- Bölüm 20 -

(Mira)

"O iyi çocuklar, sadece bir süre yalnız kalsa daha iyi olacak ve sanırım o artık okula gitmek istemiyor."

Uraz'ın doktor edası ile konuşması ile birlikte herkeste büyük bir sessizlik oluştu.

Ağlamaktan baygınlık geçirip kendi odasında serum yiyen Bora'ya bakarken gözlerimden içimde tutamadığım yaşlar akıyordu.

"Ben onu koruyamadım, onun tüm hayalleri yeniden yıkıldı, tam toparlandı derken yeniden darbe aldı."

Teoman kollarını bana dolayıp saçımı öptü, "Bu senin suçun değil canım. Seni ağlatanı bulup kendi ellerim ile canını yakacağım."

Gözlerim odanın en uzak köşesinde ellerini göğsünde birleştirip derin düşünceler içerisinde olan Kılıç'a gitti, "Gerek yok." dedim ellerimle yüzümü silerken, "Kılıç onu mahvetti bile."

Teoman iç çekip elini omzuma attı, "Pekala ama bu o çocuğa bir zarar da ben vermeyeceğim anlamına gelmiyor."

Odanın kapısı yavaşça açıldı ve kadife gibi yumuşak bir ses duyuldu, "Ne yapıyorsunuz hepiniz bu odada? Bırakın Bora rahatça uyusun." dedi Lina hepimizi azarlarken, "Hadi hepiniz dışarıya."

Uraz başta olmak üzere herkes odayı terk ettiğinde Lina ile ben tek kaldık. Lina, Bora'nın yatağına oturup, "O güçlü birisi Mira, bunun üstesinden gelecektir."

Titreyen dizimle birlikte sandalye çekip bende oturdum, "Ama ilk defa bu kadar kötü oldu, ilk defa yatağa düşecek kadar kötü oldu Lina. Ben onu kaybetmekten deli gibi korkuyorum."

Lina her şeye rağmen parlak bir gülümseme yolladı yaş akan gözlerime.

"Hiçbir yara ilk günkü kadar acıtmaz Mira." deyip elleriyle elimi tuttu. "O iyi olacak çünkü biz hep onun yanında olacağız."

Lina sanki annemmiş gibi bir hissiyat ile bana sarılıp, "Söz veriyorum Mira. Biz hep burada sizi koruyacağız."

Gözlerimi kapattım ve anneme sarıldığımı hayal ettim. Çünkü Lina'nın şuanda bana yansıttığı his tam olarak buydu ve ben sanki karşımda ki annemmiş gibi kuvvetlice Lina'ya daha sıkı sarıldım.

Gözlerimi açınca karşımda kinin Lina olduğunu görecektim ve bu yüzden gözlerimi açmak istemiyordum onun yerine hayalimde canlandırdığım anneme sonsuza kadar böyle sarılmak istiyordum.

(Teoman)

Telefonuma aldığım mesaj ile birlikte Kılıç'ın evinden çıktım. Kendi evime doğru yürümeye başlarken uzaktan Mira'nın dün tanıştırdığı ve beni görünce anında bayılan Asel'in yaklaştığını gördüm.

Başını önüne eğmiş elleri cebinde hızlı adımları ile yürüyor, rüzgardan dağılan saçlarını umursamadan ilerlerken ağzının içinden kendi kendisine konuşuyordu. Gülümseyerek ona bakarken başını kaldırıp benimle göz göze geldi ve beklemediğim bir şekilde yere yüz üstü düştü.

Acı iniltisi kulağıma geldiğinde koşar adımlarımla yanına gidip şaşkın bakışlarım ile eğildim, "İyi misin?" diye sorduğumda kollarından güç alarak ayaklanmaya çalıştı.

Ayağa kalktığında dizinde ki pantolon yırtılmış dizi ufakta olsa kanamaya başlamıştı. Ona yardım etmek için kolundan tutup dizine baktım, "Tamam ya çok ta bir şeyi yok." dediğimde nefes alışverişinin kesmiş olduğunu gördüm.

Doğrulup onun gözüne bakınca göz bebekleri büyüdü tuttuğu nefesiyle yüzü kızarmaya başlayınca omuzlarından tutup sarstım, "Kendine gelir misin? Neyin var?" diye sordum.

"Be... beni kan... tutuyor." dediğinde gülmeme engel olamadım.

"Tamam, çok büyük bir kan değil ufak bir kan ve bende yara bandı var."

