- Bölüm 12 -
Öncelikle geciken bölüm için özür diliyorum. Bugün kedim doğum yaptı, bu yüzden tüm gün onunla ilgilenip bölümü tam düzenleme şansı bulamadım. 4 tane yavrusu oldu ama 2 si ölü doğdu, diğer ikisine de pek yaklaşmamıza izin vermiyor. Aklınızda güzel kedi isimleri varsa benimle paylaşın lütfen. Sanırım yaşayan 2 kedisi ikiz çünkü renkleri ve desenleri aynı bu yüzden uyumlu isimler olsun çok uzattım :D Keyifli okumalar.
Satır arası her yorumunuzu büyük bir zevkle okuyacağım ♥.
Bu kapak tasarımı için @@TheAyca ya teşekkür ederim. Onun yaptığı tüm kapaklar harika -İnşallah üşenmediği bir gün bana da yapacak- :D Onun tasarladığı kapakları görmek için onun profiline girmeniz yeterli ♥
........
(Mira)
Günler geçiyordu ve geçen günlerde ben Kılıç ile daha fazla zaman geçirip onu dahada yakından tanıyordum. Sürekli deyimler üzerinde çıkan kavgalarımıza kadar her şeyi seviyordum, sanırım yavaş yavaş onu da seviyordum.
Diğer taraftan ise evdekiler Bora'yı fazla bağlanmışlardı. Özellikle Uraz çünkü sürekli Bora ile maç oynuyor, maç izlemeye gidiyor dışarıda takılıp eğleniyordu. Sanırım uzun zamandır özel güçlü insanların arasında yaşaya yaşaya gerçek insanlığı unutmuştu ama bunu Bora ile tamamlıyordu.
Lina ise doymak bilmeyen Bora'yı yemek tahtası olarak kullanıp her yemeği yediriyordu. Tabii ki Bora bundan büyük bir zevk alıyordu. Kısacası Bora herkese ayak uydurmakta bir numaraydı. Lina ona 'evin neşesi' diyordu. Çünkü Bora yüzü sürekli asık Lara'yı bile gülümsetmeyi başarıyordu.
Lara ise üzgündü, sürekli gözlerini benim ve Kılıç'ın üzerinde gezdiriyordu. Bazen o kadar sinirleniyordu ki yemek masasında ki tüm bardaklar çatlıyor, odasında ki eşyalar kırılıyordu. Onun için yapacak bir şeyi yoktu ve bu hali beni içten içe üzüyordu. Lara bunu hak etmiyordu ama böyle davranması onu insanlara karşı sadece soğutuyordu ve o da bunu pek umursamıyordu. Zaten pek umursayan birisi değildi, bunu onu gördüğüm ilk günden beri biliyorum.
Sıramda otururken sıkıcı dersi dinlemek yerine, dışarıda yağan yağmuru izliyordum, karın bittiğinin habercisiydi bu yağmur. Çünkü yollarda ki tüm karı eritmişti, onlardan geriye hiçbir iz bırakmamıştı.
O gün okul ilk defa sorunsuz geçti; Kılıç, Asel ve Bora hepsi iyi anlaşıyordu ve her şey normalmiş gibi gözüküyordu en azından şimdilik.
Çıkış saatinde Bora ve Kılıç eve giderken ben Asel'in ısrarı üzerine onunla alışverişe geldim. Asel annesine hediye bakıyordu ve ne alacağı konusunda fazla kararsızdı. Sanki, hediye bakmaktan çok anlarmışım gibi peşine beni de takmıştı.
"Bence kolye al." Diye teklifte bulundum yürümekten ağırlaşan adımlarımla.
Yüzünü astı. "Ama aldığım kolye dandik olacak ve annem iki gün sonra onu boynundan atacak. Kaç yıldır ona hediye alıyorum Mira, ama hiçbir zaman Canan'ın aldığı hediyeler kadar beğenip, saklamıyor."
Asel'in üvey babasının kızıydı Canan ve araları pek de iyi sayılmazdı. Asel annesine herkesten daha bağlıydı ve onu Canan dan çok fazla kıskanıyordu. Canan ise el bebek gül bebek büyüdüğü için fazlasıyla şımarıktı. Aralarında ki düşmanlığın en büyük sebebi ise üvey babası onlara taşındıktan sonra, Asel'in odasını Canan'ın almasıydı.
