Bölüm 20 - Kabuslar gerçek olur
Düğüne sadece 3 hafta kaldığı zaman.
Mercedes'e her şeyi itiraf et.
Eğer elimde önceden oluşturduğum bir adet düğüne kadar yapılacaklar listem olsaydı, bu madde asla o listede yer almazdı. Daha çok şunun gibi maddeler olurdu: Louis'i öp, ona aşık olduğunu itiraf et, onunla uyu, hayatıyla ilgili diğer gerçekleri öğren ve neden teyzenle evlendiklerini de. Hayali takvimdeki sayfalar teker teker ellerimle kopartılırken, ne böyle bir listem vardı ne de planlı gidebileceğim günlerim. Sanki zaman ilerliyordu da ben yerimden kıpırdayamıyordum. Etrafımda dönüp duran değişmelere tepkisiz ve eylemsiz bırakılıyordum kendim tarafndan. Bu artık iyice can sıkıcı bir hale geldiğini fark ettiğimde, sabahın köründe uykumdan uyandığım ilk saniyelerdi. Güneş tam tepeye ulaşmadığı için gökyüzünün koyuluğu hala belirgindi. Odamdaki büyük camdan dışarıya bakarken düşündüğüm şey, her gecenin sabahında aynı düşüncelerimin içerisinde bir türlü kurtulamadığımdı.
Üstüme iki gün önce kenara bırakmış olduğum Louis'e ait olan ceketi geçirip, altımdaki yatak pijamalarımı değiştirmeden dışarı çıkmıştım. Herkes uyuduğu için alt kapıyı kullanmamda sakınca yoktu. Annem bazen çocukluk zamanlarımda uyurgezer olduğumu anlatırdı. O ansa, ayakkabılarımı giymeden geceden kalma serinliğin bıraktığı nemli toprakta yürürken uyurgezer olmadığımı, tam aksine tamamen kendimde olduğumun bilincindeydim. Hava buz gibiydi ve ağaç tepesindeki kuşlar çoktan ötmeye başladığı saatlerdi. Uzun zamandır ilk kez, belki de bu kadar çok sakinleşmiş ve rahatlamış hissetmiştim kendimi. Evden çok uzaklaşmadan ağaçlıkların arasındaki bir taşın üzerine oturduğumda, orman sakinlerinden gelen ses huzura kavuşmak için birebirdi. Normalde korkardım, ama o sabah bir ilki gerçekleştirmiştim. Belki de, bundan sonrasında olacaklara karşı özgüvenim de tam olarak buraya attığım adımlarla ilgiliydi.
2 gün olanları düşünmek için yine bolca zamanım olmuştu. Louis'in benden istediği şeyin ağırlığı her geçen gün giderek artıyordu omuzlarımın üstünde. Sanki taşımak için gücümü yitiriyordum zamanla. Louis'le aramızdaki garip tartışmanın sonrasında gerçekleşen akşam yemeği belki de gerginliğin bir anda sonlanmasına neden olmuştu, en azından rol icabı. Masanın ortasında, birkaç saat önceki gibi birbirimizle konuşma şansımız asla yoktu ve buna sevinmeli miydim bilmiyordum. Çünkü eğer fırsat verilseydi, Louis'e söyleyeceğim çok fazla şeyler vardı.
Dün yine fırtına sonrası sessizlik misaliydi; evde her şey olağandı. Daisy annesiyle ilgileniyor ve Mercedes evin çeken bir yerinde saatlerce düğün ve davetlilerle alakalı telefon görüşmesi yapıyordu. Telefonundaki sesler çok sık kesilip durduğu için en sonunda Mercedes sinirle telefonunu kapattı ve Louis'ten işleri halletmesi adına şehir merkezine indirmesini istedi. Koltukta uzanmış telefonumdaki oyunla zaman öldürürken kulaklarım her zaman olduğu gibi o ikisindeydi. Mercedes'in, üstüne girişteki portmantodan rastgele bir ceket alarak aceleyle çıkması gerçekten bu evin onun canına tak ettiğinin sadece bir göstergesiydi. Louis üstünü değiştirdikten hemen sonrasında aşağıya inip müstakbel eşini göremeyince şaşırmıştı. "Mercedes çıktı mı?" Telefonumdan kaldırmadan başımı hafifçe salladım. Ona bakmasam da bana bir şey söyleyecek gibi etrafına hızlıca bir bakış atışını fark etmiştim. "Sen de gelmek istemez misin?"
Gözlerimi yavaşça onun suratına getirdiğimde, derin bir nefes aldığını gördüm. "Hayır." dedim. O da buna tamam gibi bir basit cevapla karşılayıp kapıdan çıkmıştı.
Bunu benden bekliyor olması hiç adilce değildi. Mercedes'le aramız burada iyi olduğu kadar başka bir yer ve zamanda hiç olmamıştı. Sürekli aklıma getirip durduğum senaryolarda en çok Mercedes'in her şeyi öğrenme durumunda vereceği tepki beni korkutuyordu, başka bir şey değil. Şimdi de benden bunu bekliyor, hatta sadece beklemekle kalmayıp elinden gelen her şeyi yapıyordu. O gün de, sırf ben Mercedes'e rahatça söyleyebileyim diye, beni de çağırmıştı. Başka bir zaman olduğunda, dağdan inerken hiç bana 'gelir misin?' diye sormazdı bile. Bir diğer adil olmamasının sebebi de, o koskoca olgun bir yetişkindi. Bense ikisinin yanında çocuk olandım. Neden böyle bir zor kararı benim yerime verip, benden uygulamamı bekliyordu? Bu çok zordu. Aynı zamanda acı verici. Bir de şimdilerde, Mercedes çok fazla söz konusu olduğundan dolayı vicdan azabım her zamankinden daha fazla tetikleniyordu. Ona karşı iyi davrandığım her zaman, sanki içimi kemiren kötülükler, tüm vücudumu ele geçiriyordu. Aynı şey, Mercedes bana iyi davrandığında da oluyordu.
Louis, benden ilk rica ettiği zaman bunu yapamayacağımdan emindim. Sonra ikna olmak üzereydim. Şimdi ise, o kapıdan çıkıp arabasıyla gittiğinde, bunun benim için imkansız olduğundan yeniden emin oldum. Mercedes'e söylerken kullanacağım kelimeleri bile düşünemiyordum. Öyle bir şeyin hayali, benim için ölüm demekti.
