Bölüm 16 - Bir Kadeh Şarap

Yirmi sekiz kala...

Gözlerimin önünde başlayıp biten her şeye seyirciydim her zamanki gibi, onlar eve geldiklerinden beridir. Birkaç gün önce bahsedilen düğün organizasyon şirketinden birkaç kişi, şimdi dağ evinde gerekli ölçümleri -ya da ona benzer olan her şeyi- yapıyordu, ben de merdivenlerde oturmuş parmaklarımı sıkıyor ya da tırnaklarımı etimin bir yerlerine geçiriyordum stresle fark etmeden. Ev aniden kalabalıklaştığı için değildi bu stresim. Tanımadığım birkaç kişi evin içinde gezip dururken aynı zamanda ev ve düğün sahiplerine ilgili soruları soruyor, cevapları da elindeki minik not defterine kaydediyordu. "Alternatif bir seçenek olarak, düğün pastasını mutfaktaki bu adacığa koyabiliriz. Ya da şu büyük açık alana beyaz örtülü uzun bir masa koyarsak orası daha uygun olur pasta için." Kadın konuşurken önündeki boşluğa bakıyor ve düşünmeye devam ederken elindeki kalemin arkasını hafifçe dişliyordu.

"Pasta dışarıda olacak sanıyordum." Sessizliği bozan annem olmuştu. Görevli kadın ise başını kaldırdı annemin ve çiftin durduğu yere doğru. Büyükannem ve ben hariç herkes ayaktaydı. "Evet ama görüyorsunuz ki şu anda da yağmur yağıyor. Her ihtimali göz önünde bulundurmalıyız."

Annem elini beline yerleştirip kaşlarını kaldırdı, bu fikri hiç beğenmediğini belirtircesine. Louis elini çenesine götürerek ikisini dinlemeye devam etti. Mercedes'se, o hiç zaten ilgili gibi gözükmüyordu en başından beri. "Bu evin 100 kişi alacağını değil, 50 kişiyi bile zorlayacağını düşünüyorum. Bu yüzden bunu düşünmek de mantıksız geldi de."

"Siz hiç merak etmeyin," dedi kadın. "Salondaki koca koltukları kaldırırsak alan çok açılmış olacak. Kenarda bir baraka gördüm. Oraya bu kattaki çoğu şeyi koyabiliriz diye düşündüm." Kadın annemin yanına giderken konuşmayı sürdürdü. Sanki, annemdi düğün sahibi. Onlar konuşmaya devam ederken, beraber dışarı çıkmışlardı. O zamandan sonra artık konuştukları şeyleri duyamıyordum. Evi bahsettikleri gibi süsleyeceklerini düşündüğüm anda, henüz gerçekleşmemiş olsa dahi düğün gözümün önünde canlanıyordu, o anlara gidip geliyordum. Evin içerisinde bir sürü davetli misafir,- birçoğu akraba adı altındaki tanıdıklar- arkada çeşitli romantik yavaş tarzdaki müzikler, duvarlara asılmış düğün yazıları ve garip renkteki parlak balonlar... Herkesin elinde bir kadeh. Hep bir ağızdan, "Mutluluklar Tomlinson çifti. Mutluluklar Mercedes&Louis." diyorlar. Yanıma gelen Mercedes bile düşüncelerimden sıyrılmamı tam olarak sağlayamamıştı. Ona döndüğümde, gözümün önündeki gelinliği, birkaç saniye içerisinde kayboldu. O olmasaydı, gerçeklik algımı tamamen kaybettiğimi sanabilirdim. "Ne düşünüyorsun, düğün hakkında? Sence güzel olacak mı?"

"Harika olacak." Mercedes'in yanından ve tahta merdivenlerden tamamen kalktım. Onunla konuşmak istemiyordum, ona kızgın değildim. Sadece, şu aralar hissettiklerime bir isim takmak benim için çok zordu. Onunla konuşmak ya da sorularına cevap vermek de öyle geliyordu artık. Yukarı çıkıp annemin odasına girmiştim aşağıdakileri izlemek için. O kadınla beraber birkaç iş arkadaşı daha, kendi aralarında konuşurken Louis bir kenarda sigara içiyordu. Fark ettirmemeye çalışarak camı açtım ve dinlemeye çalıştım. Aralarına sonradan eklenen annem, düğünle daha çok ilgileniyordu. Sonra kadın çamur toprakta hızlı hızlı yürüyerek Louis'in yanına gitti. "Şimdilik bu kadar." dediğini duyabiliyordum. "Bahçenin ön kısmına tente tarzı bir şey ayarlayabiliriz yağmuru az da olsa keser. Zaten çamur olsa da olmasa da ortaya uzun bir kırmızı halı sereceğiz."