Asel umutsuzca vitrinde ki takılara bakıp, "Sanırım bu sene hediye almayacağım zaten alsam bile iki gün sonra çöpe atar." dedi.
Mağazadan çıktığında peşinden yürüdüm, alış veriş merkezinin içindeki banklardan birisine hayal kırıkları ile oturdu. Yürümekten yorgun düşen adımlarım ile yanına çöküp bir kaç dakika rahatlamış şekilde gözlerimi kapattım. Oturmanın aslında insan vücudu için ne kadar faydalı olduğunu bir kez daha anladım.
Boynumdan Lina'nın aldığı kolyeyi çıkartıp Asel'in elini tuttum ve nazikçe avcuna bıraktım.
Asel bunu beklemediğini belli Şaşkınca bana bakarak, "Bunu sana Lina almamış mıydı?" diye sordu.
Önemsizmiş gibi omuz silktim, "Pek tarzım değildi zaten. Hem arkasında ayarı yazıyor yani gerçek. Belki annen bu sefer bunu atmaz."
Asel başını olumsuz anlamda sallarken elime kolyeyi geri vermeye çalışıyordu.
"Hayır Mira. Bunu asla kabul edemem."
Asel'in saçlarını okşadım, "Bak, arkadaşlar birbirine zor günlerde yardım eder, değil mi? Hem istemediğim bir kolye yani bunu bir yerde unutacağım ve kaybolacak onun yerine sende durması daha mantıklı. Ve itiraz edersen arkama bile bakmadan giderim. Bu huyumu biliyorsun, değil mi?"
Asel yanaklarından akan yaşlarla birlikte kollarını boynuma dolayıp sıkıca bana sarıldı, "Ah sulu göz seni." Deyip bende ona sarıldım.
Daha sonra kolyeyi koyacağı güzel bir kutu alıp yollarımızı ayırdık. Eve doğru yürürken Asel'in mutlu yüzünü hayal edip gülümsüyordum. Küçük ve minyon tipi vardı ama içinde milyon derdi ile baş başaydı. Kendi derdimden kafamı kaldırmayalı uzun zaman olduğu için Asel'i boşladığımı biliyordum. Bundan sonra daha sık onun yanında olmalıydım tıpkı onun her zaman olduğu gibi.
Birilerine kendisini özel hissettirmek aldığın bir hediye ile ölçülmemeli yaptığı fedakarlıkla ölçülmeli idi Ve ben sevdiklerim için ölene kadar fedakar davranabilirdim.
Yürüdüğüm yerin köşesini döndüğüm anda karşıma sokakta yaşadığı çok belli olan bir adam çıktı. İrkilerek ona uzun bir bakış attım; ak saçları omuzlarına kadar uzanıyordu. Sakalı o kadar çok ve büyüktü ki bir ara onunla nasıl başa çıktığını düşünmeye başladım. Morarmış göz altları ve kahverengi gözleri ile gözlerime bakarken adımlarımı üzerime doğru yaklaştırdı.
Rahatsız olduğumu belli ederek kaşlarımı çatıp ilerlemek için bir adım attım, "Sana bir şey vereceğim ufaklık." Diye bağırdı.
Umursamadan yürürken, onun hızlı ve peşimi bırakmayan adımlarını duydum, adam sonunda bana yetişip kolumu tuttu. Öfkeyle kolumu ondan çekerken sert sözlerle, "Bıraksana be adam." Diye bağırdım.
Adam benimle daha fazla baş edemeyeceğini anlayıp elime bir kağıt parçası tutuşturup, "Celal abinin sana mesajı." Dedi ve kolumu bırakıp topallayan ayağı ile benden uzaklaştı. Gözden kaybolana kadar arkasından baktım.
Vücudumda babamın beni dövdüğü günkü acılar yeniden dirilmiş gibi sızladı. Sanki ilk günkü gibi benim üzerimdeydi o izler. Rüzgar kulağımdan sert bir şekilde geçtiğinde gerçekliğe geri döndüm. Elimde güçsüz şekilde tuttuğum kağıt parçasına iğrenerek bakıp boğazıma oturan yumruyu zor bir şekilde yutkundum.
Kağıdı açıp yazanlara baktım, cezaevinin adresi yazıyordu ve altında not vardı. 'Eğer kardeşinin yerini öğrenmek istiyorsan, beni ziyarete gel güzel kızım. Sevgililerimle baban Celal'
****
İçeriye girdiğimde aynalı odaya baktım üç tane oturmalık yerin ikisi doluydu, en köşede ki boş olan yere oturdum ve kirli telefona baktım. Kaç yıllıktı acaba bu telefon? Kaç kişinin eli değmiş kaç kişi özlemini gidermiş, kaç kişinin benim gibi yeni darbe almasına neden olmuştu.
