FİNAL

Bir maceranın daha sonuna geldik sizlerle, bana bu süreçte desteğini eksik etmeyen ve her şeye rağmen hikayemin arkasında duran sizlere teşekkür ederim. Benim için Tek Nefes'i yazmak git gide zorlaşmıştı ve iyi bir final istiyordum açıkcası final hep aklımdaydı ve hikayeye yazmaya başladığım ilk gün bile final bir kere olsun değişmedi. 

TEŞEKKÜR EDERİM HEP YANIMDA OLDUĞUNUZ İÇİN ♥

İyi okumalar ♥

(Mira)

Gözlerimi açtığımda beynimde düşündüğüm tek şey Çetin'di. Onu öldürecektim! Uzandığım yerden doğrulduğumda içimde daha önce hissetmediğim bir güç hissediyordum ve bu durmamı zorlaştırıyordu.

Etraftan anladığım kadarıyla Vedat doktorun evindeydik. Duvar da ki saate baktım gece on iki gösteriyordu.

Bora...

Gözlerimi sıkıca kapatıp açtığımda sert bir şekilde yutkundum. Ellerimin arasından kayıp gidişin ve sonsuz vedamızı asla unutmayacaktım. Son sözünde bile mutlu olmamı isteyen kardeşimin intikamını ellerim ile alacaktım.

Üzerimde ki pikeyi atıp yerde ki çamur içinde kalmış ayakkabımı giydim ve merdivenleri inmeye başladım. Salondan ağlama sesleri geliyordu, merdivenleri tamamen inip duvara yaslandım ve gizlice salona göz attım.

"İnanmak istemiyorum, Bora daha çok gençti. Böyle bir şey uğruna ölmesini yakıştıramıyorum."

Lina'nın acı isyanı ile gözlerim de ki yaşlar birikti ve yavaşça yeniden süzüldü.

"Linam..." dedi Uraz da ağlamaktan değişen sesiyle, "Lütfen, güçlü olmak zorundayız." dediğinde gözlerim de ki yaşı sildim.

Salona geçerek, "Lara nerede?" diye sordum, "Bebekler nerede?" diye hiddetle bağırdım.

"Mira..." dedi Uraz sanki deli birisiymişim gibi şaşkınca yüzüme bakıp ayağa kalktı. Kollarını bana doğru uzattığında bir adım geri çekildim, "Lara ve bebekler nerede?" diye sordum.

"Bilmiyoruz."

"Beni oraya götürün!" diye bağırdım. "Beni o lanet olası yere götürün."

Lina ayağa kalkarak, "Pekala." dedi ve Uraz'a döndü, "Onu burada tutamayız, hakkımız yok. Kılıç'a geleceğimizin bilgisini ver."

(Kılıç)

Çetin'in evindeydik, bebekler den biri Lara'nın kucağında diğeri ise benim kucağımda uyuyordu. Çetin'in önceden akşam yemeği için bizi davet ettiği yerde duruyorduk.

"O bebekleri sahip çıkmanız sadece sizi üzer." dedi Çetin ellerini masanın üzerine koyarak, "Onları öldüreceğimi biliyor olmanız lazım."

Lara'ya henüz Bora'nın ölümünü söyleyemediğim ve Bora'ya doğru dürüst bir morga bile kaldıramadığımız için kendimi kötü hissediyordum. Hislerimi gizleyerek bebeğe daha sıkı sarıldım ve kucağımda salladım.

"Raşel," dedi Çetin gözleri ben de olan Raşel'e bakıp, "Kılıç çocuk sahibi olmayı çok isteyen biri gibi durmuyor mu sence de?" deyip güldü. 

"Kes sesini!" dedi Lara burnundan soluyarak, "Bu bebeklere bir şey yapacağını sanıyorsan büyük yanılıyorsun." dedi.

Onun da tek umudu Akif'ti ve o da hala ortalıkta yoktu! Bizi yüz üstü bırakmasından korkuyordum ama bu gerçeği aklımdan çıkartmak istiyordum. Bora'yı kaybetmiştik ama bu bebekleri yaşatacaktım, onları korumak zorundaydım.

"Şuan benim çöplüğümdesin Lara." dedi Çetin zafer ondaymış gibi yüzünü buruşturarak güldü, "Ve çaresizliğinizi izliyorum. Bu dünya da ki en güzel film olabilir. Birazdan kucağınız da ki iki bebekte ölecek." deyip elini masada onların bir parçası olarak oturan Aras'ın omzuna koydu. "Bu zevki bu sefer sen yaşayacaksın. Uzun zamandır işimi görüyorsun ve o bebeklerin başlarını keserken çok eğleneceksin." deyip ağır hareketle bir sigara yaptı.

"Bunu yapamadığımı biliyorsunuz!"

Çetin, Aras'a sert gözleri ile bakarken Aras başını önüne eğdi ve daha fazla söz hakkı olmadığını anladı.

"Hadi artık neyi bekliyoruz?" diye sordu Baybars da bir sigara yakarken beni iyice süzdü, "Şunların canlarını alalım. Kalplerinde ki kanı içmek için sabırsızlanıyorum."

Gülümseyerek zihnimi kontrol altına alıp Baybars'ın oturduğu yerden karşı duvara uçuşunu izledim. Çetin başını Baybars'ın uçtuğu yere doğru çevirip gülümsedi ve yeniden bana donup sigaralı olan elini bana doğru uzattı.

"Sen tıpkı Arslan gibisin. Onun kadar güçlü ama karşında benim gibi biri var ve işin zor." deyip yerine geri oturan Baybars'a bakıp gözlerini devirdi, "Senin soruna gelince, Akif'i bekliyoruz onun bu anı kaçırmamak isteyeceğine eminim."

"Tanrım!"

Onlar kendi aralarında bir şeyler konuşurken etrafımızda ki silahlı bir çok insana baktım. Bunlar o kadar fazlaydı ki... Bebeklere gelse onların toparlanması çok zor olurdu. Lara yanıma iyice sokulup, "Mira buraya geliyormuş." dedi fısıltılı bir ses ile.

