Bölüm 15 - Ve Fırtına Durur
Yalnızca 1 ay kaldığı gün.
Ne zaman o güzel günleri saymadığı fark etsem değer bilmemekle ilgili cezalandırırım kendimi. Bunun notunu geçmeliyim ki, kaç gün kaldığının hesabını o günler yaşanırken değil, her şey olup bittikten sonra yapacaktım. Tüm bu olanları, aylar sonra tekrar tekrar düşünürken.
Odamdaki camın önüne serilmiş minderlerin üzerinde otururken arabası gözümün önünde yavaş yavaş süzülerek ağaçların arasında kaybolmuş, gitmişti sanki. Başımı bu büyük, dışı yağmurdan ıslanmış pencereye yasladığım anda, buza dönüşse yeri olan cama yakın duran burnumun sıcak soluğuyla hemen yüzeyi minik minik buhar olmuştu. Yağmurda ve hava bu kadar karanlık iken tek başıma müzik dinlemeyi ne kadar çok seviyorsam, Louis'in birkaç saatliğine de olsa bu evden ayrılmasına o kadar çok üzülüyordum. Düğün yaklaştıkça onun daha sık ayrılması, şehre inip önemli işleri halletmesi gerekecekti, bunları biliyordum. Ama üzülmeme mani olmuyorlardı. Müstakbel eşi, en sevdiğim teyzem Mercedes'in asla benim kadar üzülmediğini biliyordum. Onun üzüldüğü başka şeyler vardı ama bu şeyler Louis'den birkaç saatlik ayrı kalmak ya da onu görememekle alakalı değildi. Tek bilmediğimse onun neden üzüldüğüydü.
Yine de üstünde durduğum bir şey değildi şu aralar Mercedes'in kafasına takıp durduğu mesele, çünkü ben kendi aşkımın derdine düşmüştüm.
Bugünki kahvaltı masası sadece iki kişilikti. Louis ve annem bizden daha erken kalktığı için onlar önceden etmiş ve annem hemen sonra hala yatağından çıkmakta zorlanan büyükannem için yatağa kahvaltı hazırlamıştı. Şu ara durumu hiç iyi olmaması, annem başta olmak üzere evdeki herkesi tedirgin ediyordu. Hava böyle olduğu zaman bir şekilde romatizmalarının sürekli ağrıdığına inandırıyordu kendini. Daisy'nin tüm günleri annesiyle ilgilenmekle geçiyordu. Birkaç günlük misafir olarak gelen Dolares teyzem ise, önceki gün büyükannemi en yakın hastaneye götürme teklifini yapmış ama büyükannem bunu istemeyince, teyzem evde kalan kızının o yokken geceleri ağladığını ve gitmesi gerektiğini söyleyerek, dün evden küçük bebeğiyle beraber ayrılmıştı.
"Sizin ikiniz adına çok sevindim. Özellikle Mercedes, senin gibi başarılı ve iyi birini bulduğu için çok şanslı. Düğünde görüşürüz." Teyzemin kapıda herkesle vedalaşırken evlenmek üzere olan çiftle yaptığı son konuşmasıydı bu. Yağan yağmurda küçük kuzenimin ıslanmasını istemeyen diğer herkes gibi Louis, kucağındaki Tom'la beraber teyzemin arabasına gitmiş ve ıslanmayı bir an bile umursamadan bebeği koltuğuna emniyetli bir şekilde oturttuktan sonra, eve gelmişti. Tüm bunlar olurken, ben de şu ara hep yaptığım gibi olanları salondaki büyük koltukların birinde otururak izlemiştim. Bir elimse çenemde duruyordu.
Neden bu kadar durgunlaştığımı ben de bilmiyordum, belki de havadan dolayıydı. Bizi eve hapsetmişti. Ama bundan memnuniyetsiz de değildim ya. Sadece, yalın bir sakinlikti benimkisi. Her zaman olduğu gibi; az konuşuyor, çok düşünüyordum.
