-Bölüm 32 -

Oy ve yorumlar ne kadar çok olursa bölüm atma sürem de o kadar hızlı olacak :)

Satır arası yorumlarınızı bekliyorum, her yorum benim için kıymetlidir.  !

Keyifli okumalar. ♥

(Mira)

Önemli olan düşünmek değildi, insanın olayların etkisinde kalıp, yaşayamadığı günlerin acısıyla; o paslı çivi misali beynine yerleşmiş düşüncelerden kurtulmaması idi. Tıpkı benim gibi.

Bugün dikişlerim çıkıyordu, bu özgürlüğe bir adım demekti. Uraz'ın yanında çalışacak ve hayallerime doğru yavaşça ilerleyecektim.

Geçen geceki akşam yemeğinin üzerinden tam bir hafta geçmiş olmasına rağmen etkisi hala herkesin üzerindeydi. Raşel ve Teoman'ın eski sevgili olması sonucunda Asel baya bir sinir krizi geçirmiş ve tüm yemek boyunca Teoman'ı perişan ettirmeyi başarmıştı. Benim için eğlenceli olsa da Asel için hiç öyle değildi.

En önemlisi ise Teoman'ı bu derece Asel'e bağlı görmek içimi rahatlatmıştı. Teoman'ın, Asel'den hoşlandığını bu soruyu ona ilk sorduğum gün anlamıştım, ama aşık olduğunu bu derece yakından görmek ayrı bir sevinç vermişti. Artık aklımda Teoman gerçekten aşık mı? sorusu tamamen silindi.

Gecenin sonu tatsız bitmesinde ki sebep ise, hepimizin başının Çetin denen adam yüzünden dertte olmasından dolayıydı. Bir insan ne için kötü olabilirdi? Nasıl olurdu da bir bebeğin ölümünü zevk ile izleyebilirdi? Düşündükçe ruhum daralıyor oturduğum bu oda üstüme üstüme geliyordu. Buradan kurtulmak istercesine ayaklandım ve odadan çıktım. Merdivenleri yavaşça inerek mutfağa doğru yürüdüm ve meyve tabağı hazırlamak ile meşgul olan Kılıç'ı gördüm.

"Ne yapıyorsun?" diye sorduğumda Kılıç hızla bana doğru döndü ve hazırladığı tabağı saklamak için arkasına almaya çalışırken tabak kayıp yere düştü. Meyveler gibi cam kırıkları da etrafa yayıldığında alt dudağımı ısırıp hayal kırıklığı yaşayan Kılıç'a sevimli bir şekilde baktım.

"Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordu Kılıç bana doğru yürürken.

"Neyi?"

"Her gün yeniden kendine aşık etmeyi, kalbimi bu denli hızlı çarpıtmayı." deyip belime kavradı ve kendisine çekti, "Her gün o güzel yüzünü daha fazla görebilmek için nasıl derin uykumdan aniden kalkmamı sağlıyorsun?"

Gülümsediğim de Kılıç, "Şu gülümsemen, nasıl yaptırmasın ki..." deyip beni öpmek için ilerlediğinde mutfağa gelen Raşel ile ondan geri çekildim ve utançtan kızaran yanaklarım ile yerde ki meyve ve cam parçalarını toplamaya başladım.

Raşel boğazını temizleyip, "Ay ben yanlış bir anda mı geldim?" diye sordu.

Kılıç bana yaklaşıp elimde ki cam kırıklarını aldı, "Tamam ben hallederim, senin için hazırlamıştım zaten..." deyip sırıttı, "Ama beni öyle heycanlandırdın ki bunu da elime yüzüme bulaştırdım."

Kılıç'a gülümseyerek ayağa kalktım ve bizden cevap bekleyen Raşel'e dönerek, "Hayır." cevabını verdim.

"Ben su alacaktım." dediğinde dolabı açıp içinde su bardağını aldım ve Raşel'e uzattım. Raşel de bardağı eline aldıktan sonra dolaptan sürahiyi çıkartıp bardağına suyu döktü. Tüm bu yaşananların üstüne soğuk suyu içti ve sessizce mutfaktan çıktı.

****

Kılıç ile el ele tutuşup hastaneye girdik, aklıma eskiler ve yaşananlar geldiğinde içimde ki öfke kıvılcımı kıpırdadı ama onu bastırıp cesur adımlarım ile ilerlemeyi başardım. Artık eskisi gibi canımı yakmasa da izi her daim kalacaktı.