O dakikalardan sonra gerilen vücudum, telefonumda oynadığım oyundan ya da başka bir şeyden zevk almıyordu. Akşam yemeğine kadar oyalanacak başka bir şey bulmuştum ancak, aklımdan hala atamıyordum o endişe dolu düşünceleri. Ona gerçeği söylemek en doğrusu muydu? En doğru olan her zaman en mutlu eden demek değildir. Mercedes öğrenirse ne söyler acaba? Hayata küser mi? Ailesinden nefret ettiği gibi benden de nefret eder mi? Louis'le evlenmekten vazgeçer mi? İkimizi suçlar mı elimizde olmadığı halde birbirimize aşık olduğumuz için? Mercedes, Louis'e aşık olduğunu söylemişti. Ben onun mutluluğuna çomak sokmak istemiyordum, ama bu yolda da benim sonum çıkmaz sokaktan başka bir şey değildi.
"Harry. Sen üniversite başvurunu tamamladın değil mi?" Annemin bu sorusunu ilk başta beklemediğimde dolayı afallamış ve birkaç saniye boyunca anlayamadığımdan suratına aptal aptal bakmayı sürdürmüştüm. Cevap vermeyince elindeki su hortumunu bırakıp tamamen bana döndü. "Tamamladıysan bekletme, hemen yolla."
Aslında, bitirmek üzereydim ama tam da bu zamanlarda bir türlü sonunu getiremiyordum. Özellikle kendimi ifade etme açısından bakıldığında tamamiyle berbattım.
"İnternet yok, nasıl yollayayım şimdi?" Verandanın tahta küpeştesinde oturmuş, gözüken göle bakıyordum. Annemse etrafı sulamayı bıraktığı zaman çeşmeyi kapatmaya gitti.
"Mesela bugün teyzenlerle gitseydin hallederdin hemen." Annem ıslanan ellerini üstündeki gömleğe kurulayıp iki basamak çıktıktan sonra yanıma geldi. Üniversite konusunda tedirgin olması yeni olan bir şey değildi.
"Acelesi yok." Böyle dedikten sonra annem beni de verandadan aldı, böylelikle beraber içeri geçtik. Birkaç dakikalığına bile olsa kafamın dağılabildiğini görmek bazı konulardaki gerginliğimi azaltmıştı. Bu yüzden yine, kendimi odama kapatmak yerine anneme işlerinde yardım etmeyi tercih ettim. Konuştuğu zamanlarda can kulağıyla dinleyip ona karşılık vermeye çalıştım. Dağ evinde genelde annemi kaçış yolum olarak belirlemiş gibiydim. Ne zaman bir sıkıntım olsa, ona anlatmasam dahi beni bir şekilde rahatlatabiliyordu.
Sıradan ve bir o kadar gergin geçen akşam yemeğinden sonra, annem nereye gittiyse ben de onun peşinden gitmiştim. Mercedes ve Louis, gece geç saatlerde gelmişlerdi. Onların geldiği zaman yatmak üzere odamdaydım. Annemin o gün defalarca tembihlemesi üzerine üniversite başvuru yazımı tamamlamıştım. Sadece ilgili yere postalanması kalmıştı.
O gece, masamdan kalkıp yatağıma geçtiğim sırada kulaklıklarım hala yerindeydi. Evden gelen sesleri duymamak ve kendi düşüncelerim arasından beni kurtarması için açtığım müzik, işe yarıyor gibiydi. Sırt üstü uzandığım yatakta tavana bakıyordum. Melodi ve onunla uyumlu sözleri arasında kaybolup geri gelirken, kendimi ve Louis'i gözümün önüne getirmiştim. Çok uzun zaman olmuştu, yüzünü ezberlediğimden beri. Dört saat olmuştu, evinin içinde dolaştığımdan beri. Ve koltuğunda uyuyakaldığımda, kendimi çok güvende hissediyorum. Ve sen battaniye getirdiğinde, yüzümü örtüyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni sevdiğimi söyleyebilirdim ama bunu sesli söylemek zor. Bu yüzden ben de söylemeyeceğim. Ve çok kalmayacağım. Ama sen benim hep ihtiyacım olan yaşamsın. Seni abimmiş gibi görüyorum, her ne kadar kulağa aptalca gelse de. Ve sözler, faydasız araçlardı.
Kulaklığı çıkardığım zaman, halen kendimi Louis'e ait, hiç görmediğim, dolaşmadığım evinin içerisinde düşünüyordum. Hayal kurmak ne kadar da güzeldi. Ama gerçekleşmeyeceğinden korkmak, değil. Bunca olanlardan sonra ona aşık olduğumu itiraf edememiştim ve sonrasında da yapabileceğime dair özgüven bende bulunmayacağına benziyordu. Tekrar tekrar düşündüğümde, belki de odaklanmam gereken tek yer Mercedes'e itiraf etme konusu olmak zorunda değildi. Louis arabadayken, bana söylediklerinin arasında bambaşka anlamlar çıkarabileceğim şeyler de söylemişti. Örneğin, siz evlenmek üzeresiniz dediğimde, konuyu kapattırmıştı 'konuşmaya gerek -bile- yok' dercesine. Bu, mantık evliliği yaptıklarının itirafıydı bir nevi. Geri kalanını neden umursayacaktım öyleyse?
Uyumadan önce hatırladığım düşüncelerim tamamen bunlardan ibaretti. Bu yüzden, o gece rüyamda Mercedes'e her şeyi itiraf ettiğimi görmüştüm. Ona; Louis'e çok aşık olduğumu söylüyordum. Mercedes ise bana büyük bir öfkeyle yaklaşıyor ve sonrasında hiçbir şey söylemeden benden aynı hızda uzaklaşıyordu. Uyandıktan sonra rüyamın, gerçek olmadığına kendimi inandırmam için yataktan hemen doğrulmuş ve tamamen ayılmaya çalışmıştım. Sonrasında ise, kendimi dışarı attım işte. Tıpkı bir uyurgezer gibi.
Dakikalarca o taşın üstünde oturmuş düşünüyordum. Belki yeniden uyuyakalacaktım, gözlerim kendiliğinden kapanır gibi olduğunda, hala ormanın ortasında oturduğumu fark eder etmiş ve kalkıp hızlı hızlı adımlarla eve gelmiştim. Korkuyla titreyen bedenim sanki az önce ne yaptığını bilmezmiş gibi eve girdiğinde, sabahın bir köründe evde çıkardığım seslerden dolayı odasının kapısı aralık olan büyükannemin uykuyla uyanıklık arasında bana kızmasına sebep olmuştu. Nefes nefese atmıştım kendimi yatağıma. Öyle korkmuştum ki, kalbimin hızlı atışları asla geçmeyecek sandım. Neyse ki yorganın altına girmeme bile gerek kalmadan uyuyakalmıştım.
