- Bölüm 2 -
Bölüm müziği- Ed Sheeran: Photograph
(Mira)
Okula doğru yürürken Bora'ya dün olanları anlatıyordum. Ayrıca ona endişelenmemesini ve normal davranmasını da söyledim. Tıpkı eski günlerinde ki gibi enerjik ve hayat dolu davranması onu daha iyi yapacağına inanıyordum.
Bora tüm dikkatiyle beni dinliyordu. Gerginliğini kenara koymuş ve okul müdüründen yiyeceği azarları kendine hazırlamıştı bile. Büyük bir ceza yiyecekti ve bunu hak ettiği için sesini çıkartmıyordu.
Sınıfa girdiğimizde Asel sırasına oturmuş kitap okuyordu. Okuduğu kitaba göz attım, Canan Tan'ın yazdığı Piraye adlı romandı. Çok sevdiğim kitaplar arasındaydı.
Gülümseyerek yanına yaklaşıp çantamı sıraya koydum ve pozitif enerji takınarak gülümsedim. Asel de ondan beklenildiği gibi, 32 diş gülerek güç vermek istercesine Bora'ya sıkıca sarıldı.
"Dün neler oldu biliyor musun?" Dedi Asel heyecanla Bora'ya bakarak.
Hem Bora'nın hala biraz durgun olan enerjini yerine getirmek hem de daha iyi dedikodu yapacağı biri olduğu için büyük bir hevesle anlatacaklarını toparlamaya çalıştı.
Bora da sanki ilk kez duymuş gibi, "Ay ne oldu? Bu geveledi bir şeylerde anlamadım. Sen anlat daha heyecanlı oluyor."
Gözlerimi devirip onlara gülerek baktım. İkisinin bu patavatsız ve deli hallerini seviyordum. Aramızdan su sızmaz, küslük olmazdı. Belki bir ailem yoktu ama güzeller güzeli iki tane can kardeşim vardı ve bu bana yetiyordu.
Asel, ders saati yaklaşıncaya kadar her şeyi tek tek anlattı, cidden tek nefeste bunu başarması beni şaşırtmıştı. Bir ara onu ayakta alkışlamak istesem de, bundan vazgeçtim.
Sınıf yavaşça dolmaya başladığında Bora'nın başına da kızlar dolup onu soru yağmuruna tutuyordu, sanırım her kızın hayali Bora gibi bir erkek arkadaştı. Hem dedikoducu, hem komik hem de kızların halinden anlayan. Sorulan sorular Bora'nın hoşuna gidecek sorular olmalıydı çünkü sürekli gülüyor ve keyifle bir şeyler anlatıyordu.
Ta ki Ufuk sınıfa girene kadar.
"Ovvvv kimler gelmiş kimler." Gevşek ağzıyla konuştukça onun ağzını kırmamak için zor duruyordum. Zaten onun bu hareketini beklediğim için şaşırmadım ve sabrımın sınırına gelene kadar bekledim.
Bora umursamaz bir tavır takındığında Ufuk sıraya tekme attı. "Şşt güzelim sana diyorum."
Bora'nın etrafında ki kızlar kendi yerlerine geçtiğinde, Bora önüne döndü ve biraz korkak tavırla Ufuk'a baktı. Onun gözlerinde ki korku ve güvensizliği okuduğumda canımın yandığını hissettim. Bora bu haldeyken daha fazla sessiz kalamazdım.
"Kes şu aptallığı Ufuk." diye çıkıştım.
"Senden insanları anlamanı beklemiyorum ama onlara saygı duymak zorundasın. Kimse mükemmel olmak zorunda değil. İstediği gibi yaşamak onun elinde! Buna asla karışamazsın!"
"Sen var ya avukatlık oku Mira. Tüm sınıfın hakkını sen sen savunuyorsun. " sesinde ki sinir elle tutulan cinstendi, ona karışmam dan son derece rahatsız oluyordu.
"Beynini kullanıp insanlara düzgün davranmayı öğrenene kadar gerekirse avukat olacağım ve buradaki tek bir kişinin bile hakkını sana yedirmeyeceğim."
Ufuk bana kulak asmadı ve Bora'nın yakasını sertçe kavradı, "Seni gay herif. Sakın bana aşık olma. Ah! babanın yerinde olmak istemezdim. Düşünsene babana aşık oluyorsun. Zavallı adam." Deyip kahkaha atmaya başladığında daha fazla dayanamayıp Ufuk un yakasından tutup geriye ittim.
