- Bölüm 36 -


Merhaba ♥

Bölümler bildiğiniz gibi bir hayli geç geliyor, hatta beni unuttuğunuz zamanlar bile oluyor :( Bu durum yüzünden hepinizden özür diliyorum. Yeni bölümü bekleyen herkesten özür dilerim. Durum şu ki bildiğiniz gibi staj yapıyorum. Çalışıyorum, iş saatlerim çok kötü bir durum. 

Ben bu yüzden yazı yazmak değil, kendime bile ayırdığım bir vaktim olmuyor, ayrıca okul yaklaşıyor ve lise de son senem. Önüm de zor bir sınav var ve ben iş yüzünden ders bile çalışamadım...

Sabah dokuz da işe gidip akşam dokuz da evde oluyorum. Yorulduğum için yazmaya gücüm bile kalmıyor. Bu dönemde anlayış ve sabrınız ayrıca desteğiniz benim için çok ama çok önemli. Asla hikayemi yarı da bırakıp sizi üzmeyeceğim. Ama dediğim gibi bölümler böyle uzun süreli gecikmeler yaşayacak. Okumamazlık ve oy vermemezlik yapmayın ♥

+

+

+

+

İnanmakta geç, sevmekte çabuktum. 

-Atilla İLHAN

(Kılıç)

"20 yıl oldu mu dersin?"

Necip'in yüzüne daha dikkatli baktım. Gerçek anlamda çok değişmişti. Zaman onu hem yormuş hem de yıpratmıştı. Eskisi kadar genç değildi, onu ilk tanıdığımda yirmi bir yaşında bir genç adamken şimdi yetmişine girmiş bir yaşlı olmuştu.

"Belki de daha fazlası." diye mırıldandığım da Mira'yı şimdi daha iyi anladığımı hissettim.

Yıllar sonra kendisinin genç olması ve Bora'nın bu derece yaşlı olması şuan beni üzdüğü gibi ileride de Mira'yı üzecekti.

Necip yılların değiştirdiği sesi ile, "Peki evlendin mi? Mira ile." diye sordu.

Gülerek elimde ki Türk kahvesini masaya bıraktım.

"Henüz değil."

"Evlenmeyi düşünüyorsun demek." deyip hırıltılı şekilde iç çekti. Aldığı nefeste bile vücudunun acıdığını hissediyordum. Keşke onu yirmi bir yaşına döndürebilmek için elimden bir şey gelseydi...

"Evet."

Necip'in karısı Şule Hanım hazırladığı kurabiyeyi önümde ki masaya koyarken gülümsedi, titreyen elleri ile dudağına sürdüğü rujun dudağının kenarlarına nasıl taştığını görüp bakışlarımı çevirdim.

Yaşlanmak, asla sahip olamayacağım bir şeydi. Asla ellerim titremeyecek ve asla yüzüm kırışmayacak idi. Asla ağır adımlar atmayacak ve asla "yarın ölecek miyim?" diye düşünmeyecektim. Tıpkı bu iki insanın her gün bunları yaşayarak geçirdiği günleri, ben yaşamayacaktım.

"Mira çok güzel bir kız," dedi Şule Hanım yavaşça Necip'in yanına otururken. "Genç olmak güzel." diye hayıflandı.

"Kılıç, sen de yol yorgunsun Mira'nın yanına gidip dinlen. Sizin için hazırlattık iki tane ayrı yatak var."

Şule Hanım'ın elini tutup öptüm, "Bunlara ne gerek vardı. Bizim için bu kadar uğraşıp kendinizi yormayın lütfen."

"Olur mu öyle şey... Bizim beş yıl sonra ilk defa misafirimiz geldi. Çocuklar evlenince gitti hep." deyip kırgın bir şekilde gülümseyip, " Mutlu ettiniz bizi." diye ekledi.

Uzun bir sohbetten sonra ikisi de öğlen uykusuna yatacaklarını söyleyerek odasına çekildiler. Ben de aynı şekilde Mira ve benim için hazırlanmış olan odaya gittim. Mira başının altında durması gereken yastığı yere atmıştı. Yüzünü saçları kaplamıştı ve yatmaktan daha çok savaşır gibi bir hal almıştı.

"Daha yatacak mısın? Tatil boşa gidiyor." dedim Mira'nın yatağının yanına oturarak.

Mira uyumaya devam ederken kulağına yaklaşıp, "Mira." diye seslendim.