Hemşirenin aldığı odada doktor Aras'ı beklerken Kılıç elimi bırakmıyordu. Hafıza kaybı yaşarken yaşadığı doktor Aras faciası Kılıç'ta sanırım büyük bir etki bırakmıştı ve bu etkiden çıkamıyordu.

Aras doktor içeriye girdi ve yorgun yüzüne rağmen parlak bir gülümseme ile sanki aralarında hiçbir sorun yaşanmamışcasına elini Kılıç'a uzattı.

"Hoş geldiniz."

Kılıç, Aras'ın havada ki eline bakıp isteksizce tokalaştı.

"Nasılsın diye sormayacağım Mira çünkü gerçekten harika gözüküyorsun. Yüzünde ki yaralar geçmiş ve yüzüne nihayet renk gelmiş." deyip keyifle gülümsedi.

"Evet, daha iyiyim."

Aras eldivenlerini taktığında bende muayene masasına oturdum. Yaramı açtığımda Aras doktor eline makası aldı, "Acımayacak canın, ama biraz gıdıklanma hissi uyandırabilir. Kendini bana bırak ve sakin ol."

Derin bir nefes alıp Kılıç'a baktığımda, soğuk kanlılık ile izliyordu.

"Geçmiş olsun."

Aras doktorun sesi ile ona döndüğümde gülümseyerek oturduğu yerden kalktı. Bende ayağa kalktığımda, "İzi geçer mi?" diye sordum karnımda ki büyük dikiş izini hatırlayarak.

"Bunun için başka estetik bir ameliyat olman gerekiyor."

"Ya da ölümsüz ol, o zaman vücudun kendisini yeniler." dedi Kılıç elini omzuma atarak beni sıkıca tuttu.

Aras doktor başını belli belirsiz sallayarak, "Eh tabi bu da bir seçenek." diye yanıtladı.

"Bir daha hastaneye gelmemize gerek yok, değil mi?" diye sordum kuruyan dudaklarımı ıslatarak.

"Yaralanarak gelmek yok, ama halimi hatrımı sormak için gelirsen sana kapım her zaman açık."

Kılıç, Aras'a doğru bir adım attığında kolundan tutup geriye doğru çektim, Kılıç burnundan soluyarak,"Elimden bir kaza çıkmadan gidelim." deyip beni çekiştirdi.

Aras  gözlerini devirdiğinde Kılıç'ın bir dobra olduğunu düşündüğünü biliyordum. Çok doğal çünkü hafızam kayıpken ben de öyle düşünüyordum, çünkü Kılıç uzaktan bakılınca cidden sert ve dobra birisi gözüküyordu. Ama bunun altında yatan altın kalbini kimse bilmiyordu, bilmesin de çünkü o kalp sadece bana özel.

(Teoman)

Öykü doktor ultrasona o kadar dikaktli bakıyordu ki ne olduğunu git gide merak etmiştim. Bende onun gibi baktığımda maalesef bir karartıdan başka bir şey göremiyordum bile.

"Bunu nasıl önceden fark edemedim?" dedi Öykü doktor başını belli belirsiz sallarken.

"Sorun mu var? Bebeğimiz iyi mi?" diye sordu Asel titreyen sesine engel olamadan. Asel'in omzuna elimi koyup sıktım.

Öykü doktor emin olmak istercesine ekrana bir kere daha bakıp başını olumlu anlamda salladı, "Bebekleriniz gayet iyi."

Asel güldüğünde gözünden akan bir damla yaş yanağından süzüldü, Asel'in başını öpüp, "Bak gördün mü bebeklerimiz iyiymiş..." deyip çatılan kaşlarım ile Öykü doktora döndüm, "Be... bebeklerimiz mi?" deyip anlamsız şekilde başımı salladım, "Orada bir tane yok muydu? Çoğaldı mı?"

Öykü doktor kahkaha atarak, "Hayır, ikiz bebekleriniz olacak." deyip mahcup bir şekilde gülümsedi, "Bunu ilk seferde fark edememişim, ama şimdi kesinlikle emin oldum."

Asel büyük bir şaşkınlık arasından titreyen sesi ile, "Bu açık olmak gerekirse beni korkutuyor." diye itiraf da bulundu.

