Bölüm 17 - dürüstlük ve cesaret
Büyükannem ikinciye hamile kaldığında, bebeğin daha henüz cinsiyeti belli olmadan ismi belliydi; 'Daisy'. Hep altıncı hislerine güvenirdi bu yüzden bebeğin kız olduğuna inancı eksiksiz ve tamdı. Ama doğumdan sonra bebeğini kucağına aldığı anda karşılaştığı şey, ismini hayallerindeki gibi Daisy koymasına engelleyecekti. Bu yüzden, yeni doğan erkek bebeğine önceki oğlunun isminden giderek birkaç harf değişikliği yaptı ve ona Eden ismini koydu. Dean ve Eden isimli iki oğlundan sonra artık kucağına almak için sabırsızlandığı kız çocuğuna kavuşacaktı 3 sene sonra, annemle. Sonunda Daisy'si kollarındaydı, onun biricik, ilk kızı Daisy.
Ona oğullarından daha düşkün yetiştirecekti, hayallerindeki gibi kendisi için uzattırdığı kızının saçlarını saatlerce tarayabilecek, ona annesinden öğrendiği özel hünerlerini aktarabilecek, yemeğin ve ev temizliğinin nasıl yapıldığını gösterebilecekti. Tıpkı hayallerindeki gibi bir kız yetiştirdiğini tam olarak fark ettiğinde annem 18 yaşına gelmişti; büyükannem artık son çocuğunu doğurmasından sonra tam olarak 9 sene geçmişti. Kimse anneden bir şey beklemiyordu artık, görevlerin tümü tek genç kadındaydı, o da annem Daisy oluyordu.
Kendisinden büyükleri eve geç saatte gelirdi, tüm gün evde olanlarla ise bütün gün boyunca ilgilenmek zorundaydı. Annem daha evlenmeden eve hapsolan bir kadın olduğunu fark ettiğinde, çok da geç kalmamıştı hayata atılabilmek için. 19 yaşındayken evlerinin yakında büyük bir kütüphane açılmıştı. Oraya çalışmak için başvurduğunda üniversiteye hiç gitmemişti bile. Sonra tüm günlerini kütüphanede geçirmeye başladı. Böylelikle kitaplarla haşır neşir oldu ve üniversiteye girecek kadar kazanımları elde etti. Üniversitede ise, babamla tanışması belki de annemin en büyük talihsizliğiydi.
Daisy, Des'le tanıştığında tam olarak onun hayallerindeki insan olduğunu düşündü. Tanrı aşkına, isimleri bile ne kadar da birbirleriyle eşleşiyordu öyle. Birbirlerine o kadar da benzemediklerini ise, evlenme sürecinde anlayacaklardı. Babam koyu bir katolikti, March ailesi ise klasik bir İngiliz ailesiydi ve annem de diğer aile üyeleri gibi protestandı. İlk kavga daha düğünlerinin hangi kilisede olacağı hakkında çıkmıştı.
Benim de annemin karnına düşmem hiç vakit kaybetmeden olmuştu. Annem 22 yaşındayken onun kolları tarafından kucaklanmıştım ilk kez, -ebeyi ve hemşireleri saymazsak eğer- o büyükannem gibi olmadığı için ultrasonda cinsiyetime bakarken, doktor utangaç bir erkek olduğumu söylemiş. Bu doğduktan sonra da çok fazla değişmemişti. İlk kez ergenliğe girdiğimde, aynanın karşısında vücudumu incelerken bir şeyleri geride bırakmış gibiydim. Vücudumdan utanmıyordum ya da bir şeyleri saklamak zorunda hissetmiyordum. Artık tamamiyle kendimle barışık olduktan sonra hayatın gerçekten nasıl olduğunu anlayacaktım. Kafamın içini dolduran başka sorunlar olduğunda.
Aslında dünyaya geldiğim ilk andan beri sıradan bir hayat yaşıyordum. Yaşıtlarımla dolu etrafıma ne zaman baksam onlardan hangi anlamda farklılaşabilirdim, bu mümkün müydü, diye sorup dururdum kendime. Ben sadece içe dönük, sessiz ve sakin biriydim. Kolay sinirlenmez ya da hemen ağlamazdım. İnsanları dinlemek kolaydı ama onlarla konuşmak zordu. İnsanlar bir şey anlatırken gözlerime bakabilirdi ama ben bunu yaparken başka yere bakmak zorunda hissederdim. Bazen tıpkı diğerleri gibi depresyona girebilirdim, bu da duygularımı çok fazla içime attığımda olurdu. Sıradan bir hayatım vardı işte. Ama bu, o yaz tatilinde onu öpene kadar sürecekti.
Gözlerimi ne zaman kapatsam, karanlığın ortasında beni öptüğü o ana gidiyordum. Yeniden ve yeniden yaşıyordum. Dudaklarının üzerindeki dudaklarım tekrardan irkiliyordu sanki öpüşürcesine, sıcaklığını hala hissediyordum. Kolları hala belime dolanıktı, ateşi andıran parmak uçları yanağımda geziniyordu. Hatta gerçekleşeceğine ya da gerçekleşmiş olduğuna inanmakta zorlanıyordum. Bazen gerçeklik algımı da yitiriyordum ama öpüşmemiz beni hayatımda gerçeklikle kavuşturan ilk şey olmuştu, sonradan fark edecektim. Ondan önce, hayatımı sadece yaşamıştım, boşlukları doldurmadan ya da hiçbir şeyden haberim olmadan. Sadece var olmuştum, gölün içerisindeki bir taş ya da yere düşen kurumuş yaprak gibi. Sonraysa, Louis beni öpmüştü ve tüm her şeyin anlamını göstermişti.