Çoğunda olduğu gibi, kulağımdaki kulaklıkların varlığını bile unutmuştum camdan dışarıyı izlerken. Yağmur ve fırtına yüzünden ormanın içersindeki en güçlü ve en büyük ağaç bile öyle ya da böyle savuruyordu dallarını etrafındaki diğer ağaçlara doğru. Zarar görmekten korkusuz bir şekilde, fırtınanın kendisini oradan oraya savurmasına izin veriyordu. Bazen tıpkı bana olduğu gibi. Şimdi görüyordum; ben belki o çam ağacı kadar büyük veya güçlü değildim. Kalın köklerim yoktu yerin altında tutunabileceğim, ama hiçbir şüphe duymadan söyleyebilirdim ki Louis, o fırtınanın kendisi olabilirdi benim hayatıma girmesinden beri.
İronik bir şekilde, o gittikten sonra ormandaki fırtına öyle bir artmıştı ki, büyükannemin korku dolu feryatları odama kadar ilişiyor ve içimi acıyla dolduruyordu. Yağmur dur durak bilmeden gökten akan bir şelaleyi andırıyordu. Ev ve içinde bulunduğumuz orman yıkanmakla kalmamıştı. Birkaç gün daha böyle yağmaya devam ederse, gölün yükseleceği konuşulmuştu dün akşam. Sadece o değil, düğün de iptal olabilirdi bunun akabinde. Kimse çamur içinde evlenmek istemezdi.
Anlaşıldığı üzere, Dolares gittikten sonra annem tekrardan kendi odasına geçmişti sonunda. Artık çok sevdiğim bu oda yeniden tamamen benim olmuştu. Annemden rahatsız olduğumdan değildi ama, bu odada beni asla bırakmayan dibi olmayan düşüncelermi saymazsak yalnız başıma kalmayı seviyordum. Louis evde değilken, en azından.
Akşama kadar diğer önceki günlerde olduğu gibi elektrik sık sık gidip gelmiş ve büyükannemi tedirgin etmenin yanında annemin evdeki işlerine çomak sokmuştu. Daisy artık bu kadar sık kesilmesinden dolayı bıkmıştı, Mercedes'se okuduğu bilim kurgu kitabının sayfalarına yeterli ışığı bulduğu sürece sorun etmiyordu. Sorun ettiği tek şey, tamamiyle bu evden sıkılmış olmasıydı. Televizyonun DVD'sine taktığı rastgele 80lerden kalma bir film, elektrik gidince kesiliyor, 1 saat sonra geri gelmesiyle yeniden kaldığı yerden devam ediyordu. Mercedes de başını romandan kaldırıp öylesine baktıktan sonra elindekinin sayfalarına geri gömüyordu kendisini.
Annem akşam yemeğinde masayı aydınlatmaları için büyük mumları yakmak için yardımımı istemişti. Ev neredeyse karanlığa karışmak üzereydi ve son kesilmeden sonra hala elektrik gelmemişti. Mercedes oturduğu koltuğa uzanmış ve yine uyuyakalmıştı. Louis daha evden içeri girmeden arabasının sesini, hatta garaja sokuşunu bile duymuştum. Dış kapı açıldığında, Mercedes sesle birlikte ürkse de, uykusuna kaldığı yerden devam edecekti. Elindeki poşetlerle mutfağa kadar gelip anneme uzatmıştı. Benimse gözüm masanın üzerine bıraktığı şeydeydi. Onların film CD'leri olduğunu yemekten sonra öğrenecektim.
"Elektrik kesintileri için buraya gelecek birkaç insanla konuşmaya çalıştım ama bu bölgenin elektriğiyle onlar ilgilenmiyormuş. Ben de buzdolabı yokken bozulmayacak bir şeyler aldım. Hava durumu bu gece yağmurun duracağını söylüyor."
