Bölüm 19 - Gelinlik

Saatin akrebi tam iki rakamının olduğu yerde durunca, doğumhanede yeni bir bebeğin ağlama sesi eklenmişti.

Büyükannemin ve diğerlerinin söylediğine göre doğumu en zor gerçekleşen bebek Mercedes olmuştu. Neredeyse dört buçuk saat süren tüm işlemlerden sonra, büyükannem son çocuğunu ve üçüncü kızını kucağına alabilmişti. Kalan beş çocuğundan ise sadece Daisy'si yanındaydı. Annem Mercedes'i ilk gördüğünde ondan daha güzel bir bebek görmediğini itiraf etmiş annesine. Annesi ise, sadece çok yorgun olduğunu söyleyebilmiş. Birkaç saat sonra doktor odasına girip de gerçekleri tek tek su yüzüne çıkarttığında, büyükannem ve bebek Mercedes'in arası o andan itibaren açılmaya başlamıştı belki de.

Büyükannem, daha karnındaki Mercedes doğmadan önce ona ısınamamıştı belli ki. Grace ve Dolares ikizlerinin doğumundan sonra yeni bir bebeğe veya cerrahi bir operasyona asla diyorken, 35'ini bitirmek üzereyken yeniden hamile kalması onu çok korkutmuştu. Çünkü doktorlar, yeni bir bebeği vücudunun taşıyamayacağı hakkında onu uyarmıştı. Mercedes bu dünyaya, büyükannemi dert ve tasaya boğmak için gelmişti. Büyükannemin küçük kızıyla ilk anlarından itibaren bunu düşündüğü ama itiraf edemediği belliydi. Son doğumdan sonra odaya gelen doktor, ona bir daha doğum yapamayacağını söyleyip başına gelecek diğer sıkıntılardan bahsettiği anda, büyükannemin düşündüğü tek şey kendisiydi. Daisy'nin kollarındaki birkaç saat önce doğurduğu kızı, Mercedes değil.

Büyükbabam aile üyelerinin hayatlarına çok az müdahale ettiği gibi, çocuk sayısının artmasıyla eve de artık neredeyse hiç uğramaz olmuştu. Büyükannemle o ikisi evlendiği zaman askeri rütbesi henüz yüzbaşıyken, yıllar içerisinde giderek yükselmiş ve koskoca bir albay olmuştu. Eve gelen paranın artmasının yanında soyadlarına gelen saygınlık sayesinde, evdeki hiçkimse söylenmiyor, aksine herkes mutlu oluyordu. Sonuçta beş çocuk da, her zaman arkalarında sapasağlam duran babalarının olduğundan emindi. Mercedes hariç.

O, babasını yıl içinde iki elin parmaklarını geçecek kadar görmediği halde ona çok düşkündü. Hatta belki de, bu yüzdendi ona olan bağlılığı. Ona her zaman iyi davranan tek kişi büyükbabam olurdu. Mercedes, o yorgun argın görevden geldiği her zaman, evin içinde her neredeyse yanına gider ve ayaklarının ucuna oturup saçlarını okşaması beklerdi. Evdekilerin hepsi susunca, babasına kafasındaki büyük hayallerden, bugün yediği yemekten ve sokakta gördüğü köpek yavrularından bahsedebilirdi. Bu yüzden, hep beklerdi. Ona gerçek sevgiyi göstermesini.
Abilerinden ya da ablalarından beklememesi gerektiğini çabuk öğrenmişti. Çünkü kimse onunla ilgilenmez, herkesin dağ kadar işi olurdu hep. Bu yüzden Mercedes, evde durduğu her gün, babasının geldiğini ve kapıya koştuğunu hayal etti. Gelmediğinde ise, üzgün bir şekilde yatağına dönmekten başka ne yapabilirdi ki?

Neyse ki, okul dönemi çabuk başlamıştı. Orada arkadaşları oldu. Mercedes hızlı öğrenen biriydi. En azından sosyal konularda. Kısa sürede birçok arkadaşı oldu ve gerçekten onları sevdi. Eve gitmek istemediği zamanlar arkadaşlarının anneleri Mercedes'i eve bırakmak zorunda kalırdı. O zaman, tekrar üzülürdü. Çünkü o, evini hiç benimseyememişti babası gidip dönmediği zamanlar başladığından beri.

Liseye geçtiği zaman her şey daha kolaylaşmıştı. Artık arkadaşlarının evinde dilediğince kalabiliyordu. Her şey, Mercedes'in istediği gibi oluyordu. Tüm hayatı sanki kendi avuçları arasındaydı artık. Böyle hissettiği zamanlar, kendine olan güveni de tavan yapıyordu.