O kadar derin uyuyordu ki hiçbir sözüme tepki vermiyordu. Uykuyu ne kadar sevdiğini bir kere daha anlayıp ben de yanına uzandım. Mira uyuma şeklini bozarak başını göğsüme koydu ve yatmaya devam ederken ağız içinden söylenmeyi de ihmal etmedi.

"Bu yatak çok yumuşak, bu yüzden günlerce yatmak istiyorum."diye mırıldandı.

"Yatağım sert mi? Sen cidden tuhafsın, bunu daha yeni söylüyorsun. Bunca zaman seni rahatsız eden yatakta nasıl yattın?"

Mira gözlerini hafifçe aralayarak, "Senin kokun ile." dedi ve kısık gözlerini anında irileştirdi.

Yattığı yerden doğrulup nerede olduğumuzu algılamaya çalışırcasına etrafa iyice baktı. Her yeri tek tek süzerken onun bu bebeksi halini susarak izliyordum.

Gözlerini ovuşturup yüzüne değen güneşe alıştırmaya çalıştı kendisini, "Ben en son arabada olduğumuzu hatırlıyorum. Bir de senin ateşler içinde yandığını." deyip yan yan bana baktığında dudaklarımı birbirine bastırıp keyifle sırıttım.

"Tabii ya, patronun sen olduğunu hatırladığım anın üzerinden iki saat geçti güzelim."

Mira ayaklarını yataktan sarkıttı ve yataktan inip koşarak camdan dışarıya baktı, gözleri her yeri tek tek incelerken heyecanını hissedebiliyordum.

"Umarım arkadaşlarına ayıp olmamıştır." derken yüzüme bile bakmıyor sadece karşısında sanki bir daha asla göremeyeceği bir manzara varmış gibi izliyordu.

"Hayır, onlar da öğle uykusuna yattı zaten. Hadi biz de gidip biraz dolaşalım."

Mira bana doğru döndü ve şaşkınca, "Ayıp olmaz mı?" diye sordu.

"Hayır, hazırlanman için beş dakikan var. Kapının önünde bekliyorum seni." Mira'nın başını öpüp, "Fazla süslenme." diye uyardım.

(Mira)

Neredeyse dört saatten fazla bir süre boyunca Kılıç'ın rehberliğinde her yeri dolaşmıştık. Eğer Kılıç akıl edip de yüzüme güneş kremi sürmeseydi şuan yüzüm bir domatesten farksız olurdu çünkü güneş kremine rağmen kararan tenim fazlasıyla belli ediyordu kendisini.

Artık tepemizde bizi eritmekten beter eden güneş yavaşça batmaya başlarken ikimiz de sahilde kumun üzerine oturmuş batan güneşi izliyorduk. İnsanların çoğu evlerine gitmişti çok az kişi vardı ve bu sessizlikte denizin dalga sesleri kulağımda yankılanıp beni mutlu ediyordu.

"Burada mutsuz olmak imkansız gibi."

"Mutluluk da mutsuzluk da senin elinde sevgilim."

Kılıç'ın edebiyatçı haline burun kıvırdım, "Eğer öyle bir şey olsaydı Raşel ile aynı evi paylaştığımız da mutlu olurdum. Yani neymiş benim elimde değilmiş."

"Sen... ne çok konuşuyorsun öyle."

"Bu rahatsız olduğun anlamına mı geliyor?"

Kılıç ayağa kalkıp elini bana uzattı, "Bazen..."

Elini tutarken onun gülen yüzüne bakıp, "O halde susuyorum." diye yüzümü astım.

Kılıç elimi tutup denize doğru yürürken, "Nereye?" diye sordum.

"Hani susuyordun? Kararlılık süren beş saniye falan mı?"

Denize doğru git gide yaklaştık ve en sonunda ayaklarımıza değen dalgalar ile ikimizde biraz irkildik.

"Bu çok güzel." dedim aralanmış ağzım ile ayakkabılarımı çıkartmaya çalışırken.

Kılıç'ta benim gibi yapıp ayakkabılarını çıkartıyordu, ondan önce koşarak suya gelişi güzel bir şekilde daldığımda üzerimde ki kıyafetin ve etrafta bizi izleyen insanlar umurumda bile değildi. Bu güzel denizin tadını çıkartmak şuan benim için daha önemliydi.