"Of Mira!" dedim burnumdan soluyarak, "Ne yapacağım ben bu kızla, çok inatçı."

Lara başını belli belirsiz sallayarak, "Mira ile ne yapacağını sonra düşün. Umarım tek geliyordur, şimdi Bora'da onun peşine takılır bir de onunla uğraşamam."

Gözlerim hızla Lara ile buluştuğunda tek kaşını kaldırıp yüzüme baktı, "Ne?" diye sordu gözlerini devirip önüne dönerek, "Zaten içimde kötü bir his var." deyip derin bir nefes alırken, "Şu Akif nerede?" diye söylenmeye başladı.

Bakışlarımı ondan çevirip önüme döndüm, çok özür dilerim Lara. Bora'yı nasıl kardeşin gibi sevdiğini hissedebiliyorum ve çok özür dilerim. Onu koruyamadığım için.

Gözlerimi kapatıp geri açtığımda kucağım da ki bebeğe baktım, ağzında ki emziği emiyor ve mırıltılı sesler çıkarıyordu.  Gülümseyerek elimle onun yanağını okşadım ama sana söz veriyorum, annen ile büyüyeceksin.

Elimi kalbimin üzerine götürüp vurdum ve Bora'nın acısının ateşlenmemesi için düşüncelerimi değiştirdim.

Sonunda kapı açıldığında içeriye Akif girmişti. Burada ki asık yüzlerin aksine o kadar içten gülümsüyordu ki bir an için bizimle iş birliğini kestiğini ve Çetin'i karşısına alamayacağını düşündüm.

Akif ise ondan beklemediğim bir şekilde Çetin'in karşısında ki yere doğru hızlı yürüdü ve ellerini masaya sert bir şekilde vurdu. Gözlüklerinin arkasından korkusuzca Çetin'e bakarken gözlerinden intikam ateşi fışkırıyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordu Çetin sigarasını hiddetlenmiş bir şekilde yere atarak, "Geç kalmanın hesabını verip, af dileyeceğine karşımda böyle durma cüretin nasıl olabilir?"

"Ben yokum!" diye bağırdı Akif ardından ise içeriye başka takım elbiseli adamlar girdi, o kadar çoklardı ki Çetin'in adamlarını bile korkutmayı başarmışlardı. Çetin ayaklanıp, "Ne demek lan bu?" diye sordu.

"Ben bundan sonra bebek öldürmeyeceğim! Bunu bundan sonra sende yapmayacaksın! Yapamayacaksın." diye sözlerini bastırdığında Lara ile birbirimize baktık ve gülümseme yayılan suratımız ile beklemeye devam ettik.

Çetin öfkesini gizlemeden Akif'in karşısında durdu ve yakasından tutup sarstı, "İhanet ediyorsun öyle mi? O zaman önce senin başını alacağım."

"Orada dur bakalım evlat."

Bu sesin sahibi tanımıyordum ve şaşkınca açık olan kapıda giren bir adam gördüm. Akif ve Çetin'e göre daha uzun boylu bir adamdı. Hafif uzun saçları bembeyaz olmuştu ve sakalsız bir yüze sahipti. Onu ilk kez görüyordum ve Akif'in hala planının bu adam ile nasıl ilgisi olduğunu anlayamamıştım.

Adam başka bir laf dememişti ama Çetin onu tanıyor olmalıydı ki başını olumsuz anlamda iki yana sallayıp, tüm korku duyguları ile, "Bu olamaz." diye mırıldanıyordu.

"Öldüğümü düşündün, değil mi?" diye sordu sükunetini korurken herkesi tek tek inceleyip bebeklere dikti gözlerini. Lara refleksle bebeğe daha sıkı sarıldığında adam, "Endişelenme." dedi, "Bugün ölüm olmayacak." dedi.

"Çetin, hadi onlara neden böyle bir iş yaptığını söyle, amacın soyumuzun ilerlememesi mi? Yoksa senden güçlü olacağını düşündüğün her bebeği öldürmek mi? Ya da senin gibi melez olan bebeklere bir takıntın mı var?"

Herkes gibi bende şaşkınca donakaldığım da adam hiç duruşunu bozmadan Çetin'e adım adım yaklaştı ve tam önünde durarak Çetin'i sarsacak sözler savurmaya devam etti.

"Ya da, bu bebeklerin kalbinde ki kanı alıp kendine enjekte ederek güçlerine güç katman mı? Söylesene Çetin bu saydığım sebeplerden en baskın olanı hangisi?" deyip omzuna vurdu, "Yoksa, hepsi mi? Hepsi Arslan ile olan güç kavgası yüzünden mi? Onun tamamen özel güçlü olduğu halde senin bir melez olman mı söyle oğlum? Anlat babana." deyip bizlere tek tek bakarak ağır bir şekilde ekledi, "Evet ben Çetin'in babası Levent."

İstemeden çatılan kaşlarım ile adamın yüzüne bakakaldım. Bebeklerin gücünden mi yararlanıyordu? Her şey sadece en güçlü olmak için miydi? Bu nasıl bir bencillik? Öfkem iki katına çıktığımda burnumdan soluyordum ve Çetin'i öldürmek için kaşınan ellerimi zor zapt ediyordum.

"Sana engel olmak istediğimde beni öldürecektin ve öyle düşündün. Ama bunu başaramadın, yaşıyorum ve artık durmak zorundasın. Bu bebekler ölmeyecek!"

Adam artık o kadar sinirli bakıyordu ki ben de en az onun kadar sinirliydim.

"Bana karışamazsınız." diye bağırdı Çetin, "Onları öldüreceğim diye bize baktığında kucağımda ki bebeği Lara'ya verdim ve üstümüze koşan Çetin'in yakasından tutarak yere fırlattım.

Aras doktor koşarak Lara'nın yanına gittiğinde yerde yatan ve artık acınası olan Çetin'in yakasından tutup yüzüne bir yumruk geçirdim.

"Sen," dedim sinirden dışarıya fırlayan gözlerim ile, "Son nefeslerini alıyorsun." deyip yüzüne yeniden yapıştırdığım da o sadece gülüyordu.

