- Bölüm 16 -
Satır arası her yorum benim için önemli yorum yapmadan geçmeyin ♥
(Mira)
Hani bazen olur ya aklın durur, dilin şaşar kalbinin ve beyninin sesini duymaz ve sadece odaklanırsın. Düşünmeden durursun, neyi düşüneceğini şaşar ne yapacağını bilemezsin. İşte şuan o durumdaydım, iliklerime kadar şaşkınlık doluydum. Yeni doğan bebeğin aldığı her nefeste yanan ciğeri gibi yanıyordu içim.
İçimde yaşadıklarım bunlarken adının Teoman olduğunu söyleyen çocuk karşımda oturmuş mavi gözleri ile benim gözlerimin içine bakıyordu. Gözleri gibi çene yapısı bile annemin çenesine benziyordu. Ben bile anneme bu kadar benzemezken onun bu derece benzemesi beni fazlasıyla etkilemişti.
Annemin gözlerine bakıyormuş gibi hissedip yutkunmaya çalıştım zorla. Ne yapmam gerektiğini ve nasıl davranıp karşılık vermem gerektiğini düşünüyordum. Hayatın her zaman bana mutsuzluk sunacağını zannederdim, her zaman en kötüsü olacağını... bu yüzden bu yaşadığım sevinç ya da tanımı olmayan şey her ne ise benim dudaklarımı ben istemeden yukarıya doğru kıvırdı.
Her zaman bir kardeşim olmasını istemiştim. Böylece ondan güç alabileceğime inanıyordum. Çünkü kardeşler ömrün sonuna kadar yanından ayrılmazdı daha sonra Bora ve Asel girdi hayatıma ve ben onları kardeşim yaptım ama özlük hissini veren kardeşin olması daha farklıydı. Bunu her zaman biliyordum, ve şimdi de bununla yüzleşmiştim öz kardeşim ile.
Şuan karşımda annemin kanını taşıyan kardeşim vardı, babamız farklı olsa bile bu umurumda değildi çünkü aynı karında büyümüş aynı anneden doğmuştuk ve bu çok özel bir şeydi.
"Mira."
Sesin sahibi Kılıç'a baktım. Ona o kadar sokulmuştum ki yüzü yüzüme çok yakındı. Siyah gözleri biraz tedirginlikle bana bakarken buz gibi bir ses daha duydum.
"Bizi yalnız bırak."
Hızla Teoman'a döndüğümde Kılıç'a sert bakışlar atıyordu, istemsizce Kılıç'ın koluna girdim. Teoman'ın böyle sert sesli konuşması ona karşı biraz korkmamı sağlasa da sesime bunu yansıtmadım.
"Hayır!" Diye itirazda bulundum, "O hiç bir yere gitmeyecek."
Teoman bir süre sustu en sonunda cümlelerini tamamlayıp bana baktı "Neden beni bu yollar ile arıyorsunuz ki?" Diye sordu.
"Başka yol kalmadı çünkü!" Dedi Kılıç öfke dolu sesiyle.
Teoman gür sesle kahkaha atıp arkasına yaslandı, "Mira'yı, Baybars'ın masasına oturtacak kadar aptalsın sen. Baybars bana bunu söylediğinde çok şaşırdım hangi normal insan; özel güçlü ve kötü bir adamın evinde, sofrasında, yakınında yemek yemek ister ki?"
Kılıç burnundan soluduğunda boynunda ki ve başında ki damarlar belirginleşti, sinirlenmişti hemde fazlasıyla.
Kendimi ve Kılıç'ı savunmaya geçtim. "Başka şansımız yoktu hem o masada oturmayı ben bizzat kendim istedim. Çünkü senin başka türlü izini bulamazdık, ölü gibiydin kimse seni tanımıyordu ! Anladın mı?"
Sinirle çıkan kelimelerim son bulduğunda Teoman uzunca bir süre yine sustu. Suskunluğu devam edince oturuşu mu düzeltip kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"Seni aradığımızı öğrendiğin ilk gün karşımıza neden çıkmadın? O zaman işler bu noktaya gelmezdi." yumuşak tutmaya çalıştığım ses tonuyla.
Teoman hızla sandalyesini bana doğru yakınlaştırdı,"Nereden bile bilirdim peşime takılanın sen olduğunu." deyip ellerimi tuttu ve güzel gözleriyle gözlerime baktı.