Gözlerimi kapatıp suyun derinliklerine daldım, boğuk su sesleri duymak beni denize iyice çekiyordu. Daha fazla tutamadığım nefes ile sudan aniden çıktığımda karşımda duran Kılıç ile şaşkınca geriledim.

Yüzüme yapışan saçlarımı çekerek boğazıma kadar gelen suyun üzerinde durmaya çalışıyordum ama sürekli vuran dalga ile dengemi yitiriyordum. Kılıç belimi tutarak bana yaklaştı, "Bir daha uzun süre hareketsiz kalma. Boğulduğunu düşündüm."

"Yüzme biliyorum, endişe etmene gerek yok."

Dalga ikimize de sert bir şekilde çarptığında Kılıç'a sıkıca sarılıp kucağına çıktım ve yüzüme sertçe çarpan tuzlu suyu nefes alabilmek için yutmak zorunda kaldım.

"Hadi üşütmeden eve gidelim, yarın sabah denize gireriz."

Kılıç'ın üzerinden inerek, "Dur, yarışalım. Kıyıya ilk çıkan kazanır."

Kılıç ıslak saçlarını başını sallayarak yana attı ve o meşhur gamzeli gülüşünü yüzüne koyarak, "Pekala güzelim, nesine bu yarış."

"Kazanan her kim ise kaybeden kişiden bir şey isteme hakkına sahip ve kaybeden kişi ne isterse hayır diyemez.Bence güzel bir teklif."

Kılıç esneyerek, "Ah! Desene yarın ölümsüz oluyorsun."

Gülerek, "Pekala, hiçbir konuda seninle iddialaşmam fakat yüzmede cidden iyiyimdir. Birinci olmuşluğum bile vardı."

"Göreceğiz hanımefendi."

Kendimden emin bir şekilde gülümsedim ve derin bir nefes alarak geri sayımı başlattım, "3-2-1..."

İkimiz de suya aynı anda daldık, kabul etmek gerekirse böyle bir iddiaya girdiğime ilk 10 saniye pişman olmuştum fakat daha sonra Kılıç ile arama büyük bir fark açtığımı fark edince hırsım büyümüş, büyüdükçe de hızım ikiye katlanmıştı.

Sudan ilk çıkan ben olduğumda Kılıç da hemen peşimden çıkmıştı. Sadece saniye ile onu yendiğime oldukça şaşırmıştım.

"Balıklar beni rahat bırakmadı."

Gülerek, "İlla birisine suç atacaksan dön ve kendinde suç bul. Tamamen kendi başarısızlığın."

Kılıç beni kucağına alıp ilerlerken, "Konuşmama kararına geri mi dönsen?"

"Ya!"

****

Akşam yemeğini Şule Hanım hazırlarken ben de onun yanında durup yardım ediyordum. Onun kadar profesyonel bir şekilde çalışıp her şeyi yapamasam da salata yapmakta oldukça iyiydim. Şule Hanım ile güzel vakit geçirmiştik. Hoş sohbeti ve komik esprileri ile beni güldürmeyi çok iyi biliyordu.

"Keşke aylarca burada kalsanız. Ev ses buluyor."

Salatayı soyarken, "Bunu ben de çok isterdim ama işlerimiz buna engel oluyor."

"Ah ömrümüz sadece çalışmakla geçiyor. Bir insanın kendisine yaptığı en büyük kötülüktür bu."

Sofra kurduktan sonra hep birlikte oturup Şule Hanımın uzun uğraşlar sonucunda hazırladığı yemeği midemize indirmeye başladık. Necip Bey bugüne özel rakı almıştı. Şule Hanım ağzına bu tür şeyler sürmeyi hiç sevmediği için Necip Bey ile bir tartışma yaşadı. Kılıç ve ben ise onların bu tatlı kavgasını da komedi filmi izlercesine eğlenerek izledik. İleri de bizim böyle bir kavgamız olursa ben kesinlikle Necip bey olurdum. Kılıç çünkü içkiyi pek sevmezdi.

"Kılıç ile nasıl tanıştınız Mira?"

Necip Bey'in sorusu ile boğazımı temizledim. Sudan bir yudum alarak beynimde kelimeleri toparlayıp gülümsedim.

"Şöyle ki Kılıç tam bir bulaşıcı hastalık. Beni görünce hoşlanmış..."

"Yok ben direk aşık oldum."