"Teşekkürler Louis." Annem rahatlamış gibi nefesini verdikten sonra Louis'e gülümsedi ve mutfaktaki yarım kalan işlerine geri döndü. O ise, ceplerini kontrol ettikten sonra kendine bir bardak su doldurmuştu. Saçları ve üstündeki ceketin omuzları bir miktar ıslaktı. Onu izlediğimi fark etmiş gibi bana döndü sonra. En azından konuşmak için bile olsa 'nasılsın?' diye sormasını bekledim. Ama o sadece bana her zamanki bakışlarını atıp, yanımdan öylece geçip gitti. Gözlerimle onu takip ettiğimde, Mercedes'in yanına gittiğini ve kulağına bir şeyler söyleyerek uyandırdığını gördüm.
Louis adımlarını merdivene çevirip yukarı geçtiğinde, Mercedes de peşinden gitmişti. Halen uykulu olduğu için, Mercedes trabzanlara sıkı sıkı tutunarak ağır ağır çıkmıştı merdivenleri. Teyzem de gözümün önünde karanlıkta tamamen kaybolduğunda, hala yukarıya doğru bakarken gözlerimin dolduğunu hissetmiştim. Kalbimin bir köşesinde duyduğum acı, ağlamama sebebiyet vermişti. Louis, onun kulağına ne demişti de Mercedes tatlı uykusundan uyanıp onun peşinden gitmişti? Odada yapacaklarını düşündüğüm şey beni kahrediyordu. Oysa ki, onlar evlenmek üzereydi. Şimdi mi gerçekten aklıma geliyordu, onların sevişme ihtimalleri?
Gözlerimi sildiğimde, hala yanımda tezgahta bir şeylerle uğraşan anneme baktım. Hiç düşünmeden ona sarılabileceğimi biliyordum. Tüm bu hislerden beni kurtarabileceğini de. "Ne oldu Harry?"
"Ne zaman geçecek, anne?" Sesimin titrememesi için uğraştım başımı onun omuzlarına sıkıca bastırırken. Annem elini birkaç saniye havada tuttuktan sonra bana sarmıştı. "Neyi soruyorsun?"
"Fırtınayı, yağmuru." diye mırıldandım. Hangisinden bahsettiğimi asla bilemeyecekti.
"Louis abin söyledi ya, bu gece artık duracakmış." Annemin her şeyden habersiz sıraladığı bu cümleler kalbime bir ok daha atılmış gibi hissettirmişti.
Artık tüm bu oyunlardan sıkılmıştım. Louis'in bir gün bana çok ilgili davranıp ertesi gün aramızda hiçbir şey yaşanmamış veya yaşanmayacak gibi tavırları benim her şeyimi yitiriyordu. Ona olan ilgimi, ümidimi ve belli belirsiz ucu açık hayallerimi... Böyle davranması değersizlikten daha kötüsünü hissettiriyordu bana. Sanki sürekli oynadığı bir oyuncaktım. Ya da, onun seviyesinde söylemek gerekirse, ilgilenilmesi gereken sıra dışı bir hasta. Louis beni böyle mi görüyordu yoksa, tam aksine, o da benim gibi mi hissediyordu? Tüm bunların cevabını artık veremiyordum kesin bir şekilde. Gecesinde beni heveslendirecek bir adım atarken, ertesi gün elini tümünden çekiyordu ruhumun üzerinden. Çok mu şey istiyordum tüm bunların bitmesini ve belirsizlikten kurtulmayı dileyerek?