Öykü doktor Asel'in elini tuttuğumda Öykü doktor rahatlatıcı bir ses ile, "Hayır, korkmana kesinlikle gerek yok. Ama yemek yemek zorundasın bir değil iki can taşıyorsun içinde. Artık yemek yemek zorundasın, kilo vermen çok tehlikeli."

"Ah bundan sonra yemese de zorla yedireceğim, bağlayarak!" dediğimde Asel gözlerini devirip derin bir nefes verdi.

Öykü doktor, "Bebeklerinizin kalp atışını duymak ister misiniz?"

Asel heyecanla elimi tutup, "Evet, lütfen." diye benden önce cevap verdi. 

Öykü doktor bir cihaza bastıktan sonra odada bir ses duyuldu, kalp atışları sanki at koşuyormuş gibi bir ses çıkartıyordu. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettiğimde alnımdan akan ter şakaklarıma doğru kaymaya başladı. 

Bu hissin bende hiçbir tarifi yoktu, bu kalp atışları beynimde yankılandıkça içimde bir filizlenme oldu. Sanki başka türlü bir sevme şeklini öğreniyormuş gibi kendi içimde kaybolmuştum.

Ses kesildiğinde, "Yirmi gün sonra yeniden gel Asel. Kilo al lütfen." diye uyarıda yeniden bulundu Öykü doktor.

Asel gözyaşlarını silip, "Tamam." dediğinde Öykü doktor ona karnını silmesi için bir düzine peçete uzattı. Asel karnını silmeye başladığında ben beynimde duyduğum o kalp atışlarını unutamıyordum. Ben bir baba olarak bu kadar etkilendiysem bir anne nasıl olur da bebeğini bırakabilirdi?

Annem, beni neden babama bırakmıştı ki? Onsuz yaşamanın yaşamak olduğunu düşündüğü için mi? Yoksa beni sevmediği için mi? Alt dudağımı dişleyip Asel'in kalkmasına yardım ettim.

Öykü doktor bize bebeğin ultrason fotoğrafını verdiğinde uzun uğraştan sonra iki bebeğimizi de gördük. Daha sonra Öykü doktora veda edip hastaneden çıktık.

Asel için yeni bir araba almıştım, motora bu hali ile binemezdi ki zaten normalde de binmiyor. BMW modeli arabamıza binip soluklanırken, Asel elinde ki ultrason fotoğrafına hayranlıkla bakıyordu.

Gülerek, "İki taneler." dediğinde ona doğru eğilip ben de aynı şekilde ultrasona baktım.

"Erkeğe benziyorlar, baksana."

Asel gülerek, "Sağlıklı olsun da." diye mırıldandı ve ultrason fotoğrafını kalbinin üzerine götürüp bastırdı.

Asel'in alnını öptüm ve gaza basıp evimize doğru sürmeye başladım.

(Mira)

"Mira, rezil ettin oyunu." diye sitem eden Bora'ya burnumdan soluyarak karşılık verdim. Ben hayatımda pes oynamamış bir insandım ve elbette ki elli den fazla faul yapabilirdim. Burada fazla tuş vardı hangisini hangi an kullanmam gerektiğini bile bilmiyordum! Bu oyundan nasıl zevk alır ki zaten.

"Kim yeniyor?" diye sordu Kılıç yanıma oturup maçı izlerken.

"Ben on beş gol attım beş gol de Mira kendi kalesine attığı için şuan yirmi ye sıfır öndeyim."

"Ben ne bileyim ikinci yarı kaleler değişmiş..." diye çıkıştığımda Bora gülerek oyunu oynuyordu.

Kılıç çenesini omzuma koydu ve ellerini belimden geçirip pes kolunu tuttu. Sırtım onun göğsüne değerken kızaran yüzüm ile boğazımı temizledim.

"Hadi yenelim sevgilim." dediğinde tek kaşımı kaldırıp dakikaya baktım yetmişinci dakikada idik. Kılıç ellerime yön verirken gülerek attığımız ilk gole sevindim.

"Ya ama haksızlık, bu resmen hile."

Kılıç ikinci golü atarak, "Mira oyunu bilmeyip yenilince haksızlık olmuyor ama değil mi? Hadi koca bebek nazlanma da oyna."

Kılıç peş peşe goller atarken Bora sinirden küplere biniyor ağzına geleni saydırıyordu.

"Kapı çalıyor, siz çocuklar bağıracağınıza kapıya baksanıza."