Bilmiyordu ki Bora'nın anne ve babası o doğduktan 2 ay sonra trafik kazasında öldüklerini. Bilmiyordu ki Bora'nın anne şefkati görmeden büyüdüğünü. Bilmediği halde konuşuyordu ve o konuştukça Bora'nın yarasını deşiliyordu. Onun zayıf noktasını vurup kırıyor paramparça ediyordu.
Ufuk neredeyse dengesini kaybedip düşecekti ama son anda dengesini sağladı ve hızla doğruldu.
''Sana insan demek bile içimden gelmiyor! Sen dünyada gördüğüm en iğrenç şeysin! Sen zavallı bir şeysin Ufuk. Kimsenin kusurunu yüzüne vurmana gerek yok çünkü herkes kusurlarını biliyor ve kimse senin gibi onları gizlemekten çekinmiyor. Adamlık kavramından çok uzaklaşmışsın ve sen o kadar zavallı bir insansın ki bir kızdan bu lafları duyuyorsun. Sana bakınca ne görüyorum biliyor musun? Sadece işe yaramaz bir biblo. Varlığının da yokluğunun da kimse için önemi yok!"
Ufuk duyduklarıyla kırmızıya dönen yüzüyle bana baktı, gözleri sinirden büyümüştü, iki adımla karşımda durup elini bana vurmak için kaldırdığında eli havada asılı kalmış gibi durdu.
"Canına mı susadın?"
Herkes daha da sessizleşmiş, ortam iyice gerginleşmişti. Sınıftakiler bir yeni gelen çocuğa bir de Ufuk'a bakıyordu. Şuan ki görüntüye bakılırsa bu çocuk beni koruyordu, ama hangi hakla?
Ufuk elini ondan çekip, "Sana ne oluyor." Diye gürledi. Ama bu gürleyişi çocuğun bakışları karşısında sönmüştü bile.
Çocuğun sert gözleri Ufuk'un gözlerinde gezdiğinde Asel'e doğru baktım. Kaş göz işaretiyle beni yanına çağırdı, yavaş adımlarımla aradan sıvışıp Asel'e doğru yürüyüp yanında durdum ve Ufuk'a dediğim lafların hafifliğiyle olacakları bir seyirci edasıyla izlemeye başladım.
"Gereksiz gürültülerden ve sürekli çıkan kavgalardan hoşlanmam. Bu yüzden kontrolünü sağla."
Çocuk, Ufuk'un elini sertçe itip en arkada ki yerine oturduğunda herkes kendi arasında merakla fıdıldamaya başladı. Ufuk'un yeni ezeli düşmanı çok açık ve netti, kim bilir bizi daha neler bekliyor diye düşünüp bende herkes gibi yerime oturdum.
Öğle arasında yemek haneden yemeklerimizi alıp boş masaya oturduk. Yemek; bulgur pilavı, mercimek çorbası ve çoban salatasıydı. Evet yemek isimleri güzeldi ama ya tatları? Onlar için aynı şeyi söyleyemeyecektim çünkü tabağımdan çıkan ikinci taşı yere atmıştım.
"Neden dışarıda yemedik?" Dedi Asel önünde ki yemekle oynarken, iştahı ne kadar açık olsa da okulda yediğimiz zamanlar o iştah kapanıyor, açılmıyordu.
Bora, Asel'in asık yüzünü süzüp suyundan bir yudum aldı. Bilir kişi şekli takınıp başını salladı.
"Buna alışsan iyi olur Asel. Çünkü sürekli dışarıda yiyecek paramız yok."
"Evet. Haklısın."
Ben önümdekileri yemekle meşgulken Bora, "Bakın şu Mira'yı koruyan çocuk." Diye bağırdı.
İstemeden gözlerim çocuğa doğru kaydı elinde tepsisiyle oturacak bir yer arıyordu. Onun siyah gözleri ile karşılaştım, kendinden emin duruşu, korkusuz tavrı ve dik duruşuyla sebepsiz yere bir kıpırtı oluştu içimde.
Önüme döndüm daha sonra ise sinirlenince yaptığım şeyi yaptım. Tek kaşımı kaldırıp Bora'ya baktım. "Çocuk kendisi rahatsız oluyormuş öyle söyledi. Değil mi? Yani beni koruduğu falan yok." diye itirazda bulundum hemen.
