliyle tamamen dipdibe olmamızın hayalini kuruyordum.
Az önce bunu gerçekleştirebilirdik, Louis beni zorla banyodan çıkartmasaydı eğer. Yine de, hala aklımdan atamıyordum ıslak düşüncelerimi. Hayalini kurarken bile zevkten öyle kasılmıştım ki, az kalsın Louis'in banyo kapısıyla yaptığı sesi duymayıp kendimi düzeltmeyi ihmal edecektim. Aslında tam da işimi bitirmek üzereyken gelmeyi seçmiş olması bile, ona sinir olmamı sağlıyordu. Bu korumacı tavırları can sıkıcı hale gelmeye başlamıştı, benim açımdan.
Üstüne yeni geçirdiği takımlarıyla odama girerken, kapıdan gelen kokusu bile beni öldürmeye yeterdi. O geldiğinde hemen yatakta sırtımı döndüm. "Harry. Boşuna kızma." Kapıyı kapattıktan sonra yatağa adımladı. Oturmadan omzumu tutarak beni çevirmeye çalışıyodu.
"Bizi kızdırıyorsun." Dudağımın içini ısırırken, bunun fazlasıyla komik olduğunun farkındaydım.
"Sizi mi?" Louis hafifçe kahkaha attığında sonunda ona dönmüştüm. "Üzgünüm insanlara açık bir alanda çıplak bir şekilde seninle yakınlaşmak istemediğim için." Yatakta yanıma oturduğunda eliyle tişörtümün karın kısmındaki kumaşı okşuyordu. "Üstelik, biri duş alırken böyle banyoya izinsiz dalman hiç uygun değil." Açılan kumaştan parmaklarını içeri götürdü. Soğuk parmak uçları tenimde gezerken hafiften irkilmiştim ama hoşuma da gitmişti. Kasıklarımın yan tarafına yerleştirilmiş kemiğin üzerinden geçiyordu.
"Güzel bir zamanlama olduğunu düşünmüştüm." sessizce mırıldandım. Louis'e baktığımda benim aksime sırıtıyordu.
"Hayır, az önce Mercedes geldi. Aşağıda. Topladığı yabani çiçeklerle bir şeyler yapmakla uğraşıyor." Haberini almamla kaşlarım havaya kalktı. Belli ki kötü bir zamanlamaymış. Başımı anladığımı belirtircesine sallarken üzerime eğildi ve dudaklarıma uzun, ıslak bir öpücük bıraktı. Öpücüğün ardından, yatağa öyle sinmiştim ki, onunla bir bütünmüşüm gibi hissetmiştim. "Ben de seni istiyorum." itiraf ederken fısıldadı. "Sadece, şu ara olmaz. Anlıyorsun değil mi?"
Biraz öncekinin vermiş olduğu etkilenmişlikle başımı hızlıca salladım. Transa geçmiştim. O dakikalardan sonra, bana ne zaman isterse o zaman dokunabileceğini bilmeliydi. Ne derse onu yapacağımı da.
Beni tekrar öperken, istekle karşılık vermiştim bu sefer. Kollarını boynuna sarmış bir halde, kendimi ona bırakıyordum ve aynı şekilde onun da kendini bana bırakmasını istiyordum. Ellerim nemli saçlarından ensesine, oradan da tişörtün nemini aldığı sırtına indi kumaşın içerisinden. Parmak uçlarımı tamamiyle ona sürterken, Louis'le hiç durmadan öpüşüyorduk. Hızlı nefeslerimiz arasından dudaklarımdan kayan dudakları boynuma gitti. Tenim üzerinde dudaklarıyla imzasını bıraktı defalarca. Ancak beni asıl heyecanlandıran şey, onun tarafında kalan elimi tutmasından sonra olmuştu. Kendi kasıklarına elimi yerleştirdikten sonra, az önce kapanan gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Boynumu ıslak öpücükleriyle ıslatmaya devam ederken, kasıklarındaki şişkinliğe yaslanan avcum, beni hiç bilmediğim anlamda yükseltti. İlk kez ona dokunmamın verdiği zevkle kasılmaya başlamış, sadece son saniyelerde boştaki elimle kendi kasıklarıma ufak bir baskı yapma ihtiyacı duymuştum. Sonrasında ise, ten tene bile dokunmadığımız halde, saniyeler içerisinde patlamıştım. Dudaklarım bu anlarda sıkıca kapanmıştı hiçbir ses çıkmaması için.
Rahatladığım sırada, Louis ıslak öpücüklerine son verdi. Başını kaldırıp sırıtarak bana bakarken, bir yandan eliyle pijamamın az önce ıslanan kısmını okşuyordu. Gözlerimi baygınca olsa bile ona çevirdim. Halen onu elimde hissederken, kasıklarımdaki varlığın kaybolmaması için çok sebebi vardı. "Sanıyorum ki bana kızgınlığın geçmiştir."