Oyuna hepimiz o kadar kaptırmıştık ki Lina'nın dediklerini duysak da tepki veremiyorduk. Lina söylenerek kapıyı açtı, kimin geldiğini bilmiyordum sadece Kılıç'ın atacağı son gol ile kazanan biz olacaktık ve gole doğru gidiyorduk.

Maçın bitmesine iki dakika kalmıştı, Kılıç tam kaleye golü atacağı sırada Asel'in ağlama sesleri ile hızla oturduğum yerden kalktım, elimde ki oyun kolu yere düştüğünde umursamadan Lina'nın yardımı ile ayakta duran Asel'in koluna girdim.

"Ne oldu?" diye sordum panik dolu bir şekilde Asel'in yüzüne bakarken.

"Teoman..."

Kalbimde yeni bir çizik hissettiğimde gözlerim aniden dolmuştu, "Korkutma beni Asel ne oldu?"

"Ben on dakika sonra geleceğim dedi ama beş saat oldu. Onu arıyorum ama ulaşamıyorum, hiç böyle yapmamıştı. Evden çıkarken de dalgındı. Korkuyorum Mira."

Asel'i koltuğa oturttuğumuzda Bora ona içmesi için su getirmiş ve zorla içirtmişti.

"Tamam, ne diye endişeleniyorsun ki? O özel güce sahip başına bir şey gelmez." dedi Bora, Asel'in biraz daha sakin olması için.

Asel öfkesini dizginlemeye gerek görmeden bağırdı. "Teoman beni asla bu kadar saat yalnız bırakmazdı. Bıraksa da arar haber verirdi, giderken yüzü asıktı motoru ile gitti kask da takmadı. Telefonuna da ulaşılmıyor." Bora, bir kedi gibi başını önüne eğdi ve Asel'i kendisine çekip sıkıca sarıldı. Hormonları git gide bozulduğu için, hepimiz ona daha nazik davranmamız gerektiğini biliyorduk.

Asel'in önünde diz çöktüm ve durmaksızın akan göz yaşını silip, "Tamam, ağlama canım. Biz şimdi Teoman'ı bulacağız." deyip Kılıç'a baktığımda başını olumlu anlamda salladı.

"Evet, bulunacak hem bak stres ve korku iyi değil. " diyerek bir gerçeği hatırlattı Lina.

Asel başını iki yana salladı, "Hayır, ikiz bebeklerimiz olacak, zaten Teoman bunu ve bebeğin kalp atışını duyduktan sonra daha fazla dalgın oldu. Lütfen onu bulun."

****

Kılıç ile arabaya binmiş Teoman'ın gidebileceği her yere bakmıştık ama hiçbir yerde yoktu.

"Asel'i bu halde bırakıp nereye gitti! Aptal." diye söylendi Kılıç yumruğunu sıkarak.

"Geri dön." dedim yola bakarken.

"Neden?"

"O da oraya gitti, çünkü o da benim kadar çaresiz hissediyor."

Kılıç anlamamış gibi yüzüme bakarken gözümden akan bir damla yaşı hızla sildim ve soğuk kanlı bir şekilde, "Annemin mezarına gidelim." dedim.

Beklediğim gibi Teoman oradaydı, Kılıç arabadan inmek için hareket ettiğinde elini tutup durmasını sağladım, "Sen burada kal. Teoman ile özel olarak konuşmak istiyorum." dedim.

Kılıç bir süre tereddüt etse de Teoman'ın bana zarar vermeyeceğini bildiği için başını sallayarak sözlerimi onayladı. Arabadan inip annemin mezarının başında öylece duran Teoman'a doğru yaklaştım.

Teoman beni fark etse de bana bakmadan annemin mezarının başında durmaya devam etti.

"Asel seni çok merak etti." dedim öksürüp titreyen sesimi gidermeye çalışarak.

"Biliyorum."

"Neden haber vermedin?"

Teoman derince bir nefes verip, "Sadece yalnız kalmaya ihtiyacım vardı." diye yanıtladı.

Annemin toprağını okşayarak mezarın üstüne düşen yaprakları temizlemeye başladım.

Teoman beni izlerken, "Bana yardım et o zaman bu yapraklar daha çabuk temizlenir."

Teoman başını iki yana salladı, "Hayır, onun temiz toprağına kirli ellerim ile dokunamam."

Bu söz içime öyle bir oturmuştu ki içinde bulunduğumuz bu oksijen bana yetmemeye başlamıştı. Teoman'ın yanına oturup onun ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerine baktım.

