•Bölüm 17•

Medya: Bts - Your Eyes Tell

...

...

"Evet, dökül bakalım." İkimizde dışarıda oturmuş küçük masanın iki ucundaydık. Önümüzde ki sıcak pirinç kekleri ile bakışırken birden acıktığımı hissettim.

Büyükanne işi olduğundan bize pirinç keki vermiş ve beklememizi söyleyip dışarıya postalamıştı. Sanırım benim şaşkınlığımdan dolayı bu jesti yapmış ve konuşmamız için süre tanımıştı.

"Evet, dökülüyorum. Kendisi benim Büyükannem. Annemin annesi ve bana bakan, büyüten kişi." Orasını anlamıştım zaten. Fakat hala şoku vardı elbette. Şaşkınlığımı bir türlü atlatamıyordum.

"Yani büyükannenin bana anlattıkları doğru? Ailen..." Devamını getiremeden durdum. Jimin anlayışla karşılarken kendisi devamını getirdi.

"Evet, ailem ben küçükken araba kazasında vefat ettiler. Bir tek ben geriye kaldım. Büyükannem beni büyüttü. Bende ona yük olmamak için en kısa yoldan iş aramaya başladım."

Başımı sallarken tahminlerimle dolu cümleyi ortaya koydum. "Yani sende stajyerliğe başvurdun. Kabul edildin. Daha sonra da yurda gittin. Bu sayede Büyükannen sana bakmak zorunda kalmadı."

Bu dediklerim doğru olmuş olacakki beni onayladı. "Bazen çok zeki oluyorsun." Gıcık olmuş gibi konuşurken eline aldığı pirinç kekini ağzıma uzattı. Ona şaşkınca bakarken sessizce konuştu.

"Büyükannem..." Anında onaylayıp başımı sallarken ağzımı açtım ve büyük bir ısırık aldım. Ağzım doluyken güzel pirinç kekinin tadı ile kendimden geçtim.

Bu halime gülen Jimin ise "Hemen de inanıyorsun." diyerek gülmeye devam etti. Başımı sağ tarafa çevirip dükkana bakarken orada kimse olmadığını anlayıp suratıma kızgın bir ifade koydum. Pirinç kekini çiğnerken ona söyleyeceğim lafları beynimde bir bir not ediyordum.

"Tuhaf karşılayabilirsin. Ama o eski topraktır. Bu dükkan ona büyük büyük dedelerinden gelmiş. Bu sebeple başka yere gitmiyor ve burada yaşamaya devam ediyor. Ona kaç kez söyledim başka yere taşınmasını ancak istemedi. Burası ona iyi geliyormuş."

Anlıyordum. Benim ailemde oturduğumuz büyük evi asla değiştirmediler. Ve küçükken dinlediğim hikayelere göre büyük büyük atalarımızdan kalmış. Tabii bir çok yeri değiştirilmiş ancak yer aynı yermiş.

Büyükbabam bile orada doğmuş ve büyümüştü. Oldukça ilgi çekiciydi bu hikâyeler.

"Anlıyorum. Bizimkiler de öyle." Gülümserken benim yarım bıraktığım pirinç kekine uzandım. Cidden sabahtandır bir şey yememiştim ve bu kadar acıktığımı yeni fark ediyordum.

Elimi atmam ile elimden alması bir oldu yarım pirinç kekini. Ona bakarken hemen ağzına attı ve yemeye başladı. O sırada sinir olmayı bırakırken konuşmaya başladım.

"Jimin?"

Kızmamama şaşırırken kaşlarını çatarak sordu. "Ne oldu?" Sinirli halinden eser yokken konuştum. "Daha yeni neden sinirliydin?"

Anlaşılan yeni aklına gelmiş olacak ki ağzındaki lokmayı yutar yutmaz konuşmaya başladı.

"İyi hatırlattın. Neden hisselerinden gelen geliri benim üzerime yaptın? Fakir görünür gibi bir halim mi var?"

Dediği şey ve ima ettiği anlam ile oldukça şaşırmıştım. Aman tanrım... Ben bunu düşünememiştim. Sadece ona minnet borcumu böyle ödeyebileceğimi düşünmüştüm.

Boğazımı temizlerken tüm açlığımın uçup gittiğini hissettim. Kendimi doğru düzgün açıklamalıydım.

"Ben sadece, minnetliğimi göstermek istedim. Yanlış anlaşılacağını hiç düşünmemiştim. Sadece teşekkür amaçlı..."

Derin bir nefes verirken geriye yaslandı ve konuştu. "Kimse teşekkür amaçlı başka birine milyarlarca Won vermez Soo Jin. Üstelik ben ufak bir yatırım istedim. Hisselerinin yarısının yatırımını değil. Şirkette ki önemli konumun o senin. Nasıl yaparsın bunu?"

Sadece düşünmeden hareket etmiştim. Dün gece o kadar şeyin üzerine bana yardımı dokunmuştu. Onun sayesinde rahata ermiştim. Onun sayesinde bu dünyada kalbim huzurluydu. Bu sebeple hiç düşünmemiştim.

"Üzgünüm." Düşünmeden hareket etmemin sonucu özür dilemeliydim. Onun ne düşüneceğini bile düşünmemiştim. Sadece hisslerimin yarısını değil, gelen kâr payınıda Jimin'in üzerine yapmıştım. Hemde onunla konuşmadan.