Bir öpücük ve fazlası ile.
«hemen ertesi gün» 27 Gün Kaldığında
Yatağımın kenarında duran minik sehpanın üzerine bırakıp sonra tekrar geri aldığım kağıt havludan sayısını artık bilmediğim kez burnumu silmek için koparttığım o anlarda, odadaki insan sayısının fazlalığına bakıyordum. Uzun süredir, hepsini bir arada bu odada hiç görmemiştim ve garibime gitmişti. Büyükannem ayak ucumda oturuyorken, annem ve Mercedes ayaktaydı. Louis ise odada biraz daha uzakta da olsa onların yanındaydı. Burnum akarken sesimin değişmesi de işime yaramıştı. Böylece onunla ve diğerleriyle aynı ortamda bulunduğum şu zamanda heyecandan sesim titrediğinde belli olmuyordu ya da zaten öksürüğümle tüm cümlem bozuluyordu. Louis'le dün geceden beri hiç konuşmamıştık. Yani, konuşmak için zamanımız da olmamıştı. Ev kapısı diye düşündüğümüz kapı sesiyle zorlukla birbirimizden ayrılmıştık ve Louis beni evin arkasına kadar bırakmıştı. Sonrasındaysa, o hala beni izlerken zor da olsa odama tırmanmıştım. Yağmur yağmadığı için şanslıydım. Ama tam olarak değil. Çünkü yine de hasta olmuştum. Şimdiyse, herkes başımda dikiliyordu.
"Harry dün soğuk suyla yıkanmadığına emin misin? Elektrikler gidince fark etmedin belki de soğuk suyun aktığını. Şimdi de üşüttün." Annem cümlesini daha bitiremeden sıkıntıyla nefesini üfledi.
Büyükannemse ondan daha üzgün duruyordu. "Daisy, Harry nezle olmuş. Boğazlarını ve burnunu rahatlatacak çaylardan yap." Elimde buruşturduğum peçeteyi özgürlük belgesini elinde sallayan burnuma hızlıca götürdüm. Kontrolü bende değildi uyandığımdan beri. Mercedes yatağın başına gelip saçlarımı okşadı. "Neden dikkat etmedin Harold?"
"Ben iyiyim. Sadece biraz burnum akıyor. Yarına kadar dinlenirsem geçer." Sesimin boğukluğu beni kahrediyordu. Peçeteyi köşedeki çöp kovasına fırlatmaya çalıştığımda diğerleri gibi kovanın etrafındaki yerini bulmuştu. Annem çöplerimi itinayla topladıktan sonra bana sıcak bir şeyler getireceğini söyleyerek odadan çıkmıştı. Büyükannem de bugün benim asla rahatsız edilmeyeceğim konusunda sözler vererek yavaş da olsa yatağımdan kalkmıştı. Mercedes, annesinin beli çok sık rahatsızlandığını bilerek ona yardım ederken, Louis de yaşlı kadının diğer bir tarafından destek vererek yardımcı olmaya çalışmıştı. Yatakta oturduğum yerden onların odamdan çıkışını izliyordum. Louis benimle hiçbir şey konuşmadan çıktı diye üzülecekken, tekrar içeri dönüp kapıyı kapatması derin bir nefes aldırdı bana. Şimdi diyeceklerini sabırsızlıkla bekliyordum.
Odanın ortasında dikilmiş bana uzun uzun bakarken ellerini karnının önünde birleştirmişti. Sanki kafasının içinde söyleyeceklerini tartıyordu, ama gözleri tamamen bana dalmıştı. "Bir şeyim yok, o kadar da üzülme." Gülümsemek için çaba sarf etsem de, yalandan olduğu belli oluyordu. Öpüştükten sonraki ilk konuşmayı da başlatan ben olmuştum ve fazlasıyla gerilmiş hissetmiştim.
Adımlarını yatağa doğru attı. Suratında sık sık karşılaştığım o sert ifadeden eser yoktu. Sadece, belki biraz endişeli gibiydi. "Dün sana hasta olacağını söylemiştim." Tamamen yatakta başıma gelip dikildiği ilk saniyelerde yutkunmam kendiliğinden olmuştu. Sıcak avuç içiyle yanağımı kavradığı zaman gözlerim hala aşağıdan onunkilere bakıyordu. Buna daha çok ihtiyacım olduğunu itiraf edercesine başımı eline doğru yasladım. Yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Parmak uçları dudaklarıma yakın tenimi okşarken en az dün geceki kadar heyecanlandım. "Beni dinleseydin keşke." Temiz havayla dolan göğüs kafesi öne doğru şişti. Az önceki gülümseyişi o kadar da belirgin değildi artık. "O zaman hasta olmazdın." Yavaş ve sessizce mırıldanması, kelimeleri bu kadar yavaş söylemesi bende belli belirsiz yükselmelere sebep olmuştu.
"O zaman ne seni öpme cesaretini, ne buna uygun zamanı, ne de doğru yeri bulabilirdim." Tıpkı onun gibi sessizce söylediğimde tepkisini bekliyordum. "Sen de hala onu düşünüyor musun, Louis?" Yüzüme yakın bileğine doladım parmaklarımı. Cevabını beklerken kalbim hızlanmıştı. Baş parmağı tıpkı dün geceki gibi dudağımı okşamak üzere ağzıma gitmişti. Yavaşça başını sallıyordu. Ama odağının benim gibi bambaşka bir yerde olduğuna yemin edebilirdim. Görüntüyü tamamen kaplayan bedenini önümden çeksin istemiyordum. Bana saatlerce konuşup hislerini dökmesini istiyordum. Louis parmak ucunu dudaklarımın derisine sürtmeye devam ederken, heyecan dolu titremeli bir nefes verdi. Sonraysa, elini istemediğini belirtircesine yavaşça tenimden ayırdı.