Sessizce evet diye mırıldanırken halen nefeslerimi kontrol etmek için uğraşıyordum. Louis gülümseyerek boydan boya halimi süzerken tavrından keyfi yerinde olduğu anlaşılıyordu. "Benim bahsettiğim bunun karşılıklı olmasıydı. Sadece böyle değil."
"Pekala pekala." dedikten sonra yataktan kalktı. Karşıma geçmesiyle gözümün önünde daha net bir şekilde belirginleşmesi sertçe yutkunmama sebep olmuştu. Gözümün önünde eşofmanını düzelttikten sonra, tekrardan bana dönmüştü. "Duşa girme sırası sende." Gözlerimi, düzeltmesinden dolayı artık eskisi kadar belirgin olmayan şişkinlikten ona çevirdiğimde dudak büzüyordum.
Louis odadan çıktıktan sonra, yatakta kalkıp zıplamamam için hiçbir sebebim yoktu aslında. Lakin, onun dediği gibi, duşa girmek daha sağlıklı olandı.
Gün içerisinde, ormandan topladığı garip tuhaf bitkilerden çay yapıp evin garip kokmasını sağlayan Mercedes, dalgalı kahverengi saçlarına yerleştirdiği ve saatler geçmeden solan çiçeklerden yaptığı tacıyla birlikte evden oraya giderken asıl amacı, kokuyu evin her köşesine sinmesini sağlamaktı. Louis bilgisayardaki belgelere bakarken, yanından asla ayırmadığı şu ara çok fazla gördüğüm deri kaplamalı defterine notlar alıyordu. Bilgisayarının yanında ise, dolu bir kahve kupası vardı. İlki bittiğinde hiç geçirmeden ikinci kupasını içmeye başlamıştı.
Öğle yemeğini atıştırmalık bir şeylerle geçirmek üzere, hepimiz tekrar bir masada toplanmıştık. Yine herkes aynı yerinde oturuyordu. Mercedes, yeniden demlenen kahveden ilk kez içerken, önündeki mitoloji kitabını okuyordu. Bazen Louis'le aralarında kısa konuşmalar geçiyordu ama genelde bilmediğim konular oluyordu. Ancak o an, Mercedes kitaptan başını kaldırıp Louis'e döndüğünde, neyin geleceğini çok merak etmiştim. "Yunan Mitolojisini hatırlıyorsun değil mi?" Louis başını sallasa da Mercedes devam etti. "İtalya'da çok büyük ve güzel bir müzeye gitmiştik hani kapalı olmasına rağmen. İşte orada heykelleriyle ilgili okuduklarımız Yunan Mitolojisindendi."
"Tanrım, biliyorum elbette Mercedes." Louis hafifçe kaşlarını çatarak güldüğünde Mercedes, kahvesinden büyük bir yudum aldı.
"Pekala. Biliyorsan cevapla o zaman. Senin en sevdiğin kimdi?"
Elindeki zippoyu çevirirken Louis bu soruyu beklemediği için dudağını bilmem dercesine hafifçe büzmüştü. Kısa bir sessizlik oldu sonra. Bu aslında, benim hep aklımda olan bir soruydu. "Prometheus?"
"Louis! O tanrı bile sayılmaz! O bir titan. 12 Olimposludan seç bir tane." Louis, Mercedes'in tatminsizliğiyle hafifçe uflamıştı.
"Bilemiyorum, Hades?" Cevabıyla büyükçe sırıttım. "Hestia'yı seçiyorum."
"Çok iddialısın. Bir tanrıçayı seçtin vay canına. Biz hemcinslerimizi seçmiştik."
Mercedes, daha önce yaptığımız konuşmayı Louis'e neşeyle anlatırken, Louis'in cevaplarına odaklanmıştım elbette ki. İlk verdiği cevabı Prometheus, elbette ki ona en uyanıydı. Hiç aklıma gelmemiş olmasından dolayı kendime kızsam da, başka bir şeyi seçmiş olması bir yandan beni mutlu etmişti. Çünkü bu hayal dünyamda çok fazla kaldığımla ilgiliydi. Prometheus, Zeus'tan ateşi ve bilgeliği çalıp insanlara verdiği için cezalandırılan titandı. Cezası ise, sivri bir dağın tepesinde sonsuza dek zincirli kalmaktı ve her gün gelen kartalın karaciğerini yemesiydi. Bu sonsuz bir döngüde devam etmekteydi, ne var ki, Prometheus'un karacaciğeri her gün yeniden oluşuyor ve her gün yeniden yeniliyordu. Sonsuz bir acı çekmeydi cezası. Bunun tek sebebi ise, insanlıktan yana olmasıydı, Zeus'un aksine.