Ama, bilmiyordu ki ailesinde bulamadığı sevgiyi etrafında arayacaktı sürekli. Bu yüzden lisede her beğendiği, ve ona iyi davranan insana aşık oldu. Abilerinden göremediği sevgi yüzünden en yakın arkadaşına aşık oldu, defalarca. Babasının ona öğretemediği şeyleri öğrettiği için, İngilizce ve tarih öğretmenine aşık oldu. Otobüste ona selam verip duran güzel kıza aşık oldu. Ya da en azından Mercedes bunların tümünü aşk sandı.

Ailesi onu ergenlik çağında önce bale kursuna yazdırdı. Oraya uyum sağlayamadığında, Mercedes'i bir topluluğa katılması için evdeki zorlamalar devam etti ve, teyzem de lisedeki drama klübüne katıldı. Oyunculuğu ve orada edindiği arkadaşlarını sevmişti.

Dean daha o zamanlar, kız kardeşinin kıyafet tercihine karışmaya başladı. Yüzüne sürdüğü makyaja kızdı. Renkli tırnaklarını kabul etmedi. Gece geç saatte eve girip durduğu için soyadlarının lekelendiğini söyleyip onu itti. Bir gün sigara içtiğini öğrendiği içinse ona vurdu. Bir partide kendini kaybedip ilk kez uyuşturucu aldığında ise, hiçbir şey yapamadı, çünkü Mercedes günlerce kayıplara karıştı. Böyle olunca, Mercedes partilere ve orada aldığı uyuşturuculara daha da bağlandı. Artık birilerinin sevgisine ihtiyacı yoktu. Düşüncelerinden onu kurtaracak yeni sevgilisini bulmuştu: Uyuşturucu.

Yeni arkadaşlar edindi ve dünyaya bakış açısını bir dönemlik de olsa değiştirdi. Evde şiddet görmektense adını bile bilmediği yerlerde yatıp kalkmayı tercih etti. Hiç tanımadığı insanlarla öpüştü ve bundan hiçbir zaman pişman olmadı. Onu arayan bir aile üyesi bile olmayınca, arkadaşları ona çok şanslı olduğunu söylüyordu. Ama Mercedes'inse içi ağlıyordu.

Bu, lise diplomasını eline alana kadar sürecekti. Çünkü babası eve gelince, tüm olanları öğrenmişti. Artık onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Ama Mercedes o yıl o kadar değişmişti ki, bu umurunda bile olmamıştı. Aile konuşmasının ortasında yaptığı 'saygısızlıklar' Dean'in ona şiddet uygularkenki bahanesiydi. Babası evde yoktu bunlar olurken. Tıpkı her zaman olduğu gibi.

Mercedes'in hapis hayatı başladığında, uyuşturucu alamadığı için büyük sıkıntılar yaşadı ve bu sıkıntılar daha büyük yaralar açacak şekilde yıllardır hiçbir şeye elini sürmeyen büyükannem tarafından giderilmeye çalışınca, Mercedes, belki de ilk kez intihar etmeyi denedi. Ama sonunda lise diploması elindeydi. Uyduruk bir kağıt.

Yine de, büyükbabam, ona temiz kaldığı takdirde istediği bölümü istediği üniversitede okuma şansı verdi. Mercedes, aldığı ilaçların etkisiyle belki de bunu kabul etti. Paralı, evden birkaç şehir uzak bir üniversitede, arkeoloji bölümünü okurken hayatına yeni bir sayfa açtığına kendini inandırdı ve öyle oldu da. Yeni hayatında geçmişe ait olan tek şey, uyuşturucularıydı. Onlara alışmıştı artık ve bırakabileceğini düşünmüyordu. Sonra, lisedeki tüm herkesi unutturacak, ilk kez hayatında gerçek aşkı bulduğuna inandıracak kadınla tanıştı. Kendisini onun yanındayken içi dolu çöp kovası gibi hissederdi; ama Theia, asla böyle hissetmediğine Mercedes'i inandırdı ve onu her anlamda düzelten ilk kişi oldu.

Theia, tıpkı Mercedes gibi arkeoloji birinci sınıf okuyordu. Boyu o zamanlarda da Mercedes'e göre çok daha uzundu. Bu okula Mercedes'in aksine parayla değil, bursla gelmişti. Birbirlerini isminin ne anlama geldiğini sorduğunda, Mercedes aldığı cevapla bile bu kadına aşık olması gerektiği kaderinde yazıldığını biliyordu. "Dünya'nın ikiz gezegeni, ama çok yakınlaşıp birbirlerine çarptıkları zaman ondan geriye sadece Ay kalmış."