"Kızgınım Mira." dedi burnunu çekerek, "Ne kadar babama 'kızgın değilim' deyip böyle yaşasam da ben anneme çok kızgınım." deyip gözyaşlarını hızla elleri ile silip güldü, " Bugün bebeklerimizin kalp atışlarını dinledik..." gülüşünü buruk bir tebessüme bırakırken konuşmaya devam etti.

"Ben ilk defa hissettiğim bir duygu olan babalık duygusunu hissettim ve kendime söz verdim canım pahasına da olsa o bebekleri yaşatacağım. Onları yanımdan ayırmadan büyüteceğim sonunda ölsem bile onlara bir eksiklik vermeden büyüteceğim. Annem gibi terk etmeyeceğim."

Çatılan kaşlarım ve sinirli sesimle, "Annem senin iyiliğin için seni bıraktı, ölme diye. Sen baba olacaksın, evladının yaşaması için ondan uzak kalmaz mıydın?" diye sordum.

Teoman gözlerime baktığında yorgunluğunu ve sarılmaya ihtiyacı olduğunu hissedebiliyordum, "Kalmazdım Mira, çünkü ben annesizliğin ne kadar zor olduğunu biliyorum, evladımı da yaşarken ölüme terk edemem."

"Annem seni çok seviyordu Teoman, her gece ağlıyordu senin için. Sizin için." deyip ilkte çekinsem de en sonunda Teoman'ın elini sıkıca tuttum, "Annem mükemmel bir hayat yaşamadı, inan bana annem de her gün öldü. Senden uzakta yaşamak anneme için ne kadar zor olduğunu bilmiyorsun."

"Onu çok özlüyorum, hiç dokunamasam da çok özlüyorum."

Teoman'a sıkıca sarılıp, "O halde bana sarıl, annem beni hep gençliğine benzetirdi bir gözlerimiz uyuşmadı. Annemin gözlerini de sen almışsın işte, deniz mavisi."

Teoman da bana sıkıca sarılarak, "Özür dilerim, canını yaktığım için. Seni üzdüğüm, koruyamadığım için özür dilerim Mira. Beni affet demiyorum ama beni kendinden bu derece uzak tutma, benim tek ailem sen ve Asel'sin. Her biriniz canımın bir parçası ve sizden birisi olmayınca bu can da yok oluyor."

Gizliden akan gözyaşlarımı silerek, "Senden nasıl vazgeçebilirim ki, sen benim abimsin. Annemin hasret kaldığı oğlu, benim hasretini çektiğim abim. Bunca yıl sonra kavuşmuşken bir daha hasret kalmak istemiyorum. Affetmek kolay eylemdir ama unutmak... unutmak zor Teoman."

Teoman saçlarımı okşarken, "Söz veriyorum," diye mırıldandı, "Söz veriyorum ki her hatamı unutturacağım."

Teoman dan uzaklaştım ve onun elini tutup annemin toprağına sürdüm, "Kendini böyle cezalandırma, annem yoksa çok üzülür."

Teoman anneme dokunurcasına nazikçe toprağa dokunup, "Teşekkürler." diye fısıldadı.

(Kılıç)

Hamakta sallanırken başımı huzur bulduğum kadının omzuna koymuştum. Gökteki yıldızları değil onun parmaklarını izliyordum, küçük ve naif parmaklarını. İlk başta imkansız geliyordu Mira ile yaşayacağım aşk sonra anladım ki aklına düşen hiçbir şey imkansız olamaz.

"Sonu olmayan bir ceza çekiyoruz sanki."

Mira'nın kolunu sıvazladım, "Çıkışımız muhteşem olacak güzelim."

Mira bu cevabı beklemediği için gülmesine engel olamadı.

Arkamızdan birinin geldiğini ve o kişinin kim olduğunu biliyordum, huzurumuzu bozmaya can atan Raşel.

"Şey, ben bölüyorum ama bu önemli."

Mira gibi bende dönüp Raşel'e baktığımızda, "Kılıç, babam aradı. Çetin gelmiş, şimdi ziyaretine gidersek babamın onun bu eve gelmesinin önüne geçmiş oluruz."

Mira huysuzca, "Geçen de o yüzden gittiniz ama sonuç; bir şey olmadı."

Raşel gözlerini devirip, "Eminim diyorum." deyip bana döndü, "Gidelim mi Kılıç?" diye sordu.