"Senin resmini görmüştüm bundan yıllar önce babamın okuduğu kitabının arasında , senin resmini ayraç niyetine kullanıyordu. Üzerinde okul kıyafeti vardı ve yağmurlu havada gülerek yürüyordun." Resmi hatırlamış gibi gülümsedi, "Babama bu kim diye sorduğumda canımın canı diye yanıtlamıştı. Bana gerçeği söylediği günden sonrada öldü."
Başımı belli belirsiz salladım, "Yani beni en başından beri biliyor muydun?" dedim hayal kırıklığı ile çıkan sesimle. Kötü hissetmiştim, neden beni arayıp yıllardır çektiğim zor hayattan beni kurtarmak yerine benim onu aramamı beklemişti. Teoman asılan yüzümü görüp ensesini kaşıdı ve boğazını temizleyip konuşmaya başladı.
"Sadece kardeşim olduğunu biliyordum ama aramadım, daha doğrusu arayamadım. Ben ağır bir depresyon geçirdim babamı kaybedince ve seni aramayı daha sonraya erteledim."
Kılıç' a baktığımda dalgın gözüküyordu, ne düşünüyordu bu kadar ciddi bilmiyordum ama iyi olmadığı kesindi. Sohbetimize karışmıyor tek kelime bile söylemiyordu.
Sesli bir şekilde iç çektim, "İşte her şey artık gün yüzünde."
Teoman kaşlarını çattı, "Sahi, sana kim kardeşin olduğunu söyledi ki?"
O günü yeniden hatırladığım da tüylerim diken diken oldu, kısaca kestirip attım, "Uzun hikaye."
Teoman beklemediğim bir şekilde kollarını boynuma dolayıp sıkıca bana sarıldı. İçimde oluşan sevgi boyut kazanırken gülümsedim, canımdan kanımdan birisiydi ve bu his beni mutlu ediyordu.
(Kılıç)
Bu gece Teoman'ın bizi davet ettiği lüks evinde kalıyorduk. Bu kadar para Aslan'dan kaldığı kesindi yoksa bu yarı insan velet yaşadığı 25 yılda bu kadar paraya sahip olamazdı.
Ayrıca Mira ile o kadar çok konuşmuşlardı ki Mira anca sabaha doğru yatmayı başarmıştı. Tek kelimelerine bile karışmadım, en azından Mira mutluydu o pisliğin ilkte onu ölüme sürüklediğinden haberi yoktu. Mira'nın kaldığı odadan çıkıp uzun holde yürüyerek salonu buldum. Şöminenin karşısında oturmuş yanan ateşi izleyen Teoman'a bir süre baktıktan sonra yorgunca karşısında ki tekli koltuğa oturup geriye doğru yaslandım.
"Kardeşime iyi bakmışsın." Dedi gözlerini yanan şömineden ayırmadan.
Karanlık bahçeye bakıp soğuk sesimle,"O benim her şeyim. Elbette iyi bakacağım." diye yanıtladım.
Teoman bana bakıp alayla sırıttı, "Onun artık bir abisi var..." Dedi iç çekerek, "...yani bundan sonra Mira benim yanımda kalacak."
Tek kaşımı kaldırıp gür bir sesle güldüm, "Ne kadar da saçma bir teklif."
"Bu bir teklif değil! Onu sizin yanınıza yollamam. Onun ailesi artık benim."
Öfkeyle Teoman'a baktığımda cesur bir şekilde gözlerime bakıyordu."Mira'nın yanı benim yanım. Benim kalbim ona bağlı ve benim yanımda kalacak."
Teoman ezik gibi bana bakıp, "Senin yanın güvenli değil! Baybars senin ezeli düşmanın değil mi? Seni yok etmek için Mira'yı gözünü kırpmadan öldürür."
Öfkeyle doğruldum, "Ben nefes aldığım sürece kimse Mira'nın saçının teline zarar veremez!"
Sessiz gülüşü kahkahaya döndüğünde ayağa kalktı, "O yüzden mi Mira'yı ayaklarından asılı bir şekilde bağladığımda kurtaramadın? Ya onun kardeşim olduğunu söylemeden orada öldürseydim? O zaman ne yapacaktın?"