"Düğün tarihinde bu kadar yağacağını sanmıyorum. Şimdilik önlem almak da doğru tabii." Louis kadınla konuşurken kafasını sallıyordu sık sık. "Buraya kadar geldiğiniz için de teşekkürler."

"Tekrardan haberleşiriz diye düşünüyorum, iyi günler Bay Tomlinson." Kadınla tokalaştıktan sonra, onlar geldikleri arabaya giderken Louis peşlerinden bakmaya devam etti bir süre daha. Gelmelerinden neredeyse bir buçuk saat sonra, arabaları zirveden ayrılmıştı sonunda. Nefeslerim titrek bir halde korkakça dökülmeye devam ediyordu dudaklarımdan. Neden bu kadar etkileniyordum? Ve daha önemlisi, düğün gününde de böyle hissedersem ağlayabilecek miydim kenarda veya bir köşede? Cevabı çok iyi biliyordum. Belki de korkumun hepsi bundan kaynaklanıyordu. Rol yapmak hele de üzgünken çok zordu.

Önce annem, sonra da Louis'in içeri girdiğini gördükten sonra ben de pencereden çekilmiştim. Perdeleri eski haline getirirken dikkatliydim olabildiğim kadar. Odadan çıkmak üzere kapıyı kapattığım anda Louis tahta merdivenlerin son basamağını çıkıyordu. Adımlarını bana doğru yöneltirken, ben de ona doğru gidiyordum. Koridorun ortasındayken, ikimiz de durmak zorunda kalmıştık. Yanımdan geçmek yerine, birkaç saniyeliğine de olsa karşımda dikilmeye devam etti. Belki de geçen gece bana yaptığı son dokunuşlarından beridir, gözlerine o kadar da derin bakamıyor, ondan kaçırıyordum. O an da, bana bakmaya devam ettiğini biliyordum. Belki birkaç saniyeden daha uzun sürmüştü. Gözlerim üstünde minik damlaların ıslattığı ve izini bıraktığı tişörtündeydi, sonra bana doğru kalkan eline gitti. Kolumu tutmak üzereyken, bir şeyden dolayı vazgeçti. Derin bir nefes almaktan alıkoyamadım kendimi. Bunun verdiği heyecana karşı koymak üzere önünde durmayı kesmiş, merdivenlere doğru yönelmiştim. Ama arkada bıraktığım sesi yüzünden durmak zorunda kalacaktım. "Harry."

Başımı ona çevirip bakmıştım gözlerine. Yüzündeki mutsuzluğu kelimelere gerek olmaksızın okunuyordu. Bir elim hala merdiven trabzanında, bedenimse yarı ona dönüktü. Adımım merdivenden inmek için havada kaldığı bile söylenebilirdi, yine de ağzından çıkacak bir söze bile çok ihtiyacım vardı. "Neden bu kadar sessizsin?" Bu sorusunu beklemediğim çok açık bir gerçekti. Hala yerimden kıpırdamadan ona bakıyordum. Sesi, sadece ikimizin duyabileceği seviyedeydi. Sık sık yaşadığım bu gerilim ve heyecan artık kalbimde bilmediğim bir ağrıya sebep oluyordu. Ne demem gerektiğini bilmiyordum, ne cevabı vermemi istediğini de. Sessiz olmamdan rahatsızlık mı duyuyordu yani?  Cevabım da sessizlikten başka bir şey olmadığında Louis pes etmedi, daha yakınıma gelip yine aynı tonda konuştu benimle. "Canını sıkan şey ne ise, benimle konuşabilirsin." Dudaklarından çıkan sözlere bakıyordum onu dinlerken. Hiç korkusu yoktu sanırım ona söyleyeceğim şeylerden dolayı. Böyle düşündüm. "İstediğin zaman." Elini koluma yerleştirdikten sonra üstümdeki kumaşı hafifçe okşamıştı. Yüzündeki az önceki sertlik kaybolmuş gibiydi. Yumuşak bir gülümseme bahşetti cümlesinden sonra.