Gerçekten sabah olduğunda, -yani güneşin tepeye daha yakın olup etrafı aydınlattığı saatlerde- uyanmıştım. Üstümden geçmeyen sersemliğe rağmen, evin aşağısından gelen seslerden herkesin benden önce uyandığını anlayabilmiştim. Üstümde kalan siyah ceketi yine bir köşeye koyduktan sonra odamdan çıkmıştım. Kontrolsüzce ve aniden banyonun eşiğinden içeri girdiğim zaman, Mercedes musluğun önünde dişlerini fırçalıyordu. Aynada beni görse de istifini bozmadan işine devam etti. Görmeyeceğini bilerek hızlıca klozete oturdum ben de. Hala tam olarak uyanamamıştım. Mercedes'in kafasına sardığı havludan ve üstündeki bornozdan duş aldığı belli oluyordu. "Günaydın." dediği zaman, geç kalınmışlıkla gülüyordu. Ona karşılık verirken açılmakta zorlanan gözlerimi ovuşturuyordum. Mercedes bana bakarak gülmeye devam etti. "Uyuyamadın mı gece?"
Avuçlarıma yüzüme bastırırken amacım kendime gelmeye çalışmaktan başka bir şey değildi. "Sanırım kabus gördüm." Diye itiraf ettim.
Mercedes lavabo önünde işini hallettikten sonra bana dönmüştü. "İşin bitince odaya gel, olur mu?"
"Pekala." Dirseklerimi dizlerime yaslamış onun kapıdan çıkmasını izliyordum. Kapı kapanma sesinden sonra, depresif halime geri dönebilirdim.
Bu çok garipti. Dün gecenin yarısını zorlukla hatırlayabiliyordum. Sanırım anneme bahsetsem iyi olacaktı. İçimden bir ses, asıl konuşmam gereken kişi Louis diyordu ama, o sesi bastırmayı başarmıştım. Beni bu hale getirip durduğu için ona çok kızgındım. O kadar kızgındım ki, onu affetmemek adına, yaklaşıp da yanağımı ya da omzumu tutmasına izin vermemek için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Çünkü, bana dokunması zaafım haline gelmişti. Dokunurken bana ne derse desin, sorgulamadan ona inanabilirdim.
Tuvaletten ayrılıp koridorun sonundaki onlara ait odaya adımlarken, Louis'in de içeride olması ihtimaliyle daha şimdiden gerilmiştim. Kapıyı tıklar tıklamaz Mercedes'in içeriden gelen 'gir' komutuyla, kapıyı aralayarak odaya girmiştim. Yatağın ortasında otururken artık üstündeki bornozu yerine gündelik giydiği rahat kıyafetlerinden biri vardı. Saç havlusunu omuzlarına atmıştı ve elindeki tarakla yavaş ve özenle saçlarını tarıyordu. Ben girince bana dönüp hemen gülümsemişti. "Hadi saçlarımı ör."
Ona belli etmeden iç çektim ricasıyla birlikte. Ses çıkarmadan yatakta oturduğu yerin arkasına geçtiğimde, uzun saçlarının hepsini arkaya doğru vermişti. Tarağı ondan alıp yavaşça tekrarda taramaya başladım. Saçları çok güzel gözüküyordu ıslakken bile, ayrıca şampuanın kokusunu da sevmiştim. Hangisini kullanıyordu acaba? "Anlat bakalım ne gördün? Rengin atmış resmen."
"Tam olarak hatırlamıyorum," diye yalan söyledim. Elimdeki saçlarını örmek üzere üçe ayırırken Mercedes sabırsızca kafasını oynatıyordu. "Kıpırdamasana, düzgün olmayacak." Mercedes mızmızlanınca, bu beni istemsizce güldürmüştü. "Aslında, hatırladığım kadarıyla; başıma kötü bir olay geliyordu ve sen bana sırtını dönüyordun." Birazını değiştirerek anlattığım zaman, tepkisini merakla bekliyordum.
"Her zamanki gibi pislikleşmişim." Mercedes şakayla karışık gülse de ciddileşmiştim. Ses çıkarmadığımı görünce, Mercedes yine dönerek bana bakmaya çalışmıştı. Islak saçları elimden kayıp gidince tepki vermeden ona baktım. Ellerim havada kalmıştı. "Şaka yapıyorum... Tanrım, çok mu etkiledi bu rüya seni?"
Nefesimi sesli bir şekilde verdiğimde, hala ona cevap olarak ne söyleyeceğimi düşünüyordum. "Hayır, pek sayılmaz. Sadece eski zor günleri hatırlattı."
"Özür dilerim." Dean dayımların geldiği zamanlardan bahsettiğimi anlamasıyla bedenini tamamen bana çevirip sıkıca sarılmıştı. Birden, Mercedes tarafından kucaklanmak ve gerekmediği halde onun benden özür dilemesi, olanlardan ve özellikle rüyalardan sonra beni ilk kez ağlamaya çok yaklaştırmıştı. Tam tersi olmalıydı. Ben ondan özür dilemeliydim. Louis'le ikimiz, özür dilemeliydik. Şimdi, teyzemin kollarında ağlasam beni kim rahatlatabilecekti ki? Ama kendimi tuttum. Ağlamamak için titreyen dudağımı sıkıca kemiriyordum. Louis odaya girdiğinde, göz ucuyla ona baksam da bedenimi yerimden kıpırdatmadım. Mercedes odaya gelen müstakbel eşine baktıktan sonra tekrardan bana döndü. "Şimdi daha iyi hissediyor musun? Beni affettin mi?"
"Sorun değil." Onun duyabileceği şekilde mırıldandıktan sonra kollarından ayrıldım. Mercedes eski yerine geçmeden önce yanağımı hafifçe okşadı. Tüm süre boyunca odanın içerisindeki sandalyeye oturmuş bizi izleyen Louis'e bakıyorduk teyzemle. "Hadi, düzgün öreceğim bu sefer."