"Özür dilemen için yapmadım. Bak Soo Jin.." Elleri elimi tutarken ona bakmamı sağladı ve yumuşakça gülümsedi.

"Senin bir çocuğun var. Bu hisseler yarın öbür gün sana lazım. Çocuğun zaten kötü ve hor görülecek ileride. Buna önlem almak için kendi hissselerini devretmeyi düşünmüş olabilirsin. Ama bu kalan hisseler ona sadece biraz yeter. Gelirler ile hisselerini yükseltsen bile o on sekiz yaşına girene kadar ne kadar büyütebilirsin ki?"

Mantıklı konuşmuştu. Ancak ben bir yolunu bulacak kadar zekiydim. "Emin ol önemli değil. Bu zeka ile her şeyi yapabilirim." Gülümserken bu dediğime güldü ve konuştu hızlıca.

"Ben de üzerimde ki kâr payını devredeceğim. Yu-Jun'a daha çok lazım olacak."

"Jimin hayır dedim. Sakın öyle bir şey yapma. Veya kalkışma."

Rahat tavrı ile omuz silkerken konuştu. "Benim hisselerim değil mi? Sanane."

Sinirlenirken kendimi tutamadım ve konuştum. "Yu-Jun senin neyin oluyor? Ahmak mısın sen? Kendine sakla o parayı. İleride emekli olunca çok güzel bir şekilde yaşayabilirsin."

Bu halime sakin bir tavırla cevap verdi. "Var bir sebebi."

Derin bir nefes alıp geriye yaslandım. Aklıma gelenler ile donarken birden sordum. "Neden beni öptün?"

Düşündüğüm şey yüzünden mi yoksa böyleydi? Neden umursuyordu ki? Tamamen çıkar için birlikteydik biz. O beni kurtardı bense ona yardım sağladım. Sebebi neydi de beni ve Yu-Jun'un geleceğini düşünüyordu?

Sorumu beklemediği oldukça barizdi. Şaşkınca gözlerini bana dikmiş duruyordu. Soru karşısında oldukça donakalmıştı.

"Çünkü..." Bir kaç dakikalık sessizlikten sonra konuşmaya başlarken kalbimin daha hızlandığını fark ettim. Sebebi neydi? Neden böyleydi?

"Sebebini söylersem benimle konuşmayabilirsin."

Bir an için dondum. Bu ne demekti ki? Yoksa... "Benden daha neleri saklıyorsun Jimin? Ben her şeyi açık açık söyledim, hayatımı belli ettim, peki ya sen? Bugün öğrendim daha büyükanneni ve devamını."

Başını eğerken birden ellerinin titrediğini fark ettim. Masasın üzerindeki eli ile oynuyordu. Ve şu anki hali o kadar savunmasızdı ki...

"Ben seni daha önce de gördüm." İtirafı ile duraksadım. Daha öncede mi görmüştü? Bu ne demekti ki?

"Nasıl yani?"

Kaşlarım çatılırken konuşmasını bekledim. Bakışları başka yere sabitliydi.

"Bir kaç ay önce dağda birisi senden yemek istemişti değil mi?"

O tuhaf adam aklıma gelirken aklıma gelenler ile donuverdim. Yoksa o tuhaf adam... Jimin'in kendisi miydi?

"O gün seni gördüm. Ne kadar yaralı olduğunu fark ettim. Ve daha sonra araştırdığımda kim olduğunu fark ettim. Bunca zamandır haber konusuydun. Kaç defa ismini duymuştum. Ancak sen olduğunu bile fark edememiştim."

Duyduklarım karşısında afallarken tepki bile veremiyordum. Bu ne demekti ki? Yani... O tuhaf adam Jimin'di. Peki ne alaka?

"Dağda koşu yaparken seni fark etmiştim. O kadar sakin, yaralı ve hüzünlüydün ki... Sonuç olarak seni araştırdım işte."

Kalbimin atışlarını kulağımda hissederken hissiyatsız biçimde gülümsedim. "O sendin... İçimi görmüş adam sendin."

Başını saklarken devam etti. "Daha sonra Büyükannemi tedavi edenin de sen olduğunu, hastane de bayılan doktorunda sen olduğunu fark ettim. Aslında senelerdir etrafımdaydın. Ancak ben seni fark edememiştim. O gün seni görmem ile her hatıramda senin bir kesimin parladı. Seni fark eder oldum."

Gözleri asla bana bakmazken birden bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerimi ona çevirirken koyu kahvelerin bana bir şey söylemeye çalıştığını ancak asla söyleyemediğini fark ettim.

Zorlanıyordu. Fena halde zorlanıyordu. Ve ben buna engel olamıyordum bile.

"Soo Jin, ben nasıl diyeceğimi bilmiyorum ancak... Seni öpmemin bir sebebi vardı. Beni sapık olarak düşünme! Gerçekten yılbaşı gecesi bir tesadüftü. Şaşırmıştım ancak bu fırsatı da geri tepemezdim. Bu seninle yakınlaşmak için harika bir fırsattı."

"Yakınlaşmak?" dedim kaşlarım çatılırken. Öne doğru eğildi ve gözlerini bir saniye bile çekmeden konuştu.

"Soo Jin. Ben sana aşığım. Hemde bir günlük iki günlük değil. Ben sana deliler gibi aşığım. Ömürlük seviyorum seni."

⚙⛓☃☄

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top