Akşam yemeği bir saat içerisinde hazır olduğunda annemin onları çağırmamı isteği üzeriyle kalkmıştım salondaki koltuklardan. Yukarı çıktığımda bile hala en ufak seslerine şahit olup aşkımın yitip gitmesine sebep olacak diye hem korkuyor, hem de endişeleniyordum. Bu bencilce diyordum kendime, ama hayır hayır, bencilce değildi. Aşık olduğum adamı paylaşmak istememekten öte, onların gerçek bir samimilik kurmasını dahi düşünemiyordum. Yine de, adımlarımı attıkça duymamı beklediğim sesler tam aksine, var olmadığı için içim rahatlamış gibiydi. Kapılarına tıklamak üzereydim, ama o an onları dinleme merakım buna engel oldu.
"Hallettim dedim ya," Louis'in sesi alışık olduğum o aksiliğiyle geliyordu kulağıma. "meraklanacak bir şey yok. Boşuna endişeleniyorsun."
Mercedes ona göre çok daha sessiz konuşuyordu. Bu yüzden onun dediklerini zorlukla duyabiliyordum. "Boşuna endişelenmediğimi gayet biliyorsun Louis. Ağzından kaçırırsa tam bir fiyasko olur."
"Mercedes. Ona tam olarak anlatmadım bile. Ayrıca söylemeyecek buna emin olabilirsin tamam mı, söz veriyorum. Ve sözlerimi ne kadar iyi tuttuğumu biliyorsun."
Sonrasındaysa, susmuşlardı. Tüm bu konuşmalar bittiğinde kulağımı dayadığım kapıdan uzaklaşmıştım. Hala duyduklarımı unutmamak adına kafamda çevirip dururken, annemin şüphelenmemesi için artık kapılarına tıklayıp yemeğe çağırmam gerekiyordu. "Yemek hazır!"
"Geliyoruz!" Mercedes hemen karşılık verdiğinde, ben de kapının önünde daha fazla dikilmek yerine hemen aşağıya inmiş ve masadaki yerime oturmuştum.
Büyükannemin yeri boştu çünkü Daisy kendi karnını doyurduktan hemen sonra annesi için ayırdığı yemekleri onun odasına götürecekti. Bir yanımda yine annem oturuyordu, karşısında ise Louis ve benimkinde de Mercedes vardı. Yemek yerken masa ilk kez bu kadar sessizdi belki de, Daisy de fark etmiş olacak ki bunu bozmak için söze girişti. "Yağmur bitince belki o da düzelir."
"Birkaç gündür zaten yeterince stresli günler geçirdi. Yağmur ve gökgürültüsünün korkusu da çok fazla etkiledi ruh halini." Louis bugün aldığını düşündüğüm bardağındaki şarabı yudumlarken konuştu. "Önümüzdeki birkaç gündeki sessizlikte kendisini toparlayacaktır. Ben bayan March'ın sağlığının yerinde olduğunu düşünüyorum, sadece stresle baş edemedi yaşından dolayı." Mercedes tabağındaki sebze yemeğini yerken isteksizdi, ama bunun sebebi brokoliden dolayı ya da ete daha düşkün olduğundan değildi. Odada konuştuklarından olduğu belliydi.
Ne yapmaya çalışıyolardı, bilmememe rağmen canımı çok sıkıyordu. Tıpkı Mercedes gibi, suratımı asmaktan vazgeçemiyordum. Aralarındaki bu sırı belli ki bir kişiyle bile paylaşmaktan rahatsızlardı, benimle paylaşmalarını istemekse imkansıza yakındı. İşte bu yüzden, artık bıkmış hissediyordum. Tüm bu bilmeceler, bir yerden sonra yoruyordu ve biz o 'yeri' çoktan geçmiştik. Artık bir şeylerin gerçek bir çözüme kavuşması gerekiyordu. Beklediğimse bir çözümden çok bir sonuçtu. O sonuç ise, Louis'e olan tüm duygularımın itirafından geçiyordu, sonraysa, mutluluk. Böyle olsun istiyordum, ama o bana bakmıyordu bile. Sanki birkaç gece öncesinde yanağıma dokunarak iyi geceler dileyen o değilmiş gibi.