Mercedes, tamamen moralimi düzelttiğimi sanarak mutlu olduğunda, bunu hemen önüne dönerek belli etmişti. Tekrardan saçlarını tutan ellerimin stresle titrediğini fark ettim o an. Yine de belli etmeden ve ses çıkarmadan başladığım örgüye devam ettim. Mercedes yatakta önümde otururken dizlerini karnına çekti. Ona bu konumdan baktığım zaman, sanki yaşıtım olan bir arkadaşımmış gibiydi. "Sana Daisy mi öğretmişti saç örmeyi?"
"Hayır, Linda." diye düzelttim. "Örmem için hep benden isterdi okul teneffüslerinde."
Teyzem oturduğu yerde hafifçe sallanmaya başladığında göz ucuyla Louis'e bakmıştım yeniden, halen sessizce bizi izliyordu . "Onu da çağırsana düğüne." Teyzem, Linda'yı tanıyordu. Ona e posta attığım zamanlarda bana 'arkadaş edindin mi' diye sorduğu zaman anlatmıştım ilk kez. Ancak son olanları -son iki senede- bilmiyordu çünkü anlatacak kadar teyzemle iletişime geçememiştik bir türlü.
"Artık arkadaş değiliz." Söyledikten sonra hafifçe gülsem de, Mercedes'in yaptığı abartılı şaşırma ifadesi daha da çok gülmeme sebep olmuştu. "Ne oldu peki? Neden küstünüz?"
Örgüsü bittiğinde, elinde beklettiği tokayı alıp saçlarının ucuna doladım birden fazlaca kez. O zaman, dakikalardır dizlerimin üstünde durduğum için yorgunlukla yataklarına bıraktım kendimi. "Üçüncü sınıfta bana aşık oldu."
"Çok üzüldüm kız için." Teyzem yataktan kalkıp dolabın üstüne yerleştirilmiş aynada saçına bakarken, Louis'in belli belirsiz üzerimde tuttuğu bakışlarına takılmıştım. Teyzemin yanında bana böyle bakması beni artık daha fazla geriyordu. "Çok güzel olmuş." Mercedes gülümseyerek yanıma geldi ve yanağıma bıraktığı teşekkür öpücüğünden sonra bana tekrardan sarıldı.
"Bir dahakine istersen ben de örebilirim Mercedes." Louis saç örgüsünün nasıl yapıldığını bildiğini söylerken gülümsüyordu. Mercedes, bunu duyunca şaşırmıştı, tıpkı benim gibi. Aslında bunda o kadar da tuhaf bir şey yoktu. Sadece, belki ona karşı biraz yine kolayca yumuşamıştım. "Harry dün gece kabus görmüş." Teyzem, ona söylediğim şeyi ağzında bile ıslatmadan Louis'e söylediğinde, kaşlarım ufak da olsa sinirle çatılmıştı. Daha fazla devam etmesini istemediğim için kolunu sıktım. "Harry, Louis rüyalarla ilgili çok iyi analizler yapıyor."
"Sonra yapsın. Şu an istemiyorum." Çocuk gibi teyzemin kulağına doğru mızmızlandığımın farkındaydım. Ama Louis'in karşısında yeterince küçümsenmiş hissetmiştim. Şimdi, rüyamı da eğer anlatırsa Mercedes'e itiraf etmekle ilgili korkularımı ona çaktırmış olacaktım. Bu yüzden bunu hiç ama hiç istemiyordum. "Daisy de Harry'nin şu aralar moralinin çok bozuk olduğundan bahsetti." Mercedes, Louis konuşurken ona dönüktü. Söyledikleriyle, bu evde neden benden başka sır saklayan yok diye yakınıyordum içimden. "Sanırım gerçekten bir şeyler yapma vakti geldi." Mercedes, söz bitiminde bana döndüğünde yüzü heyecanla gülümsüyordu.
"Zirveden ayrılmak istemiyorum." İkisinin de hevesini kursağında bırakacağımı bilerek, oturduğum yerde arkama yaslandım. Hala onların yatağında oturmanın verdiği garip gerginlik bir türlü benden ayrılmamıştı. Yine de ses çıkarmadım. "Sadece," dedim. "başvurum için internet ve bilgisayara ihtiyacım var. Onun için inmem şart sanırım."
"O zaman, siz bugün gidip halledin. Louis'le baş başa konuşmak eminim seni rahatlatacaktır. Çünkü o gerçekten bu konuda en iyisi." Mercedes saçlarımı karıştırdıktan sonra yataktan kalkmıştı. Söylediği cümleyle, kendimden utanmıştım çünkü müstakbel kocasının neyde en iyi olduğunu ondan daha iyi bildiğime emindim. Ben de oturduğum yerden kalkınca, Mercedes Louis'e bir şeyler fısıldamış ve sonra odadan çıkmıştı. Kapının kapanmasıyla tekrardan derin bir nefes aldım ve Louis'ten gözlerimi olabildiğince uzak tuttum.
"Kahvaltıyı istersen aşağıda yapabilirsin. Seni güzel bir yere götürürüm." Konuşurken elini omzuma koydu. Aşağıdan kastının zirveden aşağısı olduğunu biliyordum. "Sonra üniversite başvurunu hallederiz. Olmaz mı?"
Ona bakarken, bana böyle davranmayı ne zaman keseceği hakkında sorular sormak ve ağzımdan çıkan sözleri bağıra bağıra söylemek istiyordum. Ama sadece gözlerine baktım. Eli hala omzumu tutuyordu ve ben de daha acısını ve zorunu kaldırabileceğimi sorguluyordum.
Sorusunu bu sefer yanıtsız bırakarak odama gittiğimde, bunun sebebi vereceğim cevabı bilmiyor olmamdı. Louis'le beraber aşağıya inme konusunda emin olamıyordum. Yolda yine tartışabilirdik ve beni üzecek yeni şeyler söyleyebilirdi. Bunları ne kadar kaldırabileceğim konusu da meçhuldu. Sadece, kötü bir kabustan sonra uyurgezerken uyanmıştım ve bunun bedelini yaşıyordum bugün. Gün bitimine kadar rahat bırakılmak, benim için en iyisi gibi gözüküyordu. Ancak, Mercedes bir saat bile geçmeden odama geldiği zaman, masamda oturmuş defterime saçma sapan şiirlerimden birini yazıyordum. Onun geldiğini duyar duymaz defterimi kapatıp ona dönmüştüm. "Seni böyle canı sıkkın görmeye dayanamıyorum. Konuşmak istemez misin Harold?"