Mercedes ise, kendi adının anlamını, ilk kez onunla İspanya'ya gittiğinde yerli kadından öğrenecekti. Yıllarca süren ilişkilerinde, beraber aynı eve çıktılar ve okulun bitmesini beklemeden gezmeye başladılar. Mercedes hayatındaki gerçek aşkı sayesinde uyuşturucu gibi toksik şeyleri hayatından tamamen attı. Theia'yla henüz 12 yaşlarımdayken tanıştığım zamanı yıllar geçse de unutmamıştım. Onun ne kadar iyi ve eğlenceli biri olduğunu, Mercedes teyzem anlatmadan önce kendi gözlerimle de görmüştüm. İlişkilerini aileden tek ben biliyordum. Mercedes, ailesine bu mutluluk dolu ilişkisini asla anlatamayacağı gerçeğinin farkındaydı. Yine de, başka bir ülkeye gidip orada evlenme fikri bir türlü çıkmıyordu aklından. Hem de beraber mezun olduklarından beridir.
Ona söylemeye ise hep korktu. Mercedes belki de olacakları hissediyordu ve hayallerini ağzından kaçırdığı ilk anda, Theia'nın sözlerinin kalbini kıracağını biliyordu.
Theia, nazikçe ona evlenmekten çok uzak olduğunu söylediği zaman, Mercedes kendini tutamayıp çoktan ikisi için seçtiği gelinlikler konusunda kendine kızdı. Tıpkı diğer yaptığı her şeye kızdığı gibi.


Düğüne üç hafta ve iki gün kaldığında...

Tek yaptığım şey, uzaklara bakıp alakasız düşünceler içerisinde kendimi kaybedip durmaktı. Ayaklarım suyun içerisinde belli belirsiz bir alanı işgal ederken, göl balıkları tarafından saldırıya uğrasa bile sanki bana ait olan bu uzuvları oradan çekecek güce ve dirence sahip değildim. Buradan gitmeyi ne kadar çok düşünürsem düşüneyim, duygularım her şeye engel oluyordu. Üzgün olduğunuzda mantığınızı dinlemeniz her zaman daha zor olurdu zaten. Son gün geldiğinde tepeyi bırakıp gitmek tek yol gözükse bile, yine de benim için acı dolu bir eşikten geçmek gibi olacaktı. 20 gün sonrasını düşünmek beni dehşete düşürüyordu. Aşık olduğum ve daha fazlasını hissettiğim adamın düğününe katılacak olmanın zorluğunun yanında, mutlu bir rol kesmem gerekiyordu. Hepsini bir anda düşününce, adını bilmediğim bir his, boğazımdaki nefesi kesiyordu birden bire. Soluk alamıyordum.

Belki de saatler olmuştu, iskeleye gelmiş göle ayaklarımı sokarken duyduğum ses sadece kendime aitti. Onlar da sadece beynimin içinde oradan oraya yankı yapıyordu yalnızca. Büyükannem ve Daisy'nin bahçede her zamanki işleriyle oyalandıklarını biliyordum. Asıl misafirler ise 2 gündür eve hiç uğramamışlardı. O gece, onu hala beklerken uyuyakaldığımda, sabah aşağıya inip kahvaltıda yüzünü görmeyi beklemiştim. Ama annem, onların gelmediğini söylediğinde, günlerimin artık tahmin ettiğimden daha da zor geçeceğini belki de ilk kez fark etmiştim. Onların beraber kayıplara karışması kimseyi huzursuz etmemişti benim haricimde. Daisy, ortadan kayboluşları hakkında birkaç romantik fikir ortaya attıysa da onların hiçbirine inanmamıştım. Çünkü inanmak istemiyordum. O günler içerisinde annem hala benim eve dönüp dönmeme konusunda benden kesin bir karar beklemişti. Louis ve Mercedes'in yokluğunda benim de gitmem, ne işe yarardı ki? Her türlü onu göremeyecektim, o da beni göremiyordu zaten. Tam da herkesin dilediği gibi. Hala bana o gece söylediklerini kafamdan atmaya çalışıyor ama başarısız oluyordum her defasında. Bir kere ağızdan çıktı mı o cümleler, söyleyen kişi de Louis ise, kanmamak ne mümkün?

Ayaklarımı suda oynatınca belki de gerçek hayata geri dönmüş ve daha da derinden nefesler almaya başlamıştım. Etrafıma üşüşen minik balık yavruları hemen süzülerek uzaklaşmıştı iskeleden. "Harry! Balık var mı?!"

Annemin uzaktan gelen tiz sesiyle başımı o tarafa çevirdim. Balık tutmak istemiyordum hiç bu haldeyken. "Hayır, hiç yok."

