Bölüm 10 - Ruh Meselesine İnananlar
Düğüne 41 Gün Kaldığında - Yani Louis'le Zirveden İndiğimiz O Gün
Louis bana verdiği sözünü tutmuştu. Aynı sabahın kahvaltısında, büyükannemle konuşarak aşağıya beraber inmemiz hususunda izin almıştı, benim için. Uyandığımdan beri benimle olan heyecanım, o izin aldıktan sonra katlanarak artmış ve çok fazla yemeden doymamı ve kahvaltı masasından kalkmamı sağlamıştı. Hemen üst kattaki odama çıkıp kapımı kapadım. Günlerdir belki de pijama dışında başka bir şey giymemiştim ve uzun zamandır ilk kez bacaklarım sıkı saran siyah pantolonlarımla buluşacaktı. Düzgün ve tertipli giyinmeliydim, çünkü hayalimde bu bir randevuydu; Louis'le kahve içmeye iniyorduk. Pantolonu seçmek kolaydı, sıra üstüme ne alacağıma geldiğinde, dolabın önünde dakikalarca dikilmiştim. Buraya o kadar da şık ve şirin kıyafetler getirmemiştim, onların hepsi Manchester'daki evimizde kalmıştı. Dolabın karşısında dakikalarca yarı çıplak kalmak o kadar da sorun değildi benim için ancak onu bekletmek ve ilk seferden 'uyuşuk' bir izlenim yaratmak istemiyordum. Bu yüzden dolapta bulduğum koyu renkte bir tişörtü bacaklarımı saran kotumun üstüne giymiştim. İşte, önünde de sevdiğim bir rock grubunun logosu vardı. O kadar da kasıntı görünmek istemiyordum, ama evdeki kadar da paspal olmamalıydım.
Dolabın kapağını kapatmadan üstüme buradaki bitmek üzere olan tek pafümümü sıktıktan sonra bu sefer elime aldığım rastgele bir tarakla saçlarımı geriye doğru taramaya çalışıyordum. Aynanın önüne geçtiğimde fark etmiştim ne kadar kabardıklarını. Tarağı hemen yatağın üzerine fırlatıp elimle düzeltmeye çalıştım, ama uğraşlar sonucu hala çok komik görünüyordum. Belki de bir şapka takmalıydım. Büyükannemin dediği gibi, saçlarım çok uzamıştı ve burada haftalardır kendime bakma fırsatı bulmadığımdan, daha yeni fark ediyordum.
Telefonumu arka cebime sıkıştırdıktan sonra unuttuğum bir şey var mı diye düşünüyordum, gözüme dün Louis'in bana verdiği siyah ceketi takıldı. Giyip giymeme konusunda düşünürken, kapımın tıklanmasıyla hemen o tarafa döndüm. Louis'di içeri girmek için izin isteyen. "Gelebilirsin."
"Hazır mısın?" Tuttuğu kapı kulpunu bırakmadan içeriye adımladı ve kısaca içeriyi süzdü, bunu gözlerinin hareketlerinden anlayabiliyordum. Onu orada dikilirken bırakıp ceketi bıraktığım yere ilerledim. Yanına giderken onu da almıştım.
"Bende kalmış. Yani sana verecektim ama unutmuşum." Ona doğru uzatsam da yüzü hemen güldü ve yüzünü elimdekinden bana döndürdü. Elini, yine, omzuma attı. Bunu artık her beni gördüğünde yapıyordu neredeyse. Balık tutarken, iyi geceler dilerken, günaydın derken. Omzumdaki eliyle, beni odadan çıkarmak için hafifçe yönlendirdi.
"Sende kalabilir." Kapımı kapattıktan sonra, elini sırtımdan çekmeden merdivenlere yönelirken ben de yanından ilerliyordum. Sanki, elinin sıcaklığı sırtımından belime doğru kayıyordu. Bu öyle bir histi ki, bir an hayalde yaşıyor gibi hissetmiştim. Ama eli, belime doğru gider gibi olduğuna yemin edebilirim. "Parfümünü beğendim." Son basamağı inmeden önce söylemesi, neredeyse donakalmama neden olmuştu. Gözlerimi kapatıp açarsam, kendime gelirim ve rüyadan uyanırım diye düşündüm sessizce. O çoktan elini omuzlarımdan çekmiş, yanımdan gitmişti. Annemlere hızlı bir veda ettikten sonra arabaya geçtim ben de Louis gibi. Arabayı yola doğru çevirdikten sonra, devam edeceğimizi sanarken durdurmuştu. Birkaç dakika boyunca hareket etmemiştik neredeyse, o bana bakmasa da ben ona bakmayı sürdürdüm. En sonunda yüzünü bana döndürmüştüm.