Beklerken ruhum bu küçük ve nefessiz yerde git gide daraltıyordu ve burası ciddi anlamda iğrenç kokuyordu. Sanki burada insanlar değil de hayvanlar yaşıyordu, belki de buradakilerin hakettiği tek şey buydu! Ahır gibi iğrenç bir yerde yaşamak.
Kapı açıldığında içeriye tanımadığım iki kişi girdi ve benim gibi oturan kişilerin karşısında ki sandalyede yerlerini aldılar. Güler yüzler ile karşılarındaki özlem giderdikleri kişi ile konuşurken onların çıktığı kapıya baktım. Tanıdık bir yüz gördüğümde istemeden ağzım aralandı, babam... o cidden berbat gözüküyordu. İçeri de ona iyi davranmadıkları ve onu yaşarken öldürdükleri fazlasıyla belliydi.
Karşıma oturduğunda bir süre sadece birbirimize baktık. Bana hiçbir şey yapamayacağını biliyordu, karşımızda ki kalın cam ve kapı eşiğinde dikilmiş polis memurları vardı. Ama sebepsiz yere korkuyordum, yıllardır 2 saniyeden uzun bakmadığım gözlere 2 dakikadır aralıksız bakıyordum.
Telefonu alıp kulağına götüren ilk kişi o olmuştu. Benden de aynı hareketi bekler gibi eliyle önümde duran telefonu işaret etti. Onun sesinin kulağımın en içinde duymayı kendime hazırladım ve daha fazla beklemeden telefonu alıp kulağıma götürdüm.
"Hoşgeldin kızım."
Onun iğrenç sesine karşı yüzümü buruşturdum, "Ne saçmalıyorsun? Ne kardeşinden bahsediyorsun?" diye sordum hızla kağıtta yazanları vurgulayarak.
Güldü, gülmesi kahkahaya dönerken gözlerini kapattı. Boş boş ona bakarken gözlerini açtı ve benim sinirli gözlerimin içine bakıp sustu.
"Annen benimle evlenmeden önce başka birisiyle işi pişirmiş bile." dedi dişlerinin arasından.
Kaşlarımı çattım, "Ne diyorsun be?"
"Sen 1 yaşındayken annen başka bir adam ile görüşüp duruyordu, bir gün onu takip ettim ve adamın elini tutan 6 yaşında ki çocukla gördüm. Annen çocuğa bakıp, 'O benim de çocuğum.' Dedi ama adam çok öfkeliydi ve annene hiçbir şey demeden çocuğu alıp gitti annen çok ağladı. Sonra rüyasında hep Teoman oğlum diye ağlayarak uyandı, ağlayarak yattı. Bana her gün bunu söylemesini bekledim, başka birinden çocuğu olduğunu. Ama orospu beni yıllarca kandırdı beni. Sen 16 yaşındayken de sarhoştum ve ona bu ihanetinden dolayı kızgındım gözüm döndü ve onu hiç acımadan öldürdüm."
Duyduklarımı hazmetmeye çalışırken devam etti, "Bakma öyle, annen bunu cidden hak etti!"
Telefonu cama fırlatıp öfkeyle ayağa kalktım attım ve cama kırmak için yumruklamaya başladım. Babam olacak herifin üstüne atlayıp onu öldürmek istiyordum, onu mahvetmek istiyordum. Bu lanet anlattıklarının yalan olmasını söyletmek istiyordum. Ama lanet olası cam plastiktendi, kırılmıyordu. Vurmaktan ağrıyan elim yorulmuş ama babamı öldürmeme engel olan cam kırılmamıştı.
Babam benim yaptığım normalmiş gibi gülümsedi ve ayağa kalkıp başını bana acırcasına salladı. Bize bakan diğer insanlara ise deli işareti yaptı.
"Piç herif!" diye son kez haykırdım beni duyup duymaması umurumda bile olmadan. Camı dirseğimle yumruklarken çığlıklarım ile birlikte gözyaşlarımda öfkesini arttırıyordu.
Birisi beni belimden kavrayıp kucakladığında pes etmeden durmadan cama vurmaya devam ediyordum, babamın beynini parçalamak istiyordum!
