- Bölüm 13 -
Hayalet okuyucular lütfen kendilerini belli etsin, oylarınız benim ve bu hikaye için önemli ♥ Okuduktan sonra emeğime karşılık sadece oy verin ♥
Bölüm müziği: Emir Can İğrek: Beyaz
(Mira)
"Ne yani söylemesinin tek şartı onunla akşam yemeği yemem mi?" Diye sorduğumda salonda ki kimseden ses çıkmıyordu. Bir süre sessizliğin hakim olduğu salona göz gezdirdim. Lara dahil herkes başka bir çözüm yolu arıyor gibi başka yerlere bakıyordu. Özellikle Kılıç, ayakta dikilmiş elini çenesine koymuş derin düşünceler içerisindeydi. Düşündükçe kaşları çatılıyor ve aldığı nefesi hızla geri soluyordu.
"Ama bu çok tehlikeli." Dedi Bora sessizliği en sonunda bozup herkesin kendisine bakmasını sağlayarak.
"Böyle bir şey olmayacak zaten! Ben sana o adamla akşam yemeği yedirtmem." Kılıç'ın hızlı ve sert sesinin ardından ona doğru baktığımda sinirli gözlerini hızla gözlerimden çekip arkasına doğru döndü.
Lara sakin sesiyle araya girip, "Ama bu sayede şu kardeşini bulabilir." deyip yemeğe gitmeme onay verdi.
Kılıç, Lara'ya dönüp daha önce görmediğim bir öfke ile ona baktı. Lara omuz silkip önüne dönerken Kılıç daha demin kaçırdığı gözlerini gözlerimin üzerinde gezdirdi.
"Başka yolla da bulabilirim, daha fazla araştırma yaparım ya da şu Baybars'ın kafasını gövdesinden ayırırım ve itiraf eder."
"Sakin ol." Diye çıkıştı Uraz ve gözlüklerini takıp, "Sorduğun kişilerden hiçbiri yanıt bilmiyor. Tek bilen Baybars."
Kılıç hırçınca burnundan solarken bu konuda karar vermesi gereken tek kişi olarak istediğim şeyi söyledim, "Ben bunu kabul ediyorum." Dediğimde hepsi dönüp bana baktı, "Kardeşimi bulmak için yeterince geç kaldığımı düşünüyorum zaten. "
Kılıç çattığı kaşlarıyla,"Bu fikri aklından çıkart. Seni böyle tehlikenin içine atamam." dedi
Oturduğum yerden kalktım, "Bu benim meselem Kılıç. O adamla akşam yemeği yerken beni izleyeceğini biliyorum. Beni koruyacağını da biliyorum."
"Her şey ters de gidebilir." Dedi Lina otoriter sesiyle daha sonra bana bakıp gülümsedi ve daha yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. "Bak tatlım. Yemek yiyeceğin kişi bir iblis. Onun her şeyi tehlike, verdiği nefes bile." Lina'nın yumuşak sesi bile ortamı sakinleştirmeye yetmiyordu.
"Ama anlasanıza!" diye çıkıştım, "Kardeşimi bulmak için tek şansım bu belki de." Herkese tek tek bakarken beni başıyla onaylayan tek kişi Lara idi.
"Başka yol buluruz Mira. Başka bir şey..." dedi Bora bana bakmak için boynunu eğerken.
"Benim kaybedecek tek bir dakikam bile kalmadı! Ben korkmuyor isem siz hiç korkmayın." deyip son sözü söyledim. Herkes bana bakarken bende herkese tek tek baktım, hissetmelisiniz duygularımı... kardeşimi bulmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu hissetmelisiniz. Çünkü başka türlü sizi ikna edemem.
Sinirli adımlarımla merdivenleri aşıp odama girdim ve arkamdan kapıyı kapatıp cama doğru yaklaştım. Perdeyi çekip cama başımı yasladım ve dışarıya baktım. Rüzgar ağaçların dallarını sert bir şekilde savuruyordu. Dengesizce savrulup rüzgarın estiği yere doğru gidiyordu ağaç dalları, en küçük ve zayıf dallar kırılarak yere düşerken diğer dallar sadece sallanıyordu.
Güçlü olan her zaman kazanırdı; ister sert bir rüzgar olsun, ister yaşanan zorluklar.
Kapım sessizce açıldığında omzumun arkasından giren kişiye baktım. Daha sonra önüme dönüp savrulan ağacı izlemeye devam ettim.