İmalı sesim Bora'nın öksürmesine sebep olduğunda Asel elini havaya kaldırıp çocuğa doğru salladı. "Hey. Bizim yanımız boş, buraya gelebilirsin."
Masanın altından Asel'in bacağını sıktım. Asel inleyerek bana baktığında tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Bu kız cidden arsızdı.
"Hayatınızı kurtardı, sadece teşekkür et." Dedi dudaklarını hareket ettirmeden konuşarak.
Çocuk, boş olan yere, karşıma oturduğunda bacağı bacağıma değdi. Hızla bacaklarımı geriye atıp suyumdan bir yudum aldım ve elimle bacağımı temizledim. Aramızda ki anlamsız bakışlar ellerimin içinin terlemesini sağlarken hiç bir şey yapmadan beklemeye başladım.
"Biz teşekkür ederiz. Yani geçen çatıda hayatımızı sen kurtardın." Dedi Bora o günü hatırlayıp yüzünü biraz asarak.
"Önemli değil. "
Kısa ve öz cevabından sonra Asel, Bora ve ben bakışmaya başladık. Belli ki konuşmaya niyeti yoktu ama söz konusu Asel ise bir şeyler öğrenmeden bu çocuğu bu masadan kaldırmazdı.
Asel boğazını temizleyip, "Adın ne? Neden bu okula geldin? Neden sürekli susuyorsun, yoksa yabancı falan mısın?"
Elimle Asel'i dürttüm, "Sus istersen de cevap versin. " diye uyarıda bulundum. Sanki dedikleri azmış gibi omuz silkti. Asel'e daha fazla sert gözlerle bakıyordum. Evet bunları soracağını biliyordum ama taramalı tüfek gibi arka arkaya soracağını tahmin etmemiştim.
"Kılıç."
Hiç birimiz anlamadığımızda bizim yerimize Bora konuştu, "Ne?" Diye sordu.
"Adım. Kılıç."
Uzun bir sessizlik oluştuktan sonra devam etti konuşmaya, "Bu okula istediğim için geldim. Yabancı da değilim. Sürekli susmuyorum, sadece gereksiz yere konuşmuyorum. "
Asel büyüyen göz bebeği ile Kılıç'a bakarken ben bulgur pilavını zorla yemeye çalışıyordum. Çünkü Kılıç'ın siyah gözlerini üzerimde hissedebiliyordum ve bir kez daha o siyah gözlerin içimde kıpırtı oluşturmasını istemiyordum.
****
"Tuhaf çocuk olduğu kesin. "
Bora, Asel ve ben eve doğru yürürken tek konumuz olan Kılıç'ı konuşuyorduk. Kahramanlığı, koruyucu tavrı, Ufuk'un yeni düşmanı bla bla bla.
"Bence artık şu konuyu kapatmalıyız. Çünkü baydı."
Bora koluma girerek, "Sende de tuhaf hareketler var da hadi bakalım."
Yüzümde beliren kızgınlıkla yutkundum, bu imalı sesin altında ne olduğunu merak eden bir sesle "Bir dakika ne var bende?" Diye sordum.
Asel lafa atladı, "Teşekkür bile etmedin."
Bora başıyla Asel'i onayladığında gözlerimi devirip Bora'nın kolundan çıktım ve ikisine doğru dönüp boş gözler ile baktım. İkisi de tuhaf olmamı hala savunuyorlarmış gibi yan yana duruyorlardı.
"Cidden tek sorun bu mu?"
İkisi birbirine bakıp başılarını olumlu anlamda salladılar. Onlara eğer istediklerini verirsem beni rahat bırakacaklarını biliyordum. Ve bende onların istediklerini verecektim.
(Kılıç)
Yaslandığım duvardan doğrulup hızlı ve sinirli bir şekilde Mira'nın bana yaklaşmasını izledim. Yoksa onları takip ettiğimi mi görmüştü? Elimle saçımı gelişigüzel düzeltip boğazımı temizledim.
Karşımda durup, "Teşekkür ederim." Dediğinde az ileride duran Asel ve Bora'ya baktım. İkisi de gülüp aralarında mırıldanıyorlardı.
"Gerçekten önemli değil. " dedim Mira'nın kehribar gözlerine bakarken. Ne kadar da güzeldi. Biraz daha bana böyle bakarsa ona nasıl karşı koyacağımı bilmiyordum.