Kızaran yanaklarım ile Kılıç'a dönerken o dudaklarını birbirine bastırmış kahkaha atmamak için zor duruyordu. Bu konularda çekindiğimi biliyor ve beni iyice utandırıyordu.

"Eee, sonra peşimden hiç ayrılmadı. Onu ne kadar kovalasamda. Ben de mecburen aşık oldum."

"Mecburen mi? Karizmam dan ve bu yakışıklı halimden etkilendiğini neden itiraf etmiyorsun?"

Kılıç'ın koluna vurarak, "Yakışıklı olmadığını sana söylemiştim." dedim.

"Hadi ama..."

Kılıç'ın gözlerine bakarak, "Pekala o kehribar gözlerine çok pis aşık oldum. Dengesiz hallerine ve sürekli yanımda olmandan çok etkilendim. Yani ben de sana senin kadar hızlı olmasa da aşık oldum!"

Kılıç burnumu öperek Necip Bey ve Şule Hanıma baktı, "Damarına basmadan aşkını da öfkesini de belli etmiyor."

İkisi de kahkahalar eşliğinde Kılıç'a başka sorular sorarken ben masanın altından ayağım ile Kılıç'ın ayağını eziyordum.

****

Ertesi sabah Necip Bey'in kendisine ait olan yatına binmek için hazırlanmıştık. Şule hanım orada yememiz için bir çok yiyecek hazırlayıp sepetin içerisine koymuştu. Aç kalmayı hiç sevmediğini söylüyordu, bu yüzden her an ağzında bir yemek olmalıydı.

Araba ile yata doğru giderken saat sabahın yedisini gösteriyordu. Bu saatte insan istese de uyuyamıyordu çünkü buranın oksijeni buna asla izin vermiyordu.

Yarım saatlik araba yolculuğunun sonunda Necip Bey, ben ve Şule Hanım arabadan indik. Kılıç ise arabayı park edecek uygun bir yer aramak için ilerledi.

"Haydi biz binelim." Şule Hanım'ın koluna girdim diğer yanımda ise Necip Bey vardı. Burada o kadar çok yat ve tekneler vardı ki hangisine doğru gittiğimizi bilmediğim için adımlarımı Şule Hanım'a göre atıyordum.

"Bak ileri de Piraye yazan yat bizimki."

Gülümseyerek, "Piraye mi ne kadar da güzel bir isim."

"Kızımın adıydı."

Şule Hanım'ın titreyen sesi ile derin bir sessizlik oluştu ikisinde de. Bu hikaye bu kadar değildi ama kimse bir şey söylemiyordu. Ben de titreyen sesi göz yaşına dönüşmesin diye Piraye nerede diye sormuyor ve sadece yürüyordum.

Piraye yatına yaklaştığımızda Necip Bey bizden önce binip elimiz de taşıdığımız eşyalarımızı aldı. Şule Hanım'ın binmesine yardım ederek ben de peşinden içeriye girdim.

İki katlı harika bir yattı bu. Bembeyaz rengi ve içinde ki oturma takımları ile birlikte kusursuzluğu temsil ediyordu. Necip Bey eşyaları masaya bırakarak, "Siz bunu mutfağa yerleştirirsiniz hanımlar." dedi.

"Mutfakta mı var?"

Şule Hanım şaşkınlığıma gülerek, "Evet, hadi görmeye gidelim."

Eşyalar ile küçük ve mütevazi mutfağa girdik. Bura da her şey küçüktü; ocak, buzdolabı, tezgah... o kadar şirin ve güzellerdi ki her yeri incelerken bu yatta günler, aylar ve yıllarca kalmak istiyordum.

Şule Hanım'ın bana uzattığı meyveleri buzdolabına koyarken yarım kalan konuyu açtı, "Piraye'm. Henüz dokuz yaşında iken öldü. Kanser yüzünden... Ah ona ne çok yakışırdı yaşamak."

Şule Hanım göz yaşını silip, "Dile kolay yirmi sekiz yıl geçti ölümün üzerinden. Ama sorsan yara hep aynı, hiç geçmiyor."

"Biliyorum." dedim onun gözyaşlarından etkilenip ben de gözyaşı akıtırken, "Sizi çok iyi anlıyorum. Annemi kaybettiğimde ve onu toprağa gömdüğümüz de bana alışacaksın dediler. Tek alıştığım şey acımı yatıştırmak başka bir şey değil."