"Bilmiyorum." diye yanıtladım. Mercedes dağınık yatağımı öylesine düzeltip oturduğunda ikimiz de birbirimize bakıyorduk. "Sen de canın sıkkın olduğunda bana anlatmadın sonuçta." Sandalyemde ayaklarımı sallarken söylediğimde, Mercedes bunu beklemediği için kaşları şaşkınlık içerisinde yükseldi.
"Pekala," diyerek mırıldandı. "Ne anlatmamı istiyorsun?" Beklemeden sorusuna ekledin. "Ya da hangi birini? Sana ya da başka birine anlatmak sadece üzülen kişinin sayısını arttırıyor." Sona doğru acı dolu gülümsemesi, içimi tamamen karartmıştı. Bakışlarımı ayaklarıma çevirdim.
"Hiçkimseye anlatamayacağın çok büyük bir sırrın oldu mu hiç?" Sorumla heyecanlanan kalbimi, nereye saklayacağımı düşündüm.
Mercedes hemen gülümsedi. "Her zaman."
"Nasıl dayanıyorsun öyleyse?" Üzgünce ona bakarak sorduğumda, Mercedes yanına gitmem için yatağımın üzerine hafifçe vuruyordu eliyle. Bekletmeden adımlarımı onun yanına götürdüm. Oturup omzuna yasladığım başımı, o hiç vakit kaybetmeden kucağına yönlendirmişti.
"Buna mecbur kaldığında, başka çaren de olmuyor."
O haklıydı, ben buna mecburdum. Bu büyük sırrı saklamaya, saklamanın getirdiği ağırlığa ve acıya katlanmaya, sesimi çıkarmamaya mecburdum. Hiçbir çarem yoktu bundan farklı. Bu, çare bile sayılmazdı. Tek bir şart vardı. İşte, şu an içinde bulunduğumuz bu durum, özetle hayatın şartlarından başka bir şey değildi. O kadar uzun, karanlık ve tehlikeli bir yoldu ki hayat. Siz yaşarken uzun gelirdi ancak en sonunda dönüp baktığınızda, aslında kısacık olduğunu fark ederdiniz. Çünkü her zaman, ilk kez gittiğin bu yol, hiç bitmeyecek sandığın için uzun gelirdi. İkinciye gidişinin ihtimali olsaydı, hangi yolda ne çıkacağını bildiğin için kısacık gelecekti muhtemelen, ama hiçbir zaman ikinci bir şans olmazdı. Hayat, buydu, şartlardan ibaretti. Onun dizlerinde yatıp anlattığı o çocukluktan başlayan ve hayatının ilk aşkıyla devam eden hayat hikayesini can kulağıyla dinlerken, çok duygulanmıştım. "Bu çok garipti," diye devam etti. "Aldığım gelinliğin çok benzerini yıllar önce, hatta neredeyse 7 sene önce giymek için can atıyordum."
Bana anlattığı kendi hayatıyla ilgili hikayesini daha önce hiç onun açısından dinlememiştim, bu yüzden ilk kez duyduğum şeyler farklı yönden düşünmemi sağlamıştı. Artık, gerçekleri öğrenmiş gibi hissediyordum. Kafamın köşesinde yer etmiş büyükannemin ve Daisy'nin söyledikleri tamamen havalanıp gitmişti o anlardan sonra. Onu gözlerim dolu dolu dinlemiştim ve anlatmasının bittiğini fark etmemle hemen silmiştim yüzümü. Mercedes, ailemden annemden sonra gelen en sevdiğim ikinci kadındı artık benim için. Aslında oldum olası öyleydi.
"Peki ya, Louis'le nasıl tanıştınız? Onu da anlatsana." Ona aşağıdan bakarken tedirginlikle dudağımı ısırıyordum. Mercedes gülümseyerek çenemi tuttu.
"Onu da başka bir gün anlatırım, söz." Yatakta oturur pozisyona geçtikten sonra ona sıkıca
sarıldım. Benimle konuştuktan sonra daha iyi hissettiğim kesindi, hastalıklı düşünceler bir süreliğine peşimi bırakmıştı. İçimde yeniden umut denen hissiyatın geldiğini hisseder gibi olmuştum. "Ayrıca, seni bir daha yüz üstü bırakmayacağım. Ne rüyanda, ne gerçek hayatta. Ne olursa olsun."
Mercedes'le sevgi ve samimiyetle dolu konuşmamızdan sonra, elimden hiç bırakmayarak, terk etmekte zorlandığım odadan beni çıkartmayı başarmıştı. Bana hazırladığı ekstra garip sandviçi yerken, onun bu kadar eğlenceli oluşuna yine hayran kalmıştım. Belki de, moralimi düzeltmeyi bu kadar çabuk başardığı içindi. Aslında, buna bile üzülsem yeriydi. Ama o an, bunları bir şekilde boş vermeyi başardım.
Büyükannem, Daisy ve Louis mutfak tarafındaki balkonda otururken biz de yanlarına gitmiştik. Hava çok güzel olduğu için büyükannemin ruh hali fazlasıyla iyiydi, masanın üzerindeki sudokuyu çözmekle uğraşıyordu. Daisy ise işlerinden vakit bulup oturabildiği için mutlu gibi gözüküyordu. Louis de yuvarlak masanın diğer bir ucunda oturmuş sigara içerken elindeki deri kaplama defterinden bir şeyler okuyordu. Mercedes'le bizi gören herkes başını kaldırmıştı hemen. Boştaki sandalyelere oturduğumuz ilk anda, büyükannem en büyük kızından kahve demlemesini isteyince Daisy'nin iç çekişi herkesin kulağında yankı yapmıştı. Onu düşündükçe, en az onun kadar ben de yorgun hissediyordum. Neyse ki, annemi kurtaracak ahizeli telefonun sesi duyulmuştu dağ evinde. Annem hemen bakacağını söyleyerek içeri geçtiğinde, gözlerimle onu takip etmiştim. O telefon bundan önce çaldığında, arayan kişi Mercedes'ti ve Louis'le evleneceği haberini ilk kez o gün öğrenmiştik. Zamanda geriye gittiğimde, içimde oluşan garip burukluktan hızla kurtulup Louis'in elinde tuttuğu deftere baktım. Ne kadar da güzeldi kahve rengindeki deri kaplaması.
"Anne! Amcam arıyor!" Büyükannem, haberi duyunca hemen ayaklanmıştı ve o da içeri gitmişti. O gittikten sonra, masada üçümüz kalmıştık. Mercedes masanın altından ayağıyla Louis'i dürttüğünde, gözü ikimizin üzerindeydi. "Ne yapıyorsun?"