Asel anlamamış bir şekilde hala yüzüme bakarken onun eline belime koyup kaldırım taşına oturmasına yardım ettim ve bende önünde diz çöktüm.

"Tamam sen başka yere bak, ben şimdi hallederim. Sakın bayılma."

Asel bana bakmaya devam edince gülerek cebimden peçete ve yarabandını çıkarttım. Peçete ile toz olan dizini silip küçük yaranın üstüne yarabandını yapıştırdım.

Asel hala donuk bir şekilde yüzüme bakıyordu, "Hey, iyi misin?" diye sorduğumda ses gelmedi, "Cidden tuhaf kızsın sürekli böyle kitleniyor musun? Açma ya da format atma tuşun falan var mı?"

Ses gelmeyince ayağa kalkıp elimi ona uzattım, "Sen bu halde 25 adım ötede ki eve de gidemezsin. Hadi gel."

Asel uzattığım elime bakıp, "Düştüm ya ellerim pis." dedi içine kaçan sesi ile.

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp ondan önce elini tuttum, "Tamam sorun yok, o kadar da pis değil." deyip göz kırptım.

Asel yavaşça kalkınca eline belime koydum o topallayarak yürürken ben bebek gibi yavaş yavaş adımlar atıyordum. Asel'in titreyen vücudu ve zor alıp verdiği nefes alışverişi gülmemi sağlıyordu. Beni gördüğü için ilk defa bu kadar heyecanlanan bir kızın olması tuhaftı.

Asel'e, Kılıç'ların evinin önüne kadar eşlik ettim en sonunda evin önünde durduğumuzda, "Hadi bakalım ufaklık. Dikkat et kendine." dedim.

İlerleyeceğim sırada arkamdan cırtlak bir sesle bağırdı, "Ben ufaklık değilim." Daha demin ki titreyen ve cılız çıkan sesten hiçbir eser kalmamıştı.

Ona doğru dönüp, "Heh! işte buldum. Çözülmen için sinir edilmeye ihtiyacın var." Elimle başımı gösterdim, "Aklımda."

Daha sonra evde beni bekleyen misafirimi görmek için hızlı adımlarımla evime girdim.

İçerisi de ki duman kokusuna bakılırsa içeri de birden fazla sigara içilmişti. Duman kokusunu içime çeke çeke yürüyüp salona geldiğimde en sevdiğim deri koltuğa oturup gözlerini kapatmış ve dudaklarında sigara tüttüren Baybars'ı gördüm.

"15 dakikadır seni bekliyorum." dedi sigarasını eliyle söndürüp masanın üzerine atarak.

Masada ki 15 tane sönüp sigara bakıp karşısında ki koltuğa oturdum, "Biraz daha içseydin yangın alarmı öterdi."

Baybars keyifle gülerek, "Verdiğin söz anlamını yitirmiş gibi Teoman."

Kasılan yüzümle, "Hayır, sana sözüm söz dedim. Sadece zaman kollamak zorundayım uygun ve iyi bir zaman. Karşımda ki benden, bizden hepimizden üstün birisi bunu biliyorsun yoksa bu yıla kalıp benim elime bakmazdın, değil mi?"

Baybars aldığı cevap karşısında bir süre sessizliğini korudu, "İstediğim kadar bekleyebilirim bu zamana kadar çok bekledim. Tek istediğim Kılıç'ın başını gövdesinden ayırmak. Onu ve sevdiği herkesi mahvetmek."

"Yavaş!" diye çıkıştım, "Mira ölümsüz olmadan bu dediğin imkansız. Kardeşimin kılına zarar gelmeyecek."

Baybars ayak ayak üstüne atıp, "Kardeşin inatçı bizi 30 yıl daha bekletmez umarım."

Kızgın gözlerle, "Gerekirse 50 yıl! Mira ölümsüz olmadan olmayacak bu iş!"

Baybars kavgayı uzatmak istemeyerek başını salladı, "Tamam, bekleriz sorun değil. Ama sözünden çıkarsan Teoman... arkamdan bir iş çevirirsen o zaman şu..." deyip cebinde ki küçük not defterini çıkarttı.

Bu not defteri babamın içine yaşadığı onca yılda ettiği bilgilerdi ve piç Baybars onu benden çalmış ve şimdi bana ait olan bir şeyi bana karşı kullanıyordu.