"Neden duruyoruz?"
"Mercedes de geliyor." dediğinde dünyam tam anlamıyla yıkılmıştı. Teyzemle bir sorunum yoktu ama yalnız olacağımızı sanarak bir sürü hayal kurmuştum. Şimdi hepsi mahvolmuştu. "Senin odana uğramadan önce hazırdı, son anda yine bir şeyler buldu."
Yüzümü önüme çevirdim. Her şey alt üst olmuştu. Surat da asamazdım. "Pekala." dedim. "Mercedes'in hazırlanması uzun sürer genelde."
"Bilmez miyim?" İç çekişi, sanki benim gibi onun da Mercedes'in gelmesine üzüldüğünü söylüyordu. Ama konu, müstakbel eşinin geç hazırlanmasıydı. "Gelinlik için birkaç yer gezmesi gerekiyormuş. O da çok sıkılmıştı zaten. İstersen o gezerken biz bir yerlerde otururuz."
"Mercedes yanında beni de ister mutlaka." Ona döndüğümde, elini koltuğuma doğru uzatıp başlık yerini tuttu. Birkaç saniyeliğine, bana uzanacağını sanarak heyecanlanıyordum neredeyse.
"Nedenmiş o? Gelinlik uzmanı mısın yoksa?" Yüzüne, tam da güneş vururken gözleri resmen bana ve tüm evrenime ışık saçıyordu. Gülümsediğinde ise ortam sıcacık oluyordu ve o anda bana bahşettiği bunca şey benim üzülmemi engelleyecek kadardı. Gülerek ona karşılık verdim ve başımı iki yana salladım. "Eğer gerçekten isterse bugünlük yeğenine el koyduğumu söylerim."
Ve cümlende kullanmak için seçtiğin bu deyim hiç de yanlış olmazdı.
O dakikalarda, arabanın içinde gülüşürken henüz yola bile çıkmadığımızı fark ettim. Aşağıda olacaklar için sabırsızlanıyordum. Onunla geçirebileceğim her dakika benim için zor arayışlar sonucunda bulunan bir hazine gibiydi. Keşfettikçe, daha da seviniyor, mutluluktan kendimden geçiyordum.
Mercedes askısını sadece tek omzuna taktığı sırt çantasıyla arabaya doğru koşar adımlarla geldi, ön koltukta benim oturduğumu görünce arkaya geçti. "Üzgünüm, çok mu beklediniz?" Mercedes geldikten sonra arabayı tekrar çalıştırdı, bir elini vitese koydu ve sürmeye başladı. Mercedes de o arada hemen iki koltuk arasından başını uzatmıştı. Tüm arabada onun bergamotlu parfümü duyuluyordu. Ama o da sadece benimkini duymuştu anlaşılan. "Parfümün ne güzelmiş."
Hafifçe dönmemle bile, Louis'in sırıttığını fark etmiştim. O kadar mı güzel kokuyordu bu parfüm?
Yine de Louis, garip bir şekilde bana söylediği gibi, Mercedes'e buna katıldığını söylemedi. "Teşekkür ederim." Ellerimi hala kucağımda duran Louis'in siyah ceketinin üzerinde birleştirdim. Araba yolculuğu sürerken, Mercedes iki koltuk arasında çok durmadı ve arkasına yaslandı. Muhtemelen telefonu artık çekmeye başladığı için hemen eline aldıktan sonra başını yol boyunca telefondan hiç kaldırmadı. "Mercedes seni bırakmamı istediğin bir yer var mı?"
Teyzem başını ekrandan kaldırmadan konuşurken, Louis dikiz aynasından bakarak onu dinliyordu. Hangi caddede inmesi gerektiğini söyledikten sonra, araba yine sessizleşmişti. Kasabayı geçtikten sonra çok da uzun sürmeden şehir merkezine gelmiştik. Mercedes istediği yerden inmeden önce yanağımı öptü. "Ben işim bittiğinde sizi ararım."