"O zaman onu normale çevirmek için tüm sakinliği sağlayalım. Birkaç günlük misafir kabul etmeyelim." Annem fikrini söylerken benim gözlerim dışarıdaydı. Hala evin içi karanlık olduğu için, mum ışıklarının aydınlattığı masada çenem hala elime yaslanık duruyordu ve yemeğime çok da dokunmamıştım. Camların artık ıslanmadığını fark ettiğim anda, ağzımı peçeteye sildikten sonra masadan ayrılmıştım.
Bu sefer dışarıya balkondan değil, dış kapıdan çıkmıştım. Annem arkamdan "nereye?" diye sorunca kısa bir cevapla onu içeride bırakmıştım. Ayakkabılarımı tam olarak giymeden çamurdan çok bataklığa dönen toprakta yürüdüm. Dışarısı az önceki yağmurdan dolayı hala buz gibiydi. Güneş tamamen terk etmişti çoktan zirveyi. Lacivertin siyaha döndüğü gökyüzünü kaplayan bulutlar da gidiyordu yavaş yavaş. Zirveyi tamamen kendi haline bırakacaktı.
Eskiden büyükbabamın dediğine göre, ne zaman yağmur yağarsa o zaman suda güneş açarmış balıklar için. Bunun ne demek olduğunu asla anlamamıştım. Sonrasındaysa hep şu şekilde devam ederdi: "O zaman suya bak. Balıkların dans ettiğini görebilirsin."
İskeleye doğru yürüyordum ıslak toprağın üzerinde. Tahtalarla suyun arasındaki mesafe öyle azalmıştı ki, kırılıp düşersem canım hiç de yanmazdı. Ama bundan hiçbir zaman korkmamıştım, şimdi de öyle olacaktı. İskelenin ucuna kadar yürüdüm ve karanlıkla eşleşen göle baktım. Suyun içerisindeki garip hareketlilik fark edilmeyecek gibi değildi. Kendi kendime gülümsediğimi fark ettim sonra. Balıklar gerçekten dans ediyor olmalıydı suyun içerisinde. Peki ya Büyük Balık, o da dans ediyor muydu acaba? Göle birden yansıyan sarımsı beyaz ışığa şaşırsam da başımı bizim eve çevirdim. Elektrikler gelince evin ışıkları göle vurmuştu hemen. Büyük camlardan içerisini görüyordum ama bakmamayı tercih etmiştim.
Hala içeriye gitmek ve Louis'in bana hiçbir şeymişim gibi davranmasıyla yüzleşmek istemiyordum. Bu yüzden adımlarımı iskeleden çevirsem de, gideceğim yer gölün kenarından ormanlığa tamamen girmeden, ters çevrili eski püskü sandalın yanı olacaktı. Bu sandalın da büyükbabama ait olduğunu biliyordum. Yıllardan beri buradaydı ve neredeyse ot birikmişti artık üzerinde. Ama bir şekilde, olması gerekenden daha güzel geliyordu bu hali. Üstüne çıkıp göle doğru oturdum ve tıpkı diğer her şey gibi, ben de karanlığın içerisinde kaybolup gitmek istedim. Ormanın içindeki o güzel yeşillik ve toprak kokusu bile, beni mutlu edemiyordu sanki.
Dizlerimi karnıma çekmiş, kollarımı da onlara sarmış bir halde dakikalardan beri otururken ıslak zeminde attığı adımlar duyulmayacak gibi değildi. Hemen kimin geldiğini görmek için o tarafa dönmüştüm tedirginlikle. Onu görmemle, tüm her şeyi unutmuştum, tedirginlik de dahil. Bana yine, hiç kimseymişim gibi davranmaya geleceğini düşünerek yüzümü göle çevirdim yeniden. Elinde getirdiği ceketi omuzlarıma sardı. "Üşüdüğünü düşündüm." Şimdi mi gelmişti aklına umursuyormuş gibi davranmaya çalışmak? Ona hala bakmamaya devam ediyordum. "Neye kızdığını tahmin etmeme gerek yok, çünkü biliyorum."