"Bundan sonra doğumlar olabilecek! Seni aptal melez." dedi Akif artık yönetimi ele almış gibi bir güçlü tavır sergiledi, "Çünkü doğan çocuklar anne ve babaları kadar güçlü olamayacak! Bu da doğuma engel değil." deyip Levent'e baktı.

Levent başını sallayarak onu onayladı ve yanıma gelip benim yakasını bırakmadığım Çetin'e daha yakın olmak için dizlerinin üzerine çöktü. Çetin, babasına düşmanıymış gibi bakarken Levent hala ona yumuşak gözlerle bakıyordu.

"Böyle olmasını istemezdim." dedi başını iki yana sallayarak, "Annen de istemezdi."

"Kapat çeneni! Onun adını ağzına alma."

"Onu ben öldürmedim."

"Onu unuttun! Senin yüzünden kalbi taşa dönüştü! Sen sebep oldun."

Anlamsız konuşmaları dinlerken Levent gözünden akan bir damla yaşı sildi, "Bu beş yüz yıl önce oldu." diye mırıldandı, "Ve sen hala beni affetmedin."

Çetin, Levent'in yüzüne tükürerek, "Başından vurulduğunda keşke ölseydin! O zaman annem hayatta kalırdı ama sen aptal gibi yaşadın, sonra anneme olan sevgini unuttun ve onun kalbinin taşa dönüşmesine gözümün önünde ölmesine izin verdin." deyip başını geriye doğru attı, "Onu hala hatırlamıyorsun ve aptal gibi konuşuyorsun."

Levent gözlerime buğulu bir şekilde bakıp, "Yanılıyorsun." diye fısıldadı, "Onu hatırlıyorum."

"O öldü moruk! Sonradan hatırlaman bir boka yaramaz."

Levet ayağa kalktığında kafamda ki bilmeceler de yavaşça anlam kazanıyordu. Ben düşüncelere daldığımda Çetin bunu fırsat bilerek elimden kurtuldu ve ayağa kalktı, "O bebekleri öldürün!" diye bağırdığında korumalar birbirine girmişti ve silah sesleri duyuluyordu.

"Lara!" diye bağırdım, "Onları güvenli bir yere götür." dediğimde Aras bebeklerden birisini almıştı. Bebekleri saklamaya özen göstererek gözden kaybolduklarında Çetin'in yakasına yeniden yapışıp duvara sırt üstü yapıştırdım.

"Öleceksin." diye bağırdım onun başını duvara vurarak, "Seni öldüreceğim."

"Hayır!" diye bağıran bir ses duyduğumda Mira ile göz geldim. Elinde büyük bir kılıç vardı ve bu kılıcı nereden bulduğu hakkında en ufak fikrim bile yoktu.

Gözleri dönmüş bir şekilde yanımıza yaklaştı, "Onu ben öldüreceğim." dediğinde şaşkınlıkla onu izliyordum. Çok fazla soğuk kanlı gözüküyordu ve bu beni istemeden de ürkütmüştü.

"Mira." dedim Çetin'in itekleyerek Mira'nın yanında durdum, "Ver onu bana." deyip elinde ki kılıcı almaya çalışsam da bana kendisini yaklaştırmadı. Kıp kırmızı gözleri hala Çetin'in üzerinde geziyordu.

"Seni öldüreceğim." dedi Mira gözü dönmüş bir şekilde korkutucu biçimde gülümsedi, "Sana bunun bedelini kafanı gövdenden ayırarak ödeteceğim."

Çetin, Mira'yı ciddiye almadı ve boşluğumdan yararlanarak düle oynaya koşmaya başladığında Mira da ona yetişmek adına kestirme yol olarak seçtiği masaya çıktı. Ondan daha hızlı koşuyordu ve elinde ki kılıç ne kadar ağır olursa olsun son derece ustaca tutuyordu.

Çetin, Mira'nın ona yaklaştığını fark edince zıplayarak insanlar arasından geçerek çıkış kapısına ulaşıyordu ki Mira da hiç beklenmedik bir anda zıpladı ve havaya doğru süzülürken elinde ki kılıç ile Çetin'in başını gövdesinden ayırdı. Her şey sanki ağır çekimde yaşanmış gibiydi. Tam yerinden kestiği baş havada savrulup çıkış kapısına doğru yuvarlanırken bedeni yere sert bir şekilde çarpmıştı.

Artık kesilen silah sesleri ile salonda büyük bir sessizlik hakim oldu, zaferin elimizde olduğu açıkça ortadaydı ve herkes kopan başa tiksintiyle bakıyordu. Benim ise bu sessizliğin içinde duyduğum tek ses Mira'nın yere basan ayak sesleriydi. Çetin'in hemen yanında ayakları üzerinde dik bir şekilde duruyordu ve onun başsız gövdesine bakıyordu. Çetin'in akan kanı Mira'nın yanağına hafif bir şekilde bulaştığında Mira soğuk kanlı bir şekilde kanı elinin tersiyle silip derin bir nefes alıp gözlerime baktı.

Mira birini öldürmüştü.

Şaşkınlıkla karışık bir gülümseme ile ona hayranlıkla bakarken o da aynı şekilde gülümsüyordu, istediğini almış bir zafer sarhoşluğu yaşıyordu. Hızlı adımlarım ile Mira'nın yanına gittiğimde elin de ki Kılıcı yere fırlattı ve kollarını boynuma dolayarak bana sarıldı. Bedeni titriyor ve nefes alış verişi dengesiz bir hal alıyordu. Korkusunu hissedemiyordum çünkü gücü sayesinde bunu çok iyi bir şekilde saklıyordu.

"Mira." diye mırıldandım, "Sen özel güçlere sahipsin." diyerek ondan uzaklaşıp ellerim ile yüzünü okşadım.

"İnanamıyorum." dedi Mira kendisine yeni gelmiş bir şekilde ağzını araladı, "Kılıç, ben ne yaptım?" diye arkasını dönüp Çetin'in kafası başka yere uçmuş bedenine bakacakken buna engel olarak ona yeniden sarıldım.