"Hesaplama." Louis kısaca cevapladıktan sonra defterini tamamen kapatmıştı. Büyüklerin etrafta olmadığını görünce belki de saatlerdir içmediği sigarasını yakmak için fırsat bulmuş gibiydi. "Siz neredeydiniz?"
"Harry'le dertleştik biraz. Ona hayatla ilgili gerçekleri anlattım." Teyzem söylediğinde, onu başımla onaylamıştım. Louis tepki vermeden sigarasını içerken yüzündeki tavırdan şaşırdığı belli oluyordu. "Böylece, artık o da bana çekinmeden anlatabilecek."
Mercedes kolunu omzuma sardığında beklenmedik şekilde söze atıldım. "Aslında, kabus yüzünden değil. Beni korkutan şey dün uykumda kalkıp dışarı çıkmamdı. Uyandığımda ormanın ortasında bir taşın üzerinde oturuyordum. Saat sabah bile sayılmazdı." Aklıma tekrar gelince korkuyla irkilen vücuduma iyice sarıldı Mercedes. Söyleyeceği şeyi ikimiz de merakla bekliyorduk.
"Daha önce uyurgezer olmuş muydun?" Louis, birkaç saniye sonra oturduğu sandalyede dikleşmiş, bana bakıyordu sorusunu yöneltirken. Ona çocukken geçirdiğim garip uyurgezer anılarımı anlattım. Mercedes de tıpkı Louis gibi bunları ilk kez duyduğu için endişelendiğine dair cümlelerini söylemekten geri kalmıyordu. Louis'in teşhisi hemen koyabileceğini ben de biliyordum. Özellikle de olanları biliyorken. Ama Mercedes burada olduğu için söyleyeceklerini, tıpkı benim gibi seçmek zorundaydı. "Kafanı takıp durduğun bir şey olmalı. Kabusun neyle alakalıydı?"
O an, karnımdan yukarıya doğru gelen garip hissiyatı bastırma ihtiyacıyla sertçe yutkundum. Sorusuyla kasılmıştım. Mercedes anladıysa diye çok korkmuştum. Teyzeme döndüğüm zaman, gözleri dışarıya dalmıştı. "Benim onu yüz üstü bıraktığımı görmüş." Benim yerime cevaplamıştı, ses tonu dikkat çekici bir şekilde sakindi. Bense yanında gerginlikle beraber kafayı yemek üzereydim. Mercedes tekrar konuşmadan önce hafifçe gülmüştü ve gözlerimin ona karşı fazlasıyla açılmasına neden olmuştu bu. "Neden sana sırtımı döneyim ki, Harold? Bir şey mi oldu? Hala Dean meselesini kafana takıyor olamazsın, değil mi?" Başını birden bana çevirince, hemen başka tarafa bakmak için yönelmiştim. Tahta zeminin üzerindeki ayaklarıma kadar kasılmıştım. Birkaç dakika daha sürerse bu işkence, yanlarında korkudan ve gerginlikten dolayı titreyebilirdim.
"Bilemezsin, Mercedes." Louis beklemediğim bir anda araya girdiğinde, göz ucuyla ona baktım. "Şu an hala o korkuyu yaşıyor, görmüyor musun? Uyurgezerken uyanmak çok ciddi sorunlara neden olur." Louis ayağa kalkıp yanıma gelmişti o saniyelerde. Ne yapacağını beklerken Mercedes sıkıntıyla nefesini verdi. "Bilmiyorum ve anlamaya çalışıyorum ben de Louis. Benim yüzümden travma geçirmesini kaldıramam."
Mercedes'in sesi sonlara doğru kaydığı zaman tüm bunlara son verilmesini isteyen iç sesim, neredeyse ellerimle kulaklarımı kapatmamı sağlayacaktı. Louis'in omzuma kondurduğu elinden sonra Mercedes ikimize bakıyordu. "Mercedes." diye uyardı. "Ona şu an daha çok zarar veriyorsun."
Önümde tartışmalarına sebep olmuştum ve tıpkı korktuğum gibi olmuştu. Louis, müstakbel eşine karşı beni savunurken Mercedes'in suratı tamamen düşmüştü. Louis'e attığı sert ve fevri bakışları öyle yoğundu ki, bakışları altında ben ezilmiş hissediyordum önce. Birkaç saniye süren bu an, hiç bitmeyecek gibi gelmişti. "Sorun değil." Dudağımı endişeyle kemiriyordum. "Söyledim ya, uyurgezerken uyandığım için oldu." Cümlelerim sadece, kaosun büyüklüğünü arttırıyor gibi duruyordu. İkisi de gergin suratlarla birbirine bakıyorken arada kalmış gibi hissediyordum ve bu o kadar garipti ki. İkisi de benim ruh sağlığım için atışıyordu ama aynı zamanda bozuk olmasının nedeni de onlardı. Ne ironi ama.
"Gel, Harry." Louis kalkmam için geri çekildiğinde ona dönmüştüm. Gözlerini en sonunda Mercedes'ten çektiğinde bana ilişmişti. "Öğlen uykusu sakinleştirir." Kalkarken teyzeme baktım. Bıkkın bir şekilde nefesini verirken başını sallıyordu.
"Louis'i dinlemelisin. Eminim kabuslarını önler."
Masadan kalkmadan önce bana söylediği son söz bu olmuştu. Ben mutfak kapısından içeri girdiğimde, Louis hala balkonda masa tarafında kalmıştı ve Mercedes'e kısık sesle bir şeyler söylüyordu. Duymak üzereyken ne zamandırdan beri içeride oturduklarını düşündüğüm Daisy ve büyükannem tüm dikkatimi dağıtmıştı. Merdivenlere geçmek üzere yanlarına gittiğim zaman duyabilmiştim konuştukları şeyleri. Annemin söylediğine göre uzaktan bir akrabamız ölmüştü ve birkaç gün içerisinde yapılması planlanan cenazeye kara kara nasıl gideceklerini düşünüyorlardı. Onları aşağı katta bırakıp odama çıkmıştım çok geçmeden. Yatağıma henüz uzanıyordum ki, Louis'in odaya girmesiyle ciğerlerimdeki nefesleri tazelemekle uğraştım. Yenilerine hep ihtiyacım oluyordu çünkü.