Başımı koluma yaslayarak ağaçların arasından gözüken göle bakmaya devam ettim. "Othello'yu bitirdim. Bana neden verdiğini ise bitirmeden önce anladım."
Cümlemle ormanın girişinde ufak bir sessizlik oluştu. Durduğu yerden bana bakmaya devam ediyordu. "Özür dilerim, Harry. Sana öyle şeyler söylememeliydim."
Yüzündeki ifadeyi merak ettiğim için, ona bakıyordum artık. Benden özür dilerken ciddi duruyordu, ama özrüne ve diğer dediklerine inanmıyordum çünkü çok iyi biliyordum ki, her şeyi planlı yapıyordu. "Othello'yu okumadın değil mi? Bana sırf birkaç gün sonra söyleyeceklerin içindi. En başından beri düşündüğün tek şey vardı."
"Kesin yargıların var Harry." Birkaç adım atarak bana yaklaşsa da aramızda hala belli bir mesafe vardı. "Ayrıca sana okumadığım bir kitabı hediye edecek değilim."
"O zaman sana kitaptan bir şeyler sorsam rahatça cevaplayabilirsin?"
Sorumla hafifçe gülümsedi. "Sen bilirsin. Eğer istiyorsan." Bir adım daha attığında artık yakınımdaydı. Omuzlarımdan tutarak ısınmam için hafifçe ovuşturdu. Ona bakarken bile, neden bu kadar zor olduğu hakkında sorunlarım ve pişmanlıklarım vardı. Birkaç saniyeliğine de olsa yine heyecanlanmıştım. "Bugün izlemediğinizi düşündüğüm güzel filmler aldım. Şimdi birini izliyoruz, lütfen sen de gel. Burada oturman anneni ve teyzeni çok endişelendiriyor."
O hala yukarıdan suratıma bakarken, benim de gözlerim ondaydı, hiç çekmek istemiyordum ama önce elleri sonraysa bedeni tamamen uzaklaşmıştı benden. "Geleceğim, merak etmesinler." diye mırılanmıştım tüm bunlardan önce.
Yüzümü ovuşturdum yorgunca, oysa bugün hiçbir şey yapmamıştım. Ama tüm bunları düşünüp durmak bile beni öyle yoruyordu ki. Onu bu kadar çok sevmek, sevgimin ve aşkımın bu kadar büyük olması artık canımı acıtıyordu belki de. Ama elimden bir şey de gelmiyordu. Bu sevgi hem beni mutlu ediyordu hem de günden güne öldürüyor gibiydi. En başından asla söylenmeyeceğim şeylerden dolayı, artık sürekli kendi kendime söylenip duruyordum. Kendimi toparlamalıydım.
Tamam.
O andan sonra kendime gelmek için kafamdan tüm bu düşünceleri attım. Ben bu aşka bile bile sürüklendim. Her şeyi bilerek, ve tüm bu riskleri isteyerek. Tüm bunların bana bu kadar çekici gelmesi, risklerden kaynaklanıyordu, şimdi bunlardan bıktığımı söyleyerek nazlanmak çocukçaydı belki de.
Kafamda bunları tekrarlamak, bir süreliğine beni rahatlatıcaktı diye düşündüm. Eve girdiğimde, söylediği gibi herkes televizyondaki filmi izliyordu. Annem benim geldiğimi görünce derin bir nefes almıştı ve yanına çekip korktuğunu söylemişti. O sessizce bana konuşurken uzun koltukta Louis ve Mercedes'e bakıyordum. Mercedes, filmi izlerken uyuyakalmış olmalıydı, başı Louis'in kucağındayken. Louis ise koltuğun bir başında otururken filmi izliyordu. Benim geldiğimi görünce içten bir şekilde gülümsemişti. Büyükannemse diğer uzun koltukta yarı uzanır oturuyor ve annemin onun için hazır ettiği yastıklara yaslanırken kucağındaki battaniyeyle keyfi yerinde gibi gözüküyordu.