"Teşekkür ederim." Cümlemden sonra, tuttuğu nefesi veren o olmuştu. Sanki bir anlığına, tüm sorunlardan kurtulma isteğiyle beraber diğer elini de omzuma koyup beni kendine çekti. Benden önce sardığı kollarıyla, beni bedenine yaslarken sıkıca sarılıyordu bedenime. Boşlukta sallanan ellerimi ona geciktirmeden hediye etmiştim. Tıpkı onun bu sarılışı bana hediye etmesi gibi, belki bir dakikadan daha az sürecek olsa bile. Başım omzuna yaslanık nemli kumaşa sürterken, onun da çenesinin saçlarıma değişini tamamen hissediyordum. Sıcak nefesleri tenime çarpmakla kalmıyor, kulağıma yakın yerlerde hissettiğim soluğu sanki beni an ve an hayata geri döndürüyordu. Vücutlarımız arasındaki boşlukları bile kapatmıştık. Sıcaklığı, üstümü örtüyordu ve sadece bedenimi değil, benliğimi ve canımı da ısıtıyordu. Kalplerimiz ise ikinci kez bu kadar birbirine yakın mesafeden atıyordu.  Süresinin ne kadar uzun ya da kısa olduğu önemli değildi, o bana sarıldığı anda her şeyi unutuyordum. Bu yüzden asla yakınımdan gitsin, benden uzaklaşsın, tenini üzerimden çeksin istemiyordum. Dokunduğu bir noktada bile, ruhumu bulup iyileşmemi sağlıyordu.

Sarılmanın aniliği gibi olmuştu tamamen kollarını çekmesi de. Koridorda hızlı adımlarıyla gözden kaybolunca bedenimi hala aynı uyuşukluğuyla buldum. Kollarım arasındaki sıcaklığı uçmamıştı bile o odasına girerken. Belki de koridordaydık diye, aceleyle kaçmıştı ellerimin arasından. Onun peşinden gitmeliydim, ama yapamadım. Nedeni ise hep belliydi. Onu istediği zaman takip edecek olan, hep Mercedes olacaktı. Üstelik gerçek bir belgeyle, hem de onun soyadını alarak.

Aşağıya annemin yanına indiğimde, onun büyükanneme verdiği düğün detaylarını dinlemeye çalışıyordum. Herkesin yağmurla ilgili büyük bir sıkıntısı oluşmuştu daha şimdiden. Louis'in şehir merkezinden geldiğinde ilk söylediğine göre 2 gün önce yağmur duracaktı. O akşam gerçekten yağmur durmuştu ya, ama ertesi sabah tekrardan başlamıştı. Bu sefer bardaktan dökülür gibi yağmıyordu ya da çok gök gürüldemiyordu. Yalnızca, normal yağışına geri dönmüştü işte. Elektrik kesintileri durunca, annem Mercedes'in yardımıyla ev temizliğine girişmişti. Bütün ev için tam 5 kez çamaşır makinesi belli aralıklarla tekrar tekrar çalıştırılmıştı. Yağmur asla durmadığı için annem açık havaya asamayınca, aşağıda kullanılmayan bebek odasına asılmıştı tüm çamaşırlar. Ben de bir şeyin ucundan tutmak isteyip annemin benim temizlikten anlamadığımı söylenmeleriyle odama geri yollanmıştım. Büyükannem ise dünden beri daha iyiye gidiyordu. En azından sabahtan akşama kadar odasında yatmamış, annemlerin dip köşe temizliğinde başlarında durarak kendince gerekli yönlendirmeleri yapmıştı. Benim tüm gün yaptığım tek işse, akşam masasına konulacak salatada domatesleri doğramam olmuştu. Dünden sonra bugünün daha iyi olduğu söylenemezdi benim için. Hala kafamdan atamadığım bir sürü düşünce vardı ve az önce yaşananlar, sadece ufak bir ek olmuştu kafamın içinde dönenlere. Annemler yanımdan kalkıp gittiğinde hala karşımdaki duvara bakıyordum. Bomboştu ama yine de gözümü çekemiyordum. Koltukta yayılarak otururken, kaç saattir aynı yerdeydim bilmediğimi fark ettim. Zaman bir yandan akmıyor gibiydi, ama ne zaman Louis etrafımda olsa, bir anda hiç bilmediğim bir zaman makinesine çekiliyordum. O varken her şey çok hızlı oluyor ve bitiyordu. Bir gün, onunlayken de zamanın durduğuna şahit olabilecek miydim acaba?

Ben de herkes gibi bir yerlere kaybolduğumda, aslında odama gelmiştim, yemeğe kadar müzik dinlemek, belki yeterli bir vakit kaldığında duşa girmek ve düşüncelerden arınma seansına girişmeliydim diye belli belirsiz planlar yapıyordum. Ev birkaç saatin öncesine göre hiç olmadığı kadar sessizleşmişti ve şimdi, kulağımdaki müzik bile düşüncelerimi susturamıyordu.