Sinir kat sayım artıyordu, Mira'yı o halde görüp elim kolum bağlı şekilde kalmayı hala yedirememiştim ve bu sözleri yarama tuz serpiyordu. Çaresizlik üzerimde gezerken haklı olması beni daha da çok sinirlendiriyordu.
"Bazen özel güçlerin hiçbir işe yaramıyor Kılıç. Kabul et, Mira'yı koruyamadın."
Öfkeyle Teoman'a yumruk attığımda evde ki camlar gürültüyle parçalandı.
"Sakın!" Diye uyardım yakasını sertçe kavrayarak. "Bir daha Mira'nın canını koruyamadığı mı yüzüme vurma yoksa bunun bedelini sana ağır ödetirim."
Onun yakasını bıraktığımda burnundan kanlar akıyordu, "O yasal olmayan ilaç soyumuz için tehlike taşıyor bunu biliyorsun, değil mi?" diye sordum öfkem içimi kamçılarken.
"Yok." dedi Teoman elini hızla burnuyla silerken, "Ondan başka yok zaten babam ölmeden önce yok etti ama bir tanesi kalmıştı o da sana denk geldi."
"Güzel." dedim burnumdan soluyarak, "Başımıza tehlike açma yoksa seni bir tek ben değil tüm herkes öldürmek için peşinden koşar!"
"Kılıç!"
Omzumun arkasından Mira'ya baktığımda endişeli bir şekilde bize bakıyordu. Gözlerini ovalayarak yerde ki camlara baktı ve dikkatli attığı adımlarını bize doğru yaklaştırdı. Sinirle gözlerime bakıp burnundan kan akan Teoman'ın yanında durdu.
"İyi misin?" diye sordu endişeyle ona bakarken.
Teoman, Mira'ya gülümseyip yanağından makas aldı. "Sorun yok ufaklık. Benim biraz dışarıda işim var." Deyip kırık camlara baktı, "Ve bir camcı bulayım. Sende odana git ki üşüme."
Mira sessizce başını salladı, Teoman ise çıkış kapısına doğru yürüyüp çıktıktan sonra bana çatık kaşları ile yeniden baktı. Onun gözünde şuan kardeşine zarar veren bir insan olduğum için Teoman'a kızıyordum. Ama onun gibi birisi kesinlikle dayağı hak ediyordu!
"Ne yaptığını sanıyorsun Kılıç? Neden Teoman'a zarar verdin?" Diye hesap sorduğunda içimde ki öfkeyle daha demin oturduğum koltuğa tekme attım.
Koltuk yemek masasına sertçe çarptığında masadaki vazo yere düşüp büyük bir gürültü ile parçalara. Mira durduğu yerden sıçrayıp eliyle ağzını kapattı ve korkudan büyüyen gözleri ile bana baktı.
Amacım Mira'yı korkutmak değildi ama kendimi çok kötü hissediyordum, yaşanan şeyler omzumda yük olmuş beni aşağıya doğru çekiyordu. Sevdiğim kişinin oradan sarkıtılması aklıma geldikçe kafayı yiyordum. Onu koruyamamak, yanında olup bir şey yapamamak beni öldürüyordu.
Birde Teoman denen herif çıkmıştı başıma. Mira'nın hayatına gireli 10 saat olmasına rağmen onu yanına almak istemesi dengemi sarsmıştı. En büyük korkum ise Mira'nın bunu kabul edip benden uzaklaşmasıydı. O zaman kalbim bunu kaldıramazdı.
Omzuma dokunan elle Mira'ya baktığımda merhamet dolu gözleriyle bana bakıyordu.
"Tamam, sorun yok Kılıç." Dedi etrafa bakıp daha sonra elimi tuttu, "Hadi gel. Biraz uyu. Sende yoruldun."
Beni peşinden sürükleyip kaldığı odaya getirdi. İçeride kasvetli hava vardı ve bu odanın enerjisi hiç iç açıcı değildi. Ama buna rağmen Mira'nın kokusu her şeye bedeldi ve bana kendimi iyi hissettirmeye yetiyordu.
Yatağa oturduğumda Mira'da yanıma oturdu ve ellerimi bırakmadan bana doğru dönüp gözlerime baktı.
"Söyle bana. Neyin var? Neden bu kadar endişelisin?"