Annem bana sinirle bir şeyler söylemeye başlamıştı yeniden. Sonra, ormanın içinden gelen güçlü motor sesi, annemin söylemeye çalıştıklarını anlama çabamı tamamen unutturmuştu bana. Bu Louis'in gri maserati'siydi, -arabalar hakkında en ufak bir ilgim olmadığı halde, onunkini özellikle merak etmiştim ve markasını öğrenmek adına, çok öncesinde bir konu arasında anneme sormuştum. Hala iskelede oturmuş onları izlerken arabanın filmli ön camlarından Mercedes'i ve araba süren Louis'i seçebiliyordum. Mercedes araba durur durmaz ön yolcu kapısını açmış ve dışarıya adımını atmıştı. Beni görmeden, onları karşılamak üzere evin ön kısmına gelen Daisy'e ve büyükanneme doğru yürümüştü. O sırada Louis de arabayı evin önündeki boş alanda düzgün park etmekle meşgüldü.

Önüme dönmüştüm çok geçmeden. Mercedes'e belli etmemeliydim çünkü bu halimi görürse hemen ters giden bir şeylerin olduğunu anlardı. Tek sorun, bu halimi nasıl saklayacağımı bilmiyor olmamdı. Teyzem, müstakbel eşi gibi psikolog olmadığı halde insanın içinde bulunduğu gerçek ruh halini bir sözünden bile anlayabilirdi. Yüzüne bakmadan, kullanılan ses tonuna göre neye canın sıkkın olduğunu seçebilir ve o kişiyi normale çevirmek adına her şeyi yapabilirdi. Tabi önce, eğer kendi keyfi yerindeyse. "Harry! Ne yapıyorsun burada?"

Sesini duymamla oturduğum yerde korkuyla sıçramıştım. Beni öyle görünce gülmüştü Mercedes. Çok geçmeden kendisi de ayağındaki ayakkabıları bir yere fırlattı ve yanıma oturup ayaklarını göle soktu tıpkı benim gibi. Hala bana bakmaya devam ederken ayaklarını eğlenceli bir şekilde suyun içerisinde oynatıyordu. "Kafa dağıtıyorum." Mercedes'e cevap verirken Mercedes'in arkasında kalan, uzaktaki Louis'e bakıyordum. Eve girecekken son anda bizi görmüştü ve o andan sonra bize doğru yürümeye başlamıştı.

"Canın çok mu sıkıldı biz yokken?" Gözlerim Louis'i takip etmeye devam etti. Yakınımıza geldiğinde, başımı ona doğru kaldırarak bakmaya devam ediyordum. Mercedes Louis'e öylece bir bakış atıp gülümseyerek tekrardan bana dönmüştü.

"Biraz." Mercedes cevabımla dudak büzüp kollarını sıkıca bana doladı ve beklemeden yaptıklarını anlatmaya başladı.

"Yemekten sonra saat çok geç olmuştu ve yine yolda kayboluruz diye tepeye çıkmak yerine Louis'in yakınlarda oturan üvey kardeşine geçtik." İskelede her adım attığında tahtalardan gelen minik çatırdamalar, Louis uca gittikçe daha az gelmeye başlamıştı. Ceketinden çıkarttığı sigarayı beklemeden hızla yaktı ve gölü izleyerek içmeye başladı. Göz ucuyla ona baktığım sürede ise Mercedes, hala anlatmaya devam ediyordu. "Ve inanabiliyor musun, gelinliğim hazırmış. Ben de alıp buraya getirdim. Hepinizin önceden görmesini istedim." Mutlulukla şakıdığında, daha yeni yeni tüm odağımı ona verebiliyordum. Gelinlik kelimesi ağzından ilk çıktığından itibaren tadım kaçmıştı ve şimdi, daha kötüleri beni bekliyordu. "Sana dağün için kıyafet bakmaya gideriz. Üçümüz. Çok güzel olur."

"Gerek yok. Ben giyecek bir şeyler buldum bile." Ayaklarımı sudan çekmiş ve yukarı toplamıştım söylenerek konuştuğumun farkında olmadan. Teyzem, tepkimi beklemediğinden ötürü şaşırarak bana dönmüştü. İkisine de bakmadan ayakkabılarımı öylesine ayağıma geçirdikten sonra hızlı hızlı eve yürümüştüm.