En başından almalıydım her şeyi. Hatta beni bayır aşağı koşarak indiğim sokakta ilk gördüğü anda farları açışından. Hızlı bir atlayış yaparsam, masadaki bakışlarının ardından iskelede yanıma gelip sigarasının yarısı hala sönmemişken bana uzatması. Ne kadar da heyecanlanmıştım o an. Markete gittiğimizde yaptığı o küçük basit oyun, ondan önce unutulmaması gereken duştan ilk çıktığı anına tanık olmam vardı. Tüm ergenliğimi onu o halde izlerken yapmıştım belki de. Daha da yükseldiğim bir an olmuş muydu sadece bakarak yaşayabileceğim? Sonrasında başka bir sabah daha yarı çıplak bir halde bana gülümseyerek günaydın demesi ve ilk kez elini omzuma kondurması, sonra devamı hiç kesilmemişti ve çok mutlu olmuştum her seferinde. Beraber balık tutmamız, ya da 'büyük balık'ı benim tutmam ve kitapçıda yaşadığımız hiç bilmediğim o sevimli anlar. Ormandaki kavgamız. Bana sarılması. Her fırsatta saçlarımı okşayışı. Parmak ucumdan aldığı tahta parçası, ya da parmağımı ağzına alması. Ellerini cesurca ensemde dolaştırıp boynuma dokunması. 20 günlük geçmişte gidip geliyordum hiç durmadan. Her anı olduğu gibi hatırlıyordum. Mutlu olmamak ne imkansız bir şeydi. Gözümün önünden gitmeyen sivri yüz hatları ve burnumdan eksilmeyen o güzel erkek parfümü. En büyük orman bile onun kadar güzel kokamazdı. Beni ve sık sık sigarasını tuttuğu elleri, hayallerimi süslüyordu. Diğer her şeyi gibi...

Son sarılmamızın üzerinden kaç saat geçmişti ki? Yatağımda yan uzanmış bir halde dediklerini kafamda döndürüp durdum. Eğer ona anlatmamı istiyorsa, seve seve bunu gerçekleştiren ilk taraf ben olabilirdim. Neyi bekliyordum günlerdir, bunu ben de bilmiyordum. Cesaret bulabilir miyim, onu da. Düşüncelerimin arasında yatakta sırt üstü dönmüştüm yine, gözlerim tavana asılı kalmıştı. Yağmur sesi odada çok az duyuluyordu. Yine de varlığını bilmek bir şekilde huzurlandırıyordu, belki de Louis'i düşündüğüm içindi. Gerçekler, er ya da geç ortaya çıkardı.

"Harry! Tabağın soğuyor!" Annemin sinire karışan bağrışlarını duymamın sebebi telefonumun şarjı bitip kapanmış olmasıydı. Hangi ara uyuyakaldığımı asla anlayamamıştım. Anneminse ne kadardır bana seslendiğini düşünmek bile istememiştim o an. Duş alma planlarımı mecburen unutup hemen aşağıya inmiştim. Büyükannem de diğerleri gibi yerine oturmuştu bu akşam. "Neredesin kaç saattir? Biz bitirmek üzereyiz neredeyse."

Annem kaşlarını çatarak bana bakmayı sürdürüyordu ben sandalyeme otururken. "Uyuyakalmışım kulaklıklarla, ondan duymadım seslendiğini." Masadaki şarap bardakları dikkatimi çekti hemen. Louis'in iki gün önce aldığı şarap şişesi birden fazlaydı demek. Gerçi annemin hiçbir zaman bir kadehten fazla içtiğini görmemiştim ama. Louis içerken fazla keyif alıyor gibiydi. Mercedes de ona eşlik ediyordu bu keyifte. İkisinin suratı bu akşam fazla gülümsüyordu. Benimki de onlarla ters orantıda asılmak üzereydi. "Sen de içmek ister misin Harold?"

Teyzemin sesiyle masadaki tabağıma gömmek üzere olduğum başımı kaldırmıştım. Önümde duran boştaki kadehe doldurmak üzereyken göz ucuyla anneme bakmıştım bir şey diyecek mi diye. "Neyi kutluyoruz?" diye sordum mırıldanarak.