"Babanın bizim gibi özel insanları etkisiz hale getirebilecek zehri, bizzat kendi ellerimle soyumuzu yok etmek isteyen insanlara verip onların tarafına geçerim. Bizim ölmemizi istemiyorlar onlar, bizi deney araçları olarak kullanmak istiyorlar bunu biliyorsun, değil mi? Eğer o zehir onların elinde olursa her saat o zehir vücudumuza geçerse onlara karşı koymamız zorlaşır o zehir yavaşça çok yavaşça seni itaatkar hale getirir. Acıyla 'Hayır' diye bağırsan bile duyulmaz sesin. O iğneyi yememek için itaat edersin. Sana bunları elbette baban daha ayrıntılı anlatmıştır. Çünkü bunu bulan ta kendisi."

Suskunluğuma zafer kazanmış bir şekilde gülümsedi, "Güzel. Umarım bir yamuk yapmazsın. Çünkü bedeli ya canın ile olur ya canın ile unutma." dedi.

Öfke bedenimi ele geçirdiğinde burnumdan soludum, "Eğer amacın Kılıç'ın başını gövdesinden ayırmaksa silahla vur, baygınken kes kafasını neden bu kadar uğraşıyorsun?"

Başını belli belirsiz salladı, "Sen aptal falan mısın? Ben bunu kaç defa denedim. Onun gözleri çok kuvvetli mermilerden kurtulabiliyor! O canını tehlikeye atacak her şey den kurtulabiliyor, o hepimizden daha da özel. Ama geçen gece onu vurduğumda Mira için kıpırdamadı ona zarar gelmesin diye anladın mı? Kendini korumadı, Mira'yı korudu." başını belli belirsiz salladı, "O kız etrafındayken mantıklı düşünemiyor bile. 300 yıldır onun kalbini bir kıza bağlanmasını bekliyorum. Şimdi istediğim oldu ama o da ortağımın kardeşi... işler cidden çok tuhaf."

Bir hışımla "Ortak falan değiliz." diye bağırdım da halime acımış gibi başını belli belirsiz salladı.

Ayağa kalkıp kapıyı gösterdim, "Bir kaç içinde Kılıç ölecek. Şimdi defol." diye bağırdım sıktığım yumruğumla.

Baybars ağır bir şekilde oturduğu yerden doğrulup elini omzuma koydu ve iki kere vurdu, "Afferin evlat." dedi ve keyifli gülüşleri ile birlikte evimden defolup gitti.

Sigara ile dolu olan masaya tekme attığımda o güne geri dönmeyi deli gibi istiyordum ona söz vermediğim güne. Nereden bilebilirdim peşimde ki insanın kardeşim olduğunu. Nereden bilebilirdim Mira'nın, Kılıç'ı sevdiğini. Ben peşimde ki insanların benim yarı insan yarı özel güçlü olduğumu sanıp beni yok etmek isteyenler sanmıştım. Ve aptal bir söz vermiştim, tutmakla yükümlü olduğum bir söz.

Ayrıca tehlike fazlasıyla büyüktü babamın asla 'kötü bir insanın eline geçmesin yok et bu defteri.' dediği günden bu yana asla yok etmediğim defter şimdi kötülüğün kalıp bulmuş halinde ki tek insandaydı.

Kimseye bir şey anlatamazdım. Kılıç bunu bilse beni şimdi öldürür, Mira benden nefret ederdi. Herkes benden kaçardı, herkes beni hor görürdü. Onlara kısa zamanda alışmış ailelerine karışmışken şimdi bu olanları bilseler eminim ölürdüm, belki onlar öldürmezdi ama vicdan azabım beni asla yaşatmazdı.

Ne yapacağım?

Bir kaç saat sadece bunu düşünürken kurtulma yolu arıyordum. Defteri eğer alabilirsem bunların hiçbirisini yapmama gerek kalmazdı. Bu zor, çok zor. Özellikle defter ondayken daha zor.

Hayır... iyi düşün sonuncu bir zehir daha vardı. Hızlı adımlarımla içimde oluşan küçük umutla odama doğru koştum. Bu zehir Kılıç'ı ilk gün ki kullandığım zaman nasıl yerle bir ettiyse, Baybars'ı daha beter ederdi. Etkisi Kılıç'ta 15 dakika da geçtiyse bu aptal herifte sadece 1 saat sürerdi. Zaman vardı yeterince zamanım vardı.

Odayı yerle bir edip düşünmeye çalıştım daha da derinlerden düşünmeye çalıştım. Nereye koymuştum, giysi dolabımı açıp ceketimin cebine baktığımda küçük bir şişe elime çarptı.

İşte bu! Keyifle gülümseyip içi mavi zehir dolu olan şeyi elimde havaya atıp salladım, işte bunun sayesinde hem sözümü tutmayacak hem de tüm özel insanları kurtaracaktım.