Aldığım nefesi taksit taksit verip, "Gidelim bakalım." dedim.

Raşel gülümseyerek içeriye gittiğinde bende ayaklanıp elimi Mira'ya uzattım.

"Ne?" diye çıkıştı, "Sen gidiyorsun, ben gelmiyorum." diye iğneleyici bir şekilde söylendi.

"Alttan alttan laf sokma."

"Yok, direk sokuyorum."

Gülerek, "Hadi içeriye gir, burada tek kalma." dedim etrafı kolaçan edip karımdan emin olduğumu bir kez daha uygun görerek.

"Tek değil, ona ben eşlik ederim." diyen mutfak kapısından çıkan ve elinde iki tane kahve bardağı taşıyan Lara'ya bakıp ellerimi teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdım.

"Pekala hanımlar, iyi eğlenceler." deyip salonda biblo gibi beni bekleyen Raşel'in yanına gittim ve birlikte evden çıktık.

*

Arabayı park ettiğimizde arabanın içinden şato tasarımına benzeyen eve çatık kaşlarım ile baktım. Gösterişe aşık olan bir adam için bu manzara son derece normaldi. Kendi kraliyetini kurduğunu sanıp yıllarca bununla tatmin olarak yaşıyor ve kendisini yüceltiyordu. Ne kadar acınası bir durum olsa da bu onun farkına varamayacak kadar kör olmuş, zafer sarhoşluğundan sıyrılamamıştı.

"Hadi, gidelim." dedi Raşel daha fazla sabredemeyip.

Arabadan inip büyük şatoyu yavaşça inceledim; taştan bir şatoydu, dikkat çekici uzunluğu ve gösterişli hali ile asil duruyordu. Çetin gibi gaddar bir insan için bu şato fazlasıyla güzeldi.

Elimi tutan Raşel'e baktım, "Ne yapıyorsun?" diye geri çekilecekken Raşel elimi daha sıkı tuttu.

"Segiliyiz, unutma." deyip göz kıprtı.

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sakin olmaya ve duygularımı dizginlemeye çalıştım. Elime gelen yabancı el ile birlikte büyük bir kapıdan içeriye girip şatoya yaklaştık.

Kapı açılığında bizi karşılayan Akif olmuştu.

"Çocuklar," deyip tutuşan ellerimize bakıp gözlerini kapattı ve memnun bir şekilde gülümsedi.

"Beni ziyaret ettiğiniz için teşekkürler, hadi içeriye girelim."

Anlaşılan oyuna Akif başlamıştı bile, uymaya çalışarak yalancı bir tebessüm yerleştirdim yüzüme ve Akif'in peşinden ilerlemeye başladık.

Geniş bir holü geçip normal odalara kıyasla büyük olan bir odada durduk. Her şey eski zamana aitti koltuklar bile.

Antika bir oyuncak evin içinde gibiydi, benzersiz tablolar, değişik vazolar, farklı çiçekler... yaşadığımız bu dünyada değildik sanki 1970 yılına ışınlanmış gibiydik. Tüm dünyadan soyutlanmış bu yerin enerjisi de oldukça tuhaftı, bunu damarlarımda hissedebiliyordum.

"Oturun."

Çetin'in yönlendirmesi ile Raşel ile yan yana oturduk, Raşel elimi bırakmış bu sefer koluma girmişti. Rahatsız olsam da bir şey demeden bekledim. Duygularımı gizleye bildiğim için sorun yoktu ama bakışlarımı nasıl Raşel'den hoşlanıyormuş gibi yapacağımı ben de bilmiyordum.

"İyi misin Akif?" diye sordum birazcık Raşel'den uzaklaşmak adına yana doğru kayarak.

"İyiyim, ya siz? Umarım iyisinizdir, her şey yolunda değil mi?"

Raşel şen şakrak bir ses ile, "Evet baba, yolunda."

"Çok iyi."

Holde büyük bir kapı açılıp kapandığında Akif gözlerime bakarak kaş göz işareti ile Çetin'in geldiğini belli etti. Duruşumu dikleştirip gözlerimi iyice kararttım.

Çetin kapının orada belirdiğinde hepimiz ayaklandık. Eski takım elbisesi ve ağır adımları ile bize doğru yaklaşıyordu. Büyük cüssesi vardı, eski halinden eser yoktu ve bir hayli kilo almıştı. Akif başını biraz önüne eğse de ben onun gibi yapmadım ve soğuk bakışlarım ile Çetin'i bir pisliğe layık olan bakışla süzdüm.