Mira, başını olumlu anlamda salladı ve bana ufak bir tebessümle bakıp, arkadaşlarına doğru yürüdü. Arkadaşları gülmekten kızarmış bir şekilde Mira'nın koluna girip yürümeye devam ediyorlardı.
"Bu neydi şimdi?"
Sesin geldiği yere baktığımda Lara'yı gördüm. Sinirli olduğunu hissedebiliyordum, buraya neden geldiğini de biliyordum.
"Demek kalbinin sahibi olan kız bu."
Mira gözden kaybolduğunda Lara'nın kolundan tuttum.
"Eve git. Dışarısı tehlikeli senin için."
"Senin içinde öyle." Deyip iç çekti. "Eee ne zaman bizimle birlikte yaşayacak?" diye sordu.
Onun umurunda olmayan soru sinirlerimi zıplatsa da sakinliğimi korumak adına bir kaç dakika sustum.
"Bunu neden kendine yapıyorsun?"
Lara, bana belli etmekten çekinmediği bir aşk yaşıyordu benimle, kendi içinde. Onu ne kadar uyarsam da, ne kadar aramızda ki bağın kardeşlikten öte gitmeyeceğini anlatmaya çalışsam da bu laflarımı her zaman kulak ardı etmişti.
"Senin yaşamanı istediğim için." dedi zorla gülümseyerek. "Unutma eğer bir insana aşık olursan ve bu aşık olduğun kişiden 1 yıldan fazla uzak durmaya başlarsan ölürsün. Ölmeni istemiyorum."
Bildiğim şeyleri bana anlatmasıyla başımı belli belirsiz salladım.
"Mira henüz bana aşık değil. Yani şimdilik bizimle yaşayamayacak Lara. Senin adına cidden üzgünüm!" Alaya yatan sesim, keyfini yerine getirdi.
Güldü. "Bunun ne önemi var? Ona süper güçlerinin olduğunu söyle emin ol iki haftaya aşık olur."
Sert gözlerle Lara'ya baktım, "Mira sandığın gibi bir kız değil."
Bu sözlerimin ve Mira'nın onun umurunda olmadığını gayet belli ediyordu
Lara gözlerini devirdi, "En korktuğum şey bir insana aşık olmandı Kılıç. Ve sen aşık oldun. Aptal Lina gibi."
"Eve git." Dedim sıktığım dişlerim arasından.
(Mira)
Siyah pantolon ve siyah tişörtün altına gene siyah ayakkabılarımı giyindim. Tek aynam olan kenarları pas tutmuş boy aynasından kendime bakındım. Yüzüm fazla sadeydi bu yüzden, biraz yüzümü belirginleştirmek adına parlatıcı rujumu sürdüm. Başıma siyah şapkamı taktığımda hazırdım. Her şeyin siyah olmasını seviyordum çünkü dikkat çekmeye hiç gerek yoktu özellikle gece dışarıya çıkıyorsam.
Saat 1'e geliyordu ve benim işe yetişmem gerekiyordu. Geceleri barda çok iş olunca beni çağırıyorlardı ve günlük paramı veriyorlardı. Böylece kendime ait birçok ihtiyacımı alabiliyordum. Bu yüzden iş olunca kaçırmadan gidiyor ve kendi harçlığımı çıkartıyordum.
Sessizce evden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Sokak lambası bile yanmayan yerde yürümek ürkütücü olsa da yürüyordum. Sokak gibi ıssız durağa gelip minibüse bindim ve 15 dakika sonra çalışacağım barın önünde indim.
Henüz reşit olmamama rağmen beni çalıştırdıkları için barın başına bela açabilirdim ama bu güne kadar hiç bela açmamıştım çünkü hep polislerden kaçmış ve kurtulmuştum yani bu tip olaylara alışkandım. Hatta bazen bu kovalamalar hoşuma bile gidiyordu.
Bardan içeriye girip dans eden insanlar arasından zorla geçip, giyinme odasına girdim ve belime siyah garson önlüğünü bağladım. Şapkamı ve çantamı kirden rengi solmuş demir dolabın içine koydum.
Alelacele soyunma odasından çıktığım için barın sahibi olan Cenk ile çarpıştım. Beni görünce belimden kavrayıp yanağıma bir öpücük kondurdu. Kadınları yaşam merkezi yapan bir adamdan aldığım öpücükle zorla gülümsedim.