Başımı Mira'nın güzel kokulu omzuna koyup iç çektim. Ben senden önce nasıl yaşamışım bayan güzel, nasıl yemek yemiş nasıl uyumuşum? Oysa şimdi yaşamın bir tadı seninle birlikte çıkıyordu, sadece sen. Hep sen.
"Özür dilerim Mira...Ben seni koruyamadım."
Başını olumsuz anlamda salladı, "Hayır Kılıç, korudun." dedi emin ses tonuyla.
Doğrulup kehribar gözlerine baktım, bir kez daha güzelliği beni sarhoş ederken sesli bir şekilde yutkundum. Ah be güzelim bir bilsen içimde ki acıyı belki o zaman daha iyi anlardın aşkından yanıp tutuşan bu beni.
(Mira)
Kılıç dizime başını koymuş yatarken saçlarıyla oynuyordum. Çok fazla yorgun ve bitik görünüyordu. Onu bu halde görmek canımı yakıyordu. Güçlerini kullanamayıp beni kurtaramadığı için defalarca özür dilemişti.
Hiçbir şey hatırlamıyordum bu yüzden ona sadece beni korudun diyebiliyordum. Çünkü onun beni her zaman koruyordu çünkü benim tek koruyucum Kılıç'tı. Beni abimden önce bulup beni hayata bağlayan ciğerime nefes gibi dolan oydu bu yüzden o benim tek kahramanımdı. Beni koruyamaması diye bir ihtimal yoktu.
Kılıç'ın alnını öpüp yumuşak yanaklarını elimle sıktım ve bir tane daha öptüm.
"Azra..."
Anlamamış bir şekilde Kılıç'a baktım. İstemsizce kaşlarım çatıldığında tekrar etti. "Azra." Diye.
İçimde oluşan kıskançlık duygusuyla dişlerimi sıktım. Azra kimdi? Benden önce ki sevgilisi miydi? Neden olmasın yıllardır yaşıyor ve sadece benimle olacağını mı sanıyordum ki? Elbette hayır.
Ama daha önce hiçbir kızın adını sayıklamadı ama şimdi neyin nesiydi bu kız?
****
Otogarda durmuş kalkmasına 20 dakika olan arabanın önünde bekliyorduk. Teoman sürekli onunla kalmam için ısrar ettiyse de bu teklifini her defasında reddettim. Çünkü beni buraya bağlayan Teoman'dan başka sebep yokken İstanbul da haddinden fazla sebep vardı en önemlisi ise annemin mezarıydı. Annem ile arama daha fazla km sokamazdım bu yüzden bu reddetme işinde fazlasıyla kararlıydım.
Kılıç ise reddetmemle beraber öyle bir rahatlamıştı ki sebepsiz yere sürekli gülücükler saçıyordu. O eski üzgün hali anında gitmiş yerini keyifli eski enerjik hali almıştı. Ama ben Azra' nın kim olduğunu öğrenmeden onun gülüşüne karşılık sadece boş bir ifade yollamaya devam edecektim.
"Güzelim emin misin gitmekte? Burada ki okullar daha iyi hem benim yanım daha güvenli." Dedi imalı bir şekilde Kılıç'a yan yan bakarak.
Onların anlaşmazlığı git gide canımı sıkıyordu. Sabah kahvaltısından otogara gelene kadar tek yaptıkları şey laf dalaşıydı. İkisininde arasında ki sebepsiz kavgalar şimdiden sıkılmamı sağlamışken ileri de ne yapacaktım bilmiyorum!
"Beni oraya bağlayan daha çok şey var Teo. Neden sen gelmiyorsun ki?"
Teoman derince iç çekip, "Çünkü restoranım ve evim var."
Omuz silktim, "Bizimle de yaşayabilirsin, Kılıç'ın evi yol geçen hanı gibi. Orada da sizin özel insanlar yaşıyor."
Kılıç bu teklifi beğenmemiş gibi yüzünü ekşitip, "Zorlama Mira. Bırak istediği gibi yaşasın. Arada ziyaretine geliriz."
Sanki Kılıç şaka yapmış gibi güldü Teoman. "Komik çocuk seni." Deyip bana doğru döndü.