Aşağı kattaki çocuk küvetine oturmuş ayaklarım için akan temiz suyu izlerken, içeriden gelmeye devam eden seslere kulak asmamaya çalışıyordum. Odama çıkarken aile radarına takılacağımı, zorla o gelinliği göreceğimi biliyordum. Bu yüzden banyoda oyalanabildiğim kadar oyalandım. Annemin iç gıdıklayan sesi, adımı çağırınca, daha fazla uzatamamıştım bu süreyi. Tahmin ettiğimden daha uzun süre aşağıdaki çocuk banyosunu kullanmış olacaktım ki, Mercedes hangi ara içeri girip de üstünü değiştirip gelinliği giydiğini düşünmüştüm. Salonun ortasında beyaz elbiseyle dikilirken, çevresindekilerden tepkilerini bekliyordu merakla. Annem, dantelli kısımlarının ne kadar güzel olduğunu överken, büyükannem de bu modelin Mercedes'e çok yakıştığını söylüyordu. Gelinliğin arka kısmından uzayan kumaşa baktım. İnsan böyle bir şeyin içindeyken, nefret ettiği insanla bile evlense mutlu olurdu. Dantelli kırık beyazın içindeki kumaş, Mercedes'in beyaz tenine çok yakışmıştı. Yalan söyleyemezdim. Elbise sanki tamamen onun için yapılmış gibiydi. Başka biri giyerse, asla onda bu kadar güzel duramazdı muhtemelen. Kumaşı bedenine tam oturuyordu. Yakalarından itibaren derinleşen dekoltesi insanı hayran bırakırken aynı zamanda bir sanat eserine bakarcasına insanın içini ısıtıyordu. Ağzım açık kalmıştı. Kıskanmıştım, yine. Hem de gelinliğini değil, direkt onu.

"Beğendin mi Harry?" Mercedes dudağını ısırarak sordu. Cevabımı vermeden önce beklerken, korkuyor ya da endişelenmiş gibiydi.

"Bu hayatımda gördüğüm en güzel şeylerden biri olabilir. Senden bahsediyorum." Cümlenin sonuna doğru gülümsediğimde, Mercedes bana dişlerini gösterecek şekilde kocaman gülümsemiş ve ona sarılmam için kollarını açmıştı. Adımlarımı dikkatle atıp, elbisesine zarar vermemeye özen göstererek başımı omuzlarına koyduğumda, salonda sessizliğini sürdüren Louis'le göz göze gelmiştim. Kısa bir kucaklaşmadan sonra hemen çekilmiş ve tekrar beğenilerimi sunduktan sonra odama çıkmıştım.

Bu kadar sessiz olmamalıydı, en azından bir tepki göstermeliydi bana karşı. Bir gülümseme ya da bir kızgınlık ifadesi. Ama ağzından bir kelime çıkmadığı gibi bana karşı ifadesizdi. Gözleri bana ilişiyor ama başka hiçbir şey olmuyordu-

Düşüncelerim karanlığında yine boğulmak üzereyken, birden kapım açılınca, karşımda dikilen Louis'e baktım. Ona göz devirmek istiyordum.

"Birazdan markete gideceğim, benimle gelir misin?"
Sorusunu hızla sordu. Bense ona bakmıyordum.

"Hayır, gelmeyeceğim. Nişanlınla git." Kenara bıraktığım telefona uzanmak üzereyken, birden kapının kapanma sesi duyuldu. Şaşkınlıkla ona döndüm. Bu garip tarzını neden sadece biz yalnızken gösteriyordu? Kapıyı sertçe kapattıktan sonra, eli hala kapı üzerinde duruyordu.

"O marketin nerede olduğunu bilmiyor." Başımı iki yana sallamaya devam ettim. Ona kızdığımı bu kadar iyi biliyorsa, naz yapacağımı da bilmeliydi. "Harry." İsmimi söyleyince ona baktım. Odanın ortasına adımladığında az öncekine göre biraz daha yakındık, ama hala tam olarak istediğim kadar değildi. "Gelmeyeceğinden emin misin?"

"Marketin yerini biliyorsun." dedikten sonra tereddüt etmiştim söylediğim şeyden bu yüzden dudağımı ısırdım hafifçe.

"Ben yine de senin gelmeni istiyorum belli ki." Adımlarını tamamen bana doğru atıp, oturduğum yere kadar geldi ve hala önümde ayakta duruyorken eliyle saçlarımı düzeltti. "Lütfen." Yanağımı okşadığı andan itibaren, nefeslerim kendiliğinden titrek ve güçsüz çıkıyordu artık.

"Tamam." diye mırıldanabildim yalnızca. Sıcacık elleriyle bana dokunduktan sonra ona herhangi bir konuda hayır demek imkansız gibiydi benim için. O da bunu biliyor olmalıydı. Bilmiyorsa da, halimi gördükten sonra öğrenecekti.

"Güzel." Baş parmağını tenimde gezdirmeye devam ederken gözlerime bakıyordu. Güneş henüz batmadığı için, camdan içeri giren gün ışığı direkt yüzüne vuruyordu. Aşağıdan bakarken onu tıpkı bir tanrı gibi görüyordum. Onu o konumda izlerken nefeslerim arka arkaya dizildi ve sanki içeride bir yerlerde aceleden gelen bir kıyamet koptu. Yüzümü kavrayan ellerine tutundum ben de. Onu kendime çekip uzunca öpmek istedim. Louis, yavaşça bana doğru eğildi ve saçlarıma anlamlarla dolu minik bir öpücük bıraktı. Odamdan çıkarken, iki gündür ilk kez, yüzüm gerçek anlamda gülüyordu.