Çetin beni fark edip tek kaşını kaldırdı ve hayrete düşmüşcesine dudaklarını büzdü.

"Kıııılıç..." deyip ismimi uzatarak telaffuz etti ve omzuma dokunarak, "Çok, uzun zaman oldu. Oysa seni gördüğümde küçük bir çocuktun, henüz 12 yaşında." Sesinde ki alay tınısı sinirime dokunsa da tek bir kelime bile etmeden bekledim.

Çetin bakışını benden çekip Raşel'e dikti, "Benim güzel Afrodit'im." deyip Raşel'in elini öptü, "Yine mükemmelsin."

Raşel cilveli bir şekilde, "Teşekkür ederim." diye yanıtladı.

Yeniden yerlerimize oturduğumuzda Raşel bana daha fazla sokuluyordu, bunu Çetin'i inandırmak için yaptığını biliyordum ama bu fazlasıyla beni deli ediyordu.

Çetin homurdanarak, "Siz... ne ara sevgili oldunuz?" diye sordu.

"Uzun zaman olmadı, henüz birinci ayımız değil mi aşkım?" Raşel bana döndüğünde gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve açarak onun gözlerine yapmacık bir gülümseme yolladım.

"Evet."

Çetin hırıltılı bir şekilde gülerek, "Baybars... senin başka bir kız ile sevgili olduğunu ve ondan çocuk yapacağını söyledi. Ama Raşel... o çocuk yapamıyor. Bizimle yaşamak ve ölümsüz olabilmek için rahmini aldırdı."

Darbeye uğramış gibi sert gözlerim ile Raşel'in kolumda duran ellerine baktım ve daha demin ki içten gülüşünü donuk gülüş alan Raşel ile yavaşça göz göze geldim.  Bu lanet yerde yaşamak ve lanet olası sonsuzluğa ulaşmak için miydi rahmini aldırması? Raşel gözümde gittikçe düşerken Çetin konuşmaya devam etti.

"Raşel ile sevgili olduğunu şimdiden bilmem iyi oldu. En azından gönlüm rahat."

Dişlerimin arasından, "Evet, gönlünüz rahat olsun." diye tekrarladım.

Büyük sessizlik olmuştu, sanki bir hiçliğin ortasında kalmış gibi herkes sessizleşmişti ta ki iblis'in ayak sesleri kulaklarımızı doldurana kadar.

Git gide yaklaşan ayak sesleri en sonunda olduğumuz yerde son bulduğunda tek kaşını kaldırıp bana ve kolumda ki Raşel'e baktı.

"Baybars, Kılıç kiminle sevgili gör. Bunca zamandır yanlış bildiğin bir şeyi bu denli savunmandan dolayı seni görmek istemiyorum. Git ve ben seni affetmediğim sürece odandan çıkma."

Baybars öfkeden köpürerek, "Yalan söylüyor, seninle oynuyor Çetin! O Mira'ya aşık. Raşel'e değil..." deyip inanmıyormuş gibi başını salladı, "Akif ve Raşel'de arkandan iş çeviriyor." diye vurguladı.

Akif elini havaya kaldırıp sert gözleri gibi sesiyle de, "Orada dur bakalım iblis! Ben iş falan çevirmiyorum, sen bana iftira atacak kadar şerefini kayıp mı ettin?"

Çetin koltuğun başına vurup ikisininde susmasını sağladıktan sonra, "Baybars, 100 yıldan fazla yanımda ki adama mı inanayım yoksa senin gibi kanıtsız, delilsiz iş yapan bir dingile mi?" diye sordu.

Çetin'in sorusu ile Baybars'ın sinirden gözleri doldu. Bana karşı kaybettiği kaçıncı bir savaş olduğunu o benden iyi biliyordu ve bunu hazmetmesi baya bir zaman alacaktı, "Göreceksiniz." diye bastıra bastıra konuştu, " Mira da sende o evde yaşayan herkes ama herkesin kanını içeceğim."

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp göz kırptım. "Dikkat et ben sana başka bir şeyin kanını içtir miyim." 

Baybars bu burada kalmayacak dercesine zorla gülümsedi ve ayaklarını yere vura vura uzaklaştı.

Bölümü nasıl buldunuz?

Oylarınızı bekliyorum :') !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Sevgiyle kalın ♥

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top