"Kardeşimden bundan sonra bir metre bile uzak kalmayacağım. İşlerimi halledip bir hafta içinde şu dediğin eve gelirim umarım fazladan bir oda vardır."
Kılıç hızla, "Yok. Ama Mira zaten benimle aynı odayı paylaştığı için sen Mira'nın odasını alırsın." Diye teklifte bulundu.
Teoman sıktığı dişleri arasından, "Hayırdır evlendiniz mi?" Deyip elini omzuma sahiplenici bir şekilde koydu. "Mira ile aynı odayı paylaşan kişi ben olacağım. Unutma benim yanım daha güvenli. "
Kılıç öfkeyle beni kendisine çekip, "Sen ona zarar gelince hissedemezsin bile!"
"Sen hissettin de ne oldu?"
Git gide sözlü tartışmaları büyüdüğünde öfkeyle, "Yeter!" Diye bağırdım.
İkiside birbirlerine ölümcül bakış atmayı kesip bana baktı.
"Aynı evde yaşama fikri şuan bana hiç cazip gelmedi! Ortada kalmaktan nefret ediyorum ve siz beni sürekli ortada bırakmakta ısrarcı gibisiniz. Yakında Kılıç ile görüşme, Teoman ile takılma diye laflarda işitirim, değil mi? Eğer kavgalarınız böyle devam ederse sizi baştan uyarayım beyler, ikiniz de beni unutursunuz!"
Yerde duran sırt çantamı alıp otobüse bindiğimde yaklaşıp beş dakika sonrada Kılıç yanıma oturdu. Otobüs hareket ettiğinde camdan Teoman'a el salladım ve kulaklığımı takıp yolu izlemeye başladım.
Kulaklığın teki kulağımdan çıkarıldı, "Beni dinliyor musun?" Diye sordu Kılıç çatık kaşlarıyla.
"Seninle konuşmak istemiyorum. " diye itiraf ettim onun yüzüne bile bakmadan.
"Tamam, bir daha Teoman ile kavga etmeyeceğim, zaten abin olmasa onu..."
Öfkeli gözlerim Kılıç'ın susmasını sağladığında dudaklarını birleştirip çekici gülümsemesini yüzüne yerleştirdi.
"Tamam güzelim. Sorun yok abine zarar vermeyeceğim. Her şey iyi olacak."
Bir şey demeden yola bakmaya devam ettim, "Neyin var?" Diye sordu ciddi ses tonuyla.
"Bilmem sen söyleyeceksin."
Kılıç bir süre düşünmeye başladı, düşünmesi devam ederken en sonunda, "Azra kim?" Diye sordum.
Kılıç gözlerini üzerimden çekip önüne döndü, bakışları karşısında çalışmayan küçük televizyona odakladı. Daha demin yüzünde gülücükler açan adam gitmiş yerine somurtkan ve düşünceli birisi gelmişti. Söyleyemeyeceği hatta konuşmayacağı kesinlikle açıktı. Geriye doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Beni duymamazlıktan geliyordu resmen ve bu benim öfkemi arttırıyordu.
Bende tek kelime demeden camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Şimdi değil ama o kızı öğrenen kadar asla sakin kalmayacaktım. İstanbul otogarına gelene kadar Kılıç ile tek bir kelime bile konuşmadık. Sanki yabancı insanlarmış gibi tüm yol boyunca birbirimize bakmadık bile.
Taksiyle eve doğru giderken bile sessizliğini korumaya söz vermiş gibi bir hali vardı. Suçlu ben mişim gibi yüzüme bile bakmıyordu ve şu Azra her kim ise Kılıç'ta büyük yaralar açtığı kesindi. Yoksa onun bir anda tüm enerjisini ememezdi.
Benden önce yaşadığı şeylere kızmaya hakkım yoktu ama bunu anlatmayıp böyle davranması beni sadece şüphelendiriyor, sinir duygumu belirginleştiriyordu. Ben Kılıç'ı geçmişiyle kabul edebilirdim ama o sanki bunu istemiyordu ve bu fazlasıyla belliydi.
Eve geldiğimizde bizi kapıda karşılayan Lina'ya sarılıp onunla özlem giderdiğimde Kılıç sessizce odasına doğru çıktı.
Lina, Kılıç'ın arkasından baktıktan sonra asık yüzümü gördü, bir abla ciddiyetiyle elini omzuma atıp, "Güler yüzlü olman gerekmez miydi? Abini buldun. Neden şimdi böylesin?"