Ceketimi alıp kapıyı açtığımda karşımda Asel duruyordu. Elinde ki tabak heyecandan yere düşüp parçalara ayrıldığında ufak bir çığlık atıp, kendisine söylenmeye başladı.

"Ben özür dilerim, Lina kek yaptı geçerken ver dedi verecektim de sen aniden açınca kırıldı. Gitti kek cidden özür dilerim."

Asel yere eğilip kırık parçaları toparlamaya başladı domates gibi kızaran yüzü ile.

"Tamam bırak, ben hallederim şimdi elini kesip gene nöbet falan geçirme."

Yere eğilip hızla parçaları gelişi güzel şekilde elime alıp çöp kovasına fırlattım ve yerde ki kekleri çimene koyup bahçemde ki dolaşan kedilerin yemesi için bıraktım.

"İşin var sanırım, ben de iyice geç kalmanı sağladım." dediğinde ağzımdan laf almaya çalıştığı barizdi.

Ellerimi silkeleyip ana caddeye doğru çıktım, "Evet, işim var."

Asel de arkamdan gelip, "Doğru ilgilenmen gereken bir sevgilin var." dedi iğneleyici bir sesle.

Anlamsız şekilde ona baktım, "Ne sevgilisi benim niye haberim yok?"

"Yok mu? Ama Mira..."

Yoldan geçen taksiyi elimle durdurup, "Sonra konuşalım Asel şimdi cidden gitmem lazım." dedim.

Asel duran taksiye bakıp dudaklarını büzdü elimle onun saçını dağıtıp daha fazla vakit kaybetmeden taksiye bindim.

Adrese geldiğimde elimde ki iğnenin içini mavi zehirle doldurdum. Boyunluğu mu burnuma kadar çekip şapkamı taktım. Baybars'ın kapıda ki adamlarını ellerime dokunmadan özel güçlerimi kullanarak bayıltmam 15 dakikamı almıştı, eğer yarı insan olmasaydım bunu yapmam saniyemi alırdı! Aslan gibi birinin oğlu olup bir boka yaramamak bazen cidden koyuyordu.

Kapının önüne gitmeden ahşap evin içerisine göz attım. Tüm perdeler çekiliydi, nişan konusunda iyiyim bu yüzden gizli bir yere saklanıp Baybars'ı gördüğüm anda zehri boynuna saplayacak idim.

Çalıların arasına saklanıp cebimde ki iğneyi çıkarttım sen benim son zehrimsin. Sakın yüzümü kara çıkartma.

Baybars beklediğim gibi dışarıya çıkmış yerde ki bayılan adamlarına anlamsız şekilde bakıyordu. Başını kaldırıp etrafı süzdüğünde benim olduğum yere baktı kısık gözleri ile iyice baktığında beni görmüş olduğunu düşündüm ama bakışları hemen kaydı benden uzak yerlere.

Rahatça nefes alıp cebimden iğneyi çıkarttım atış noktamı belirlemek için gözümü kıstım ama görüş açıma Asel girdi. Anında irileşen gözlerim ile bir Asel'e birde Asel'in kolunu sert bir şekilde tutan Baybars'ın başka adamına baktım.

"Ya bıraksanıza beni." diye haykırdı Asel onu çekiştiren adamlara vurmaya çalışarak. Ama yumrukları hep boşa gitti.

Elimde bir sıvı hissettiğimde bakışlarım bu sefer elime kaydı ve başka bir şok geçirerek elimden kayıp giden zehri izledim. Sinirden sıktığım iğne kırılmış ve elimde ki son zehrim yerde ki kirli çamura karışmıştı.

"Eve sokun şunu ifadesini ya seve seve ya da döve döve alacağız."

Adam Asel'i kucaklayıp içeriye soktuğunda Baybars son kez etrafı kolaçan etti ve oda içeriye girdi.

Aptal kız! Ne işin var burada! Öfkeyle elimde ki iğneyi sertçe yere fırlattım ve zehrin ıslaklığından kurulmak için elimi pantolonuma sildim. Tüm planım alt üst olmuştu her şey mahvolmuştu! Çalıların arasından çıkıp Baybars'ın kapısını çaldığımda Fransız hizmetlisi açtı kapıyı.

Kadının yüzüne bile bakmadan içeriye daldım ve tekli kanepenin üstünde titreyerek oturan Asel'i gördüm. Baybars onun karşısında oturmuş bir alıcı gibi dikkatlice her köşesini izliyordu.