"Harry." İsmimi söyleyerek yatağıma oturdu. Eli üstümdeki pijamanın kol kumaşında dolaşıyordu. "İyi misin?"
Başım hala yastığımın üzerindeyken ona bakmaya devam ettim. Hiç düşünmeden konuştum. "Bunu yapmamaya karar verdim. Buna mecburum." Fısıldadığım saniyelerde bunu bir anda söylememi beklemiyor olacaktı ki, sözlerimle ağzı hafifçe aralandı. Kaşlarının arasındaki bölge, birazcık kırışmış bir şekilde bana bakmaya devam etti bir süre.
"Bu konuyu kapatalım. Hatta," devam etmeden önce derin bir nefes aldı. "Böyle bir şeyi senden beklemem hataydı. Omuzlarına taşıyamayacağın bir şey bıraktım. Özür dilerim." Yattığım yerde, o da bunların kabulünü itiraf ettikçe, kabuğuma çekilircesine bacaklarımı iyice karnıma çektim. Kolumda gezinen elleri sırtıma indiği zaman benim rahatlamam için destek verdiği anlaşılıyordu. "Şunu bilmelisin ki, birkaç gün sonra aramızda gerçekleşenlerin üstünü kapatıp hiçbir şey olmamış gibi yaşamak istemediğim için bunu istedim senden." Sözleri bittiğinde, gözlerim kendiliğinden ona çevrilmişti. Yine beni çok mutlu edecek cümleler sarf ediyordu. Berrak olmayan bir suda onun kancasına takılmamak benim için çok zordu. Ama kendimi tuttum. En azından bir süreliğine.
"Sana artık inanmıyorum." diye mırıldandım. O zaman, yüzündeki ifade tamamen başka bir şeye çevrildi. Şaşkınlıktan daha çok, üzgün gibiydi. Hayal kırıklığı gözlerinden okunuyordu.
"En başında sana dediğim şeyleri hatırlıyor musun?" Başımı salladığım sırada, yanağıma uzanan ellerini gördüm. Onun gibiydim ben de, o beni öpmeyi reddetmeyi denese de, başarılı olamamıştı. Ben de beni okşamasını geri çeviremiyordum hiçbir zaman. "Bunları geri almak istemediğimizle alakalı söylediğim şeyleri de hatırlıyor musun?" Parmak uçları yüzümü severken gözlerim tekrardan kapanmıştı. Sorularına hafifçe kafamı sallayarak cevap veriyordum. "Seni bu kadar üzgün görmeye dayanamıyorum." Fısıldayarak bana yaklaştığını gözlerimi sıkıca kapattığım halde anlayabilmiştim. "Üzülmene neden olmaya da." Ona, beni gerçekten iyileştirebilecek tek kişi olduğunu itiraf etmek istiyordum. Gerçekten buna ihtiyacım olduğunu da. Kolları tarafından sarıp sarmalanıp, o konuşurken ve beni iyileştirirken sessiz kalmayı istiyordum. Gözlerimden kayan yaşlara engel olmasını, ilk saniyede parmaklarının ucuyla onları yanaklarımdan alıp götüremsimi. Onun en değerli ve en önemli varlığıymışım gibi davransın istiyordum.
"Söylemek zorunda değilsin." Omzumu tutan ellerinin yanına, yüzünü boynuma doğru yaklaştırmıştı bana fısıldarken. "Bana inanmasan da, seni iyileştireceğime söz veriyorum." Gözlerim, onun mavilikleriyle ilk buluştuğu andan itibaren kalbim deli gibi atıyordu. "Söylemem gerekiyor ki, endişelerinin birçoğu yersiz. Mercedes sana asla bu yüzden sırtını dönmez." Tam bu konuyu konuşmak istemediğimi mırıldanıyordum ki konuşmaya devam etti. "Korkularını biliyorum Harry. Sen belki bana hepsini anlatmaya ihtiyaç duyuyorsun ama. Hepsini geçirebileceğimi biliyorum. Sen de bil. Tüm bu yaşadığın stres, kabus ve uyurgezerlik, geçici." Kalkmama yardımcı olduktan sonra bana sıkıca sarıldı. Kollarında sakinleşmeyi denedim. "Ya sen?" sessizce mırıldandım. "Sen ve sana duyduğum bu yoğun aşk da geçici mi?"
Başımı omuzlarından çekmeden elimi buldu. Parmakları, benimkilerin arasından kayarken avuçlarımız birbirine yaslanık duruyordu. Elimi sıkıca tuttuğu zaman ona bakma ihtiyacıyla yanıp tutuşmuştum. "Bunu sadece sen bilebilirsin. Benim sana olan hislerimin süresini de ben." Ona bakarken gözlerimin dolduğunu, dolmasa bile kızardığını biliyordum. Bana olan hislerini ikinciye itiraf edişini, benden saklamamasını kaldırmak halen çok zor geliyordu. İçimden geçenleri ona söyleyebilseydim, dudaklarımdan sana inanmıyorum cümleleri çıkardı. Beni yatağıma tekrar yatırdıktan sonra hala başımdan kalkmamıştı. Gözüm, kendiliğinden hareketlenen odamın kapısına gittiğimde içeri adımlamadan eşikte durup bizi izleyen Mercedes'i buldu. O an, nutkum tutulmuştu. Daha önce gelme olasılığı bana panik atak bile geçirtebilirdi. "Çocukluk ve genç halimi hatırlatıyorsun bana."
Louis'in yaptığı itirafa tam olarak dikkatimi verememiştim bile. Mercedes, kollarını birleştirmiş bizi izlemeye halen devam ederken Louis'in onu duyup duymaması konusunda şüphelerim vardı. "Biraz uyu. Sakın korkma. Tamam mı? Hepimiz buradayız."
Yatağımdan kalkıp üstümdeki örtüyü göğsüme kadar çekmişti. Ağzım düğünlenmiş gibiydi, tek kelime edemiyordum. Louis kalktıktan sonra Mercedes'i görmüştü sonunda. Ama hiç şaşırmamıştı. Yanından geçip gittiğinde, onu takip eden Mercedes, her şeyi anladığı konusundaki kuşkularımı bir süreliğine beraberinde götürmüş gibiydi.