"Senden nefret ediyorum." Dedim boğazımı yırtacak bir güçlükle bağırdığımda son söze doğru sesim iniltiden farksız çıktı.
Çıkışa kadar kucağında taşıyan kişiye ayağımla vurdum. Beni hangi kabadayı böyle taşıyorsa bunun hesabını verecekti! Tüm öfkemi ondan kusup onu mahvedecektim.
Polis karakolunun önünde beni serbest bıraktığında birbirine giren saçlarımı geri atıp Kılıç'a baktım. Çatık kaşları ile bana bakıp, "Tek başına nasıl buraya gelirsin?"
Gene yanımdaydı, her zaman olduğu gibi. Bir süre etrafa bakıp daha demin yaşananları düşündüm, düşündükçe tutamadığım gözyaşlarım yanaklarımdan akmaya başladı. Savunmasız bir kız çocuğu gibi Kılıç'a sarıldım ve tüm ağırlığımı ona verdim. Kendimi taşıyacak gücüm artık yoktu.
"Kılıç." Dedim ağlamamı kesmeden, "Beni buradan götür."
****
Sıcak çay boğazımdan aşağıya akarken karton bardağı elimin içinde iyice tuttum, artık daha iyi ısındığı mı hissedebiliyordum. Bakışlarımı çaydan çevirip önümde ki fazla dalgalı ve hırçın denize baktım tıpkı benim duygularımı gibiydi bu hali.
"Saldırmayıp nerede olduğunu sorsaydım keşke. İçimde hep bir kuşku kalacak." diye itiraf ettim nefesimi dışarıya verirken.
"Ya yalan söylüyorsa?"
Omu silktim, "Sanki doğru söylüyor gibiydi ama bilemiyorum. Gerçekten annemin başka bir adamdan çocuğu olduğunu bilmek beni mahvediyor. " dedim daha sonra çayımın son yudumunu yudumladım ama elimde ki hala sıcak olan karton bardağı bırakmadım.
"Adı Teoman ve aramızda 5 yaş var." Sözcükler dudaklarımdan düşerken boğazım düğümleniyordu.
Bir anda gene her şey mahvolmuştu!
Kılıç ayağa kalkıp elini bana uzattı, "Yarın ilk işim kardeşin var mı, yok mu; onu öğrenmek."
Kılıç'ın havada duran elini tutup ayaklandım, "Her şey üst üste geliyor."
Kılıç elimi güven verici bir şekilde sıktı, "Ben yanındayım, her şeyin üstesinden geleceğiz. İnan bana."
Zaten senden başka inanacak kimsem yok.
(Kılıç)
Mira kendi odasında işinin olduğunu söylediğinden bu yana 1 saat geçmişti. Artık tedbire karşı benimle sadece geceleri benim odamda kalıyordu. Onun için kendime daha rahat bir koltuk aldırmıştım. Ve inatçı keçiyi yatakta yatmaya artık ikna edebilmiştim.
Mira'ya bakmak için odamdan çıktığım anda Lara da kendi odasından çıktı. Karşı karşıya kaldığımızda uzunca bir süre gözlerimin içine kin besliyormuş gibi baktı. Saten geceliği üstündeydi ve bana bakıp bir şey demeden aşağıya doğru indi. Artık o da alışmış olmalıydı bu duruma. Çünkü o son atmak üzere olduğu tokattan sonra kötü bir şey yaşanmadı.
Mira'nın odasına girdiğimde ağzım aralanmıştı. Mira kısa bornozunu giymiş ıslak saçlarını başka bir havlu ile kurutuyordu.
"Ne yapıyorsun sen ya? Kapı çalma gibi bir huyun var mı acaba?" diye çıkıştı çatık kaşları ile dişlerini sıktı.
Mira'yı baştan sona süzüp yutkundum, nefes kesici gözüküyordu ve kalbimde ki ritim bozukluluğuna sebep oluyordu.
"Ben sen gelmeyince..."
Hızla sözümü kesti, "Geleceğim. Kaçmıyorum ya, hem bu aynı odada kalma işi sıktı. Kaç haftadır Baybars denen heriften haber yok zaten. Ben kendi odamda kalacağım. "
"Kim bilir nasıl bir hain planı var bu yüzden şimdilik yanımda kalman daha iyi."
"Sen benle aynı odada kalmak istiyorsun, değil mi? Baybars falan hikaye."