"İçmek için sebebimiz çok." Mercedes bana bakarak bardağını kaldırdıktan sonra gülümsemiş ve yarısı dolu kadehini dudaklarına götürmüştü. Gülümseyişi bana filmlerdeki kadınları hatırlatmıştı. Kalbi binlerce sırlara dolu olan, ama bir tanesini bile hiç kimseyle paylaşmayacak deli cesaretine sahip güçlü kadınları. Zaten Mercedes, bundan başkası olamadı gözümde şu zamana kadar. Benden, bizden sakladığı şeyler, her ne ise öğrenmek için bütün varımı yoğumu verirdim. Yeter ki, benimle paylaşsın, onun sırrını kendi sırrımdan daha iyi saklayacağımı biliyordum. Onun gibi şarapla dolu bardağıma gitti dudaklarım. Bardağı eğmemle, gözümün önündeki koyu kırmızı sıvı, dudaklarıma ağır ağır ilişti, dilim tadıyla ıslandığı anda tatmin olmuştum. Minicik bir yudumdu, ama sevmiştim. O masada olduğum için miydi bilmiyorum, ama beni tatmin etmişti. Bir bardağı bitirecek kadar cesaretim olmasa bile.

Annem bugün çok yorgun olduğunu söyleyerek masayı bu akşamlık benim toplamamı istemişti. Evin geri kalan halkı aynı anda yandaki koltuklara geçerken Louis şarap bardağını da elinde götürmüştü. Büyükannem hangi ara tekrar ortaya çıkarttığını bilmediğim şişleri ve ipleriyle tekrardan kazak örme işine başlamış gibi gözüküyordu. Mercedes, Daisy ve Louis üçlüsü ise rastgele sohbet ediyorlardı, ki bu sohbetler genelde düğünle ilgili oluyordu. Tüm masayı toplama işimi bitirdiğimde, duşa gireceğimin haberini verdikten sonra koşar adımlarla çıkmıştım merdivenleri.

Dağ evinin tüm duvarlarının ahşap olmadığı tek odasıydı banyo. Altlı üstlü aynı taşlarla döşenmiş, birden fazla rengi üstünde barındıran fayansları vardı. Bir duvarı geniş bir aynayla doluydu ve hemen altında iki musluğu ve lavabosu bulunuyordu. İçeri girdikten sonra kapımı kilitlemiş ve sonrasında üstümdekilerden birer birer kurtulmaya başlamıştım. Suyu açtıktan sonra beklemem gereken birkaç dakika her zaman olurdu, bu suyun ısınması içindi. Duşakabinin camlarını tamamen aralayıp girmek için beklerken aynadaki yansımama bakıyordum. Üşüyünce cildimin üstünde oluşan ufak kabarcıklaşmaları aynaya bakmadan görebiliyordum. Suyun ısındığını önce elimle kontrol ettikten sonra duşakabine rahatça girebilirdim. Başlıktan akan her su damlası aynı yolu izliyordu. Saçımdan başlayıp aşağıya inerken iki tercihi olurdu genelde, ya ensemden giderdi ya da boynumdan. Ama ulaşacağı yer hep aynı olurdu. Tüm su ayak uçlarıma erişirdi bir şekilde. Louis'i düşünmemek için çabalıyordum görüldüğü gibi. Eğer düşünürsem, duşta işim uzardı. Ev halkına açık olan bir yerde yapmak ise beni oldum olası rahatsız ederdi, düşüncesi bile. O yüzden tüm işim, başka alakasız şeyler düşünmek olacaktı. Duvarın köşesine konumlandırılmış şampuanlardan birini saçlarıma akıttım. Her bir saç teli bu kimyasal sıvıyla kaplanana kadar uğraştım. Akabinde saçlarım eski sade ıslaklığına dönmüştü suyun altına tekrar girmemle. Yüzümü tekrar tekrar yıkarken yağmuru duyamadığımı fark ettim. Belki de duştaydım diye kabinin içindeki su sesi bana fazlasıyla yetiyor da artıyor diyeydi. Öne doğru ıslaklığıyla ağırlık yapan saçlarımı birden geriye attığımda büyük bir rahatlığa ulaşmış gibiydim, ne var ki daha aynı dakikada, bahsettiğim rahatlık bir anda kaçıverecekti. Elektriğin kesilmesinin hemen peşinden kesilen sıcak su, kendi kendine buza çevrilmişti sanki. Orada suyun altında durmayı sürdürseydim eğer ismini bile bilmediğim o korkunç hastalıklara selam verebilirdim. Hemen çeşmeyi kapatmak oldu ilk yaptığım şey, sonrasında içerisi az da olsa sıcak buharla dolu olduğu için -göremiyordum ama biliyordum işte- kabinin kapılarını açmamla tam tersi olması gerekirken, az da olsa daha sıcak hissetmiştim. Soğuk su tüm içime işlemişti sanki birkaç saniye içerisinde. Havluya sarılmama rağmen titrediğim o dakikalar hala daha sürerken, kapının arkasından gelen sesle başımı o yöne çevirdim. Minik bir ışık süzmesi de, sanki kapının altından içeri geçmek için zorluyordu.