Odada geçirdiğim bir saatin sonunda, aşağıdan gelen seslerden Louis'in anneme 'almam gereken bir şey var mı' diye soruşundan, gitmek üzere olduğumuzu anlamış ve hemen kalkıp üstümdekileri değiştirmeden dolabımın baş köşesinde asılı bekleyen Louis'e ait siyah ceketi üstüme almıştım. Dolabın içerisine kendimce sakladığım parfümümden sıkarken, aklıma onun bana ne kadar güzel koktuğunu itiraf edişi gelmişti. Bu yüzden, şimdi yine sıkmıştım.

Merdivenlerden ikişer ikişer inerken, Louis beni görünce kapıya ilerledi. Annem de üstümdeki ceketi görmüştü. "Sen de mi gidiyorsun?"

Başımla onayladım ve kaçamak bir el sallama yolladım evde kalanlara. Mercedes anlattığı şeye öyle dalmıştı ki, ikimizin gidişini o kadar da fark etmiş sayılmazdı. Arabasını önceden çevirdiği için, hemen ön koltuğa binmiştim. Louis de birkaç saniye öncesinde çalıştırmış olduğu arabasını beklemeden sürmeye başladı. Heyecandan titreyen ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırmayı denedim. Bunun daha da aptalca gözüktüğünü fark edince, kucağımda birleştirmeye karar vermiştim. Yolu yavaş yavaş iniyorken, önüme bakıyordum bazen. Çoğunlukla ise, gözüm Louis'te oluyordu. Direksiyonun pürüzsüz derisi üzerinde kayan ellerine baktıkça heyecanım boğazıma diziliyordu. "Onu çok seviyorsun değil mi? Sana verdiğimden beri."

Ceketten bahsettiğini anlamamla hemen daha da sindim kumaşın içerisine. Başımı hafifçe salladım. "Hep bende kalabilir mi?"

"Elbette." Gülümsemesini gördükten sonra önüme döndüm yeniden. Ellerimi ceketin ceplerine soktum. Tekrardan yeni bir konu açmasını bekledim sabırla. "Benimle gelmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim." Arabayı birden sağa çekip durdurunca şaşkınlıkla ona döndüm. "Hadi gel."

"Ama daha markete çok var." Beni dinlemeden arabadan aşağıya inmişti. Kapımı açana kadar çoktan yanıma geldi ve elimden tutarak beni arabadan tamamen uzaklaştırdı. Gülerek beni peşinden sürüklemesine izin vermiştim. Elini sıkıca tutuyorken hiç bu kadar sevinç dolu hissetmemiştim. Ağaçların arasından geçmeye devam ediyorduk ve ağzından nereye gittiğimize dair hiçbir şey çıkmamıştı halen. Hızlı adımları beş dakika sonra tamamen kesildiğinde benimkileri de durdurmuştu. Omuzlarıma yerleştirdiği elini hissederken bir yandan, gözümün önüne sermiş olduğu manzaraya bakıyordum. Önümüzde sesli bir şekilde akan su, dağ evinin önündeki gölün bir çıkış ayağı olmalıydı. Tıpkı bir nehir gibi akıyordu. Karşı tarafta ise taştan yapılma eski bir köprü vardı. Burayı ilk kez görüyordum. Etrafta bizden başka kimse yoktu cıvıldayan birkaç tane kuş dışında. Bir de suyun içinde akıntıya karşı yüzmeye çalışan balıklardı, belki. Bana sardığı kollarını daha da sıkılaştırdığı an, karşımdaki manzaradan mıydı bilmiyordum, bir anda gözlerim doldu. Ama mutluydum da. Tamamen ona yaslandığımda beni kabul etmişti. Elleriyle saçlarımı okşuyorken, minicik bir yaşın gözümün kenarından kulağıma doğru süzülüşünü zorlukla hissetmiştim.