Oturabileceğim bir koltuk kalmıştı ve o da televizyona yakın ve göle doğru dönüktü. Filme birkaç saniye kadar ayaktayken göz atmıştım, izlemediğim bir filmdi. Louis'in bana baktığını görünce yanına gidip filmin ismini sormanın mantıklı olduğunu düşündüm, aslında anneme de sorabilirdim ama annem filmle o kadar da ilgileniyor gibi durmuyordu.
Koltuğun arkasından dolanıp onun tarafına eriştiğimde, sorarken fısıldadım. "Filmin ismi ne?"
"Sonsuzluk ve Bir Gün." Başını bana çevirerek fısıldadı aynı şekilde. Salonun karanlığına rağmen, gözlerinin bana ışıldadığını görmüştüm. Belki de bu yüzden, odama çıkmak yerine, orada oturup bu sakin ve duygusal filmi izleme kararına varmıştım. Başta sadece yaslanırken, ilerleyen dakikalarda Louis'in tarafındaki büyük kolçağa tamamen oturmuştum. Onun yanında oturup filmi izlerken, aslında yaptığım şey televizyon ekranı yerine ona bakmak oluyordu. Gözlerini ve kirpiklerinin hareketini izliyordum. Filmin herhangi bir sahnesinde yapacağı mimikleri bekliyordum. Dudaklarının minikçe kıvrılışını süzüyordum. Belki de dakikalarca yaptım bunu hiç sıkılmadan. Dibinde oturmamdan bir an bile rahatsız olmadı. Derin bir nefes alınca, onun parfüm kokusunu bile duyabiliyordum.
Kaç dakika daha orada oturdum bilmiyordum, Mercedes uyumaya devam ediyor, annem de filmden sıkıldığı için telefondaki oyunuyla ilgileniyordu. Büyükannemi göremesem de onun da uyuyakaldığını tahmin etmek o kadar da zor bir şey değildi. Filmi izleyen tek ben ve Louis kalmıştık. Benim de dakikalarımın yarısından çoğunu ona bakmakla geçirdiğimi hesaba koyarsak, izlediğim söylenemezdi. Yine onun tenini izlediğim saniyelerde, başını bana çevirmesiyle hemen filme dönmek zorunda kalmıştım. Birkaç saniye sonra filme çevirse de başını yine, kalbim ona yakalanma korkusuyla hızlanmıştı bir kere, geçirmek ne mümkündü şimdi. Belki de birkaç saniye geçmişti, Mercedes'in arkasında duran büyük minderlerden birini alıp ayaklarının önüne doğru atmıştı. Gözlerimle yaptıklarını izliyorken, minderi bırakıp tekrar arkasına yaslandı. "İstersen buraya geç." Kulağıma fısıldayışı, birkaç saattir elimin durduğu dizimin üstünde karıncalanmaya ve karıncalanan yeri sıkmama neden olmuştu. Nefesi kulağımı ve boynunu öyle güzel okşamıştı ki sertçe yutkunmama neden olmuştu.