"Harry, elektrikler gitti. Korkma sakın." Annemin sesini duyar duymaz içim biraz fazla rahatlamıştı, kapıyı açmamla elinde tuttuğu fenerin varlığını umursamadan beni kendine çekti. "Üşüteceksin. Odana geçip giyin hemen. Köpüklü kalmadın değil mi?" Beni odama yönlendirirken konuşmayı sürdürmüştü. "Ben büyükannenin yanındayım. Mercedes'le beraber ilgilenmemiz gerekiyor. Çakmak da burada, lazım olur." Odamın eşiğinde durmuş elindeki fenerle onun aşağıya inişini ve karanlıkta kaybolmasını beklemiştim. Hemen odama dönüp yatağın üstünde durduğunu hatırladığım telefonu aldım feneri açmak üzere. Şarjı bitip kapandığını tekrardan hatırlayınca onu eski yerine geri fırlatıvermiştim hiç düşünmeden. Baş ucumdaki hep süs olarak kullanıldığı düşündüğüm mumu yakmak için annemin az önce bana verdiği çakmağı kullandım. Oda çok aydınlanmasa da, bana yetecek gibiydi.

Evin içerisindeki sessizlikten dolayı aşağıda konuşulanları çok rahatlıkla seçebiliyordum. Büyükannemin korku dolu itirafları dışında annemden Louis'in hala barakadaki elektrikle ilgilendiğini duymuştum. Kafama geçirdiğim tişörtü duyduklarımdan sonra ağır ağır bedenime indirmiş ve altıma da diğerlerini giydikten sonra pencereme ilerlemiştim. Dizlerimle minderlerin üstüne çıkarken, dışa doğru çıkıntılı yapılmış pencereye iyice eğildim görebilmek için. Yanda kalan baraka gözükmese bile, ufak ışık süzmesini görebiliyordum karanlık ormanın içine yansıyan. Louis ne zaman barakaya gitse, en az bir saat elektrikle ilgilenmek ve düzeltmek için orada kaldığını biliyordum. Çok ses çıkmaması için uğraşarak odamdaki pencereyi açmıştım. Ne yapıyorum diye sorgulamadan, etrafta hiçbir ışık yokken aşağıya inmek kulağa korkunç geliyordu, ama o an ne olduğunu bilmediğim bir şey beni bunu yapmam için ceseretlendirmişti.

Camdan bedenimi tamamen geçirdikten sonra pencere pervazının yan tarafındaki demirler yardım ediyordu tırmanmama ve inmeme. Tırmanması daha zordu, bunu kabul ediyorum, ama inmesi merdivenden inmek kadar basitti. Gözlerim hemen karanlığa alıştığı için inmemde bir sorun yaşamamıştım. Annem görse büyük ihtimalle kalpten giderdi, büyükannemin vereceği tepki de bundan farklı olmazdı. Yere bastığım ilk anda ellerimi silkeleyip üstüme sildim. Hava gerçekten ya çok soğuktu ya da ben yeni yıkandığım için donuyordum. Üşümemi aldırmadan adımlarımı sessizlikle atmak zorundaydım barakaya giderken. Aralık kapıdan çok güçsüz gelen beyaz bir ışık, Louis'in hala burada olduğunu ve uğraştığını gösteriyordu. Kapıdan ses yapmadan geçtiğim için içeri girdiğimde hala beni duymamıştı. Kapıyı kapattığım anda, elinde tuttuğu led feneri, yine yüzüme doğru tutmuştu. İlk günki gibi. Benim olduğumu anladığındaysa feneri yüzüme tutmak yerine daha ortalara bir yere tutmaya başlamıştı. "Sen miydin?" Yanına doğru gitti ayaklarım. Barakanın orta kısmında duvara sabitlenmiş kutuyla uğraşıyordu ve arabasından dolayı yanına gidene kadar görememiştim. "Duşta kaldığın kötü oldu, ama buraya gelmeseydin keşke." Elinde tuttuğu minik feneri tekrar elektrik kutusuna çevirdi. Işığın vurduğu yerden yansıyan ışık, ikimizi yeterli derecede aydınlatıyordu.