"Kaşınıyorsun Baybars!" dedim Asel'in bileğini kavrayıp ayağa kaldırdım ve kendime doğru çekip gözyaşları ile dolmuş gözlerine baktım.

"İyi misin?" diye sordum onun buğulu gözlerinden bakışlarımı ne kadar kaçırmak istesem de bunu yapamayarak.

Asel cevap vermeden hızla kollarını bana dolayıp sarıldı. Baybars'ta ayaklandığında, "Bu kız kim?" diye sordu.

Asel'in titreyen vücuduna bakıp kolumu onun sırtına koydum, "Hiç, hiçbir şeyim değil. Mira'nın arkadaşı hem de çok yakın arkadaşı."

Baybars adımlarını bize yakınlaştırdığın da Asel bana daha sıkı sarıldı. "Ne işi varmış burada?"

"Ödevi için ormanlık alanda mantar aramaya geldik kayboldu bende onu arıyordum zaten."

Baybars, Asel'in yüzüne düşen saçları çekip, "Öyle desene küçük hanım." deyip bana baktı, "Çok korktu sanırım benden, ondan özür dilemek istiyorum." dediğinde sesinde ki pislik tınıyı hissedip bir adım geriledim.

"Yeterince korktu buna gerek yok, biz gidelim."

Asel'in elini tuttuğumda Baybars hayranlığını gizlemeden, "Yine gel güzel bayan." deyip Asel'in diğer boşta kalan elini tutup dudaklarına götürdü, "Bu sefer seni daha iyi ağırlayacağım."

Asel'i çekiştirerek evden çıkarttım. Evden uzaklaşırken, "Sen beni takip ediyordun, değil mi?" diye söylendim sıktığım dişlerim arasından.

Ormanlığın içinde yürürken evden iyice uzaklaşmıştık bu sefer daha yüksek sesle sordum, "Beni takip ediyordun, değil mi?"

Asel den ses gelmeyince olduğum yerde durup onun karman çorman olmuş haline baktım. Gözleri, tutuşan ellerimizin üzerindeydi. Elimi hızla ondan çektiğim zaman gözleri gözlerim ile buluştu.

"Söylesene kızım ne işin var peşimde?"

Asel kuruyan dudaklarını ıslatıp, "Ben se... senin sevgilin ile buluştuğunu sanıyordum."

Öfkeden yumruk yaptığım elimi bir yere vurmamak için zor duruyordum.

"Lan ne sevgilisi? Yok dedim ne diye peşimdesin hala ya. Ne bok yediğini biliyor musun?"

Mahcup bir adım ile  geriledi, "Senin yüzünden tüm her şey mahvoldu ya seni ne yapayım ben şimdi he. Ne diye beni takip ediyorsun sen kimsin lan kimsin? Deli ettin ya beni... " lafımı bölen Asel'in çığlığı idi. Tüm gücüyle çığlık atıp elleri ile kulağını kapattı ve yere oturdu.

Öfkemin yerini şaşkınlık aldığında kulaklarına vurarak bağıran Asel'e baktım. Yanına doğru yaklaşıp kendisine vuran ellerini tutmaya çalıştım ilkte izin vermese de ikincide sert bir şekilde tutup durmasını sağladım.

Asel kıp kırmızı gözlerini üzerimde gezdirip, "Bağırma... lütfen bağırma." dedi.

Sesli bir şekilde iç çekip, "Tamam... sakin ol." dedim.

Asel tedirgince ayağa kalkıp etrafı kolaçan etti, "Tamam bağırmak yok, tamam çok bağırdım özür dilerim ama sen neden tutturdun sevgilim olduğunu sana yok demiştim."

Neler mahvettiğini bir bilsen Asel, ah bir bilsen!

"Çünkü Mira... Mira bana sevgilisi var dedi." hayal kırıklığı ve sert bakışları ile başını belli belirsiz salladı, "Kardeşim bana çok büyük yalan söyledi."

Anlamamıştım şuan onu anlamak istemiyordum tek gücüm elimden gitmişti ve şimdi mal gibi ortada kalmıştım. Üstümde ki hırkayı çıkartıp Asel'in omuzlarına örttüm.

"Tamam baş belası, yürü gidelim."

(Mira)

"Bana neden yalan söyledin Mira? Benim aklım almıyor ya almıyor! Nasıl bana böyle bir şey yaparsın..."

Asel'in sinirden gözleri dolarken vücudu titriyor ve nefes alıp verişi dengesizleşiyor idi. Onu bana karşı ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Kahverengi saçları gibi yeşil gözleri ve bembeyaz teni ile tüm bu haline rağmen çok güzel ve kusursuz gözüküyordu.