"Harikasın bebeğim. Çok ihtiyacımız vardı sana, hadi işe."
Başımı sallayıp bar bölümüne giderken elimle yanağımı sildim. Bu mide bulandırıcı.
Kim ne isterse onlara servis yapmaya başladım. Müzik son sesti ve herkes delirmiş gibi dans ediyordu.Müziğin ritmine kapılmışlardı ve ne yaptıklarından haberleri yokmuş gibi herkes başka kafadaydı, cidden hepsi komik aynı zamanda ise salaktı.
"Şşt yavru bana votka yanımdaki fıstığada tekila."
"Hemen."
Bar bölümüne gidip istediklerini aldım ve onların masasına koydum. İkisi de beni görmeyecek kadar birbirlerinin içine girmiş kadar öpüşüyorlardı. Tiksindiğimi belli eden yüz ifadesiyle onlara bakmayı kesip içime devam ettim.
Beni çağıran başka kişilerin istediklerini verecektim ki belimden birisi beni kavrayıp dans eden insanların arasına karıştırdı.
"Hadi bana eşlik et."
Adamın ellerini belimden çekmeye çalışıp, "Ben çalışanım beni rahat bırak." Diye bağırdım beni duyması için.
Adam umursamadan ellerini vücudumda gezdirmeye başlayınca öfkeyle adamın bacağına tekme attım. Acısından bağırınca ağzından yayılan içki kokusu midemi bulandırdı, acıyan dizine rağmen beni bırakmadı. Sanki altın tutuyormuş gibi sıkıca tutuyordu beni.
Elimde ki tepsiyle tam adamın kafasına vuracaktım ki birisi benden önce davranıp adamı yere sermiş, bu işi bana bırakmamıştı. Herkes çığlık atıp dursa da müzik durmamıştı, kafaları güzel olanlar gülüp oynarken yerde yatan adamda gülerek bir şeyler sayıklıyordu.
Daha sonra adamı yere seren kişi, elimi kavrayıp beni çıkış kapısına doğru sürüklemeye başladı, gözlerim beni kurtarması için Cenk'i arıyordu. Ama yoktu pislik herif hangi kızı altına almıştı gene!
Barın arka kapısının önüne çıktığımızda o kadar saatlik gürültüden sonra sessizlik kulaklarıma biraz olsun huzur getirdi. Ama huzuru sonraya erteledim ve eli hala elimde olan kişiden kurtulmak için sertçe elimi ondan çektim. Arkası dönüktü ve siyah şapkası başında takılıydı.
"Kimsin ya sen? Bana yüzünü göster!" Diye bağırdığımda beni duvara yasladı ve tam dibimde durdu. Sırtım sertçe duvara çarptığı için yüzümde kısa bir acı oluştu, ama buna rağmen sert bakışlarımdan taviz vermedim.
Burnuna kadar çektiği boyunluğu olmasına rağmen gözleri fazlasıyla tanıdıktı. Bana bundan bir yıl önceki kaza geçireceğim günü hatırlatıyordu. Tıpkı beni arabanın önünden nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kurtaran adamın gözleri gibiydi. Kömür karası.
"Sen..." diyebildim fısıltıdan farksız çıkan sesimle.
Boyunluğunu aşağıya indirdiğinde gözlerim daha fazla irileşti. Nefesi yüzüme değiyordu ve bana bu kadar yakın olması sebepsiz yere karnıma krampların girmesine neden oluyordu.
Kılıç sert sesiyle, "Birazdan polisler gelecek acele etmeliyiz." Dedi.
"Eşyalarım." dedim mırıldanarak. Yaşadığım şoku atamadığım için polisin geleceğini nereden bildiğini soramadım bile. Tek düşünebildiğim o gözleriydi.
Kılıç bir bana bir içeriye baktı ve benden uzaklaşıp, "Beni burada bekle. Sakın bir yere gitme." Diye tembihledi.
Daha sonra hiç düşünmeden içeriye girdiği anda polislerin siren sesi kulaklarıma kadar geldi. Kılıç 2 dakika sonra elinde çantam ve şapkamla gelip elimi yeniden tuttu, bu sefer karşı çıkmayıp bende onun elini sıkıca tuttum. İlkte hızlı adımlarla yürüsek de bize seslenen polis sesiyle koşmaya başladık. Karanlıkta nereye gittiğimizi bilmeden koşuyorduk.