Gülümseyerek, "Eh tabi bu da bir seçenek. Hem sana aşığım yani bunu istemem normal öyle değil mi?"
Bilmiş bir şekilde burun kıvırdı, "Tamam, çık geliyorum."
Aksine içeriye girip kapıyı kapattım ve Mira'nın üzerine doğru yürümeye başladım. Mira, bir adım bile geri atmadan dik bakışlarıyla bana bakıyordu. Her zaman korkusuz ve dik başlıydı, bu hali ona daha çok bağlanmamı sağlıyordu.
Mira'nın dibinde durup güzel kokusunu içime çektim, "Konu ne zaman benim aşkıma gelse böyle kaçacak mısın?"
"Kaçmıyorum ben."
"Hı? Peki o zaman ne yapıyorsun bayan güzel." dediğimde dudak kıvrımı yukarı kalktı hayranlıkla onu izlemeye devam ettim.
"Sadece emin olmaya çalışıyorum." dedi gözlerini benim gözlerimden kaçırırken.
"Neyden?"
"Hislerimden. Her şey çok karışık. Lara, Baybars, varlığı belli olmayan kardeşim. Her şey birbirine girdi ve ben bunları çözmeden hislerime nasıl kulak verip, nasıl davrancağımı bilmiyorum."
"Ben sonsuza kadar seni bekleyebilirim."
Gözlerini gözlerimden ayırmayan Mira'nın dudaklarını büyük bir özlemle öpmeye başladım. Beni sarhoş edip, dengemi sarsmasına bir kez daha izin verdim ve hasret kaldığım dudakları dakikalarca öptüm.
(Mira)
Kılıç'ın yumuşak yatağında ordan oraya dönüp duruyordum. Elimi dudaklarıma daha sonra ise kalbimin üstüne koydum. Nasıl da hızlı atıyordu. Anlaşılan bu gece uyumam zaman alacaktı.
Kuruyan boğazımla yattığım yerden doğruldum ve kanepede hareketsiz yatan Kılıç'a baktım. Kesit kesit aldığı nefesler dikkatimi çekti. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp ona doğru yaklaştım.
Elimi onun alnına koyduğumda hem kalorifer gibi yanıyordu hem de yüzüne su dökülmüş gibi terler akıyordu alnından yanaklarına doğru.
"Oha." Dedim şaşkınlık içinde 50 derece falan mıydı ateşi ama yuh bir insan nasıl... insan mı ki bu?
Önüme düşen saçlarımı geriye atıp etrafa bakındım ve bir şeyler bulabilme umuduyla ilerlediğimde Kılıç bileğimden kavrayıp beni kendine çekti. Kılıç'ın yanında ufak boşluğa uzandığımda burnu burnuma değiyordu.
"Kılıç." Zorla çıkan sesimle Kılıç'ı dürtmeye başladım, yarım araladığı gözüyle bana bakıp, "Çok güzelsin." Dedi ve tekrar gözlerini yumdu.
"Ama ben hiç rahat değilim burada. Gerçekten güzellik yetmiyor."
Bir kaç dakika kalkmak için uğraşıp en sonunda başardım ve derince bir nefes alıp Kılıç'ın ateşinin düşmesi için mutfağa doğru yürüdüm.
Annem ne zaman ateşim çıksa başıma ılık su koyardı, şimdi aynısını Kılıç'a yapmalıydım. Daha demin turp gibiyken şimdi cacık gibi yatıyordu. Ne ara hasta olduğunu düşünüp ısınması için kettle ye su doldurup fişini taktım.
"Mira?"
Arkamı dönüp saçları darmadağın olan Lina'ya baktım. Sürahide ki suyu bardağa boşaltıp suyu içti.
"Kılıç ateşlendi. Onun için hazırlıyorum suyu. Küçük bezler var mı? Onun alnına falan koymam için."
Lina gülerek elleriyle dağınık saçlarını taradı, "Canım hiç zahmet etme. Çünkü yarına kendine gelir o zaten."
"Ama..."
"Seninle öpüştüğü için ateşlendi zaten. Seninle dudakları buluştuğu zaman vücudu bunu kaldıramayıp ateşleniyor."
Bir bardak daha su içip, "Eğer canını sıkarsa öp ve ona kimin patron olduğunu göster."
Lina gittiğinde başımı anlamsız bir şekilde salladım, neyin içine düşmüştüm ben böyle?