"Senin üzülmeni istemedim Asel, gerçekten bunu istemedim." deyip ona doğru bir adım attım ve soğuk elini tuttum, "Teoman çok dengesiz, sürekli kızlar ile takılıyor. Her akşam bara gidiyor... korktum Asel sadece gene Umut'ta olduğu gibi hayal kırıklığı yaşamandan korktum."

Asel her kelimemi reddedercesine başını salladı, "Hayır! Teoman asla... asla Umut gibi değil! Sen açıkça itiraf etsene abine beni layık görmediğini!"

Aralanmış ağzımla şok geçirirken Asel'in gözlerinden yaşlar akıyor, çenesinden aşağıya akıp içinde kayboluyordu.

"Hayır, asıl Teoman senin sevgini hak etmiyor."

"Daha fazla konuşmak istemiyorum!" Asel arkasını dönüp okul bahçesinden çıktığında arkasından öylece baka kaldım. Teoman onun kalbinde nasıl bir yere sahip olmuştu ki bana bu denli sinirliydi Asel. Telefonumu çıkartıp Teoman'a mesaj attım ve onunla okul çıkışında genelde gittiğimiz cafeye çağırdım.

****

Teoman mekandan içeriye girerken etrafta ki kızlarda ona bakıyordu, eh tabii Teoman her kıza ayrı bir gülüş atıp göz kırptığı için kızların böyle bakması gayet normaldi.

Teoman en sonunda sahne şovunu kesip karşımda yerini aldı ve bir abi edasıyla bakışlarını üzerimde gezdirip, "Söyle bakalım benim güzel kardeşim? Neyin var."

"Asel!"

Abim hızla omzunun arkasından kapıya baktığında kısık gözlerim ile onu incelemeye başladım, bunların arasında ne yaşanmıştı? 

Abim rengi atmış bir şekilde boğazını temizlediğinde sert sesimle konuşmaya devam ettim.

"Asel'i üzmeyeceksin."

Teoman anlamamış gibi öne doğru eğildi, "Ne? Ne alaka?" diye sordu.

"Asel'in sana olan hislerini biliyorsun, değil mi? Bunu özel gücünle hissetmene gerek yok normalde de fark ediliyor."

Abim kurnazca gülümseyerek geriye yaslandı egosu tatmin olurken gözlerimi devirip, "Havaya girme Teo! Konu ciddi. Ben Asel'e senin sevgilin olduğunu söyledim ama sen gidip yok demişsin!"

Teoman dudağının kenarını kaşıyıp, "Ortaya benim ile ilgili yalan atıyorsun haberim yok bari bana söyle ki ona göre davranayım. Saf mısın? Salak mısın?"

Elimde Teoman'a vurmaya çalışsam da başaramadım ve elim boşluğa gitti. Teoman gülerek elimi tuttu ve kendi yanağına götürüp yavaşça tokatladı.

"Sen yorulma, ben kendimi döverim güzel kardeşim." dediğinde istemeden bende güldüm.

Garson lafımızı bölüp siparişleri aldığında ikimizde her zaman ki içeceğimiz olan Türk kahvesini söyledik. Garson bize gülümseme yolladıktan sonra arkasını döndü ve gözden kaybolduğunda yüzüme de aynı hızda bir ciddiyet yeniden büründü.

"Asel, sana aşık. Ya sen ona aşık mısın?" diye sordum Teoman'ın yüzünü dikkatlice incelerken. Belki inkar edebilirdi ama bakışları ve davranışlarından bir şeyler çıkartmak umuduyla onu dikkatlice göz hapsine aldım.

"Hayır." dedi kaşlarını çatıp, "O baş belasına nasıl aşık olayım? Kızın attığı her adım zarar ve o..." deyip elini çenesine koyup Asel'i düşünmeye başladı, "O fazla saf. Hayatımda gördüğüm en tuhaf kız! Arada bir de kitleniyor." deyip gülümseyerek ensesini kaşıdı, "Ama onu kilitten çıkartmak için sinir etmek yetiyor. Hem boyu da kısa omzuma geliyor başı. Ama boyundan büyük sesi var buna çok fazla eminim." deyip yeni bir kahkaha attı, "Hangi insanı kan tutar? O kızı ufacık bir kan bile tutuyor."

Teoman en sonunda gözlerime bakıp, "Hayır." dedi, "Aşık olmadım." Daha sonra gülen yüzü aniden kaybolup yerini derin düşüncelere bıraktı.