Arkamızdan bir tane polisin koşup bize yaklaştığını gördüğümde bende adımlarımı hızlandırdım. Kılıç ikimizi ara sokaklardan birisine soktu ve büyük bir çöp konteyneri nın arkasına girmemi işaret etti. Dar alana iğrenerek girdiğimde kendisi de yanımda oturdu.
"Of çok pis kokuyor." Diye konuşmamla Kılıç'ın ağzımı kapatması bir oldu. Sert elleri dudaklarımın üstündeyken sabit kaldım.
Yan gözle Kılıç'a baktığım da turuncuya çalan gözleriyle kaşlarımı çattım. Yanlış mı görüyordum yoksa gözleri cidden turuncu mu olmaya başlıyordu? Buna rağmen son derece ciddi gözüküyordu. Polislerin ayak sesleri geldi. Daha sonra polisin siyah ve kirli spor ayakkabısını gördüm. Korkuyla irkildim ve Kılıç'ın kolunu sıkıca tuttum.
Gözlerimi de olacakları görmemek adına büyük bir endişe ile kapattım ve sabırla beklemeye başladım. Bir kaç dakika sonra Kılıç elini ağzımdan çekip ayağa kalktı.
"Gittiler."
Gözlerimi açıp bende ayağa kalktım ve derin bir nefes verdim. Gözleri şimdi iyice turuncu olmuştu, bu neydi şimdi? Ben gözlerimi kapattığımda lens falan mı takmıştı? Yada işsiz gibi sürekli siyah lens mi takıyordu? Sorulara bulamadığım cevapla seslice iç çektim.
"İyi misin?" Diyen Kılıç' tan bakışlarımı kaçırdım ve kaşlarımı çatarak çöpün arkasından çıkıp üstüm kirliymiş gibi silkelemeye başladım.
"Senin o barda ne işin vardı? Beni mi takip ediyorsun sen?" diye soru yönelettim öfkemi gizlemeye gerek duymadan.
"Sadece başın belada olduğu zaman hissediyorum."
Verdiği cevapla başımı kaldırıp ona baktım. "Ne?" diye sordum anlamsız bulduğum cevaba karşı.
"Evine bırakayım seni." diye geçiştirmeye çalışarak elini bana uzattığında bir adım geri attım. Ne sanıyordu? Elini tutup onun dediğini yapacağımı mı?
"Ne saçmalıyorsun ya sen?" Diye bağırdımda kendi sesimden, kendim bile biraz irkilmiştim.
"O zaman yemek yiyelim."
Yemek kelimesini duyunca aç olan midem aniden guruldamaya başladı. En son okulda yediğimle kaldığım için kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"İstemez. Beni rahat bırak."
Kılıç ısrarla kolumu tuttu, "Çok güzel pilavcı var hemde deniz kenarında. Bence güzel olur."
****
Durgun denizi izlerken pilavımın son lokmasını ağzıma attım ve ayranımı da kafama dikip bitirdim. Doyan midemle enerjiyi yeniden vücudumda hissedebiliyordum.
"Evet. Şimdi beni rahat bırakacak mısın?"
Deyip Kılıç' a doğru döndüm, dişlerini göstererek güldü. Yanağında çıkan gamzesine hayranlıkla bakarken kendime kızıyordum, ama bakmaya hala devam ediyordum.
"Sanırım evine girene kadar seni rahat bırakmayacağım. "
"Neden? Neden sürekli her sorunumda yanımda bitiyorsun? Neden bana yardım ediyorsun?"
Gülüşü bozuldu ve gözlerime uzun uzun baktı. Bakışın altında çok şey arıyordum ama hiçbirinin cevabını net bir şekilde bilmiyordum.
"Eve gidip dinlenmelisin. Saat geç oldu." Konuyu kapatmak için sunduğu teklifle gözlerimi devirdim ve yorgun adımlarımla evin yolunu tuttum.
Sabah uyandığımda dış kapıdan gürültülü bir şekilde kapanma sesi duydum. Babam gitmiş olmalıydı. Ayağa kalkıp odamı topladım ve kendime kahvaltı hazırlamaya başladım. Babamın yokluğunun verdiği rahatlıkla istediğim gibi ses çıkartabiliyordum.