"Sorun değil." O kutudaki işlerine devam ederken ben de onu izliyor ve kollarımı üşüdüğüm için kendime sarıyordum. Birden sanki tüm ısım düşmüş gibi hissedince elimde olmadan titremiştim. Louis hemen sesimi duyup bana döndü.

"Titriyorsun." Elini sıcaklığımı ölçercesine kolumun çıplak kalan yerine götürdüğünde, teni benimkine göre belki de yirmi kat daha sıcaktı ve bu minik dokunuş bile beni çok mutlu etmişti ısınmış hissetmenin yanında. "İçeri geç Harry. Hasta olacaksın." Ona cevabımı aynı şekilde belirtirken o da benimle aynı anda devam ediyordu. Net bir şekilde gitmeyeceğimi söyledim. "Saçların da ıslak." Üstündeki hırkanın inceliğini umursamadan bana verdi. Omuzlarıma düzgünce yerleştirmeden önce feneri kutunun üzerine bırakmıştı. Gözlerimi hiç ayırmadan onu izliyordum. "Tamamen giy." Bana odaklanmış bir haldeydi, gözleri bedenimden yüzüme çıktığında kendimi onun kollarına atmak için tutamamıştım. Onun sıcaklığına çok ihtiyacım vardı. Ne anlama geldiğini belki asla anlamayacaktı ama, sarıldım işte. Şaşırmıştı. Bu yüzden benim aksime o sakince koymuştu kollarını belime.

Elleri, onunkine gömülmüş bedenimin üzerinde sık sık ordan oraya gidiyordu. Beni ısıtmak için çabaladığının farkındaydım, üşümediğini de biliyordum. Ama nefes seslerinin o değişikliğine şahit olmak, beni çok, çok fazla heyecanlandırmıştı. İçim bir anda cesaretle doldu. Her zaman yavaşlıkla kulağıma gelen solukları, şimdi, en az benimkiler kadar hızlıydı. Kollarını benden hala çekmemişti. Göğsüne koyduğum başım nefesleriyle tatlı tatlı irkiliyordu. Elleri belimden ağır bir şekilde omuzlarıma çıktığı anda, beni geri çekmek için hazırlandığını anlamıştım. Cesaretle yükselen bedenimi ondan çekmedim, aksine daha da çok yaklaştım ona. Etrafını saran kollarım daha da sıkılaştı. Dudaklarından kaçırdığı derin nefesse, ona bakmamı sağlamıştı.

Aramızdaki boy farkı yüzünden bana çok az yukarıdan bakmasıyla, eriyip gidecekmişim gibi hissediyordum mavi gözlerinin hemen altındayken. Gözleri bir milim bile hareket etmeden bana bakıyordu. Benimkilerse yüzünün her bir noktasına hayali izlerini bırakıyordu. Yüreğimde kafesinden kaçmak üzere olan bir kuş vardı sanki, demirlere çarpıp duruyordu. Öyle sert çarpıyordu ki, kafes olan göğsüm acıyordu. Kuşu sakinleştirmeliydim. Ama tam tersini yaptım. Louis omzumda duran ellerini koluma indirdiği anda, aynı saniyeler içerisinde dudaklarına bastırdım kendimi. Onu, ne yaptığımı hiç düşünmediğim ilk anda öperken, işte dudaklarım bile isteye onunkilere sürtüyordu. Birkaç saniyeden daha da az olsa, bu öyle güzel gelmişti ki. En kaba tabirle beni itene kadardı. Kollarımdaki elleriyle beni üstünden savurunca arabaya çarpmıştım. "Harry-"

Sözünü kesmesine ben neden olmamıştım. Kalbim öyle çarpıyordu ki, titrememe sebep olmuştu ve umurumda değildi. O da benim gibi, nefes nefese konuşuyordu. Gözleri hayretler içerisinde açık kalmıştı. Nefeslerim sakinleşene kadar arabasına yaslanmaya devam ettim ve onun o şok olmuş halini izledim. Garip bir şekilde beni tatmin ediyordu onu öyle görmek. İsmimi söylemiş, devamını bir türlü getirememişti uzun bir süre. "Neden? Ne yaptığını biliyor musun?" Sorarken yüzündeki şok ifadesi kaybolmamıştı. Göğsü hızla kalkıp geri sönüyordu.

Konuşmadan önce dudaklarımı yaladım. "Seninle konuşmamı istedin. Canımı sıkan her ne ise. Unuttun mu?"