"Bugün önemsemen gereken tek şey dinlenmen gerektiği Harry." Yavaşça bedeni benden uzaklaşırken hala yüzü bana dönüktü. Adımlarını geri geri atması gülümsememi tutamama sebep olmuştu. "Diğerlerini sonra düşünürüz. Anlaştık mı?" Göz kırpmasıyla kendimi durduramayıp gülmüştüm. Onun da aynı şekilde tebessüm edişini görmek, bazı kaygılarımı sanki tamamen ortadan kaldırmıştı. Odadan çıktığı zaman dakikalardır tuttuğum burnumu derince çekmiş ve yeni bir peçete aldıktan sonra güzelce ona silmiştim. Dediği gibi dinlenmeli ve bunu yaparken de Louis'le olanları bol bol düşünmeliydim.
Bazı kaygılar, Louis'in onu öpmemi önce reddetmesi sonra bana karşılık vermesiyle alakalıydı. Benim ona karşı hissettiğim her duyguyu biliyordu, ama ben onunkiler konusunda biraz eksik kalıyordum. Bana karşı ne hissettiğini bilmiyordum. Bana aşık mıydı yoksa sadece ilgi uyandıran biri miydim onun için? Bu yüzden mi onu öptüğüm ilk anda şaşırmıştı sonrasındaysa hoşuna gideceği için tekrar yapışıvermişti dudaklarıma? Onun için ne ifade ettiğimi öğrenmek isterdim. Aynı zamanda kafamı kurcalayıp duran bir diğer önemli konuysa, Mercedes'ti. Louis, onu aldatıyordu. Ben de teyzemi aldatıyordum. Bu kulağa ve yüreğe korkunç geliyordu ama kendimi onların bir mantık ilişkisinde olduklarına inandırarak bir şekilde vicdanımı rahatlatabilirdim. Yine de böyle bile olduğunda, Mercedes'in gözünde hala rahatsız edici bir durumda kalıyorduk sanırım.
Dün gece o rahatsız edici ve korkutucu ses olmasaydı, öpüştükten sonra hızlıca birbirimizden uzaklaşmaktansa belki konuşma fırsatını bulabilecektik. Tek korkum, beni bir eğlence olarak görmesiydi. Bir de, Mercedes'in tüm bunları öğrenmesi. Böyle bir şey gerçekleştiğinde, teyzemin en sevdiği yeğeni tarafından arkasından bıçaklanması beni yaptığım her şeyden pişman edebilirdi. Mercedes'i üzmek, yapmak isteyeceğim son şeydi.
Bunun kulağa ne kadar ironik geldiğini biliyordum. Bir yandan Mercedes'in üzülmesini istemiyor bir yandansa Louis için bir eğlenceden daha fazlasını olmayı diliyordum. Bunların ikisinin birlikte gerçekleşmesi imkansıza yakın gibi gözüküyordu; ama ben zorluklara ve engellere, özellikle de küçük sırlara bayılırdım.
Annem kapımı tıklamadan elinde koca bir porselen fincanla odama girmişti. Elindekini dökmeden büyük bir hızla başıma geldiğinde çayın sıcak buharı odamın havasına karışıyordu. Az önce düşünceler içinde mıyışmış hasta bedenim, annemin yardımlarıyla yatakta doğrulmayı sağlamıştı. Elime düzgünce fincanı tutturdu. "Çok sıcak, yavaş iç." Çayın içinde ne olduğunu bilmediğim halde, kokusunun keskinliği hapşurmama sebep olmak üzereyken annem bunu anlayınca çayı üstüme döküp kendimi yakmamam için hemen davranıp elimden almış ve onu benden uzaklaştırmıştı. O olmasaydı, eminim berbat bir halde olurdum zaten. "Harry. Sana inanamıyorum gerçekten. Bazen çocuk gibisin." Burnumu silmek için kendisi rulodan hızlıca kopartmıştı, ben de o halsizce onu izliyordum. Hala söylenirken işinden de geri kalmıyordu. "Dikkatli tut lütfen." Tekrar kupayı kavradığımda, çok da koklamayarak minik bir yudum almıştım çaydan. Sanki içimi kaplayan soğuk nemli yolları, bu sıcak çay tamamen açmış ve beni rahatlatmıştı. Yatakta bıraktığım boşluğa oturup beni izlerken yine dayanamamış ve sabahtan beri beşinciye elindeki minik cihazla ateşime bakmıştı.
"Ateşim yok. Olsaydı böyle olmazdım. Sadece burnum akıyor." Konuştuğum zaman susmamı söylercesine bakıyordu annemin gözleri bana.
"Ben seni nasıl bırakacağım? Sen kendine asla bakamazsın. Elektrikler gitti diye soğuk suyla duş mu alınır?" Annem hala söylenirken çayımı inatla kaçmayan keyfimle içtim.
"Bırakmayacaksın zaten, benden kurtulamayacaksın." Cümlemle aksi tavrını hemen bırakmış ve bana yaklaşmıştı. Yüzündeki sevinci beni de güldürmüştü. "Bakma öyle. Manchester'a başvuracağım sadece. Seni dinleyeceğimi biliyorsun." Annemin uzun zamandır ilk kez bu kadar mutlu olduğunu, gözlerinin doluşundan anlamıştım. Elimdeki çayı kenarda duran sehpaya bırakıp kollarını bana sardı. Sıkıca kucaklarken sürekli söylediği tek şey 'biricik oğlum'
ve bunun gibi övgülerdi.