"Ah benim güzel kızım, ikimizin yüreği de aynı acıları paylaşıyor."

Şule Hanım bana sarıldığında ben de aynı şekilde ona sarıldım, "Merak etme onlara kavuşacağız, sadece zamanı var. İnan bana onlar seni bekliyorlar."

Başımı sallayarak onu onayladım ve gülümseyerek Şule Hanım'a daha sıkı sarıldım.

"Şule Hanım ve Mira'm..." Kılıç'ın içeri girişi ile Şule Hanım ve ben hızla gözyaşlarımızı sildik. "Siz iyi misiniz?"

"Elbette iyiyiz." deyip Kılıç'ın elinde ki sepete baktı, "Hadi sen Mira'yı al ve Necip'in yanına götür. Dümen çevirsin biraz."

Kılıç belime elini koydu ve birlikte mutfaktan çıktık. Yanaklarımda kuruyan gözyaşlarım ile burnumu çekerken teknenin en uç kısmına doğru yürüyorduk. Yat hareket ettiğin de Kılıç ile ayaklarımızı yattan dışarıya doğru uzatıp sarkıttık.

"Ölüm kötü bir şey..." diye söze girdim rüzgar saçlarım ile yeniden dans etmeye başlarken temiz havayı ciğerlerime doğru çekiyordum.

"Ölen için değil, kalan için."

Kılıç'ın sözleri ile başımı sallayarak onu onayladım ve başımı onun omzuna koyarak ellerini sıkıca tuttum.

"Beni kalan yapma Mira, beni biraz anla lütfen. Sensizliğin on saniyesi bile kötüyken aylarca sensiz yaşayıp ölmeyi beklemek daha beter."

"Zaman, bunun için zamana ihtiyacım var."

"Seni korumam lazım, dönünce o yemekte kötü bir şey olursa yanında olamazsam..."

Kılıç'ın susması için o na sıkıca sarıldım ve gözlerimi kapatıp, "Neden bana sarılmak yerine can sıkıcı konular konuşuyoruz? Baksana denizin sesi huzur dolu, hava tertemiz en önemlisi ise sevdiğim adam yanımda ve huzurum yüzde yüz yerinde. Gerçeklerden sıyrılıp hayal kuralım. Bizi ne kadar yaralasa da o hayallere tutunmak ve onlardan güç almak istiyorum."

Kılıç beni sıkıca sarıp saçlarımı öptü, "Kuralım bir tanem. İçin de aşkın, sevginin, iyinin ve ikimizin olduğu bir dünyaya kuralım ve sadece o na inanalım."

"Ah! O zaman o dünyanın adı Valeire olsun, güçlü olmak demek bizim sevgimiz gibi güçlü."

"Denizin havası seni romantik yaptı, buraya sık sık gelmek lazım."

Kılıç'ın gülünce çıkan gamzesini öptüm, bunu her zaman istemiştim; o güzel yüzünde çıkan  gamze çukurunu öperek kapatmayı ve şimdi bunu başarmıştım.

Sessizce dalgaların sesini dinlerken kulağımızı radyodan yüksek bir şekilde çıkan ses doldurdu.


'Her şey seninle güzel, yolda yürümek bile. 

Olmayacak düşlerin peşinden koşmak bile.

Her şey seninle güzel bu toprak, bu taş bile.

İçimde ki bu korku, gözümdeki bu yaş bile.'

Başımızı yukarıya kaldırıp dümenin başında bize rakı bardağını uzatan Necip Bey'i gördük. Gözünde ki yaşlar buradan belli oluyordu, rakıyı yukarıya gökyüzüne kaldırdıktan sonra yavaşça yudumladı.

Hem ölen kızını, hem geçen gençliğini, hem yaklaşan ölümünü hem de yaşadığı tüm zorlukları bu şekilde selamladı.

Önümüze dönerken Kılıç ile birbirimize iyice kenetlenmiş bir şekilde sarmaş dolaş sarıldık. Tıpkı yarın son günümüz gibi sıkıydı bu sarılma, kaybetme korkusu gibiydi. Gözlerimi sıkıca kapattım ve yanağımdan akan yaşın çenemden akarak içimde kaybolmasını hissettim.

"Şşş, buradayım."

Kılıç'ın sözleri ile yaşlarım daha da çoğaldı.

"Gitme."

"Asla güzelim, asla gitmeyeceğim."


Sevgiyle kalın ♥



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top