"Şşş," dedim onu kendime bastırıp omzunu öperek, "Bunu sen yapmasan ben yapacaktım." diyerek derin bir nefes aldım, "Kurtulduk." diye gülümserken Levent'in, Çetin'in yanınında diz çöktüğünü gördüm. Derin bir nefes alarak oğluna veda edişini izledim, doğru olanın bu olduğunu o da benim kadar iyi biliyordu. Kendi uğruna harcadığı onca bebeğin bedeli ve Bora'mızın canını almanın bedelini en güzel bu şekilde öderdi.

Hayranlıkla ve hala yaşadığım olayın şoku ile gülümseyerek Mira'ya sarılmaya devam ettim. O kadar aydır fark edemediğim güçleri ancak şimdi etkileşime geçmişti ve o zannettiğimden daha da güçlüydü.

"Şimdi ne olacak?" diye sordu Mira gözyaşlarını akıtırken, "Ne yapacağız?" diye başka bir soru yöneltti.

Başımı iki yana sallayarak omuz silktim, "Şimdi sadece bebekleri annelerine kavuşturacağız, tamam mı?" diyerek onun yüzüne baktım, "Daha sonra da biz güvenle kavuşacağız." dedim.

Mira kehribar gözlerinden akıttığı yaşı silerek burnunu çekti ve sesli bir şekilde yutkunarak, "Acım hala aynı." diye hayıflandı, "Onu öldürdüm ama bana hiç kimse Bora'yı geri getirmeyecek." deyip ağlamaya devam ederken başını omzuma gömdü.

O sırada bizi uzaktan izleyen Lara'yı fark ettim. Gülen yüzü ile bize bakıyordu, "Hadi, araba hazır." diye bağırdı. "Özgürlüğe gidiyoruz."

Başımı sallayarak, "Geliyoruz." diye mırıldandım. 

Mira başını kaldırıp gözlerime baktığında gülümseyerek ben de onun gözlerine baktım. Özgürdük ve artık sonsuza kadar mutlu yaşayabilirdik. Hem de çocuk sahibi olarak, tıpkı normal insanlar gibi.

"Seni seviyorum." dedim Mira'nın dudaklarını öperek geri çekildim, "Acın, acımdır. Söz veriyorum bunu aşacağız." diyerek dudaklarını yeniden uzun süre öptüm.

"Dikkat edin Kılıç!"

Lara'nın bağırtı sesi duyduğumda Mira'nın dudaklarından ayrılıp Baybars'ın elinde ki kılıç ile üzerimize doğru koştuğunu gördüm. Gözleri, Mira'nın üzerindeydi ve elinde ki kılıcı havaya kaldırarak Mira'nın başına geçirmek için büyük bir hamle yaptı. Zaman yoktu ve benim tek düşünebildiğim Mira'nın canını korumaktı. Mira'nın korku dolu gözlerine son bir kere bakarak yere ittiğimde kılıcın onu sıyırıp bana yöneldiğini gördüm ve havada asılı olan kılıcın boğazımı kestiğini hissettim.

Bu benim vedamdı.

*

*

*

10 yıl sonra

(MİRA)

"Kılıç." diye seslendim yatağın boş kısmına bakarak, yine nereye kaybolmuştu böyle? Hem yanıma gelip yatıyor hem de benden önce kalkıp kaçıyordu.

Yataktan kalkıp perdeleri açtım ve içeriye güneşin girmesini sağladım. Daha sonra boy aynasından kendime baktım tam tamına yirmi dokuz yaşındaydım. Yüzüm eskisi kadar genç durmuyordu ve birazda kilo almıştım. Çocuk görüntüm yerini olgun bir kadına bırakmış ve hayat beni hiç acımadan olgunlaştırmıştı.

Elimi yüzüme götürüp okşadım ama tüm bunlara rağmen hala yüzümde tek bir çizgi bile yoktu, ölümsüz olmanın en güzel yanı bu değil miydi zaten? Kusurlarının olması imkansızdı.

Odadan çıkıp Kılıç'ın odasının kapısını açtım, burada da yoktu. Eğer bu iki yerde değilse kesinlikle tahmin ettiğim yere gitmişti. Kılıç'ın odasına girerek perdeleri açtım ve içeriye gün ışınının girmesini sağladım. Toplu olan yatağa bakıp memnu bir şekilde gülümsedim.

Odadan çıkıp ağır adımlarım ile merdivenleri indim. Salona geçip açık olan bahçe kapısına baktım. Derin bir nefes alarak bahçe kapısına doğru yaklaştım ve Kılıç'ı gördüm. Bahçe kapısına yaslanarak ağacı sulamasını izledim, bu ağacı on yıl önce dikmiştim ve her gün tüm sevgimle baktığım için büyümüş ve güzelleşmişti. Gülümseyerek Kılıç'ın ağacı sevmesini izledim. Elleri ağacın üzerinde geçerken onunla konuşuyordu.

Kılıç elinde ki sulama şişesinden artık su gelmediğinde kenara bıraktı ve beni fark ederek güneş sayesinde kısılan gözleri ile gülümsedi.

"Anne, gel ve babamı sev." diyerek küçük ellerini bana doğru uzattı. Yanına yaklaşıp onu kucağıma aldım ve henüz dokuz yaşında olan oğlumun başına uzun bir öpücük kondurup ona sıkıca sarıldım. Kokusunu her çektiğimde hayat enerjimin arttığını hissediyordum.

"Hadi anne, babamdan kalan bu ağacı sevmeliyiz. Ona her gün dokunduğumuzda babam bunu hissediyor, unuttun mu?"

"Hayır." dedim Kılıç'ın kucağımdan indirerek yere oturdum ve ağaca dokundum ve yüreğimin sızını bir kere daha derinlerde hissettim. Gözlerimi sıkıca kapatıp Kılıç'ın yüzünü hayal ettim bana gülümsüyordu, gözlerimi geri açtığımda yanağımdan süzülen bir damla yaşı oğlumdan gizleyerek hızlı sildim.