Bana yaptığı çayı büyük bir hazla içerken, annemin birkaç gündür işlerden başını kaldıramayıp benimle ilgilenemediğinden dolayı üzgünlüğünü belirtmesi çok içten ve anlam dolu olmuştu. Benimle birkaç dakikalık da olsa kurmaya çalıştığı sohbet, yeterince mutlu olmamı sağlamıştı. Porselen bardaktaki sağlık çayı tamamen bittiğinde, annem bekletmeden elimden alıp onu benim yerime mutfağa indirmişti. Ben de o zaman, yatakta eski rahat halime geri dönmüştüm. Çaydan hemen sonra burnumun akıntısı geçince daha da rahatlamıştım. Aynı sebepten de uykumun geldiğini anlamak hiç de zor değildi. Gözlerim gün ortasında kapanmak üzereydi ve benim de durdurma gibi bir planım hiç olmamıştı.
Yatak ve yorganın arasında kendimce kıvrılıp tamamen kaybolmak üzereyken, ahşap parkelerin üstünde yaptığı ses uykuya dalmamı engellemişti. Koridorda ne zaman biri yürüse bundan farklı bir ses duyulmazdı, ama o kişi her kimse odama girdiğini anladığımda bu adım sesleri daha da yakınlaşmıştı. O zaman gözlerimi istemeyerek de olsa araladım. "Hey, nasıl oldun?" Yatakta ona doğru döndüğümde, görüntü ve sesin sahibi Mercedes teyzemden başkası olamazdı. Dışarı çıkarttığım elimi hiç vakit kaybetmeden tutup yanıma oturdu. "Sana bakmak için geldim. Az önce Daisy'le konuştuğunuzu duydum, bilseydim uyandırmazdım." Üstüme ne ara aldığım ve boğazıma kadar çektiğimi bilmediğim yorganı karnıma kadar indirdim.
"Sorun değil, tam olarak uyumamıştım." Başımı yumuşak yastığımın üzerinden kaldırmadan ona bakıyordum. "Burnumun akıntısı çay sayesinde durdu sanırım. Bir de uykumu getirdi." Mercedes hafifçe başını sallayarak güldü.
"Kokusu bile benim de uykumu getiriyor." Konuşurken yüzü gülüyordu. Bense hala gerçekten uyanmak için çabalıyor gibiydim. Birkaç kere gözlerimi ovuşturduktan sonra tekrar ona dönmüştüm. Sanki açacak bir konu arıyor gibiydi. "Kitaplığından bir şeyler ödünç alabilir miyim? Yanımda getirdiklerim bitti de."
"Elbette." diye cevapladım hiç düşünmeden. "Sormana bile gerek yok Mes." Yataktan kalkmadan gözleri kitaplığıma getirdi. Belki 10'dan fazlası yoktu, çünkü buraya tüm kitaplarımı getiremezdim. "Lisedeyken bana bir sürü kitap yollardın ya. Hatırlıyor musun?"
Sorumla başını bana çevirdi. "Elbette. Hepsini okuyor muydun gerçekten?"
"Hem de her sayfasını ve her kelimesini. Önsözden son söze kadar." Hevesle yattığım yerde oturur pozisyona geçtim. "Sanki en sevdiğim filmlerin senaryosu benim elimin altındaydı. Ama etkisi iki saatlik filmlerden daha çoktu tabi ki. Bu yüzden onları bitirmek bile hiç içimden gelmiyordu. Ama bir o kadar da merak ediyordum. Sonuç olarak bana yolladığın koca bir koliyi okumak bir ayımı bile almıyordu." Mercedes kolumu tutup okşarken yüzü mutlulukla parlıyordu. "Gerçi sınav zamanlarımda bu süre iki aya çıktığı da oluyordu."
"Sen gerçekten bir dahisin." Konuşurkenki minik sevimli kahkahası bana da bulaşmıştı. "Peki en sevdiğin mitoloji hangisi olmuştu?"
Biraz düşünmüş gibi yaptıktan sonra cevapladım. "Sanırım en klasikleşmiş olan diye belki de, favorim Yunan Mitolojisiydi. Diğerleri de güzeldi ama, ona daha yakın bulurdum kendimi."
"Peki," Mercedes sorarken sırıtıyordu. "12 Olimposludan favorini sorsam çok zorlanır mısın?" Tam ağzımı cevaplamak üzere açacaktım ki elini kaldırarak beni susturdu. "Dur dur. Ben seninkini tahmin edeceğim sen de benimkini tahmin et."
"Pekala." dedim kollarımı birleştirmeden önce. Mercedes bunun üzerine düşünürken dudaklarını büzerek hafifçe oynatıyordu. Bu sevimli halleri onu tanıdığımdan beri hiç gitmiyordu. Belki de, benimle gerektiğinde yaşıtımmış gibi davranabilmesiydi onu favori teyzem yapan.
"Senin favorin Apollon. Çünkü diğer tanrıların aksine insanları farklı türden aldatmacalarla oyalamaz. Sanatla ve diğer tüm güzel şeyle ilgilenir. Heykellerindeki ve yazıldığı gibi vücudu diğer hemcinslerinden çok uzaktır. Onun abartılı karın kasları ya da kalın baldırları yoktur da, daha normaldir vücut tipi. Hem erkeğe, hem de kadına da yakın." En iyi bildiği konuda benimle böyle konuşması, beni çok sevindirmişti. Onu can kulağıyla dinlerken belki de ağzım açık kalmıştı. "Dürüstlük tanrısı olması da bence yine senin ilgini çekmiştir." Ses tonu şüpheci gibiydi, kaşlarını da buna ek olarak oynatırken mimiklerine durmadan yeni şeyler ekliyordu. "Ayrıca müziği de çok seversin, tıpkı Apollon gibi. Bence sadece favorin olmak değil, siz birbirinize benziyorsunuz resmen." Mercedes anlatımını bitirir bitirmez gülmeye başlamıştı.