"Dikkat et Mercedes." Mercedes'in inerken, Louis'e attığı bakışı yakalamamak imkansızdı. Aralarında birden oluşan gerginliği anlamamıştım. Louis'e döndüğümde onun da suratı düşmüş gibiydi. Arabayı sürmeye devam etti. Tam ne oldu diye soracaktım ki, Louis bakışlarımdaki garipliği anlamış olacak ki söze girdi. "Mercedes işte. Akıl verilmesinden nefret ediyor."
"Sanki başka bir şeye kızmış gibiydi." Birkaç sokak geçmiştik sadece, arabayı durdurdu ve anahtarı çekip çıkardı. Araba durunca şehrin dağdan daha da bunaltıcı bir havaya sahip oluşun yeni fark ediyordum.
"Ben 5 dakikaya geleceğim. Arabada bekler misin?"
Yanda duran telefonunu cebine sıkıştırırken birbirimize bakıyorduk. Tamam anlamında başımı sallamıştım. Arabadan indi ve karşı kaldırıma geçti. Postaneye girdiğini görebilmiştim sadece. Birkaç dakika boyunca oradan çıkmadığı için, canım sıkılınca önümdeki torpidoyu açmıştım. İzlediğim filmlerin bazılarında, bazen torpidoda kondom falan bulunurdu. Ben de aynısını bulurum umuduyla bakındım ancak, birkaç telefon kablosu, kuru ve ıslak mendil dışında hiçbir şey yoktu. Yine yakalanmamak adına, hemen kapattım torpidoyu.
Dediği gibi 5 dakika -belki de 6- içerisinde yanıma geri gelmişti. Park halindeki arabayı çalıştırıp tekrar sürmeye başladı. "Gitmek istediğin bir yer var mı?" Sorusuyla başımı yasladığım araba kapısından çekip ona döndüm. "Ya da karnın aç mı?"
"Bu sefer teyzen ne yemeyi sever diye sormak yerine direkt sordun." Cümlemle beraber kendini tutamayıp gülmüştü.
"Çok alındın sanırım bu şakama." Ona karşı gözlerimi devirdim.
"Alınmadım, garibime gitti ve ayrıca gerçekten karnım aç değil. Ama kahve içmeye gidebiliriz."
Önerimle gözleri hala yoldayken gülümsedi. Şehirde çekeceğini düşündüğüm için radyoyu açmak için uzandım. Açma tuşuna basana kadar her şey basitti ama açtıktan sonra çok cızıyordu. Kanal ararken, cızırtıya bir süre katlanmak zorundaydık, ya da en azından bu benim düşüncemdi. Louis radyonun dokunmatik ekranının üzerinde dolaşan elimin yanına kendininkini getirmişti. "Ayarı bozulmuş olmalı." Birkaç saniyelik de olsa parmaklarımın birkaçı onun sıcak avuç içine değip geçmişti. Bu küçük dokunuş bile, hiç bilmediğim şekillerde tatmin etmişti beni. Sonunda cızırtı bitip bir radyo kanalındaki şarkı çalmaya başladığında mutlu mutlu gülümsemiştim. Sebebi belliydi.
"Şurayı biliyorum." Durması için söylediğimde, henüz yeni fark etmiş olduğum ve güzel olacağını düşündüğüm kafenin çok da ilerisinde olmayan bir park yeri bulması zor olmamıştı. Arabanın kaldırım kısmında onun gelmesini bekledim böylece beraber yürüyebilecektik. Koyu renk bir lakosun üstüne giydiği trençkotunun önü tamamen açıktı. Aramızdaki birkaç santimlik fark, yanında yürürken adımlarımız arasında kayboluyor gibiydi. Dışarıda oturan müşterilerin, bizim hakkımızda ne düşündüğünü merak ediyordum. Acaba, abi-kardeş gibi mi gözüküyorduk yoksa arkadaş gibi mi? Louis yaşından çok genç gösterdiği kesindi. Aramızdaki boy farkı biraz daha fazla olsaydı, hiç düşünmeden 'bunlar baba-oğul' diyebilirlerdi.