Belki de yarım saattir oturduğum kolçaktan kalkıp önüne koyduğu minderin üzerine oturmuştum. Annem bana öylece bir göz atsa da telefonuna dönmesi o kadar da uzun sürmemişti. Omuzlarımın onun diz kapağına değişini hissediyordum. Gözüm televizyonda olsa da, geri kalan tüm duyularım Louis'deydi. Birkaç dakika sonra, dış tarafta kalan eliyle saçlarımı okşamaya başlamıştı. O an, bunun geleceğini hissediyor olsam bile öyle bir nefes almıştım ki, filmin sesine rağmen kendim duymuştum -belki de Louis de duymuştu-. Bu sıradan bir okşama değildi, eğer öyle olsaydı belki sadece saçlarıma avuçlarına değdirip geçerdi. Bu, ismini bilmediğim bir şeydi. Parmak uçlarını uzun dağınık saçlarımın en diplerine kadar götürmeyi başarıp, oradan bilmediği yerlerde gezintiye çıkarıyor gibiydi, ve bu sırada tenime sürdüğü parmakları, tüm dokunuşları beni öldürüyordu. Gözlerim kapanırken, kesinlikle uykulu olduğumdan falan değildi, ışıkların kapalı olmasından ilk kez bu kadar mesuttum. Çünkü annemin benim kendimden geçerkenki halime şahit olmasını hiç istemezdim.
Dokunuşları en tepeden enseme kadar ulaşmadan önce her bir noktasına imzasını atmıştı. Enseme ise ilk kez gidiyordu, o an içim olmadığı kadar kıpır kıpırdı, ilk kez bu kadar farklı hissediyordum ve bu çok güzel bir histi. Aşağıda çok farklı hareketlenmelere sebebiyet verince, ben de dizlerimi karnıma çekmiştim. O ansa, ne ara bu kadar uyuştuğumu ve aşağılara indiğini fark etmediğimi düşünüyordum. Dokunuşları, artık saçlarıma mesafeliydi. Parmak uçları ve bazen arada sürttüğü tırnak uçlarının tüylerimi ve diğer her şeyi kabarttığını hissedebiliyordum. Yüzüm öyle bir gerilmişti ki, tek mimiği bile oynatamıyor, yutkunamıyordum. Louis, enseme ve boynuma doğru tenimi okşarken soluklarımın tamamen kesildiğine ilk kez şahit oldum. Gözlerim artık hiç olmadığı kadar açıktı. Bu sefer, diğerlerinde olduğu gibi yapmayacaktım. Başımı kaldırarak ve ona baktığımda durmasını sağlamayacaktım. Her şey, hayallerimden daha güzel ilerlerken, deyim yerindeyse delirmiş gibi hissediyordum. Kendimi öyle bir sıkmıştım ki, bunun hiç de farkında değildim. Tek istediğim, hiç durmamasıydı.
Parmak uçlarının an ve an değdiği her bir minik noktayı hissediyordum. Boynumdan hangi ara bu kadar etkilendiğimi de bilmiyordum ya, Louis okşayıncaya dekmiş. Parmakları oradan oraya gidiyordu yavaşça. Enseme geçtiğinde tenime tırnaklarını sürttüğünü hissetmiştim. Belki de o anda, kasmıştım kendimi en çok. Bu öyle bir andı ki benim için, annemin varlığını unutup inleseydim eğer kendime hiç de şaşırmazdım.
Mercedes uyanana kadar bunu yapmaya devam etti. Film bu kadar uzun sürdüğü için kime şükretmeliydim bilmiyordum. Mercedes yatağa geçmek üzere kalktığında, salon hala filmin ışığıyla aydınlanıyordu. Bu belki de, benim oradan kalkmam için bir fırsattı diye düşündüm. Salonun ortasında kendimden geçmeme birkaç dakika kala, bu verilmiş en mantıklı karar gibi gelmişti. Odama geçip kapımı kilitlemek. Sonrası ise belliydi, ne olacağı...
y/n: selam!!! iki günlük ufak bi aradan sonra tekrar zirvedeyiz!!! HEM DE İKİ ANLAMDA DA :)
Yine 3K'ya ulaşan bir bölüm, ve yorum toplamı 2,7K gözüküyordu 😱 böyle olup da habire bölüm atmamak ne mümkün bsjckrkxms sizi çok seviyorum!!!!!! Sizi ve benimle paylaştığınız düşüncelerinizi, onlar her zaman benim için çok değerli, siz de öylesiniz,🤧 • bu da benden size minnak bi teşekkür notu•
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top