"Bugün o gün." dedi Kılıç siyah gözlerini üzerime dikti, "Bana babam ile nasıl tanıştığını anlatacaktın." diyerek hızla ekledi, "Ama bu hikayeyi benim kadar Elvin ve Arya'da merak ediyor tabii Lina teyzenin çocukları; Senem ve Bora'da aynı şekilde."

Gülerek Kılıç'ın saçlarını okşadım, "Hey bu kadar kalabalık mı olacaksınız? Utanırım." diyerek onun yanağına uzun bir öpücük kondurdum.

"Hayır anne, utanma. Hepimiz babamı merak ediyoruz." diyerek dolan gözlerimi küçük parmakları ile sildi, "Özellikle de ben." diye fısıldadı.

"O zaman neden gidip önce kahvaltı yapmıyoruz? Sonra da gelecek küçük misafirlerimiz için kurabiye yapalım."

"Lina teyze bize kek yapacağını söyledi."

Gülerek, "Öyle mi?" diye sordum, "Neli olacakmış?" diyerek oturduğum yerden doğruldum ve Kılıç'ın elini sıkıca tutarak birlikte eve doğru yürüdük.

"Sanırım havuçlu."

*

Oğlum ile keyifli bir kahvaltı yapmış ardından ise gelecek misafirlerimiz için birlikte kurabiye hazırlamıştık. Kılıç, kurabiyelerimi çok seviyordu ve bu aşamada bana yardım etmeye de bayılırdı. Kurabiyeler fırında pişerken ben de etrafı topluyordum. Kılıç ise mutfak koltuğunda oturmuş hikaye kitabını okuyordu. Karnesi ne kadar iyi gelirse gelsin asla tembellik yapmayı sevmeyen bir çocuktu bu yüzden yaz ayları bile tatile gitsek elinde mutlaka kitap olurdu. O diğer çocuklar gibi değildi her zaman çalışkandı ve bunu ben demeden yapıyordu.

Kapı zili duyulduğunda, "Anneciğim ben bakarım." diyerek heyecanla kitabını koltuğa bıraktı ve koşarak kapıya doğru koştu.

Kılıç kapıyı açtığında abimin sesini duydum, "Vay Kılıç bey bu ne yakışıklılık." dedi sanırım onun Senem için taktığı papyonu kast ediyordu. Oğlum gizliden gizliye Lina'nın kızına hayranlık besliyordu ama henüz bunu bana söylememişti.

"Her zaman ki halim dayı." dedi Kılıç huysuzca, "Ben her zaman yakışıklıyım çünkü babama benziyorum." dedi.

Asel, Kılıç'ı sesli bir şekilde öperek,"Evet her zaman yakışıklı benim bebeğim." dedi.

Hep birlikte mutfağa girdiklerinde Kılıç yanıma koşarak, "Anne ben bebek değilim ki." diye suratını astı, "Seneye tam on yaşında olacağım." dediğine hepimiz ona gülmüştük.

"Ben de on bir olacağım." dedi Elvin saçlarını geriye doğru atarak, "Yine de benden büyük olamayacaksınız." dediğinde Arya gözlerini devirip, "Biz ikiziz! Ben de büyüğüm." diye atıldı.

Gülerek ikizlerin yanaklarından öptüm onları birbirlerinden ayıran tek özellik birinin kaşının hemen altında ben olmasıydı bu yüzden Elvin'in benli Arya'nın ise bensiz olduğunu ayırt edebiliyorduk. Tabii bu onları yeni tanıyanlar için geçerliydi biz artık onların tavırlarından onları tanıyabilecek güçteydik.

Abim hızla, "Kızlar." diye uyardı. "Neden tüm gün hangimiz büyük kavgasını yapıyorsunuz?" diye sordu ve bana dönerek, "İleri de ben daha küçücüğüm diye kavga edecekler." dedi. 

"Bence de." dedi Kılıç, "Hadi, Senem ve Bora gelene kadar bahçede oturalım size ağacımın ne kadar büyüdüğünü göstereyim." dediğinde Asel kızlarının poposuna vurdu ve kızlar koşarak mutfağın bahçeye açılan kapısından çıktılar. Kılıç da onların peşinden koşup gözden kaybolduğunda dolan gözlerimi silerek abim ve Asel'e baktım. Zaman ne çabuk geçmişti aklım hayalim almıyordu.

"Tatlım." dedi Asel kollarını bana dolayarak sıkıca sarıldı, "Ağlama."

Abim sakalını sıvazlayarak, "Onlara nasıl bir hikaye anlatacaksın?" diye sordu. Biraz temkinli gözüküyordu çünkü benim bazı şeyleri anlatıp yaralanma mı hiç istemiyordu.

Başımı iki yana salladım, "Bilmiyorum abi." diyerek sandalyelerden birisine oturdum, "Babasının nasıl öldüğünü..." dediğimde göz yaşlarım çoğalmıştı.

O günü yeniden hatırlamak çok zordu, Kılıç'ın gözlerimin önünde öldüğünü görmek ve hiçbir şey yapamamak... Çok zordu. Beni korumak için canından olmuştu ve sözünü tutmuştu bana her zaman verdiği sözü kulaklarımdan çıkmıyordu ve  Kılıç'ın sesi kulaklarımda yankılandı.

'Seni ne olursa olsun koruyacağım, ölsem bile.'

"Miram." dedi abim başıma bir öpücük koyarak, "Oğlundan güç almalısın." dediğinde başımı sallayarak onu onayladım.

"Yaşamamda ki sebep zaten o." dedim burnumu çekerek, "Ölmek istediğim de hamile olduğumu öğrendiğim zaman." diyerek titreyen çenemle başımı iki yana salladım, "Bu bir mucize." diye mırıldandım.

Sahiden de öyleydi, Kılıç'tan sonra çok fazla psikolojik sorunlar geçirmiştim. Ama öleceğimi biliyordum çünkü o gün kanımızın çekilmesini sağlayan bir gerçek daha öğrenmiştik.