İngiltere'nin havasından dolayı, benim tişört giyerken onun trençkotla gezmesine ben de dahil kimse aldırış etmezdi. Eğer isteyen olursa, kazak bile giyebilirdi çünkü. Şunu da söylemeliydim ki, Louis ne zaman etrafımda olsa, çıplak dahi olsam terden öleceğimden emindim -ve bunun gerçekleştiğini düşünmek bile cinsel anlamda beni heyecanlandırıyordu. Bu yüzden, oturduğumuzda, o karşımda hala trençkotlayken ve rahatken, ben tişörtle ter içindeydim. Bana verdiği ceketi ise bugün hiç giymeden arabada bırakmıştım. "Çikolatalı milkshake istiyorum."
Kibarlık yapıp kendisinin gidip alacağını biliyordum. Suratına masum masum gülümsemem yeterliydi. Onun beni tanımaya çalışırken yaptığı analizleri ben de aynı şekilde ona yapıyordum. Louis, gerçekten kibar ve nazik biriydi. Müstakbel eşinin yeğeniyle geldiği bu kafede, parayı yeğenine verip "al bunu bana da bir espresso getir" demezdi.
O içeriye gittiğinde, ben de günlerdir internet yüzünü görmeyen telefonumu masaya çıkarmıştım. İnternet çektiği andan itibaren, bildirimlerimin o kadar da coştuğu söylenemezdi. Birkaç arkadaşım dışında kimse mesaj atmamıştı. Telefonumun ekranına bakarken masaya eklenen bardakları görmemle elimdekini kapatmıştım. "Çikolatalı milkshake."
"Teşekkürler. Sen ne aldın?" Paketlenmiş pipeti kağıdından çıkartıp milkshake'in ambalajındaki yerine takmak uğraştırmıştı beni birkaç saniye de olsa. Elindeki karton bardaktan kahve ve sıcak olduğu anlaşılıyordu.
"Amerikano." Üstündeki ceketin ceplerini arayıp sigarasını buldu. İçmediği bir an bile var mıydı sahiden? O bakmazken sıcak kartonu elime almamla parmaklarım yanınca başını kaldırıp bana bakması hiç de geç olmamıştı. "Dikkat et çok sıcak ve muhtemelen senin için acı."
Kahvesinin tadına bakacaktım, onun da anladığı üzere. Tadını çok merak ettiğim söylenemezdi ama sırf dudaklarımız aynı yere temas etsin isteğimden kaynaklanıyordu bunu yapmam. Onun kahveli dudakları ve dilinin üstüyle ıslattığı plastiğe dayamıştım dudaklarımı yavaşça. Tadına baktığımda, beni bu kadar iyi tanımış olmasına sinir olmuştum. Yüzümü buruşturarak ona geri verdim. Beni bu kadar iyi tahmin edip durabilmesi, çok sıradan biri olmamdan mı kaynaklanıyordu? Ya da basitçe, kahve almak yerine milkshake'i tercih etmemden de anlamış olabilirdi. Ne fark eder ki?
"Demiştim." Ağzımın tadı yerine gelsin diye onu çok da umursamamış gibi yaparak milkshake'imi içmeye devam ettim ağzıma az önce aldığım pipetle. O sigarasını içerken, bir yandan kahvesini yudumluyordu ufak ufak. "Hangi bölümü istediğini düşündün mü?"
"O günden beri pek farklı bir şey düşündüğüm söylenemez eğer sorduğun şey buysa. Annemin dediği iyi gibi geliyor sadece."
"Ne tür kitaplar okuyorsun?" Çok kitap okuyorum demiştim ona, ve o da bunu unutmamıştı.
"Tüm dünya klasiklerini okuyup bitirmeye çalışıyorum. Onun dışında dünya mitolojileriyle ilgili bir şeyler okumayı ya da izlemeyi seviyorum."
Cevabımla içten bir şekilde gülümseyip kahvesini yudumladı ve tekrar masaya koydu bardağı. "Mitolojiyi sana Mercedes mi sevdirdi yoksa?" dedi. Ama soruş şeklinde bile, bildiğimi biliyorum, sen de biliyorsun diyordu.
"Evet, lisedeyken bana hep okumamı önerdiği kitapları o yollardı. Bir gün okuldan odama bir gelirdim, kapımın yanında bir koli kitap. Anneme nereden geldiğini sorduğumda teyzemin benim için yolladığını söylerdi. Ama teyzemin nerede olduğunu asla bilemezdik." Geçmiş günler gözümün önünden geçerken, hiç de farkında olmadan gülümsüyordum. Louis birkaç saniye sessiz kalıp mavi gözleriyle bana bakarak sigarasından birkaç derin nefes aldı.