"Bir şeyi unuttun. Apollon da biseksüeldi." Söyledikten sonra kahkahası daha da artmıştı ve ben de onunla birlikte gülmüştüm. "Ve evet, aslında hepsi favorim ama Apollon'u bazen kendime benzetmeden edemiyorum, bu çok narsistçe mi?"
"Hayır," diye hemen öne atıldı Mercedes. "Bak ben de söyledim. Benziyorsunuz gerçekten." Eli saçlarıma gitmişti. Yattığım için biraz dağınıklardı ve Mercedes bunu düzeltmek için uğraşmıştı biraz. Onları tamamen geriye attığında, önde yetişmeyen perçemleri kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Ben de seninkini söyleyeceğim. Hazır mısın?" Mercedes oturduğu yerinde omuzlarını dikleştirdiğinde ben de sırıttım. "Bence seninki Afrodit. Bilmiyorum bu senin için basit bir benzetme mi oldu, ama o kadını çok seninle bağdaştırıyorum."
Mercedes Afrodit cevabımla şaşırdığı aşikardı. "Nasıl bir bağdaştırmaymış bu?"
"Özellikle Adonis ve Afrodit* hikayesinde." Teyzem merakla beni dinlemeye devam etti. "Afrodit Adonis'i yalnız bıraktığı ve başına belaların geldiğini anladığı ilk anda ormanda ona koşarken ayaklarına dikenler batınca yere o kutsal tanrı kanı akması ve sonrasında peşinden kırmızı güllerin çıkması." Teyzem hikayenin sonuyla sırıtıyordu. "Ne kadar da romantik bir destan."
"Evet ama eğer Afrodit bensem benim için hiç de güzel bir hikaye değil." Mercedes kıkırdadı. "Yani beni yasak aşkla ve güzellikle bağdaştırıyorsun?"
Dudağımı hafifçe büzdüm. "Daha çok favorin o olduğunu düşünüyordum." Dişimi ete geçirirken ona bakıyordum. "Yanlış mı yoksa?"
Mercedes kaşlarını kaldırdı yanıldığımı söylercesine. "Maalesef. Ben hep Artemis'e özenmişimdir. Favorim o ve Athena'ydı her zaman."
"O zaman sen ve ben ikiz kardeşiz." Çocuk gibi göründüğümün farkındaydım, Mercedes'in de bundan memnun olduğu gülen gözlerinden okunuyordu.
Bana sıkıca sarıldığı zaman, sanki üzerinden çok zaman geçmiş gibi konuşulan her şeyi unutmuştum. Kollarının sıcaklığı bana dün geceyi hatırlatmıştı. Dün ve şimdi arasında gidip gelirken kendimi ne kadar zor bir duruma attığımı yeni fark ediyor gibiydim. Benimle konuşmayı bile bu kadar seven ve bana düşkün olan bu kadına karşı -hatta arkasından- işlediğim günah, az önce zirvede olan tüm keyfimi sıfıra indirmişti. Başımı omuzlarına koyup gözlerimi kapattığımda düşüncelerimi başka yöne kaydırmaya çalıştım yine her zamanki gibi. Ama bir türlü kaçamamıştım sanki. "Bir an önce iyileş ve aramıza geri dön." Ayrıldığımızda parmak ucuyla burnuma hafifçe bastırıp gülümsemişti. "Anlaştık mı?"
Odamdan çıkıp kapıyı kapatır kapatmaz yorganın altına saklandım. Aslında saklandığım şey tamamen soyut olan düşüncelerimden başka bir şey değildi. Ona karşı çok utanmıştım, hiçbir şeyden haberi olmadığı halde. Eğer öğrenseydi kim bilir ikimiz de nasıl bir travmanın eşiğinde olacaktık. Bunu görmek veya yaşamak hatta tanık olmak bile istemiyordum.
Başımı yorganımdan çıkartıp derin bir nefes aldım. Böylelikle ciğerlerime dolan temiz oksijen, beynimdeki toksikleri de silip atabilirdi. Mercedes gittikten sonra tekrar uyumayı denemek en güzel seçenek gibi gelmişti. Düşüncelere ara vermek ve bir şekilde bunu başarmak en güzel şeydi benim için. Birkaç saat süren uyku denemesinin sonundaysa, beklenilenin aksine başarısız olacaktım. Çünkü bu sefer kaçıp durduktan sonra geldiğim yer Mercedes'le konuştuklarımız olmuştu.
Artemis, avcı ve koruyucu bir Tanrıçaydı. Afrodit'le yakından hiçbir alakaları yoktu. Onu Afrodit'e benzetmiştim çünkü ona söylemesem bile yaşadığı sayısız aşktan haberim vardı. Ayrıca Mercedes çok güzel bir kadındı. Onu Afrodit'e benzetmemin elbette tek sebepleri bu değildi. Afrodit en çok Ares'le olan yasak aşkıyla bilinirdi ve ben de Louis'i ilk gördüğümde tüm bunlardan önce onu Ares'e benzetmiştim. Artemis ise, Ares'in dostuydu. Athena ise barışı temsil ederken, Ares'in savaş tanrısı olmasıyla tam zıtlardı. Kendi kendime bu yaptığım çıkarım bile beni güldürmüştü. Louis'e de sormak isterdim aynı soruyu, acaba o kendini hangi Tanrıya daha yakın hissediyordu diye. Cevabıyla yeni zevkli çıkarımlarda bulunabilirdim.