Hestia'ya gelirsek ise, o 12 Olimposludan en büyükleriydi. En kibarı ve en ahlaklısıydı. Kendisi bakire kalmaya yeminli bir tanrıçaydı. Evdeki ocağın, huzurun korucuyusu olarak bilinirdi. Hestia'yla ilgili beni heyecanlandıran detaysa, Apollon'un birliktelik isteğini her defasında reddetmesiydi. Bugünü düşününce, bu gerçekten komik bir tesadüftü.
Akşam yemeğine kadar beraber sanat üzerine sohbet ve film izleme eşliğinde zaman geçirirken, ev telefonu çalmıştı. Arayan annemdi ve bana her şeyin yolunda olup olmadığını sormuştu. Bir de düğün için, eğer istiyorsam evdeki takım elbisemi getirebileceğini söylemişti. Ben ise, onu istemiyorum diyerek konuyu geçiştirmeye çalışmıştım.
Yemeği yine Louis hazırlamıştı. Gerçekten bu konuda yeteneği olduğu barizdi ve ben onun elinden çıkan her şeyi yiyebileceğimi anlamıştım. O akşam için yaptığı uzak doğu usulü acılı ekşi çorbayı içerken varmıştım bu kanıya. Onlara beraber hangi ülkeleri gezdiklerini sormuştum. İtalya'ya çok sık gitmeleri dışında, etrafındaki birkaç ülkeye de uğramışlardı. Mercedes'in ülke ülke dolaştığı tek kişi, belli ki aslında Theia'dan başkası değildi.
Her şey iyi gibi gidiyordu şimdiye kadar. Mercedes bize kırgın olsa bile çok fazla bunu belli ederek can sıkmak için uğraşmıyordu. Söylediği gibi en kolayını yaşamamız için uğraşıyordu o da. Hepimiz için en iyisini ve en kolayını. Bazen dengesizce davranıp çıkıştığı oluyordu ama, bu zaten onun klasikleşmiş bir davranışıydı. Ben de, Louis de, onu yeterince tanıdığımızdan dolayı bu o kadar da kafamıza taktığımız bir şey olmuyordu. Mercedes, içine atan biri olduğu kadar, sert rüzgarlarıyla etrafındakileri yıkabilirdi de. Bazen sessiz ve sakindi, bazense çok fırtınalı.
O günden sonra, ona itiraf etmemin gerçekten iyi bir adım olduğunu anlamıştım. Bundan öncesinde çektiğim her bir sıkıntı sanki çok büyük bir hızla hepimizin üzerinden çekilmişti. Ancak üstünden atladığım bir mesele vardı ki, beni ilgilendirmediği halde çok fazla endişeleneceğimi biliyordum.
Mercedes yalnızca bir kısmını ifade edebilmişti. İkisi halen kimin suçu olduğuna dair çekiştikleri bir konuda, Louis suçlu bulunmuştu ve üstüne bir de mahkemeye çıkmışlardı. Sebebi ne olabilirdi, hiç bilmiyordum, aklıma gelen hiçbir şey yoktu. Bu sebep her neyse, apar topar, birlikte olmayan iki kişiyi evlenmek zorunda bırakmıştı. Bu aslında, ne kadar önemli ve büyük bir sebep olduğunu bariz bir şekilde gösteriyordu. Mercedes, tam olarak ayaklarının üzerinde yeni durmaya başlamışken, ve Louis de 38 yaşına kadar tek başına hayatını idare edebilmişken -belki de idare etmekten de iyisiydi-, neden evlenme kararı alabilirlerdi ki? Arkasında mantıklı bir sebep yoktu. Bu yüzden, evliliklerine mantık evliliği demek yanlıştı. Bir anlaşma gibiydi aslında her şey. Uzaktan bana gözüken, buydu. Ve beni ikisi için de endişelendiriyordu. Birinin bile herhangi bir sebepten hayatının kararması beni derinden yaralardı.
Normale göre erken saatlerde yatağıma geçmiştim. Ancak içinden çıkamadığım sonu bir türlü gözükmeyen belli belirsiz düşüncelerim uykuya dalmama engel oluyordu her zamanki gibi. Benden sadece birkaç saat sonra odalarına geçtiklerini seslerini duyduğumdan biliyordum. Acaba şu an, ne yapıyorlardı? Konuşuyor olabilirlerdi. Veya birlikte bir şeyler izliyorlardı. Henüz yeni kuruyan saçlarımı yatakta mahvolmuş halini bile düzeltme gereği duymadan odalarına gittiğimde, hiçbir ışık olmadan aynı yatakta uzanıyor olduklarını görmek beni biraz garip ve kötü hissettirmişti. Özellikle de, bugün Louis tarafından bu konuda uyarılmış olmama rağmen. Louis uyanık olduğu için hemen başını bana çevirdi. Mercedes'in uyuduğunu düşünerek kapıyı sessizce kapattığım zaman, Louis beklemeden uca doğru kayıp yatakta bana yer açmıştı. Açtığı yer ise yatağın ortasıydı.