Bakışmalarımız boyunca, gözlerinin içine bakarak beyninde aslında neler geçtiğini, benim hakkımda ne düşündüğünü, ne yapacağını ve ne diyeceğini merak ediyordum. Ama en çok merak ettiğim şey şu oluyordu: Bana bakarken o da benim gibi zevk alıyor muydu bu bakışmalarımızdan? Onu ilk gördüğüm andan itibaren her şeyin yanında, özellikle görünüşünü ve kokusunu silemiyordum hafızamdan. Her saniye, o ikisi benimle birlikte oluyordu. Bugün ise, beni koklamıştı ve benim yapamadığımı yapmıştı. Parfümümün güzel olduğunu söylemişti. Bu kadar kolay olamazdı. Ben ona güzel koktuğunu söylersem eğer, sanki ağzımı bir daha hiç tutamazmışım gibi geliyordu. Musluğu sadece biraz açmaya çalışıp, lavabonun sel basmasına neden olurdum. Ben onu koklarken, o da beni koklarken, ve bunların hiçbirinin normal olmadığı açıkken, hala ikimiz de buna devam ediyorduk. Bir şeylerin itirafı için, illa ağızdan bir söz çıkması şart mıydı?
Louis sesiyle beni daldığım derin düşüncelerimden kurtarmıştı. "Bence sen Sanat Tarihi okumalısın." Milkshake'imi dişlemeyi bırakıp oturduğum yere sırtımı yasladım. "Teyzenle bu düşüncemi paylaştım. O da aynı şekilde bu bölümün senin zevklerine yakışacağını düşünüyor."
Mercedes'le benim hakkımda mı konuşuyorsunuz yani? Düğününe iki ay kadar bir süre var ve, sen akraban bile sayılmayan bir çocuk için 'acaba ne okusa ona yakışır' diye kafa patlatıyorsun. Bunu her psikolog ücretsiz yapıyor muydu yoksa, Louis 'eniştemin' bana yaptığı güzelliklerden biri miydi sadece?
"Vay canına." mırıldandım. "Kulağa hoş geliyor, bir ara araştıracağım. Mesela düğünden sonra." Gözlerini dakikalar sonra ilk kez benden uzaklaştırdı ve sonuna gelen sigarasını masanın üzerindeki küllükte söndürdü.
"Bu arada, arkadaşlarını da düğüne çağırabilirsin eğer istersen. Çekinme yani eğer böyle bir şey varsa aklında."
Bu aslında çok ironikti. Hoşlandığım adamın teyzemle evlendiği düğüne neden arkadaşlarımı çağıracaktım ki? Üstelik doğrusu da «teyzemin evleneceği, ilgi duyduğum adamla olan düğününe» olması gerekiyordu. Yine de her türlü, ikisinden birini arkadaşlarıma söylesem benim kafayı yediğimi ve ergen olduğumu söylerdi. Kısacası beni ciddiye alacak kimse yoktu.
Senden başka.
"Hepsi çok uzakta yaşıyor. Manchester'dalar. Gelemezler yani." Cümlemden sonra başını salladı ve zorlukla duyulacak bir iç çekti. Ne o, evlenmek mi istemiyorsun yoksa? "Teşekkürler yine de."
"Ya sevgilin?" Kahvesini minik minik içmeye devam ediyordu, hiç kurumayan dudaklarıyla.
"Sevgilim yok ki." Yavaştan su olmaya başlamış milkshake'imi pipetle karıştırmaya çalıştım. "Hiç olmadı." diye ekledim önceki cümlemin üzerinden birkaç saniye geçtikten sonra. Karşısında üzgün görünmek istemiyordum bu konuyla alakalı, bu yüzden yalandan da olsa gülümseyip omuz silktim ona bakarak.
"Üniversitelerde kendini gerçekten tanıyan ve yönelimlerini çekinmeden söyleyebilen insan sayısı daha fazladır. Lisede ise tam tersi. Bu yüzden acele etmemen senin için daha iyi olmuş." Sesinin tonunu, ilk kez bu kadar ciddi ve bilgi dolu olduğunu duyuyordum. Onu dinlerken yapabilirmişim gibi daha da kulak kabarttım söylediği her söze.