Bana doğru döndüğü zaman gözlerime baktı. Konuşmamız gerekiyordu, dudaklarımızdan sözlerin çıkmasına izin verip birbirimize dürüst olmalıydık. Beni öpmesine ne kadar ihtiyacım olduğunu bilmeliydi, tıpkı ondan daha çok özlediğimi bilmesi gerektiği gibi. Gözlerimden bunu anlamalıydı ve öyle oldu da. Beni kendine çekip dudaklarıma kapanmasıyla, üstündeki kumaşa sıkıca tutundum. O dudaklarımı öperken ve ben de ona karşılık verirken hissettiğim en iyi şey, ruhumu iyileştirdiğini biliyor olmaktı. Ağaçların arasında ve nehrin kıyısında durmuş yoğun bir tutkuyla öpüşürken ayaklarımın toprak zeminden tamamen yükseldiğini hissettim. Louis aramızdaki mesafeyi yok etmişti çoktan. Kollarının arasında tıpkı neredeyse bir aydır dilediğim gibi tamamen kaybolmak üzereydim. "Gitmeni istemiyorum." Dudaklarına mırıldandığım anda, dudaklarıma yaptığı baskı git gide azaldı ve sonra tamamen durdu. Ağladığımı yine o yanaklarımı silince, tenimdeki nemi hissedince anlamıştım.

"Ben de senin üzülmeni." Alınlarımızı birleştirdi. Az önce öperek ıslattığı dudaklarımı kendi kendime emerken, ona demek istediğim onlarca şeyi düşünüyordum.

"O zaman üzme. Lütfen beni üzme." Başını benden çekip çenemi tuttu. Ona bakmamı sağladığında, mavi gözlerindeki kırmızılığı gördüğüm için, çok üzgün hissediyordum.

"Keşke her şey benim elimde olsaydı. O zaman böyle ağlamazdın."

Ağlamamı durdurmak için ona sıkıca dolamıştım kollarımı. Ciğerlerimi onun kokusuyla doldururken, yeniden ağlamaya başlamamak çok zordu. Senin elinde değilse, kimin elindeydi? Mercedes'in mi? Yine de sana inanmak dışında elimden ne gelirdi ki, ilacım sendeyken her dediğine inanmak zorundaydım. Beni iyileştirecek tek insan sendin.

Elimi bırakmadan arabaya geri yürümüştü. Markete inip almamız gerekenleri aldıktan sonra zirve yolunu tekrar çıkmaya başlamıştık. Arabayı sürüşünü izleyişimi fark etmiş olacak ki, hafifçe gülümsedi bana doğru bir bakış atarken, sonrasındaysa başını tekrar yola çevirdi. Elini bana doğru uzattığını gördüğünde, hafifçe yutkundum. Eli, bacağımdaki kumaşı okşuyordu. "Canını sıkan ve söylemeyediğin şeyi biliyorum." Başımı tamamen ona çevirdim dinlerken. "Seni öptükten sonra seni kıskandırmaya çalışır gibi onunla yemeğe gittiğimi düşündün. Yemeğe falan gitmedik. Halletmemiz gereken bir sürü işin içerisinde öyle bir şey planlamak aklımızın ucundan bile geçmezdi. Hem geçse bile Mercedes sence sensiz bir yere gider mi?"

Cümleleriyle, her zaman olduğu gibi yine ağzım açık kaldı. "Siz evlenmek üzere-"

"Yapma Harry. Bunu konuşmaya bile gerek yok." Gözlerimi büyüttüm. Heyecanım, boğazıma koca bir yumru oturtmuştu ama ben yine de çenemi durduramayacağımı biliyordum.

"Bu da ne demek? Söylesene! Neden evleniyorsunuz?" Sorularım cevapsız kaldığında koltuğumda doğrulup ona yaklaştım. Görüşünü engellemeden dibine kadar geldiğimde, gözlerini bazen bana çeviriyordu.

"Yerine geç, Harry." Kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim aynı yerde bir süre. "Lütfen." Bu sefer pes eden bendim. Sıkıntıyla nefesimi üflerken artık ona bakmak yerine kendi tarafımdaki camdan dışarıyı seyrediyordum. "Bunun cevabını öğrenmek mi istiyorsun gerçekten?"

"Evet!" diye öne atıldım.

"O zaman," dedi. "Mercedes'e her şeyi anlat. Eninde sonunda olacak şey de bu. Ona bizden bahset. Başka türlü bunun cevabını ben veremem. Ancak o söyler." Ciddice bunu söylediğinde, kulaklarıma inanmak istemedim. Bana yine oyun yapmaya çalışıyor olmalıydı.

"Sen söyle çok kolaysa."

"Hayır." Zirveye geldiğimizi o garajın içine arabayı park etmeye başlayınca fark etmiştim. "Ben neden evlendiğimizi biliyorum. Öğrenmek isteyen sensin."

Kemerini çıkarttıktan sonra tamamen bana döndü. "Ben Mercedes'in bizi öğrenmesini istemiyorum ki." Sinirle nefesimi soludum. "Bu nereden çıktı hem? Evlenmek istemediğini ona söylemelisin."