Uyumamaya dirençli vücuduma artık ben de karşı gelmek yerine yatakta o gün ilk kez kalktığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Tüm ihtiyaçlarımı giderip yatağıma geri dönmem çok da uzun sürmemişti. Telefona baktığımda saatin 4'e yakın olduğunu görmüştüm. Sadece uzandım ve yakınımdaki duvarı izlemeye başladım. Kulağım tamamiyle alt kattaki seslere odaklanmıştı. Daisy ve büyükannemin konuşmasını rahatlıkla seçebiliyordum. Bahçedeki çiçeklerin yağmurda mahvolmasını konuşuyorlardı. Mercedes'ten ses gelmediğine göre o, Louis'le odalarında olmalıydılar. Bu sefer yatakta sırt üstü dönmüştüm. Hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyordum.
Merdivenleri indiğimde salonda oturan tek kişi Mercedes'ti. Elinde sayfalarını çevirdiği dergiyi ilk kez görüyordum. Okumaya ve incelemeye o kadar dalmıştı ki benim geldiğimi bile duymamıştı. Eli bakmadan masaya uzandı ve dolu kadehi alıp dudaklarına götürdü. Yavaşça yudumlamaya devam ederken, gözleri derginin yağlı kağıdında bir sağa bir sola gidiyordu. "Annemler nerede?" Sesimi duymasıyla hemen dergiyi kapatmadan kucağına bırakıp bana dönmüştü.
"Yan bahçeye geçtiler sanırım az önce." Mutfak kısmına doğru ilerledim o öyle söyleyince. Dediği gibi yan bahçeye bu yaz ektikleri çeşitli çiçekleri kurtarma yollarını arıyor gibiydiler. "Sen neden çıktın yatağından?"
"Çok sıkıldım tüm gün yatınca." Gözlerim bahçedekilere dalmıştı ama tüm odağım Mercedes'in sesindeydi. Sormadan önce heyecanla irkildim. "Louis nerede?"
"Şehirdeki işlerini halletmeye ve marketten eksikleri almaya gitti." Konuşurken ben de çoktan yanına geçmiştim ve koltukta oturup ona sokulmuştum. O da bir kolunu bana sarmıştı. "İnternet olmayabilir ama buradan son haberleri öğrenebiliriz." Hafifçe gülerken ondan geldiğini bildiğim şarap kokusu beni rahatsız etmekten çok uzaktı. Kollarını arasındaki sıcaklıkla tekrar mıyışmak üzereydim. O da dergide gördüğü enteresan şeyleri bana anlatmaya ve göstermeye devam ediyordu.
Louis o akşam biz tam yemek masasına oturduğumuzda girmişti evden içeri. Hemen elindeki poşetlerle masanın olduğu yere geldi. Havadaki serinlik hala geçmediği için birkaç gün daha içeride yemek zorundaydık. Louis de poşetleri bıraktıktan hemen sonra ellerini yıkamaya gitmişti. Her şeyden sonra, bu ilk kez oturup topluca yemek yediğimiz akşamdı. Yani, Louis'le ben öpüşmüştük ve bunu normal olarak masadaki kimse bilmiyordu. İstemsizce geriliyordum ve ben buna engel olmaya çalıştıkta işleri daha da batırıyor gibiydim. Suyu tutan ellerimin titrediğini ilk annem fark edince, ağzını açması hiç de geç olmamıştı onun için. "Harry, hala hastasın. Sana kim dedi zaten yataktan kalk diye?"
Suyumdan büyük büyük yudumlar aldığımda suratımın hali suyun tadından dolayı değildi, Louis'e bakarak her şeyi belli edeceğim korkusundan dolayı ekşimişti. Bardağı bırakırken yavaş olmak için çaba harcamıştım. Louis'e baktığım zaman onun da beni izlediğini çoktan biliyordum. Bu yüzden şaşırmamıştım. "İyiyim, çok acıkmışım sadece."
Ondan sonra hiç ağzımı açmamıştım yemek boyunca. Louis en başından beri zaten sus pus oturuyordu. Ama o benim aksime sakinliğini bir şekilde korumayı başarıyordu. Yemeğini her zamanki adabıyla yerken arada gözleriyle beni, sonrasında Mercedes'i kontrol ediyordu. Ben de tüm bu süreçte sık ama aralıklarla onu izliyordum. Masada annem aklına gelen uzun bir aile anısını herkesle paylatığı için, zaten kimse konuşmak zorunda kalmamıştı. "Siz siz olun eğer çocuk yaparsanız ismiyle ilgili hayallere aylar öncesinden dalmayın." Her şey bittikten sonra yeni çifte verdiği tavsiye Mercedes'i güldürmüştü. "Mesela, annem Eden'a koyacakmış neredeyse benim ismimi. Ben de Harry için aslında hep Arthur diye düşünmüştüm. Ama babası hep Harry Edward olmasını istedi şanlı krallarının isminden dolayı."
Mercedes söze atlamak için annemin lafının bitmesini zar zor bekleyebilmişti. "Ve benim ismim de, María de las Mercedes'den yani İspanyolca bakire Mary anlamına geliyormuş. Bunu İspanya'ya gittiğimde öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü anneme ismimi sorduğum zaman bana sadece kulağa güzel geliyor diye koydum diyordu."
Büyükannem teyzemin söylediklerinden sonra hafifçe güldü. "Hayır, unuttun mu, aynı zamanda İspanyolca Mars demek."
Her zamanki sohbetlerle geçmişti o akşam yemeği de, kimse gizlice olan bitenlerden haberdar değildi. Bu beni huzurlandırdığı kadar da rahatsız ediyordu aynı zamanda. Ama bu konuda yapılabilecek ne vardı, bilmiyordum bile.