Omuz silktim, "Ben iyiyim. Ama Kılıç..." deyip yorgunca salona doğru yürüdüm ve rahat koltuğa yol yorgunluğu ile oturdum.
Lina da aynı şekilde yanıma oturdu ve bağdaş kurarak can kulağı ile beni dinlemeye başladı.
Meraklı gözlerine bakıp, "Ona sadece 'Azra kim?' diye sordum. Hepsi bu." diye yanıtladım.
Lina da tıpkı Kılıç gibi beynin vurulmuş bir şekilde dona kaldı. Daha demin ki sevimli yüz ifadesini donuk yüzüyle yer değiştirdiğinde dişlerimi sıktım.
"Söylesene Lina? Kim şu kız!"
Lina bir süre bir şey demedi ve düşünceli bir şekilde iç çekip, "Bunu sana Kılıç'ın anlatması daha uygun Miracığım. Üzgünüm."
"Ama Lina..."
Lina, ayağa kalkıp esneme hareketleri yaptı. Bu onun dilinde konuşma burada kapandı demekti.
"Uraz ve Bora şimdi maçtan dönerler. Onlara yiyecek şeyler hazırlayayım. Sen de aç mısın?"
Kırgın bir şekilde iç çektim ve Lina'ya imalı bir bakış atıp merdivenlerden çıktım. Kılıç'ın odasına baktığımda girip girmemekte kararsızdım.
Hayır, diye geçirdim içimden. Şimdi sırası değil.
Odama girip üstüme daha rahat şeyler geçirdim ve varlığını unuttuğum telefonumu elime aldım. 15 tane cevapsız arama ve 40 tane mesaj vardı.
5 i tanımadığım bir numaraya ait diğer 6 sı Bora'ya ve geriye kalanı ise Asel'e aitti.
Asel'i arayıp, onun tüm merakını kısa bir özetle yendiğimi düşünürken, "Gelince daha detaylı anlatırsın." Dedi ve hazırlanacağını söyleyip yüzüme telefonu kapattı.
Başımı belli belirsiz sallayıp telefonu komodine koyduğumda tanımadığım numara bir daha aradı.
Hayattan bezdiği mi belli eden bir sesle, "Alo." Deyip telefonu açtım.
"Bu telefon haber alınmak için var güzel kardeşim. Eğer öğrenemediysen, öğren."
"Teoman?" Dedim çatık kaşlarım ile. Henüz ben kardeşim ya da abi gibi kelimelere alışmamıştım ama Teoman beni gördüğü ilk dakikadan beri sanki yılladır yanındaymışım gibi beni sahiplenmişti. Umarım kısa zamanda aramızda ki bağ daha da güçlenir ve bende onun kadar bir kardeşim olduğunu derinlerimde hissedebilirdim.
Telefonun arkasından keyifli gülme sesi geldi, "Hayır, abinim Mira. Abi."
Bir şey demediğim de telefondan kulağıma rüzgar sesi geldi, dışarıda olmalıydı çünkü hızla soluyup duruyordu.
"Bir sorun mu var ufaklık?" Diye sordu Teoman akan burnunu çekerek
"Hayır..." diye yalan söyledim.
Keyifli sesiyle,"Eğer sorun şu Kılıç ise hemen müdahale edebilirim."
Beni görmediği halde devirip, "Sadece yorgunum." dedim.
"Dinlen güzellik ben yanına gelmek için işlerimi hallediyorum. Ben gelince her şey daha güzel olacak." iç çekti, "Emin ol."
Umarım diye geçirdim içimden. Umarım her şey daha güzel olur.
"He bir de aradığımda açmış ol bu telefonu."
"Anlaşıldı."
Telefonu sesliye alıp kapattım ve komodinin üzerine atıp yatağa gelişi güzel uzandım.
Yakınlaşmak istedikçe daha da uzaklaşıyor gibiydim. Sanki yaptığım şeylerin hiçbir anlamı yoktu.
Kimseye asıl duygularımı anlatamadığım bir zamanın ortasındayım, o kadar şey yaşadım ki bunları hazmetmeye, kendime yedirmeye zamanım bile olmadı. Arkamı dönüp baktığımda dünlerde ki kızın ben olduğumu görüyorum ama şimdi kimdim?