Kılıç beklemediğim bir şekilde kollarını belime doladı ve yüzünü yüzüme dayadı.
"Konu sen olunca ben bile korkuyorum." diye itirafı gülümsememe sebep oldu ama bu gülümseme sadece iki saniye kadar sürdü, daha fazlasına enerjim bitmişti.
Gözlerimi kapatıp Kılıç'ın güvenli kollarında bir kaç dakika öyle kaldım. Daha sonra ondan uzaklaşıp yüzüne baktım.
"Bir sorun olmayacak." dedim kararlı tutmaya özen gösterdiğim sesim ile.
"Zamanında seni ya koruyamazsam?"
Başımı olumsuz anlamda salladım, "Bunun olacağına ihtimal bile vermiyorum." Deyip gülümsedim.
"Kardeşini bulmak istemeni anlıyorum ama bu yol, iyi bir yol değil."
Kılıç'tan bir adım daha uzaklaştım, "Buraya fikrimi değiştirmeye geldiysen kapının yerini biliyorsun."
"Bu kadar dik başlı olmak zorunda mısın?"
"Sen de bu kadar ısrarcı olmak zorunda mısın?"
Kılıç yüzümü okşadı, "Tamam bayan güzel. Ama en ufak bir terslik hissettiğin an beni kalbinden geçireceksin. Yemekleri yemek su içmek bile yok."
Sonunda kabullendiğinde başımı olumlu anlamda salladım, onun dediği her şeyi onaylayacak idim. Tersine gidersem eminim ki anında kararından vazgeçerdi, bu yüzden sessizce beni defalarca uyarmasını her seferinde yeniden duyuyormuş gibi dinleyip 'tamam' diyordum.
Biraz önce yarın olsun ve her şey çabucak bitsin.
****
Odamda stresten bir sağa bir sola yürüyordum. İki saat sonra buluşma vardı ve ben heyecan, biraz da korku ile ölmek üzereydim. Diğerlerine bunu hissettirmesem de Kılıç içten içe bu endişemi hissediyordu. Okulda genelde fikrimi değişmeye çalışmış ama benim verdiğim cevaplar ile benimle inatlaşılamayacağını söylemiş ve pes etmişti. Herkes gibi o da farkındaydı bundan başka çare yok çünkü onların gücüne sahip insan sayısı az ve kim nerede belli değil. Yıllarca bekleyecek zamanım yoktu bu yüzden bu yemek benim son şansımdı.
Kılıç odamın kapısını açıp içeriye başını uzattı, "Hala vazgeçmek için geç değil biliyorsun, değil mi?"
Boy aynasından giydiğim siyah deri pantolon ve yünlü toz pembe kazağa baktım. Sıradan yemek için fazlasıyla sade duruyordu ama amacımın yemek olmadığını eminim ki Baybars'ta gayet iyi biliyordu.
"Hazırım bile." deyip ayaklarımın üzerinde dönerek Kılıç'a baktım. O da benim gibi siyahlar içindeydi, neden böyle giyindiğini biliyordum; dikkat çekmemek, kendisini belli etmemek için.
Kılıç odaya girip beni baştan aşağı süzdü, "Belli."
Karşısına geçip durduğum anda konuşmaya başladı, "Yemek yemek yok. Çok fazla göz teması kurmak yok. Gözümde hep üstünde olacak Mira."
"Korkmuyorum."
Kılıç göz kamaştırıcı bir şekilde gülümsedi, onun bu gülüşü beni hep etkiliyordu şu anda olduğu gibi. Deli gibi atan kalbime kulak vermemeye çalıştım. Şu anda değil ama daha sonra kesinlikle kulak verecektim. Çünkü ellerim benden önce onun ellerine ulaşmak istiyordu, kalbim onu görünce mantığını yitiriyordu.
Her düştüğümde yanımda o vardı, beni kaldıran, bana güvenle bakan, bana aşkla bakan bir tek o vardı. Ve kabul ettim onun beni sevdiği gibi bende onu seviyordum. Bunu hissediyor mu bilmiyorum ama bunu bu yemekten sonra dile getireceğimi gayet iyi biliyordum. Uraz haklıydı aşktan kaçamazdım ve artık kaçmayacaktım.
Kılıç'ın sesiyle kendime geldim, "Biliyorum güzelim." Durdu ve gülen yüzünü ciddiyet bürüdü, "Bu gece belki beni en korkunç halimle görebilirsin Mira. Bu yüzden benden korkma."