Sorgulamadan örtünün altına girdiğim zaman, sessizce birbirimize bakıyorduk. Mercedes'in sırtı bize dönük olsa bile, birkaç dakika geçmişti ki, bana doğru döndü ve ona sırtım dönük olmasına rağmen bana sarıldı. "İkinize de kızgınım." Mercedes, konuştuğu anda korkuyla irkilmiştim. "Ama en çok sana kızgınım Louis Tomlinson. Bir yandan yaptıklarından dolayı da kızamıyorum. Büyük bir ikilem içerisindeyim."
Mercedes, belime sardığı koluyla beni daha çok kendi tarafına çekerken, Louis, üzgün bir ifadeyle Mercedes'e ve bana bakıyordu.
O an, ikisi arasında bilmediğim bir dil vardı sanki gözlerinden dökülen. Neyden bahsettiklerini anlayamamakla birlikte, Mercedes'in beni en az dün geceki kadar korurmuşçasına kendi tarafına çekmesi, ona karşı hissettiğim vicdan azabından yine bir şekilde kurtulmamı sağlamıştı. Bana kızgın olsa dahi, beni seviyor olduğunu bilmek rahatlatıcı bir şeydi. Ama Louis ve ben, onu üzmüştük. Sebebini bir türlü anlamamış olsam da. Çünkü ona aşık değildi, evleniyor olmalarıysa bir anlaşmadan ibaretti, o halde neden kızgın kalıyordu?
Bir kadının mutlaka bilmediğiniz sırları olur, size tüm içini döktüğünü sandığınızda bile. Mercedes ise, bu kadınların en karanlığından bile daha gizemliydi. Karmaşık olan, Louis değildi. Ben de değildim. Tüm bilmeceleri çözebilecek tek kişi Mercedes'ti çünkü o bilmeceyi kuran kendisiydi. Biz sadece arkasında durmuş, çözmesini bekleyecektik ve çözümü şaşkınca karşılayacaktık. Bana anlatığı her şeyde dürüsttü, ancak eklemediği bir çok detay vardı, bunu biliyordum. Bana hiçbir zaman söylemese bile. Mercedes, ancak düğün günü izin verecekti kalbinden çıkacak sözlerin akmasına. Bize neden kızdığını. Aslında, tüm bunlardan en çok yara alanı her zaman Mercedes'ti.
Neden evlendiklerini anlatmamasının altında, kendine kızması gizliydi. Tıpkı bir zamanlar gönül verdiği adamın ve en yakın arkadaşı olarak gördüğü yeğeninin birbirine olan aşkına kızmasında olduğu gibi. Kendi sahip olamadıklarına kızıyordu. Sahip olamadıkça daha çok hırslanmasına kızıyordu. Geçmişte deneyip her seferinde hayatın ona tekme vurmasına üzülüyordu. Her insan hata yapardı aslında. Lakin Mercedes, geçmişte yaptığı bir hatanın bedelini, bu sefer Louis'e ödetmiş gibiydi, istemeden de olsa. Ne diyebilirdim ki öğrendikten sonra, Louis de yardım etmeseydi... İkisinin suçun kime ait olduğu konusundaki gelgitleri son derece haklıydı. O gece her şeyi öğrendikten sonra, yapmak istediğim tek şey, suçu üstlenmeyi istemek olmuştu.
Hayat, iyi insanlar konusunda hiç adil değildi ve ben yaşadıkça bunu daha çok görüyor ve öğreniyordum.
y/n: evet şimdiiiiii yine 5k olmak üzereydi, normalde her şey bu bölüm açıklayacaktım ancak belli ki 23. bölüme kaldı(biraz daha dayanınn, zaten, bu bölüm neredeyse öğrendiniz. Eminim tahminleriyle bilenler olacaktır dhsjxj)
şu ara açık ara en sevdiğim bölüm öldü. Umarım siz de okurken benim yazarken eğlendiğim kadar eğlenirsiniz :) Birkaç bölümdür çok fazla angst gittik, biraz acılı tatlı ekşili gidelim :))
biktimgercekten kendisi bir dahi ve daha fazlası, bu bölümü ona armağan ediyorum :") iyi ki varsın
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top