Yağmur bugünden itibaren tamamen durmuştu, Daisy annesini temiz hava aldırmak için onunla birlikte dışarı çıktığında Mercedes bu akşam kaçıncıya doldurduğunu bilmediğim şarabından içiyordu. Louis masayı toplamada bana yardım etmek için ayaklanınca elim ayağıma tekrar dolaşmıştı. "Gelinlikten haber var mı?"
"Evet," Louis elindekileri sudan geçirirken Mercedes'e bakmadan cevapladı. "söylediklerine göre yarın ya da ondan sonraki gün hazır olacakmış." Tepkisini merak ettiğim için teyzeme döndüm. Hiçbir şey söylemeden şarabından büyük bir yudum almıştı.
"Umarım güzeldir, sen gördün mü?" Bu sefer Louis'e bakıyordum, vereceği cevabı beklerken içim yeniden her zamanki hüzünle kaplandı.
"Gördüm, tam istediğin gibi olmuş." Bana baksın ve gözlerimdeki hüznü görsün istiyordum. Bu yüzden yüzümdeki o ifadeden kurtulmadan belki de dakikalarca durduğum yerden ona baktım. Hiçbir şey olmamış gibi davranması ağrıma gidiyordu artık. Belki de ancak işi bittiğinde, ona baktığımı idrak etmiş ve artık bana dönmüştü. Ellerini havluya kurularken, suratında hiçbir mimiğini oynatmadan bana bakmaya devam etti ve aşağı kattaki lavaboya doğru ilerledi.
Mercedes'e annemlerin yanına gittiğimi haber vermiştim evden çıkmadan. Daisy ve büyükannemin sohbetlerini dinlemek, bir şekilde kafamı rahatlatacak ve o kaçıp durduğum düşüncelerden başarıyla sıyrılmamı sağlayacaktı. Annemleyken hep böyle olurdu. Onun yanında kalıp beni kolları altına aldığı andan itibaren, en korunaklı yerde hissederdim. Burada, kendi kendime bile zarar veremezdim. Bana kızıp dursa, sürekli söyleniyor olsa bile bu hayatta ondan daha çok sevdiğim başka bir insan olamazdı.
Gece olmak üzereydi odaya geçip kapımı yavaşça kapattığımda. Bu gece erkenden odama gelmiştim çünkü üstümdeki gerginliği evdekilere yansıtmaktan korkuyordum, annem bir şekilde anlıyor gibi hissediyordum. Eğer Mercedes de tam ayık olsaydı, bu akşamki tavrımdan benim canımın bir şeylere sıkkın olduğunu direkt anlayabilirdi. Ama şu ara, neredeyse her akşam birkaç kadeh şarap içiyor ve kısa sürede uyuyakalıyordu. Belki ben de onun kadar kolay uykuya dalabilmek için onun gibi birkaç kadeh içsem iyi olabilirdi. Yatağa otursam da yatmak istemiyordum. Bu yüzden telefonumdan müzik açarak biraz daha kafamı dağıtmaya çalıştım. Belki uyku öncesi hazırlık olabilirdi. Çalışma masasının üzerinde duran not defterimi aldım ve burada kaldığım süredir not aldığım kitap alıntılarını okuyarak zaman geçirmeye başladım. Dizlerimi tamamen karnıma çekerken defterse yatağım üzerinde önümde duruyordu. Yazıları sakince okuyor ve elimden gelen tüm konsantrasyonumu kendi el yazıma vermek üzerine odaklanıyordum.
"Acı bile çekmemiştim. İçim boşalmış gibiydi. Sonra zaman geçmeye başladı ve boşluk genişledi." ... "Ateşi kıvılcımken söndürmezsen, her şey için çok geç olacak." ... "Tek bir sözcüğün bile ne kadar çok anlama gelebileceğini, nasıl zıt yönlere çekilebileceğini fark edince korkuyorum." ... "Sessizlik nasıl bu kadar gürültülü olabilirdi?" ... "Söyleyecek fazla bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Ben de sustum."
Birkaç saatten fazlası geçmişti belki de, yatakta kıvrılmış bir halde uyuyakaldığımı fark ettiğimde merdivenlerden gelen gürültü, evdeki herkesin aynı anda yataklarına geçtiğini işaret ediyordu. Açık kalan telefon müziğini tamamen kapatıp uykuma devam edecektim. Ve tekrar bölünecekti, tekrar ve tekrar. Kapılar durmadan açılıp kapanıyordu sanki ve duracağı benzemeyince ben de yataktan sonunda kalkmıştım. Hava almak adına odamdaki pencerelerin hepsini açmıştım belki de. Uykusuzluğun getirdiği sinirle üstümdeki hırkayı da odanın bir yerlerine fırlatmıştım. Artık derin bir uyku çekmek istiyordum. Telefondan saate baktığımda, gece 12'ye gelmek üzereydi ve ben hasta ve stresli halimle kaç saattir uyanıktım bilmiyordum. Uykusuzluğun anksiyetemi arada bir tetiklemesine birkaç kez önceden de şahit olmuştum. Kendimi yüz üstü yatağa geri bıraktım. Kollarımla sardığım yastığı olabildiğince kendime çekerken aynı zamanda sıkıyordum. Belki birkaç dakika geçmişti ya da daha çok, yeniden duyduğum kapı sesine tepki vermeyecek kadar bıkmıştım. Bu yüzden sadece gözlerimi aralayarak nefesimi bıkkınlıkla saldım dudaklarımdan dışarıya. Fakat, açılıp kapanan kapı benimki olduğunu fark etmemle, yatağın üstünde hızlıca o tarafa dönmüştüm. Kapıyı yavaşça kapatmasının ardından gelen kilit sesiyle unuttuğum şeylerin arasında kesinlikle uykusuzluğun verdiği kaygı da vardı. Her zamanki üstüne giydiği o rahat şeylerle bana doğru gelirken nefesim kendi kendine duracak gibi hissettim.