"Bak Harry. Bilmediğin çok şey var ve bunlar yüzünden olan biteni anlamaman benim suçum değil. Cevapları da Mercedes'te."

O arabadan inerken arabada kalmış kollarımı birleştirerek oturmaya devam ediyordum. Kapımı benim yerime açtığında bakışlarından 'hadi in artık' dediğini görebiliyordum. "Amacın benimle teyzemin arasını açmak mı? Söyle."

"İşte, bunun olmaması için, ben değil sen itiraf edeceksin."
Arabadan inip onu ve barakayı geride bıraktıktan hemen sonra odama geçmiştim. Akşam yemeğine kadar yine odamda, birkaç saat öncesindeki karanlık düşüncelerim içinde ekstra mutsuz olmaya tamamen hazırlıkıydım artık. Patlamaya hazır bir bomba gibiydim. Gerçi o bomba çoktan patlamıştı ya zaten.

Mercedes'e bizden bahsetmemi istemesine inanamıyordum. Teyzeme böyle bir şeyin itirafını yapacak kadar yüzsüz değildim. Üstelik onun bu şekilde hayal kırıklığına uğramasını istemiyordum. İstediğim tek şey, Louis'in ona gidip bu evliliği istemediğini söylemesiydi. Belki böyle de hayal kırıklığına uğrayacaktı, ama çok sevdiği yeğeni tarafından arkasından bıçaklanmak kadar kötü hissettirmeyecekti eminim ki. Louis, yine kafamı çok karıştırıyordu. Durmadan benimle oyun oynuyordu ve ben bazen hangisi gerçek, hangisi oyun anlayamıyordum. Sahiden, neden bunu itiraf etmemi istemişti? Mercedes'e itiraf edince ne değişecekti? Benim üzülmem yetmiyormuş gibi, onu da mı peşimden sürükleyecektim bu uçsuz üzgünlük çukuruna? Louis gerçekleri öğrenmem için Mercedes'e bizi itiraf etmemi şart koşmuştu. Neden evlendiklerini ve diğer bilmediklerim ne varsa, hepsini çok merak ediyordum ama, her şeyi arkamda bırakacak kadar mıydı, onu bir türlü bilemiyordum işte. Mercedes'e müstakbel eşine aşık olduğumu söylediğimde belki de benimle bir daha asla konuşmayacak ve düğünü ipal edip tüm herkese suçlunun ben olduğumu söyleyecekti. Bana ne diyeceklerini umursadığımdan değil de, aileyi kaosun eşiğine getirmiş olduğum için kendimi çok suçlu hissetmeye başlamıştım şimdi de.

İşte Louis, baştan aşağıya böyleydi. Beni öptükten sonra dudaklarından bir şekilde felaket yağdırabiliyordu. Onu ilk tanırken de bunu fark etmiştim -asla bu kadar derin bir şekilde değil elbette. Ama Louis, hep böyleydi. Önce seni cennetine alıyor, sonrasındaysa cehennemi gösteriyordu. Aynı şekilde kaç günü geçirdim bilmiyordum, yine de bu olaya karşın vurdumduymaz olamıyor, alışamıyordum. Yapacağı, söyleyeceği şeylere hazırlıksız yakalanıyordum her defasında. Ellerimi tamamen çekebilmek isterdim tüm bu olanlardan. Ama pişman olmak için çok geçti. Tüm hikayenin ortasındaydık ve sonuca çok az kalmıştı. İçime kapanmak, sadece işleri daha da zorlaştırırdı bunlardan sonra. Eğer isteği, müstakbel eşine her şeyi itiraf etmemse, yapabilirdim. Bu oyunu kurallarına göre oynayacağıma söz vermiştim. Bu yüzden sıra bana geçtiğinde, hamlemi yapacaktım. Sadece kendimi hazırlamalıydım. Ki, bu asla olmuyordu. Batıracağımı biliyordum. Üstelik, sadece ben değildim. Louis ve Mercedes de benimle beraber uçurumun eşiğinde duruyordu. Ben de ikisinin elinden tutarak atlamak üzereydim. Çünkü Louis, bunu istemişti.

y/n: biraz aceleye geldiği için böyle saçma sapan bir bölüm oldu, gerçekten hatam varsa çok üzgünüm:( genel olarak bugün o kadar yoğun geçti ki benim için ama bir şekilde buradayım, bir dahaki bölümün gerçek anlamda daha iyi olacağına, daha hızlı geleceğinden son derece emin olabilirsiniz!! Yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve tahminlerinizi bekliyorum yine💖💖

Bu bölüm ve sonraki bölüm Mercedes'in hikayesinden gidiyoruz, sonrasında o çok merak ettiğiniz louisle alakalı şeyler de patır patır dökülecek gibi, hadi bakalımm

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top