Kapı kırılacak şekilde çalınmaya başladığında kapıyı açtım ve karşımda elinde poğaça ile duran Bora'yı gördüm.
"Girsene."
Bora poğaçaları mutfak masasına bırakıp sandalyeye oturdu. Bir bardak daha çıkartıp Bora'ya çay koydum.
"İyi misin Mira? Yorgun gözüküyorsun sanki."
Elimle saçımı düzeltip, "İyiyim tabii ki. Sadece bu gece rahat yatamadım." diye yalan söyledim. Çünkü Bora'ya bir daha bara gitmeyeceğime dair söz vermek zorunda kalmıştım ama paraya ihtiyacım olunca bu sözün bir önemi kalmıyordu.
Bora ekmeğe reçel sürüp yerken bende çayımdan bir yudum aldım, "Bora biz ne zaman adam akıllı yaşayacağız?" Diye sordum yorgun sesimle.
Bora zorla yutkundu, "Bilmiyorum Mira. Ama az kaldı inan bana."
"Rayından çıkmış tren gibi hissediyorum. Ne yaparsam yapayım sonum ölümmüş gibi."
Bora sıkıca elimi tuttu, "Hayır Mira. Her şey yolunda. Sadece biraz daha dişimizi sıkmamız lazım. Sonunda kendi dünyamızı güzelleştirebilecek güce sahip olacağız."
Umarım bu dediklerine kendisi de inanıyordur. Bunların hiçbirinin olmayacağını biliyordum ama buna rağmen zorla gülümsedim ve hiçbir şey demeden başımı sallamakla yetindim.
****
İlk iki ders bedendi bu yüzden spor salonuna geldik. Şu an en son görmek istediğim kişi olan Kılıç da sıranın başında duruyordu. Dün gece yaşananları hatırladığımda içimde oluşan kırpıntı sanki canlanmış gibiydi.
Bora erkeklerin olduğu tarafa doğru gittiğinde, bende Asel'in yanına gittim ve sırada ki yerimi aldım.Hoca kısaca sporlar hakkında konuşma yaptıktan sonra, her zaman olduğu gibi sınıfı serbest bıraktı. Dünden kalan yorgunluğum bana teklif ettikleri voleybol oyununu reddettim ve salonda ki oturma yerlerine oturdum.
Asel ve Bora benim gibi oturmak yerine, sınıftaki diğer bir kaç kız ile birleşmiş voleybol oynuyorlardı. Erkekler de basketbol maçı yapıyorlardı yani her şey yolunda gibiydi. Artık 'her şey yolunda' dedikten sonra yaşanan felaketleri hatırladığım için hiç bir şeyin yolunda olacağına garanti veremiyordum.
Kılıç gelip yanıma oturdu, gözlerine baktım ve istemsiz bir şekilde ağzımı araladım. Dün gece çöp kovasının orada gözleri daha koyu turuncuydu ama şimdi, şimdi nasıl bu kadar siyahtı?
"İyi hissediyor musun?" Diye sordu, boğazımı temizledim ve aralanmış ağzımı kapatmadan başımı salladım. Çünkü aklımda sadece onun gözleri vardı.
Gözleri... içimi kemiriyordu. Lens mi kullanıyordu ama hangisi lens? Siyah olan mı Turuncu olan mı? Hem öyle olsa bile hangi ara çıkartıp takıyordu bu adam lenslerini?
Tam ağzımı açıp soru soracakken. Basket topunun üzerimize doğru geldiğini gördüm. Kılıç tek eliyle topu sertçe tuttuğunda ona daha dikkatli baktım. Gözleri daha fazla kararmıştı.
Yoksa bunun gözleri... renk mi değiştiriyordu. Düşüncelere beynimi delerken sınıfımızda ki Ufuk kadar gıcık olan Serkan'ın sesini duydum.
"Ah pardon, istemeden oldu." Deyip güldüğünde Ufuk Serkan'a göz kırpıp gülüştüler. İkisi de benim zarar görmem için ellerinden geleni yapıyorlardı.
"İkinizden de nefret ediyorum." Dedim dişlerimin arasından sadece kendimin duyacağı ses tonuyla. Çünkü bunu sesli söylesem de onların umurunda bile olmayacağını biliyordum. Kılıç ayağa kalkıp ilerlediğinde arkasından baktım.
Nasıl oluyordu bu? Çıldırma raddesine geldiğim de Asel ve Bora yanıma oturup maç yapanlara doğru sinirle baktılar.