Ne kadar kötü olabilirdi ki, diye düşündüm ama ses tonu bile beni etkiliyorsa bu gece görecekleri mi tahmin bile edemiyordum.
"Her şeye hazırım, gerçekten."
Kılıç başımdan tutup beni kendisine yavaşça çektiğinde kollarımı onun beline dolayıp gülümsedim.
Bir kaç dakika sonunda Kılıç ile birlikte aşağıya indiğimizde Asel ve Bora bir köşede konuşuyordu. Asel, evde Bora ile kalacak ve bizden haber bekleyecekti. İkisi de benim için endişeleniyordu ama ikisi de sesini çıkartmadı.
Lara süper mini elbisesiyle ellerini göğsünde birleştirmiş camdan bakıyordu. Uraz ve Lina ise ilk defa büyük ve bir ciddi konuşmanın içindeydiler. Hepsi gergindi, hatta ne kadar belli etmese de Lara bile endişeliydi.
"Mira!" Dedi Asel kollarını boynuma dolayıp sarıldı."Lütfen Mira. Vazgeç." Dedi.
Asel'e sarıldığımda Bora da bize yaklaşıp kollarını bize doladı.
"Hiç iyi hissetmiyorum ya kötü bir şey olursa?"
Sarılmayı kesip kendimden emin bir şekilde gülümsedim.
"Hayır, her şey iyi olacak."
****
Uraz'ın siyah Range Rover marka arabasıyla buluşma yerine giderken karanlık ve pek ışık almayan yolu izliyordum. Lina ön koltuğa Uraz'ın yanına oturdu.
Kılıç arka koltuğun orta kısmında oturmuş bir yanında ben diğer yanında ise Lara vardı. İstemsizce gülümsedim bundan bir kaç ay önce sap sap dolaşırken şimdi aşk üçgeninin içindeydim. Ne ironi ama.
"Elbise giysen daha iyi olmaz mıydı Mira? Sonuçta yemek."
Kılıç sert ve yan gözle Lara'ya baktığında Lara boğazını temizledi.
"Amacım yemek yemek değil. Kardeşimi bulmak."
Lara itici bir şekilde güldü, "Neden bu kadar ısrarcısın ki? Kızgın olman gerekmez mi?"
Sıktığım dişimin arasından, "Kızgın olacağım kişi yok. Kızgınlığım bana bir fayda da salamaz. Hem benden daha kötü durumda olan o. Çünkü annemden ayrı büyüdü. Bir çocuğun annesiz büyümesi, dünyada ki her şeyden daha kötü. "
Kılıç elimi kavrayıp bana baktı, yüzüne vuran karanlığa rağmen parlak bir şekilde gülümsedi. İçimde ki endişeyi kısa bir süreliğine tatlı bir heyecana bıraktım. Aşkı hissedebiliyordum, çok derinden hissediyordum hem de.
Kılıç'ın elini sıkıp gözlerimi kapattım ve başımı onun omzuna koydum, güvende hissediyordum. Hem de çok fazla. Belki bu geceden sonra her şey rayına otururdu ve Kılıç ile benim için yeni bir başlangıç olabilirdi.
O anın hayalini kurup gülümsedim, lütfen diye düşündüm. Lütfen her şey iyi olsun.
Büyük bir dağ evi gibi bir yere gelmiştik, etrafta bir sürü araba ve takım elbiseli adamlarla doluydu. Kılıç eve bakıp kasılan çenesiyle etrafı kolaçan etti.
"Bundan sonrası sende tatlım." Lina arkasını dönüp bana baktı ve sıcak bir şekilde gülümsedi.
"Biz buralarda olacağız Mira. Dikkatli ol." Uraz da aynı şekilde bana baktığında avuçlarım terliyordu ve şu an ilk defa tehlikenin içinde olduğumu anlıyordum, demek ki bunu anlamam için tehlikenin tam ortasına düşmem lazımdı.
Arabadan inmek için hareket ettiğimde Kılıç beni tutup durdurdu, "Söylediklerimi sakın unutma. "
Sanki korkmuyormuş gibi görünmeye çalışıp gülümsedim, "Tamam. Merak etme."
Kılıç başımı öptüğünde dudaklarımı ısırdım, pekala gidip ne olacağını görelim.
Korumalardan birisi karşıma çıkıp beni karşıladı ve sessizce eve kadar bana eşlik etti. Evin kapısına gelince ahşap renginde ki kapıya baktım. Yanımda ki adam zili çalınca kuruyan dudaklarımı ıslattım.