Sizi ölümsüz yapan kişi ölürse, ölümsüz olan kişinin kalbi de zamanla taşa dönüşür ve ölürdü. Yani tamamen birbirimize bağlandığımız için hangimiz ölürsek o kişide zamanla ölüyordu. Buna benim dışımda herkes ağlarken ben Kılıç'a kavuşacağım için mutluydum bu yüzden kalbimin her gün taşa dönüşmesini bekliyordum. Her gün Kılıç'ın gömüldüğü mezara gidip, beni beklemesini ve yeniden kavuşacağımızı anlatıyordum.

Ama öyle olmadı.

Kılıç'ın bana geçen özel gücü sayesinde ölemedim, özel güçlerim olduğu ve normal sıradan insandan artık farklı olduğum için kalbim Kılıç'a bağlı değilmiş. Bunu ilk duyduğumda kendimi öldürmeye karar verdim çünkü günlerce öleceğimi bildiğim ve Kılıç'a kavuşmanın vereceği huzurla yaşarken artık bunun imkansızlığı beni paramparça etmişti. Canıma kıyacağım gün ise abim engel olmuştu. Beni korumuştu o na ne kadar kızsam da o her seferinde benim yanımda olmuş bana güç vermişti

Kendime zarar vermemem içinde bir hastaneye kapatılmıştım orada da zaten hamile olduğumu öğrendim. İçimde bir can varmış ve bu can Kılıç'tandı. Doğum anına kadar o tımarhaneden çıkamadım çünkü benim kendime zarar vereceğimi düşünüyorlardı. Daha sonra doğum yaptığımda bebeğimi kucağıma aldığım ilk an Kılıç'ın gözlerine bakıyormuş gibi hissettim kendimi. Bebeğimi acı içinde doğurup Kılıç'tan bana kalan tek şeye büyük bir şükranla baktım. İşte tam o zaman oğlum için yaşamak zorunda olduğumu anladım ve kendi yaramı oğlumla beraber sarmaya başladım. 

 Kılıç ise asla hamile olduğumu bilemeden ölmüştü, bu bebeği birlikte büyütmek artık zor değilken artık doğum yasak olmadığını öğrendiğimiz gün ölmüştü. Hamile olmamı ve bunun hayalini kurduğumuz zamanları hatırlıyordum bana bir gün hiçbir şey imkansız olmayacak dediği o günü ve bebeğimizden bile haberi olmadan ölüşü...

Ve ben yıllarca bu acıyla yaşamayı öğrenmiştim. Çünkü buna mecburdum, oğlum için.

Kapı zili yeniden duyulduğunda gözlerimde ki yaşı sildim  ve geçmişi arkamda bırakarak ayağa kalkarak kapıyı açtım.

"Heyyo, biz geldik." dedi Senem hızla kucağıma zıplayarak.Biz geldik diyordu ama görünürde ondan başka kimse yoktu.

"Anne ve baban nerede?" diye sordum kaşlarımı yukarıya kaldırarak çünkü sokaklar onların buraya tek gelmesi için hala yasak ve güvenli değildi.

"Onlar çok yavaş. Ben koşarak geldim."

Henüz yedi yaşında olmasına rağmen o kadar uzun boyluydu ki, Kılıç'ı bile bu boyuyla geçiyordu oğlumda bu yüzden hep basket oynayıp boyunu uzatmaya çalışıyordu. 

Senem'i kucaklayarak yanağın öptüm ve burnunda ki çillerini öperek, "Afferin sana güzelim benim." diyerek sıkıca sarıldım.

Senem sarılmama karşılık verip daha sonra benden uzaklaştı, "Kılıç nerede Mira teyze?" diye sordu kızaran yanakları ile kıkır kıkır gülmeye başladı.

Senem'i yere bırakarak, "Bahçe de." dedim. "O da seni bekliyordu."

Senem abim ve Asel ile hızla bir selamlaşma yaşayarak koşarak bahçeye çıktı.

"Kızım koşma terleyeceksin." dedi Uraz nihayet gelebilmişlerdi. Senem haklıydı onlar cidden iyice uyuşuk olmuştu. 

 Uraz bana bakıp başını iki yana salladı, "Senin oğlun kızımın aklını başından alıyor." deyip güldüğünde kucağında tuttuğu ve henüz dört yaşında ki utangaç Bora'ya baktım. Bu ailenin en ufak üyesiydi ve o kadar utangaçtı ki kendi kendi kabuğundan pek fazla çıkamıyordu.

"Asıl senin kızın oğlumun aklını başından alıyor. Görmen lazım her gün bahçede basket oynuyor Senem'in boyuna yetişmek için."

Abim gelerek, "Ooo, Bora Bey." dediğinde Bora babasının başına göğsüne koydu ve ağlamaya başladı. Abim bir ara şaka olsun diye maske takmıştı ve Bora o gün bu gündür abimden deli gibi korkuyord.

"Ya bu çocuk senden korkuyor Teoman." dedi Asel bu sefer daha fazla şirinlik yaptığında Bora daha gür bir ses ile ağlamaya başladı. Anlaşılan ikisinden de haz etmiyordu.

"Lina hadi hayatım gel artık." diye bağırdı Uraz kendisini ağlamaktan yırtan Bora'yı susturmak için içeriye doğru koştu ve tuhaf sesle çıkartıp oğlunun sesini kesmeye çalıştı.

"Senden daha çok korktu hayatım." dedi Abim gülerek Asel'in ensesine vurdu ve oda Uraz gibi koşarak içeriye gitti.

"Uyuz herif."

Asel'de içeriye gittiğinde Lina elinde poşetlerle geldi.

"Sonunda." dedim gülerek, "Sanki arabayla geliyorsunuz, eviniz iki sokak ötede." dediğimde Lina gülerek poşetleri yere bıraktı ve bana bir anne edasıyla sarıldı. 

"Nasılsın?" diye sordu benden uzaklaşmadan, "Ağlamışsın. Bunu hissedebiliyorum." dediğinde ondan uzaklaşıp yüzüne baktım ve başımı olumlu anlamda salladım.

"Onu özledim." dediğimde Lina gülümsedi ama gülümserken gözlerinden boncuk boncuk yaşlar aktı.

"Tanrım, Mira." dedi hızla gözlerini silerek, "O..." deyip elini kalbimin üzerine koydu, "Burada, seninle."