"Eğer sana zarar gelseydi onları gebertirdim." Dedi Bora öfkeyle Serkan ve Ufuk'a bakarak. Bu dediğinin sadece lafta olduğunu biliyordum ama bir şey demedim.
"Neden sürekli birini öldürmek istiyorsunuz? Onlara bulaşmayarak bence çok iyi cevap veriyoruz zaten."
Başımı Asel'in omzuna koyup içi yanan gözlerimi yumdum, "Keşke herkes senin kadar iyi düşünse Asel."
Bir anda salondan çığlık sesleri yükseldiğinde korkuyla irkildim ve yerde yatan Serkan ve Ufuk'a baktım. İkisi de bacaklarını tutmuş yerde acıyla kıvranıyorlardı. Herkes şaşkın ve duruma anlam veremeyerek birbirlerine bakış atıp duruyorlardı. Hoca da şaşkınca ikisinin yanında durmuş olanları anlamaya çalışıyordu.
"Oha ikisi de bacağına zarar verdi hemde aynı anda." diye hem şaşkın hemde keyifle mırıldandı Bora.
Gözlerim hemen Kılıç'ı aradı. İşte köşede hafif bir tebessüm ile Serkan ve Ufuk'a bakıyordu. Bu durum git gide tuhaflaşıyor ve tuhaflaşmanın yanında artık gizli bir boyuta dönüyordu. Ve ben bu gizemi çözüp aklımda ki soruların cevaplarını bulacaktım.
(Kılıç)
Akşam eve geldiğimde Lina bir koltukta sızmış, Lara bahçede spor yapıyor Uraz ise kitap okuyordu.
"Ben geldim."
Deyip odama çekildiğimde, peşimden hemen Uraz gelmiş arkasından da kapıyı kapatmıştı.
"Lara çok fazla sinirli bugün iki kere camları pattı." Dedi bu durumdan rahatsız olduğunu belli ederek.
Çantamı yatağa atarak camdan spor yapan Lara'ya baktım. Son derece sakindi gözüküyordu ve bu sakinliği ile spor yapıyordu. Vücudunu fit ve daha güçlü tutabilmek için.
"Mira bu eve gelse, Lara onu rahat bırakmaz Uraz."
Başını salladı, "Alışacaktır." Deyip elini omzuma koydu, "Mira ile nasıl?" diye bir soru yöneltti.
Mira'nın kehribar gözlerini hatırlayıp gülümsedim ama daha sonra bana davranma şeklini hatırlayıp ciddi yüz ifademe geri döndüm.
"Zor. Çok zor Uraz. Korkuyor ama buna rağmen hayat ile savaşıyor. Çok... cesur. "
"Ya sen şimdi daha iyi misin?"
Başımı salladım, "Evet, her gün daha iyi oluyorum. Eğer bu okul işi olmasaydı ve ondan biraz daha uzak kalsaydım... ölebilirdim."
O günleri hatırladığımda kalbimde yeniden ağrı hissettim. Mira'yı gördükten sonra ona olan aşkımı bir süre gizli yaşadım içimde, belki geçicidir diye ama sandığım gibi olmadı ilerleyen aylarda güçlerim de zayıflık ve taşlaşmaya başlayan kalbimi hissettim. Bununla başa çıkacağımı sandım çünkü Mira'yı kendi karanlığıma çekip hayatını alt üst etmek istemedim. Ama başaramadım, ona olan aşkım sadece beni değil tüm bedenimi ele geçirmişti.
Şimdi onun her gün gözlerine bakarken yeniden kalbimin atışının düzeldiğini ve eskisinden güçlü olduğumu hissediyordum ama tüm bunları Mira'ya nasıl anlatacağımı hala bilmiyordum.
Düşüncelerden sıyıran sesin sahibi Uraz'a yeniden baktım.
"Dikkatli olman lazım, eğer Baybars denen iblis Mira'yı öğrenirse onu yaşatmaz. Öldürmek için elinden geleni ardına koymaz."
Başımı salladım, " Gerekirse Mira'yı kendimden bile koruyacağım ve onun tırnağının ucuna bile zarar gelmesine izin vermeyeceğim!"
Parlak yıldızlarınızı ve değerli düşüncelerinizi bekliyorum ♥
Sevgiyle kalın. ♥
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top