Başımı salladım. "Sanırım ben hala o lisedeki insanlardanım, çünkü gerçekten kendimi tanıyabildiğim söylenemez. Bunu da sen psikolog olduğun için çekinmeden söyleyebiliyorum. Böyle insanlarla da konuştuğun olmuştur değil mi?" İlk kez, tüm konunun bana dönmesinden hoşnut olmak üzereydim. Oturduğu tekli sandalyesinde bacak bacak attı ve konuşmadan önce birkaç uzun saniye boyunca beni süzdü. Cevabının görüntümle alakalı olduğunu düşündürtecek kadar.
"Hastalarım genelde yetişkin bireyler olur ancak sana şunu söyleyebilirim. Bazen 50 yaşındaki bir insan bile kendini daha o yaşında fark ediyor." Dirseklerini masaya koyarak konuşması ve yüzündeki o ciddiyet, beni bu dünyadan koparmıştı ama tüm dikkatim hala ondaydı. "Böyle şeylerle çok karşılaştım, ve sen bence erken fark edenlerdensin."
"Neyi?" Bu soru dudaklarımdan döküldüğü anda, cevabını beklerken kalbim ve damarlarımdaki kanın hızı öyle artmıştı ki, tüm bunlar nefesime vurmuş, daha hızlı soluk alıp vermeye başlamıştım. Onun fark etmemesi için dua etmekten başka şansım yoktu. Bakışlarımın bile değiştiğini biliyordum. Beni ne olarak gördüğünü, öğrenmem şarttı, ve beni nasıl tanımlayacağı da.
"Aşık olmak veyahut birini sevmek için bedende belli bir cinsel organı değil ruhu aradığını."
Artık kaçıncıya kaçmasına izin verdiğim sayısını bilmediğim nefeslerimi, bu cümlesinden sonra dizginlemek daha da kolay olur sanmıştım. Ama karşımda bana doğru eğilip, gülümseyişini daha yakından bana sergilerken, hiç de planladığım gibi gitmemişti. "Öyle mi?" Sakince sordu. Sorarken işaret ve baş parmağı arasına almıştı çenemi hafifçe sıkarak. Ve benim ağzımdan çıkarabildiğim tek sözlerse,
"Nasıl bu kadar... iyi biliyorsun, aşka inanmazken?" olmuştu. Ona ne kadar yanık olduğumu, başka hangi şekilde belli edebilirdim zaten, istemeden de olsa?
Parmaklarını tenimden çekmesiyle beraber gelen ürperti, yavaşça tüm vücudumu sarmıştı. Arkasına yaslandı ve başını dışarıya doğru çevirdi. Suratında aksi bir gülümseme vardı. "Yıllar geçti ve bir sürü zorluktan sonra hayal kuramamaya başladım. Aşk her zaman için bu hayallerden biriydi. İşte, sana aşka inanmamın sebebini açıkladım."
"Mercedes'i üzmeni istemiyorum."
Aslında, ne teyzemi, ne de beni üzmeni isterdim. Ama tek kapı vardı. Louis, Mercedes'le evlenerek o kapıdan geçince üzülen ben olacaktım. En azından, evlendikten sonra Mercedes'i üzmemesinin garantisi, bir miktar içimi rahatlatabilirdi.
Üzgünce masayı izliyordum, o anda kendimden başkasına üzüldüğüm yoktu da. Bu konuya bağlamam en başından yanlış olmuştu. Söylediğim şeyi ağzıma geri tıkabilme şansım olsaydı, onu şimdi kullanırdım. "Mercedes'i üzecek son insanım Harry. Her şeyden öte buna emin olabilirsin."
Birkaç cümle, kırılan bir tabak misali, kalbimi paramparça etmişti saniyeler içerisinde. Karşısında oturmuş, ne olduğu belirsiz bir konudan ağlamam, onu şaşırtır ve garip düşüncelere sürüklerdi. Bana bu cümleleri kurana kadar, neyin peşinde olduğumu bilmiyormuşum da şimdi gerçekleri öğrenmişim gibi hissetmiştim. Göğüs kafesimin ortasını elleriyle açıp, kalbimi kanlı elleriyle sıkmış gibi acımıştı canım.