"Biliyorum." dedim boynumda ki Kılıç'ın bana hediye ettiği kolyeyi sıkıca tutarak, "O benimle."

Lina yerde ki poşetleri alarak mutfağa götürürken ben de tam kapıyı kapatıyordum ama bir el buna engel oldu.

Kapıyı geri açtığımda ufak bir çığlıkla karşımda duran Lara'ya sarıldım son altı aydır yurt dışına gittiği için görüşmüyorduk ve onu da çok özlemiştim.

"Bağırma kız." dedi kollarını bana sıkıca dolayıp sarıldı, "Geldim işte."

İyi ki gelmişti çünkü onu zannettiğimden daha da fazla özlemiştim. Çünkü o doğum yaptıktan sonra beş yıl aynı evde benimle yaşamıştı. Kılıç ile benim ilgilendiğim kadar ilgilenmiş ve bana en iyi yoldaş olmuştu.  Bora'nın olduğu gibi Kılıç'ın acısını da birlikte atlatmıştık ve o benim en iyi dostumdu. 

"Aaa kaçak." dedi Lina da hızla Lara'ya sarılarak, "Neden geldiğini haber vermedin."

"Sürpriz bebeğim sürpriz." diyerek valizini içeriye koydu ve hızla, "Kılıç'ım nerede?" diye bağırdı.

Keyifli sesimle, "Tüm bebekler bahçede." dediğimde Lara ağzını iki metre açtı.

"O zaman benim sizinle işim olmaz, ben bahçeye kaçar moruklar." deyip salona doğru koştu. Herkes Lara diye bağırdığında o gülerek kimseyle selamlaşmadan bahçeye çıktı. Bu kız her zaman deliydi.

***

En sonunda hepimiz bahçede oturmuştuk ve çocukları karşımıza alarak onlara eskilerden Bora amcalarından bahsetmiştik ve sonra da Kılıç'tan. Onunla tanışma hikayemi anlattığımda hepsi farklı tepkiler veriyordu. Kılıç ise boynunu yana bükmüş bir şekilde beni dinliyordu ve ufak tebessümlerle dolan gözlerini siliyordu.

Ben anlatırken sürekli ağladığım için herkes part part bir kısım anlatıyordu. Biraz kahkaha ama bolca göz yaşı ile hikaye anlatımı üst düzey olarak bitmiş ve misafirlerimiz evlerine dağılmıştı. Onlara her şeyi anlatamazdık çünkü henüz çok küçüklerdi ve geçmişin yaralarını onların da düşünmesini istemiyorduk.

Kılıç'ın uyku vakti geldiğinde yatağında değildi, onun yerine odasının penceresinden gökyüzüne bakıyordu. 

"Tatlım." dedim yanına doğru yürüyerek, "Ne yapıyorsun burada?" diye sordum.

Kılıç derin bir nefes alarak, "Anne." diye sordu ve yüzüme baktı, "Babam, çok mu güçlüydü sahiden?" 

Anlaşılan anlatılanların etkisinden kalmıştı ve babasını ne zaman özlerse bu pencere kenarından gökyüzüne bakmasını söylüyordum. Böylece babası onu görüp, oğlumuz uyuduğunda yanağına öpücük koyacaktı. Kılıç da her zaman böyle yapıyordu ve bunu yaparken asla sıkılmıyordu tıpkı bugünde olduğu gibi.

Yanına oturarak gülümsedim ve başımı olumlu anlamda salladım, "Evet," dedim derin bir nefes alarak, "O gördüğüm en güçlü tek adamdı."

"Seni çok seviyordu, değil mi?"

"Elbette." diyerek yanağını okşadım, "Çok seviyordu."

Kılıç dudaklarını büzerek yüzünü astı,"Peki, babam beni sever miydi? Beni ilk öğrendiği zaman ne yapmıştı?" diye sordu.

Kılıç'ın küçücük bedenini kucağıma alarak sarıldım, "Çok sevinmişti." dedim dişlerimi dudaklarıma geçirerek, ağlamamı bastırdım ama buna rağmen titreyen sesime engel olamadım. "Senin de kendisi kadar güçlü olacağını biliyordu ve biliyor musun bana kesinlikle oğlumuz olacak dedi. Hem de kumral saçlı siyah gözlü ve sen tam da onun anlattığı gibi biri oldun."

"Sahiden mi?" diye sordu gülerek, "Peki ya ben onun kadar güçlü olabilir miyim?" derken gözleri mutluluktan parlıyordu.

"Elbette." dedim başına öpücük kondurarak kokusunu içime çektim, "Ondan daha da güçlü olacaksın."

Kılıç doğrulup gözlerimden akan yaşları sildi."Ağlama anne, babam ağlamanı istemezdi. Ben ne zaman ağlasam bana bunu diyorsun bu yüzden sende ağlama." deyip titreyen çenesiyle, "Onu çok özlediğini biliyorum." dedi ve küçük dudakları ile yanağımı öptü."Babamın sevdiği kadar çok seviyorum seni anneciğim. Söz veriyorum ben seni hiç bırakmayacağım."

"Biliyorum bebeğim." dedim onu kendime iyice bastırdım ve kendimi sıkarak sessizce ağlamaya devam ettim.

***

Kılıç'a

Sevgilim, oğlumuzu zor da olsa uyuttum. Bugün senin hakkında o kadar çok şey sordu ki bazı yerlerde yalan söylemek zorunda kaldım. Şuan saat gece üç ve ben uyuyamıyorum, her gün olduğu gibi bugünde seni düşünüyorum ve seni hayal ediyorum.

Kılıç, eğer bir şansım olsaydı Baybars'ı, Lara'nın öldürmesine izin vermezdim ve onu ben öldürürdüm. Sevdiğim adamın elimden alınmasının bedelini ona ödetemediğim için bazı geceler kendime çok kızıyor ve üzülüyorum. Ama sen olsan kızma kendine derdin,  zaten hiçbir zaman da üzülmeme  dayanamadın ki...