"Teoman, aşık olmadığına emin misin?"

Bir süre susup hızla eski yüzüne geri döndü, "Evet, gayet eminim."

(Kılıç)

"Sen ne zaman okula döneceksin?" dedim Bora'yı 6. defa pes te yenmeme rağmen sürekli bir el daha oynamak için ısrar ediyordu. Ama her seferinde hüsran oluyor ve yenilen taraf o oluyordu.

"Bilmem belki hiç gitmem. Senin uzaklaştırmanın bitmesine kaç gün kaldı?"

Son golü atıp pes kolunu masaya bıraktım, "4 gün kaldı ve ben sıkıldım. Teoman ile Mira hala gelmedi tam 14 saattir göremiyorum yüzünü!"

Bora aval aval ekrana bakarken kapı çaldı. Hızlı adımlarım ile kapıyı açtığımda Mira ve Teoman'ı gördüm. Hemen Mira'nın arkasında durmuş ve sert yüzü ile yüzüme bakıyordu. Onun muşmula suratını es geçip Mira'nın yorgun ve biraz asık yüzüne baktım.

"Okulda birisi canımı sıktı?" diye sordum onun saçlarına öpücük kondururken.

Teoman omzuma çarparak içeriye girdiğinde onu umursamadan Mira'nın kehribar gözlerine bakmaya devam ettim.

"Çok kötü bir gündü Kılıç."

Başımı iki yana salladım, "Ama ben tehlikeye dair hiçbir şey hissetmedim Mira."

"Asel, benden nefret ediyor. Kılıç, ben onu kaybedemem o benim tek kız kardeşim." deyip kollarını belime doladı ve bana sıkıca sarıldı.

"Hadi, odaya gidelim ve bana her şeyi eksizsiz anlat sevgilim."

****

"Asel aşık olacak başka birini bulamamış mı? Yani Teoman hayvandan beter."

Kılıç'ın bacağına tekme atıp, "Arkasından konuşma."

"Arkasından gene iyi konuşuyorum. Yüzüne söylediklerimi bir duysan..." dediğinde tek kaşımı kaldırıp belli belirsiz salladığım başım ile ona baktım.

Daha sonra Kılıç'ın odasında ki perdeyi kapatmak için ayaklandım, biran önce yatıp uyumak ve bu günü sonlandırmak istiyordum. Perdeyi çekerken gözlerim aşağıda tek başına oturan Lara'ya takıldı. Arkası eve doğru dönüktü. Perdeyi çekip Kılıç'a doğru döndüm.

"Ben aşağıdayım." dediğimde Kılıç ne yapacağımı anlamış bir şekilde sadece susup başıyla beni onayladı.

Merdivenleri inip içeride maç yapan Uraz ve Teoman onları can kulağı ile izleyen Bora'ya kısa bakış attım gayet derin bir maç içindeydiler. Onlara bir laf etmeden mutfağın yolunu tuttum. Lina mutfakta olmadığına göre kesin odasında kitap okuyordu, zamanlama gayet iyiydi. Hazırda olan sıcak suyu kaynattım ve dolaptan sıcak çikolataları aldım. Lara'nın en çok kullandığı siyah ve üstünde 'black hope' yazan bardağını elime aldım.

Sıcak çikolataları bardaklara boşaltıp bahçe mutfaktan bahçe kapısını açtım ve Lara'nın oturduğu yere doğru yaklaştım.

Lara attığım adımlarımı fark edip omzunun arkasından bana dik dik baktı. Yanına oturmadan önce bardağını ona doğru uzattım. Bir bardağa bir bana bakıp devirdiği gözleri ile bardağı elimden aldı.

"Oturmama müsaade var mı?" diye sordum yanında ki boşluğu işaret ederek.

Sessizce başını sallayıp eliyle bardağın etrafında daireler çizdi. İkimizde gergindik ama Lara da gerginlikten çok merak vardı neden yanında olduğumun merakı.

Konuya nasıl başlamam lazımdı bilmiyorum onun ile nasıl sinir etmeden kalbini kırmadan söze başlamalıyım bilmiyordum. Her gün canını yakan tek insan olarak onu nasıl avutmalıydım bilmiyorum...

"Eğer bir gün ölebilecek olsam bu kadar canım yanmazdı biliyor musun? Ölünce geçerdi, unuturdum, belki de ölüme kendim giderdim. Ama asla ölmeyeceğim, ölmeden geçmeyecek bir yara sanki bu. Eğer fani bir insan olsaydım bu gece, şimdi ölmek isterdim."