"Konuşabilir miyiz?" Yatağıma oturduğu zaman vereceği cevabımı biliyordu bu yüzden beklemeden ayaklarıma dikkat ederek yatakta iyice geriye giderek sırtını duvara verdi. Artık ben de onun gibi oturuyor ve sırtımı yatak başlığına yaslıyordum. "Tabi." bu kısa yanıtta bile kekelemeyi başarmıştım. İkimizin de bundan sonraki sesinin seviyesi oldukça düşük olacaktı. Fısıldamaya çok yakın ve düz bir tonda.
Başlamadan önce derin bir nefes aldı. "Sana nasıl biri olarak gözüktüğümü biliyorum. Öncelikle tüm bu hazırlıklar devam ederken hayatına böyle girmeyi, kesinlikle istemezdim." Oynadığı parmak eklemleri, dikkatimi dağıtmaya yetmiyordu. "Benim çok büyük bir yalancı olduğumu düşünüyorsun, hatta bundan eminsin. Ama bilmediğin o kadar çok şey var ki. Ben de bunlar yüzünden günlerdir bir şekilde bu olacaklara elimden geldiğimce engel olmak istedim. Sadece şunu bilmelisin. Bunu başlatan sensin ve üzülmeni istemiyorum." Cümleleriyle gözlerim aynı hızda dolmaya başlayınca artık ona bakamıyordum. "Eğer kendimi tutamayıp öpen taraf ben olsaydım kendimi bu konuda asla affedemezdim."
Gözlerimi aceleyle silip ona döndüm. "Ne?" Duyduğum son şey, önceki söylediği her şeyi unutturmuştu bana.
"Benden daha cesursun." Artık o da bana bakmıyordu, odamın karşısında gezdiriyordu gözlerini yavaşça. Düşündüğü her şeyi söylemediğinden o kadar emindim ki. Dizlerimin üstünde ona doğru emekledim yatakta. O zaman gözlerini bana çevirdi. "Beni öpene kadar bunu yapabileceğini düşünsem de asla inanamıyordum." Gözleri artık benimkinde sabitti, tamamen. "Ama yaptın, ve ben bana gelen seni öpmeme cesaretine sahip olamadım. Bir anlık seni reddetme düşüncesi geçse bile, bunu yapamadım. Sen de gö-" Ağzı, onu öptüğüm için aralık kalmış ve konuşmayı yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Dün geceki gibiydi, tek farkla dudaklarımdan bir an olsun bile kaçmaması için yüzünü kavrayan ben olmuştum. Her şeyin itirafından sonra, onu yoğunca öperken, o da bana karşılık veriyor ve ellerini aradaki kumaşa rağmen tenimde hissediyordum. "Bak, yine reddetmedin." Heyecanla dudaklarına fısıldadığımda, sanki ateşe kor atmışım gibi parlamıştı gözleri bir anda. Bu sefer dudaklarıma yapışan o olmuştu ve aynı zamanda beni belimden tutarak kucağına çekmişti.
Bir anlığına uyuyakalıp gördüğüm rüyalardan biri olduğunu düşünmüştüm. Gecenin bir yarısıydı ve etraf çok sessizdi. Odada ise sadece ben ve Louis vardı. Oturduğum yerse onun dizlerinin üstü, kucağıydı. Yaşadığım o an rüya değil de, neydi bilmiyordum. Gerçeklikten hiç bu kadar kopmuş ya da uzaklaşmış hissetmemiştim. O dudaklarımın üstüne tamamen kapanırken ve nefeslerimiz solunduğu ilk andan birbirine karışırken bayılmaya ilk kez bu kadar yakın hissediyordum. Ama bilincim son derece açıktı. Onu tenimin her yerinde hissetmek ve duymak istiyordum. En büyük dileğimse Louis'in de bunları istiyor olmasıydı.
Louis öpücüklerine çenemden boynuma kadar yol çizdiğinde başımı ilk kez bu kadar tutmakta zorlanıyordum. Sanki gereğinden fazla ağırlaşmıştı, tıpkı tüm vücudum gibi. O boynumun en hassas yerlerine minik sızı bırakacak öpücüklerini kondururken gözlerim zevkle kapanmak üzereydi. Duvarda asılı olan saate baktığım zaman, gün devrolmuştu, üstündense sadece birkaç dakika geçmişti.
Y/n: 4.4k kelime!! skor???!! Yeni bir güne geçtiğimiz için ve yeterince uzun olduğunu düşündüğüm için burada kesmek zorunda kaldım yoksaaa hiç size acı çektirmek ister miyim??
@biktimgercekten ve @ziamsmirror a bana fazlasıyla dokunan yardımları ve çok konuşmama her türlü katlanmaları sebebiyle çok teşekkür ederim
Bir de rüyamda yorumların 50'ye düştüğünü gördüm daha geçen gün (aslında kabusmuş) çok üzülüyordum sakın beni 200-300 küsür yorumlara alıştırıp sonralara doğru 50 yoruma bırakmayın:((( fobim yaptım rüyadan sonra galiba jsdjk
*Afrodit ve Adonis'in ve Persephone'un mitolojik hikayesini okumak isterseniz linki hazırda elimde bulunmaktadır:) Ben biraz bu üçünü M-H-L üçlüsüne benzettim ama nasıl.. İçimdeki Harry dur durak bilmiyor bir an bile...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top