Yaprakları ıslatan göz yaşlarıma rağmen yazmaya devam ettim. Tıpkı her gece o na ulaşmayacağını bildiğim halde yazmaya devam ettiğim gibi.

Oğlumuz ektiğim ağacı çok seviyor, çünkü bu ağacı ona senin hediye ettiğini düşünüyor. Bana kızma ama senin ağzından ona bir mektup yazdım yarın ona vereceğim ve diyeceğim ki bak baban yıllar önce sana ilk hamile kaldığım zaman bunu yazmıştı. Bunu yapmak zorundayım. Seni bana o kadar çok soruyor ki ona, onu ne kadar sevdiğini hissettirmek zorundayım.  Seni görmeden çok sevdi, kokusunu içine alamadan çok sevdi bu yüzden onun sana sevgisinin bitmesini istemiyorum sana hamile kaldığımı söyleyecek bir şansım olmadı ama burada olmasan bile ondan haberin olduğunu ve tıpkı onu benim kadar çok sevdiğini biliyorum. Sen iyi bir babasın Kılıç, çünkü bana sevmeyi öğrettin ve ben oğlumuzu ikimizin sevgisiyle seviyorum.

Yarın mezarına geleceğim, ve oğlumuzu da getireceğim, bazı şeyleri öğrenmek zorunda acı da olsa bilmek zorunda. Onu ilk defa mezarına getireceğim ve bu yüzden çok heyecanlı. Merak etme o çok akıllı bir çocuk tıpkı senin gibi... Onun gözlerini ilk gördüğümde isminin Kılıç olması gerektiğini anladım. Sanki onun gözlerine baktıkça seni görüyorum Kılıç, ona sarıldıkça bir parçamda sana sarılıyor gibi. Sana bu kadar benzemesi çok hoşuma gidiyor ve yaşam enerjimi arttırıyor.

O kadar zor ki...

Sensizlik,

seni özlemek,

ve ölümsüz olmak.

Yine de ne olursa olsun bir gün sana kavuşacağımı biliyorum ne olursa olsun senin olacağıma inanıyorum. inanmak istiyorum.

Bana son son söylediğin sözlerini hatırlıyorum, son öpüşünü son dokunuşunu ve son vedamızı. Nefes aldığım sürece kalbimde sen olacaksın sen benim tek nefesimsin. Tek nefesim.

Günlüğümün sayfasını kapattım ve bir zamanlar Kılıç ile kullandığım odamdan çıkarak Kılıç'ın odasına girdim. Mışıl mışıl uyuyan oğlumun başına öpücük kondurdum. Onun odası benim eski odamdı ve eski halinden eser kalmamıştı. Her yeri istediği renklerle boyamıştık ve ailemin yardımıyla tam bir çocuk odası yapmıştık. Eskiden hep beraber yaşadığımız bu evde ise artık ikimiz vardık çünkü o kadar büyük bir aile olmuştuk ki tek eve sığamıyorduk. Bu yüzden burası bize aitti. Oğlum ve bana. 

Buradan ayrılmayı hiç düşünmedim çünkü Kılıç'ın bu evde çok izi vardı, bu evde çok anımız vardı. Oğlumuz da tıpkı benim gibi babasının anıları ile dolu olan bu evde benim gibi huzurla büyüyordu.

Mutfağa inerek dolaptaki şarabı çıkartıp şarap bardağına boşalttıktan sonra bahçeye çıktım. Tam ağacın karşısına koyduğumuz sallanan sandalyeye oturdum ve ileri geri hafif bir şekilde sallanırken bakışlarımı gök yüzüne çevirdim.

Gözlerime Kılıç'ın turuncu gözlü hali bakışı geldiğinde yukarıya doğru kadehi kaldırdım.

"Seni seviyorum." dedim buğulu gözlerle gülümserken, "Ve ben var olduğum sürece sen de benimle olacaksın. Öpüyorum o güzel gözlerinden, bal dudaklarından tek nefesim."

***

İşte böyleydi bizim hikayemiz, acıların üzerine dizayn edilmiş kesici bir bıçak gibi her yanımızı kesti ama hala yaşamaya devam ediyoruz. Devam etmek zorundayız.

Her şeyin bir sonu olduğunu bilin buna en güzel aşklar da dahil, bitmez dediğiniz, gitmez dediğiniz insanlarda dahil. Bırakın izin verin acılarınızı yaşayın, ne olursa olsun acılarınızla yaşamaya alışmaya devam edin. Her zaman hayatınızın iyi gitmeyeceğinin bilincinde olarak kararlar verin ve buna göre sağlam adımlar atın.

Tek gerçeğin ölüm olduğunu ve ölümün ise zamansız geldiğini unutmayın bu yüzden kırgın olmayın, kırmayın. Sevin, sevince dünyanızın güzelleştiğini sevince her şeyin aslında ne kadar kolay olduğunu anlayacaksınız.

Hayat zorlu bir süreçtir, kimi kendini dalgalarda boğulurken bulur kimi de dalgaların üzerinde ki taşlara sığınarak hayatta kalır. Ve hayat aslında tamamen sizin elinizde her vedanın yeni başlangıçlar getirdiğini bilin ve ölenle ölünmeyeceğini iyice öğrenin.

Benim adım Mira ve benim hikayemin artık son satırlarını okuyorsunuz. Ben gökyüzüne bakıp sevdiğim adam Kılıç'a gülümsüyorum ve sizde bizi gülümseyerek hatırlayın ♥

= Son =

Finali okurken bir parçada olsa sizden göz yaşı akıttı isem beni affedin ama bu hikayenin sonu en başından belliydi. Kötü yazar olduğumu düşünmenizi istemiyorum.

Bu hikaye bana çok şey kattı ve çok şey öğretti yazarken çok zorlandım ama her zaman keyif aldım ve beni desteklediğiniz için yine ama yine çok teşekkür ederim.

Beni ve hikayemi unutmayın ♥

Yeni kurgularda yeni hikayelerde yeniden görüşmek dileğiyle

Sevgiyle kalın ♥

Kılıç ve Mira

Onların aşkını unutmayın 

♥ :')

Sevgiyle kalın ♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top