Kapıyı bir tane hizmetçi kadın açtığında sebepsiz yere bir rahatlama hissettim, en azından evin içinde yalnız değilim.
40 lı yaşlarında olan kadın beni tepeden tırnağa süzüp ifadesizce yanımda ki adama baktı. Kadın'ın Türk olmadığı her halinden belliydi. Buram buram yabancılık ve duygusuzluk kokuyordu, Amerikalı yada İngiliz olabilir miydi?
"O, bu mu?" Dedi düzgün olmayan aksanıyla.
Adam başını sallamakla yetindi ve kadın sanki ben bir mikrop muşum gibi beni içeriye buyur etti.
Kadının arkasından içeriye girdiğimde yuvarlak bir masa ile karşılaştım. Salonun tam ortasında ki bu masa cam kenarından biraz uzaktaydı.
Loş ışıklı salona göz attım. Neredeyse boş gibiydi kaplan renginde ki halı ve kahverengi deri koltuk bir de son model televizyondan başka bir şey yoktu. Kadın eliyle masayı işaret etti.
"Oturun lütfen."
Masada ki mumlara bakıp kaşlarımı çattım. Masanın üzerinde lazanya, et ve amerikan salatası ve bilmediğim başka tuhaf yemekler vardı.
Masaya oturdum ve camdan baktım. Kılıç'ı arıyordu gözlerim ama onu bulamıyordum karanlıkta. Eminim o beni görmüş izliyordur, kısa bir gülümsemeyi aldığım derin nefesle bozdum.
"Ah! Benim kıymetli misafirim."
Hızla ve biraz da korkuyla başımı sesin geldiği yere çevirdim ve bana doğru yaklaşan Baybars'a baktım. Siyah takım elbise giyinmişti ve saçlarını arkasından onu ilk gördüğüm zaman ki gibi topuz yapmıştı.
Masada duran elimi havaya kaldırıp dudaklarıyla öpücük kondurdu ve içten bir gülüş atıp karşımda ki masaya oturdu.
Hizmetli kadın tüm resmiyetiyle önümüze yemekleri koydu. Yemeğe bakıp yüzümü tiksinmiş bir şekle soktum.
"Portakallı ördek. Hiç yemedin mi?" Dedi Baybars peçetesini yakasına sıkıştırıp, şarabını yavaşça dolduran hizmetçiye yan gözle baktı.
"Clarice, Fransız aşçım. Kendi elleriyle yaptı. Denemelisin harika ayrıca yanında şu corvus cruturk markası şarabı harika gidiyor."
Kadın bana da içkimi doldurup yankı yapan topuklarını vura vura gözden kayboldu.
Baybars ördeği kesip ağzına götürdü ve çok memnun bir şekilde yeyip gülümsedi.
"Hadi tatlım yesene." dedi ben boş bir şekilde yemeğe bakarken.
Terleyen avuçlarımı bacağıma silip, "Asıl amacımı biliyorsun, değil mi?" diye sordum.
Baybars sakin bir şekilde gülümsedi, "Şu Aslan'ın oğlu Teoman? Öyle değil mi?"
"Evet. Tam dediğin gibi."
Baybars nazikçe gülümseyerek, "Seni benimle bu masaya oturtacak kadar önemli olan ne var bu çocukta?"
"Bu seni ilgilendirmiyor. Sen sadece nerede olduğunu söyle."
Baybars tek kaşını kaldırıp sırıttı, "Fazla asabisin küçük hanım. Henüz yemeğini bile yemedin." Deyip güldü, "Yoksa Kılıç yeme mi dedi? Seni öldürmemden korkuyor olmalı." Deyip dışarıya baktı, "Ve sanırım bizi de izliyor."
"Ördek sevmem." diye savunmaya geçtim kendimi.
"Ama yemekte o var."
Burnumdan soluyarak, "Hiç misafirperver değilsiniz bayım. " dedim.
"Clarice!"
Hızla topuk sesleri geldiğinde kadın kapının orada belirdi ve güzel yüzüyle Baybars a baktı.
"Ne istersin küçük hanım." Baybars bana bakıp cevabımı bekliyordu.
Baybars'ın siyah gözlerine titremeden bakıp, "Çoban salatası ve şeftali suyu." Diye vurguladım.
Baybars Clarice'ye doğru döndü, "Duydun. Hemen."
Kadın başını salllayıp gittiğinde Baybars yeniden gülümsedi. "Demek güzel fiziğini buna borçluyuz."