"Tuvaletim geldi." Nerede olduğunu bilmediğim tuvalete gitmek üzere hızla sandalyeden kalkmıştım. İçeriye girip rastgele adımladığım yerde tuvalet çıkmayınca, çalışan birinden doğrusunu öğrenmiştim. Gözlerimi öyle sıkmıştım ki yaş akmasın diye, birkaç dakika içerisinde yanmaya başlamıştı. Musluktan akan soğuk suyla hızlı hızlı yıkamak iyi gelecekti.
Kendimi bunları bile bile başladın bu maceraya diyerek bir şekilde zorla da olsa teselli ettikten sonra, Louis'in hala oturduğu, dışarıdaki masamıza geri dönmüştüm. "Tuvaletin yerini mi değiştirmişler?"
Siktir ya. Yalan söylemekte bu kadar kötü olmasaydım keşke. Burayı bildiğimi söylemiştim ama gel gör ki az önce tuvaleti karıştırıp birine sordum. Tam da önceden gelmiş birinin yapacağı bir hareket.
"Gözüme bir şey kaçtı o an, yolu şaşırdım." diye bir yalan daha attım ayaküstü. Bana hiç çekinmeden güldü. Tam sandalyemi çekip oturuyordum ki kendisi sandalyesini geriye ittirip ayaklanmıştı. "Hiç oturma. Birkaç cadde ötede bir kitapçı görmüştüm. Oraya gidelim."
Yürürken, yolun üstünde park halindeki arabadan bıraktığım ceketi almayı ihmal etmemiştim. Hala tam olarak üşümüyordum ama, onu giymek ve onunla Louis'in gözünün önünde olmak, hoşuma gidiyordu. Kitapçıya girer girmez, peşinden gelmemi istedi. Ben de, arkasından adımlarını takip ederken, görmediğini bilmemin rahatlığıyla sırıtıyordum. Bir anda durunca, ona çarpma zevkinden son anda mahrum bırakmıştım kendimi. Hafifçe raflara doğru eğilip seçtiği bir kitabı eline alırken çok yakınından onu izliyordum. Kitabı vakit kaybetmeden bana uzattı. Othello. Gözlerimi kapaktaki yazıdan ona çevirdim. "Bunu okumadıysan, sana hediye etmek istiyorum."
"Okumadım." Yavaşça gülümserken kitabı tekrar elimden almıştı ve ödemek için kasaya ilerlemişti. Giderken, istediğim başka bir kitap olursa onu da alabileceğimizi söylemişti.
Rafların arasında saatlerce dolanıp kitap kitap, sayfa sayfa karıştırabilirdim. Louis'in birkaç dakika sonra ödemeyi yapıp yanıma geldiğini ve beni takip ettiğini biliyordum. Bazen, dikkatini çeken bir kitap olursa, eline alıp inceleme zahmetinden kaçınmıyordu. Tepeden bakıldığında, aynı rafın iki farklı taraflarında duruyorduk ve bunu ben bir kitabı raftan çekince anlamıştık. Açılan boşluktan, ona baktığımda, o da hiç geciktirmeden ona yoğunlaştırdığım bakışları fark etmiş ve gülümseyerek bana yanıt vermişti.
Mercedes gelene kadar böyle geçmişti iki saatimiz. Telefonla dükkanın önüne geldiğini söylediğinde çıkmıştık biz de dışarı. Mercedes benimle konuşurken, Louis biraz daha uzağa gitmişti sigarasını yakmak üzere. "Louis'le sıkılmadın değil mi?"
"Hayır, güzel vakit geçirdik." Mercedes, cümlemle beraber hafifçe kaşlarını kaldırdıysa da hemen indirdi ve yanağımı acıtacak cinsten sıktı. Sızıyla yerimde zıpladım. "Bana kitap aldı. Othello. Okumuş muydun?"
"Shakespeare mi? Hayır, edebiyattan soğutuyor o adam beni." Beni orada bırakıp Louis'in yanına giderken ikisine bakıyordum. "Bu ceketin burada mıydı? Ben evde hiç görmedim." Mercedes, ceketimi fark etmişti. Onlar konuşurken başımı kaşıdım gergince.
"Sen ona aldırma Harry. Shakespeare iyi bir adamdı. Ayrıca o da ruh meselesine inanıyordu."
"Ruh meselesi de neymiş?"
Aramızdaki bu şifreli konuşma, hoşuma gitmişti. Yüzümün mutlulukla kırışmasına engel olmadım.