Sadece bir adım ve aramızdan tamamen kaybolan mesafeler. Üstüme doğru kapandığı ilk anda, bunun için yanıp tutuştuğumu biliyordum, gözlerimi kapatıp beni daha şiddetle öpüşünü zevkle karşıladım. Bir eli üstümdeki hırkanın bir yerini çekiştirirken, diğeri ise boynumu kavrıyordu. Beni tamamen kollarının arasına alıp kaybolmamı diledim. Tamamen ona karışmayı, bir olmayı diledim. Dudakları benimkileri öpüyor ve  hiç bilmediğim kapıları aralıyorken, heyecanım beni öldürebilirdi. Onu öperken bile bunun gerçekleştiğine kendimi inandıramıyordum. Dudakları içtiğim şaraptan daha yumuşak, daha sıcak ve daha heyecan vericiydi. İki eli de yanağımı kavrarken hala öpüşüyorduk ve gözlerimi bir an olsun açmamıştım bile. Açtığımda, onu görmemekten çok korkuyordum. Avuç içleri sakince ve delirtici bir şekilde tenimi okşarken heyecanla aralandı dudaklarım. Bana dokunması benim için hep dayanılmaz oluyordu. Bu yüzden fark etmemiştim durduğumu bile. Ama o dudaklarım aralanınca durmamıştı. Üst dudağımın orta yerine bıraktığı öpücükler, aynı şekilde alta da bulaşmıştı. O beni öperken, tüm iç organlarım alaşağı olmuş gibi hissediyordum. Parmak uçları hala usulca yüzümde dolaşıyordu. Bunu asla bitirsin istemiyordum. Ellerimi kollarından yukarı çıkardım. Pazılarını kavramaya çalışırken onun sıcacık oluşu benim hayatımı sonlandırmaya yetebilirdi. Dudakları, benimkilerden çekildiyse de tenimden gitmemişti. Yanağımı öperken değdiği her bir nokta alev alıp sonra birden soğuyordu sanki. Gözlerim açılsa da, her şeyi kapkaranlık görüyordum. Bir anlığına düşecek olsam bile, onun beni tutacağının bilmek, öyle mesut ediciydi ki benim için. Bedenimi tamamen ona yasladığım anda, ilk defa hayatımın sonuna gelmiş gibi hissetmiştim. Kendimi tamamen kaybetmek üzereydim. Onda kayboluyordum. Bundan daha iyisi asla olamazdı. Tenimde dolaşan öpücükleri, boynuma indiği anda, zevkle kıvrılan bedenim iyice delirmişti. Ses çıkarmamak adına sıkıca kapattım ağzımı ve başımı onun omuzlarına gömdüm yeniden. Sandığım kadar dayanıklı değildim.

Louis bana tekrardan sıkıca sarıldı ve ellerini yine ıslak saçlarımda dolaştırdı. Göğsünde olmasam bile, hızlı kalp atışları kulağımda benimkilerle karışıyordu. O kadar hızlı soluklanıyordum ki, dudaklarım aralanmıştı. Ona bakmak istiyordum gözlerimdeki perdeler çekildikten sonra. Başımı kaldırdığım anda o da bana çevirmişti gözlerini. Kollarımız ve bedenlerimiz hala birbirine yapışık bir halde, birbirimize bakıyorduk. Elini yanağıma çıkarıp tekrar okşamaya başlamıştı. Baş parmağını dudağımın üzerinde kalan nemlilikte gezdiriyordu. Konuşmak, söylemek istediklerime rağmen dudaklarımdan dökülmemişti kelimeler, o anki coşkumdan. Eğer dökülebilseydi, ona aşık olduğumu söyleyecektim. Sadece gözlerimi okumasını bekledim ben de. Alınlarımız birleştiğinde, nefeslerini yüzümde hissediyordum.

İtiraf etmeliydim, bomba kendi kendine patlamamıştı. Pimini ben çekmiştim ve Louis'i karşıma alıp patlamasını beklemiştim. O da, benimle beraber izleme cesaretini göstermişti.

~

~



y/n: dün gece size bölüm sözü vermiştim ama saçma birkaç olay yazmamı engelledi, ama sabahında işte buradayım. Uyanır uyanmaz bölüme oturdum tamamlayıp bitirmek için. Yine de sözümü tutamadığım için çok üzgünüm!! Bi daha yazıp bitirmeden haberini verip sizleri bekletmeyeceğim :( Ama özür niyetine, belki bu bölümle beni affedersiniz:) Yorumlarınız için çok heyecanlıyım

Bu bölüm ziamsmirror 'a ithaf edilmiştir ❤️

Şu son sahneyi yazarken o kadar heyecanlandım ki nota yazacağım şeyleri unuttum yine zhwjxkrnxke

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top