Lara başını yukarıya kaldırıp tek tük gözüken yıldızları izlemeye başladı, "Herkesin gözü önünde can çekiyordum ve bunu senden başka kimse görmüyordu en çokta buna sinirleniyorum ya zaten..." deyip yüzüme baktı, "Fazla iyi olmana, beni anlayan tek insan olmana... Senden en çok neden nefret ediyorum biliyor musun? Kılıç'ın yıllardır becerip yıkamadığım kendisine ördüğü duvarları bir gülümsemen ile yıkmana."

Kısılan gözleri ile, "Onu güldüre biliyorsun, onu ağlata biliyorsun, onu korkuta biliyorsun, sen ona duyguları hissettire biliyorsun ne kadar inkar etsem de sana her zaman imrendim. Söylesene eğer bir insan olsaydım Kılıç'ı unutmam, aşkını umursamamam bu kadar kolay olur muydu?"

Başımı iki yana salladım, "Olmazdı, zaten kolay olursa bunun adı aşk olmazdı ki Lara."

"Senden nefret ediyorum."

"Bunu biliyorum."

Sıcak çikolatadan bir yudum alıp, "O zaman ne diye hala yanımdasın? Sana zarar verdim, sana kötü sözler kullandım, senin canını yaktım ve sen kalkmış sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi yanıma oturuyorsun. Neden?"

Bakışlarımı bir süre ondan kaçırıp yerde gezdirdim sözcükleri beynimde toparlayıp yeniden onun gözlerine bakıp derin bir nefes alıp ciğerlerime yolladım.

"Çünkü..."dedim yumuşak bir sesle, "Bunları kalpten yapmadığına inandım, hala da ona inanıyorum. Kimse canı yanmadan birisine kötülük yapmaz Lara. Ben senin canını her gün yeniden yakıyorum, her gün yeniden seni üzüyorum ve ben senin gibi kırıcı sözler kullanmadan yapıyorum bunu. Yüzümü görmek istemediğin halde evini benimle paylaşıyorsun." Gülümseyerek başımı iki yana salladım, "Beni öldürmemenin sebebi de Kılıç bunu da çok iyi biliyorum."

Lara'nın dudaklarını yukarıya kıvrıldığında bende aynı şekilde gülümsedim, "Eğer beni günah keçisi yapmak canının acısını alıyorsa bana her şeyi yapabilirsin Lara. Sana her zaman bir arkadaş olarak değer vereceğim."

Lara dudaklarını ıslatıp, "Merak etme bundan sonra sana zarar vermeyeceğim ve Kılıç için bir şey yapmaya çalışmayacağım. Bundan sonra kendim için bir şeyler yapmaya başlayacağım. Yeniden yaşamak istiyorum, yeniden." deyip bana baktı, "Ama bu sana olan nefretimi asla geçirmeyecek."

Gülerek, "En azından bana karşı bir duygu besliyorsun. Buda bir gelişme."

Lara dudaklarını büküp gülümseyerek başını belli belirsiz salladı. Geriye yaslanıp yıldızlara baktım.

"Annen için üzgünüm..."

Bakışlarımı gök yüzünden ayırmadan, "Özür dilemeye mi çalışıyorsun?" diye sordum.

Lara homurdanarak, "Yani anla işte."

"Peki. Anladım."

Lara'da benim gibi gök yüzüne baktığında yüzümü astım, "Keşke sokak lambaları ve evlerin tüm ışıkları kapansa o zaman yıldızlar daha parlak olurdu."

Lara bana yan gözle bakıp gökyüzüne başını çevirdiğinde dediğim olmuş sokakta ki tüm ışıklar kapanmış ve yıldızlar gecenin tüm güzelliği ile karşımıza çıkmıştı.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım anın tadını yaşarken. Lara hiçbir şey söylemedi ama şuan onun da gülümsediğini hissedebiliyordum.

Birlikte saatlerce gökyüzünde parlayan gecenin en büyük güzelliği olan yıldızları izledik, o gün anladım ki Lara ile bir tek ortak noktamız vardı; gecemizi aydınlatan, ulaşılması ne kadar zor olursa olsun elimizi tutunca yakalayacakmış gibi olan yıldızlardı.

Düşünüyorum da acaba yıldızlar, herkes günün birinde kendi yıldızını bulabilsin diye mi parlıyorlar?... -Küçük Prens

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin sevgili okurlar ♥

+75 oy ve +180 yorum ile birlikte yb gelecek

Sevgiyle kalın ♥

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top