"Hiç... Hiçbir şey." Louis bana göz kırptığında, mutluluktan uçmamak için hiçbir sebebim yoktu. Ama yine de bunu yapmak yerine, onlardan uzakta dikilmek yerine yanlarına gitmiştim. Mercedes kolunu omzuma yaslayarak ne yaptığını anlatırken, ikimiz de pür dikkat onu dinliyorduk.
Akşam yemeği saatinde tepedeki evdeydik. Herkesten sonra eve girdiğim için annem ayakkabılarımı çıkarırken bu ceketi nereden bulduğumu sormuş ve ben de Louis'e ait olduğunu söylemiştim. "Kendi ceketine ne oldu?"
"Kolu yırtık." diye yalan söyledim. Neyse ki kimse üzerinde durmadı.
"Siz yokken bazı gelişmeler oldu." Masada, büyükannemin haberci sesi başımı yemekten kaldırmama sebep olmuştu. İçtiğim çorba dudağımdan çeneme doğru yol alırken, peçeteye uzansam da başarısızla sonuçlanınca Louis, bunu herkesten önce fark edip bana peçeteyi uzattı. "Dean dayın düğünden önce buraya uğrayacakmış, ailesiyle beraber."
"Ve onların geldiği gün de baban gelip bizi alacak."
Sadece bakakalmıştım o an, bir anneme bir de büyükanneme gidip geliyordu donuk gözlerim. Önce, ağzımda kalan çorbayı yuttum, ama öyle sert bir yutuşu ki, masada bunun sesini rahatlıkla kendim duymuştum. Buradan gitmek, şu anda isteyeceğim son şeydi.
"Neden?" diye sordum. Sesimdeki çaresizlik belli oluyordu.
"Deanler de zaten 4 kişi geliyor yer olmadığını bilerek. Ayrıca diğerlerinin de geleceğini biliyorsun."
"Eve dönmek istemiyorum." Önümdeki çorba tabağına dönük suratımı saklama isteğim, ağlamama yakın olmamdan kaynaklıydı.
"Harry-" Annemin sesinden bana kızmak üzere olduğu anlaşılıyordu ki, Louis'in sesi buna engel olmuştu.
"Harry bizim odada kalabilir." Başımı, hafifçe ona çevirdiğimde gözlerim onun ciddi olduğuna inanamıyordu. Söylediklerine de kulağım inanmak istemiyordu. Annem, olmaz demeye hazırlanmıştı ki, Mercedes araya girdi. "Abla, çocuk kalmak istiyor işte. Hem biliyorsun, o gidince ben de sıkılırım."
"Ayrıca her gün markete Louis gitmek zorunda kalmaz. Dean'in çocuklarına da güvenmiyorum o motoru kullanmaları için."
Gecenin sonunda, hatta yatarken bile kazanan ben olduğum için gülümsemeye devam edeceğimi biliyordum. Ama o masaya gelirsek, Louis'e o kadar sarılmak istemiştim ki kalmam için sözleriyle annemi ikna etmeyi başardığından dolayı, sonra teyzeme sonraysa büyükanneme. Ama beni asıl etkileyen, hiç kimse ses çıkarmamışken, onun atlayıp benim onların odasında kalabileceğimi söylemiş olmasıydı. Ertesi gün olduğunda, bu akşamın etkisini atlatmış olacak ve Louis'le beraber aynı odayı paylaşacağımız zamanları -yani birkaç gün sonrasını- iple çekecektim.
y/n: YA 1K YORUM OLDU TOPLAM OHOOO BEN BU UPUZUN BÖLÜMÜ -TAM 3.3K- BUNUN ŞEREFİNE YAZDIM. Umarım bunun için de bana kızmazsınız gözlerimiz ağrıdı diyerek nxjkg
Herkesin dileğinden ufacık alıp bir şeyler yapmaya çalıştım çünkü her bölüme yaptığınız gerçekten güzel yorumlar benim sürekli bölüm atma ihtiyacıyla yanıp tutuşmamı sağlıyor. Valla hiçbir ficimde hiçbir bölümüne bu kadar uzun bölüm atmamışımdır. Bu sefer cidden sabrınızdan dolayı kutluyorum. Gece 12'ye yetiştiremedim ama herkes uyanıktır umarım ühü
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top