"Neden?" Diye sordum sert sesimle, "Neden benimle akşam yemeği yiyorsun?"
Elini çenesine koyup bir kaç dakika beni izledi, "Kılıç'ın kime aşık olduğunu merak ettiğim için. Çünkü bugünü bekliyordum, Kılıç'ın o ölümsüz kalbinin kim için atacağını."
"Görmen yeterli değil mi?"
Kaşlarını kaldırıp, "Senin gibi dik başlı ve korkusuz bir insana sahip olduğu için fazla şanslı." içkisini sakince yudumlayıp, "Bilirsin, herkes korkusuz olamaz."
"Konumuz Teoman!" diye düzelttim.
Baybars kahkaha attı, "Ah o mu?"
Elimi hafifçe masaya vurdum, "Adam gibi söyle."
Baybars dudaklarını ileriye doğru uzatıp alayla gülmeye devam etti.
"Ah güzel kız seni. Ne kadar da sabırsızsın." deyip cebinden sigarasını çıkarttı ve yaktı. Sigarası yarılana kadar sessizce beklediğimizde önüme şeftali suyu ve çoban salatası konmuştu. Yemeğe aynı tiksintiyle bakıp burnumdan soludum.
"Teoman şuan nerede?" dedim dumandan yüzü tam gözükmeyen Baybars'a bakarak.
Ona baktığımda kalbimin sesini kulaklarımda hissedebiliyordum. "Çok uzakta ve sen ufaklık onu asla göremeyeceksin. "
Tuzaktı bu.
Zafer kazanmış bir şekilde güldü, "Ah aslında kimseyi göremeyeceksin. Çünkü öleceksin."
Korku tüm bedenimi sararken kalbimden Kılıç'ın adını geçirdim. Her yer sallanmaya başladığında ayağa kalktım ve çıkış kapısına doğru koşmaya başladım. Ama kapının önünde iki tane eli silahlı adam bana doğru geliyordu. Etrafımda daire çizdiğimde her yerde bana yaklaşan eli silahlı adamları gördüm. Hepsinin ortasında kalmıştım.
Ellerimle kafamı kapatıp çığlık attığım anda etrafımda büyük bir kargaşa ile karşılaştım. Lina, Uraz hatta Lara bile etrafımı çevreleyen adamları dövmekle meşgullerdi. Lara giydiği elbiseye rağmen harika bir tekme atıp adamı diğer duvara uçurduktan sonra saçlarını düzeltip cebinden çıkarttığı dudak nemlendiriciyi dudağına sürdü. Lina da adamın bacağından tutup onu yere fırlattığında Uraz adama yumruk atmakla meşguldü.
Peki ya Kılıç?
Etrafıma iyice bakarken Lara'nın vurduğu adam daha demin yemek yediğimiz yerin ortasına doğru düştü. Yiyecekler yere saçılırken gözlerim Baybars'ı aradı ama o da yoktu. Hızla koşarak evden çıktım ve ormanlık alanda koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum sadece Kılıç'ı arıyordum. Çünkü beni onun yanında korkmuyordum ve ondan başkası beni koruyamazdı.
Koşmaktan yorgun düşen bacaklarımla durakladım ve etrafıma baktım. Karanlıkta tek başıma yürürken Baybars'ın kahkahasını duydum. Soğuktan titreyen vücudum ile çalıların arasına saklandım ve hızlı nefes alış verişim duyulmasın diye elimi ağzımla kapattım.
"Sen iblisin tekisin." Dedi Kılıç havada eli kolu yine bağlı gibi kenetlenmiş Baybars'a bakarak.
"İnandın ama. Kabul et."
Baybars sert bir şekilde ağaca yapıştığında Kılıç salisede onun yanına yaklaşıp, "Ölümün elimden olacak Baybars." diye soludu burnundan.
"Hadi Kılıç. Öldür beni."
Kılıç onun kasıklarına diziyle vurup, "Teoman nerede?" diye sordu.
Sessizlik olduğunda Kılıç bu sefer Baybars'ın ağzının ortasına bir tane yumruk attı. Baybars elleriyle güçlü bir şekilde Kılıç'ı itip kendinden uzaklaştırdığında korkuyla onları izliyordum. Kılıç haklıydı onu daha önce görmediğim derecede korkunç görüyordum.
"Neden? Neden Teoman' ın peşindesin?" Baybars güçlükle konuşurken Kılıç onun kafasını tutup ağaca sertçe yapıştırdı.