Birkaç dakika öncesinde gerçekleşenleri anlamaya çalışıyordum. Mercedes'in bizi izlerkenki tepkilerini özellikle dikkat etmiştim. Onun suratında şaşırmaktan daha çok, oğullarını uzaktan izleyen bir anne ifadesi oluşmuştu. Sanki ne yaptığımızı kontrol etmeye gelmişti ve şaşırtıcı bir şey bulamayınca, gitmişti. Louis söylemiş olamazdı. Mercedes belki de çoktandır biliyordu diye korku kaplamıştı şimdi de içimi. Nefeslerimi alırken vücudumdan bir türlü geçmeyen titreme, bunun nasıl geçeceği konusundaki endişelerimle beraber yataktan kalkmıştım. Odalarına girdiğim ilk anda, kafamda dönüp duran cümlelerle onlara bakıyordum. Odalarına aniden girerek konuşmalarını böldüğüm için, ikisinin de ağzı açık kalmıştı. Birkaç saniye sonrasında artık ikisi de bana bakarken gözlerinden okunan 'çıkar ağzındaki baklayı' ifadesi beni sadece daha da çok germişti. Bu kararı vermeme neden olan çok şey olmuştu. Öncelikle, teyzemi çok seviyordum. Aynı zamanda Louis'e çok aşıktım. Benim için basit bir ergenlik hevesinden çıkalı çok oluyordu. İkincisi ise; teyzeme karşı yalan söylemek beni her geçen gün yaralıyordu. Hatta bu yaralar o kadar büyümüştü ki, artık kabuslara dönmüştü ve kabuslarım da daha beter hallere. Artık her karşı karşıya geldiğimizde dizlerimin bağı çözülüyordu ve bayılacakmış gibi oluyordum. Ya da tıpkı o andaki gibi tir tir titriyordum. Louis'e söylemekten vazgeçtiğimin kararını açıkladıktan hemen sonra, odalarına gelmiştim. Benim kadar gerilmese bile, yüzünden stresi okunabiliyordu.
"Ne oldu Harry?" Louis sorduğunda ona değil, Mercedes'e bakıyordum.
"Teyzemle baş başa konuşmam gereken bir şey var." Sonunda sözler dudaklarımdan akıp gittiğinde, vücudumdan salınan endişelerinin haddi hesabı yoktu. Paçamdan oluk oluk aktığını hissediyordum.
Mercedes'e her şeyi itiraf etmemde uyurgezerliğe başlamış olmamın payı büyük gibi görünse de aslında bu benim içime sığmadığını bildiğim bir şey olmuştu en başından beri. Her zaman kafamın bir köşesinde bulunan, gelmesinden korktuğum büyük bir andı. Louis odayı terk ettiği zaman, sonunda Mercedes'le baş başa kalmıştık ve o, ağzımdan çıkacak sözleri dikkatle bekliyordu. Yüzü benimki kadar gergin olmasa bile, bir şekilde gerildiğini biliyordum. Onun aptal olmadığını biliyordum, şimdiye kadar bir şeylerden Louis'le aramda olabilecek şeyleri sezmiş olabileceği aklımın ucundan geçenlerden sadece biriydi ama, çoğu zaman bunu da reddederdim. Karşısında durmuş, söyleyeceklerimi tekrar tekrar tartarken, olayların buraya kadar gelebilmiş olmasına şaşırmadan duramıyordum. Bu acı dolu bir şaşkınlıktı.
Gelgelelim ki, Mercedes'in ben söyledikten sonra verdiği tepki ne olursa olsun, sonrasında düşündüğüm zaman bunun en mantıklı adım olduğunu fark edecektim. Çünkü büyük bir bulmacanın içindeydik ve Mercedes elinde en önemli parçayı, hatta anahtarı tutuyordu. Ona söyledikten sonra gelen büyük anlamda vicdan azabı akabinde güzel şeyleri doğurabilirdi. Ama o an mutlu edecek şeylerdi bunlar. Sonrasında bakıldığında, tıpkı Louis'le geçirdiğim günler esnasında mutluyken aslında o günlerin bitmesine üzülmem gerektiği gibiydi. Zamanı öyle ya da böyle harcıyorduk ve birkaç hafta sonra, bu dağ evinde üçümüzden hiçbiri olmayacaktı. Evin eskitme tahtalarında çıkardığımız ayak seslerimiz, odalarını dolduran varlığımız, yatak çarşaflarına sinen kokumuz duvarlarında yankı yapmadan kaybolan sesimiz; hepsi silinip gidecekti. Bunu biliyordum. O zamansa bilmediğim tek şey, Louis'e olan hislerimin devamlılığıydı. Bunu hep merak ediyordum; bu kapıdan çıkıp zirveden indiğimizde, Louis aileden biri olduğunda ve Mercedes onun nüfusuna geçtiğinde dahi ona hislerim devam edecek miydi? Devam etmeyecek diyemediğimi biliyordum yalnızca.
Bir diğer emin olduğum şeyse, zor adımlar atılmadıkça, zor kararlar verilmedikçe bir sonraki aşamaya asla geçemezdin. Ben de, nereden geldiğini bilmediğim özgüvenle, o zor adımı atmış, benim için imkansıza yakın kararı vermiştim. Mercedes'e her şeyi itiraf etme kararını. Bundan sonra parçaları tamamlayacak, akıldaki neredeyse tüm soruları ortadan kaldıracaktım. İtiraf etmeliydim ki, tüm sorular ortadan kaldırılınca daha mutlu olacağımı sanıyordum. Ama bu büyük bir yanılgıdan başka bir şey olmayacaktı benim için. Louis ve Mercedes'in arasındaki sırı öğrendikten sonra bunu anlayacaktım. Artık o koca büyük sırrın ağırlığı, zirvedeki üç kişinin omuzlarındaydı.
Y/n: bu bölüm 5k, inanabiliyor musunuz?? Çünkü önceki yazdığım bölüme çok içerlenmiştim. Eğer bölümü okurken bu ne son gelmez bölüm diye düşündüyseniz, sizi canı gönülden kutlarım bu nota kadar geldiniz... Birkaç bölümdür aşırı stresli ve gergin gidiyor, belki bu bölümden sonra her şeyi cidden anlamış olacağınız için sevinirsiniz -umarım-
Yeniden oluşan fikir ya da teorileriniz varsa yine ben çok merak ediyorum, bazen gerçektrn çok yaklaşıyosunuz ve tahminde bulunmak için son şansınız olduğunu da hatırlatıp gidiyorum. Yorum yazan ellerinizi ve bu 5klık koca bölümü okuyan gözlerinizi öpüyorum 😘
not: hikaye içerisinde geçen ve multimedia'daki şarkı ismi: futile devices
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top