Kendi yolunu şaşmış bir karahindiba gibiyim. Kim üfler ise onun yönlendirdiği yere doğru uçmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Sürekli bir aksiyon, sürekli gözyaşı ve kırık kalbin açtığı yaralar vardı üzerimde.
Sadece Kılıç'ın gözlerinde huzur bulurken şimdi bana anlatmak istemediği bir şey yaşıyordu içinde. Bilmemi istemediği.
Ama neden?
İçimde ki yenik düştüğüm öfkeme teslim olarak ayaklandığım gibi Kılıç'ın odasına girdim. İçeride kimse yoktu.
Ama onu bulup bana anlatmadıklarını anlatana kadar peşinden ayrılmayacak idim. Hızla merdivenlerden inip mutfaktan gelen börek kokusuyla içeriye girdim ve keyifle böreği kesen Lina'ya, "Kılıç'ı gördün mü?" Diye sordum.
"Yerin altında."
Anlamadığımı belli eden bir sesle, "Ne?" Diye sordum.
"Şey kendi odasında halının altında bir gizli bölme var. Orada olması lazım daha deminden beri yumruk sesleri duyuyorum."
Onca aydır burada yaşamama rağmen nasıl olur da bir gizli bölme olduğunu bilemem. Hızlı merdivenleri tırmanırken gözden başka ne kaçırmış olabileceğimi düşünüyordum.
Kılıç'ın odasına girip Lina'nın dediği gibi halıyı çektim ve hemen kendini belli eden gizli bölmenin içe doğru çökmüş olan kapağını açtım.
Lina'nın dediği gibi içeriden yumruk sesleri duyuluyordu. Merdivenden aşağıya dikaktlice indim, bu ev beni daha çok şaşırtacaktı buna artık kesinlikle emindim.
Son merdiveni de inip zemine ayak bastım, sağa döndüğümde Kılıç'ın çıplak ve terli vücuduyla karşılaştım. O kadar çok sıkmıştı ki kendini kıpkırmızı olmuştu ve damarları belirginleşmişti. Öfkeyle önünde ki demirden yapılmış olan boruya vuruyordu. Eh tabi kum onun gibi birisine hafif gelirdi.
Yanına yaklaştığımda önündeki demire tam vuracakken durup bana baktı. Terden önüne düşen saçları ve soluk soluğa kalmış bir şekilde karşımda böyle durması nefesimi kesmekle birlikte, kalbime bir ağrı saplıyordu.
"Burayı nasıl buldun?" Diye sordu yanıma yaklaşıp.
"Lina söyledi. Burada durmam senin için sorunsa gidebilirim."
Göz kırpıp, "Hayır. Sorun yok." dedi.
Bir şey demeden dururken, Kılıç büyük asılı demire kolalarını uzatarak enseye doğru barfiks çekmeye başladı.
Kırık sandalyeye oturup ona baktığımda oldukça rahat gözüküyordu. Sıkmaktan belirginleşen kasları çok fazla gün yüzündeydi, bu vücudu yapmak için kaç yıl çalışmıştır kim bilir.
"Ne zaman işin bitecek? Seninle konuşmak istiyorum."
"İşim yok, karşındayım söyle güzelim." Dediğinde derin nefes alıp oturduğum sandalyeyi onun karşısına koydum ve üstüne çıktım. Tam göz göze geldiğimizde yutkundum.
"Azra kim?"
Kılıç demirleri bıraktığında ona bakmak için başımı eğdim.
"Şimdi değil Mira." Deyip tişörtünü eline aldı ve üstünü silip merdivenlere doğru yürüdü.
Vücudu önce gölgeye karıştı daha sonra ise tamamen gözden kayboldu.
Öfkeyle sandalyeden atlayıp, daha demin üstüne çıktığım sandalyeye bir tekme attım ama bu öfkemi geçirmemişti. Tüm sinirim ile daha demin Kılıç'ın vurduğu demire bir tane ağır bir yumruk yapıştırdım. Acı tüm bedenime işlese de umursamadım çünkü hiçbir şey Kılıç'ın canımı yaktığı kadar yakmıyordu.
Oy ve yorumları unutmayın ♥
Sevgiyle kalın ♥
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top