"Bu seni ilgilendirmez iblis! Bana adres ver."
"Bursa'da Cumalıkızık'ta ki o şirin yerde yaşıyor." Dedi gülümseyerek, "Bana güvenip gidecek misin?"
Kılıç sustuğunda Baybars zevkle güldü, "Ah demek çok çaresizsin Kılıç. En sevdiğim."
Kafamda soğuk bir demir şey hissettiğimde irileşen gözlerimle omuzum arkasından siyah takım elbiseli korumaya baktım. Beni eve kadar götürüp kapıyı tıklayan korumaydı bu. Kafama tuttuğu şey ise silahtı ve ben ilk defa silaha bu kadar yakındım.
Adam beni kolunun altına alıp Kılıç ve Baybars'a doğru yürütmeye çalışınca adamın kolunu dişlerim kırılıncasına ısırdım. Adam acıyla bağırdığında onu kendimden uzaklaştırıp Kılıç'a doğru koşmaya başladım. Çamurlara batıp çıkmam ve dalların yüzümü kesmesini umursamadan koşmaya devam ettim.
Adam hiddetlenip peşimden koşmaya başladı. Ve benim saçımdan yakalayıp yere düşürdü. Adam saçımı bırakmadığı için o da dengesini kaybedip üzerime düşünce acıyla bağırdım. Bu herif cidden fazla ağırdı.
Kılıç beni fark ettiğinde en uzak yerde olmasına rağmen iki saniyeden kısa sürede yanımda bitip üstümde ki adama güçlü bir tekme savurdu. Adam yuvarlanarak üzerimden düştüğünde Kılıç beni yerden kaldırdı. Her yerim çamur ve toprak tozu olmuştu ama şuan bunların hiçbirisi umurumda bile değildi.
Bizi izleyen Baybars'tan iğrenç bir kahkaha sesi çıktı. Her şeyi mahvetmiş gibi hissediyordum. Kılıç haklıydı gene yanılmıştım! Kendimi aptal gibi hissederken Kılıç'a daha fazla sokulmaya başladım.
"Özür dilerim." Dedim dolmaya başlayan gözlerimle.
Kılıç tek kelime etmediğinde onun gergin gözlerine baktım. Birden çok yere gidip gelen gözleri bir türlü benim gözlerim ile buluşmuyordu.
Yeniden ağzımı açıp konuşacaktım ki Kılıç beklemediğim bir hızla kollarını bedenime doladı. Göğsü sırtıma değdiği anda ateş sesi duydum ve ardından gelen Kılıç'ın acı inlemesini sesi o kadar az çıkmıştı ki ne olduğunu zor anlayabilmiştim. Silah bir el daha ateş ettiğinde Kılıç beni daha fazla sardı. Aralanmış ağzımla arkamdan bana sarılmış olan Kılıç'a omzumun arkasından zor bir şekilde baktım.
Sıktığı dişleri sayesinde çene kemiği gün yüzüne çıkmıştı. Gözleri benim gözlerim ile buluştuğunda dudaklarını sıkıp silik bir gülümseme yaydı yüzüne, "İyiyim, endişelenme." deyip beni kemiklerimi kırarcasına sıktı ve başını omzuma gömdü.
"Hadi. Gidiyoruz. Bu gece bu kadar eğlence yeter." dedi Baybars daha sonra bana bakıp, "Oyuna yeni başlıyoruz ufaklık, bu henüz birinci raunt. Kabusunuz olacağım."
Baybars adamlarını toplayıp gözden kaybolduğunda hala beni kollarının arasında tutan Kılıç'a doğru döndüm. Yavaşça çökmeye başlarken bende onun ağırlığı ile birlikte çöküyordum.
Dizlerimizin üstüne düştüğümüzde ağlayarak Kılıç'ın soğuk yüzünü ellerimin arasına alıp, "Kılıç, lütfen şimdi olmaz." dedim.
İşaret parmağıyla dudağımı bastırıp, "Sakın korkma. Sadece bir kaç gün uyuyacağım."
"O... o ne demek?" Diye çıkıştım elimle onu sarsarken.
Gülümsedi, her şeye rağmen harika gülümsemesine bakıp yutkundum. Yavaşça soğuk toprağa uzandığında, "Hayır!" Diye bağırdım. "Kalk."
Ama kalkmadı.
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi benimle paylaşın ve parlak yıldızlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Sevgiyle Kalın ♥
Bir sonraki bölüm cumartesi günü gelecek :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top