Fişi çekip mutfaktan elim boş çıktım, odaya doğru yürürken gülümsüyordum, bir öpücükle yataklara düşebiliyordu demek. Bu cidden şuana kadar yaşadığım her şeyden daha tuhaftı
Odanın kapısını açtığım anda gülümseyen suratım yok oldu. Kılıç ve Lara yatakta birbirine sarılmış bir şekilde yatıyorlardı. Sanki... sanki evli bir çift gibi.
Kılıç, Lara'yı kollarının arasına öyle bi almıştı ki yutkundum. Kılıç'ın hangi ara kalkıp Lara'yla yatağa girdiğini bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum. Odanın kapısını kapattığım da göğsümü kıracak güçte atan kalbime elimde küçük yumruklar attım.
Hayır Mira. Kıskanmıyorsun, değil mi? Gözlerimi devirdim. Başımda onca dert vardı ve aşka ayıracak zamanım yoktu. Babamı ve bana anlattıklarını düşünmeye çalışarak kendi odama girdim ve arkamdan kapıyı kapatıp iç çektim.
Soğuk yatağıma uzanıp annemi düşünmeye başladım, annem cidden başka birinden çocuk yapmış mıydı? O zaman neden bunu bana hiç söylememişti?
Doğruldum ve aklımı daha demin gördüğüm manzaradan ayırmak için annemin günlüğünü komodinin içinden alıp en arka sayfayı açtım, oralara bakacak vaktim olmamıştı ve şimdi bir şeyler bulabilirdim. Gözden kaçırdığım bir şey olmalıydı, annem bu günlüğü bulacağımı biliyordu, her hangi bir mesaj ve bir not.
Arka sayfaları gezerken pes etmek üzereydim çünkü hepsi günlük rutinini anlatıyordu.Buradan bir şey çıkmaz deyip bir sayfa daha çevirdiğimde deftere bant yarımıyla yapıştırılmış bir resim ile karşı karşıya kaldım. Hızlanan kalbimle birlikte resme zarar vermeden çıkartıp elime aldım.
Bir adam vardı ve yanında bir çocuk vardı. Adam iri yarıydı, kirli sakalları ve siyah gözleri ile çok fazla karizmatik gözüküyordu. Çocuk ise fotoğraftaki adamın küçük versiyonu gibiydi tek farkı saçı daha kumraldı ve gözleri masmaviydi. Tıpkı annemin gözleri gibi.
Fotoğrafın arkasını çevirdim, 'Annen seni hep sevdi Teoman. Ne kadar uzakta olursanız olun kalbim hep sizin yanınızda. Sizi seviyorum.'
Sesli bir şekilde yutkundum, bunu benden nasıl gizlersin anne? Neden, neden böyle bir şey yaptın?
Hepsini! Aklıma takılan her ayrıntının hepsini öğreneceğim.
(Kılıç)
Çalan alarmla gözlerimi aralamadan Mira'ya daha fazla sarıldım. Alarm sustuğunda yanağımda gezen el hissettim, bu dokunuş beni etkilememişti çünkü Mira'nın bu kadar uzun tırnakları yoktu.
Gözlerimi açtığımda yüzü yüzüme gereğinden fazla yakın olan Lara'yı gördüm. Öfkeyle burnumdan soluyup beline doladığım kollarımı açtım ve hızla yataktan kalkıp gülümseyerek bana bakan Lara'ya sert bir şekilde baktım.
Lara, "Bu gece..." deyip ayağa kalktı ve kurnazca gülümsedi, "Hiç olmadığım kadar rahat uyudum."
"Lara." Dedim sıktığım dişlerimin arasından, "Elimden bir kaza çıkmadan dofol git!"
Lara yataktan inip kollarını inatla boynuma doladı. Öfkeyle onun kollarını üstümden çekip sertçe onu kapıya doğru sürükledim ve odamdan çıkartıp büyük bir gürültüyle yüzüne kapıyı kapattım.
Sinirden tepemde ki lamba dahil içeride ki eşyalar salladığında derin nefes alıp verdim, tüm gece onu Mira zannederken ne tür bir geri zekalı idim acaba!
Yataktaki çarşafları tüm sinirim ile söküp kenara fırlattım ve Lara'nın kokusundan kurtulmak için duşa girdim. Kısa duşun ardından sonra Lara'ya karşı geçmeyen öfkemle birlikte yerde öylece duran çarşaflara güçlü bir tekme atıp odanın ilerisine doğru savurdum. Bedelini ödeyemeyecek hatalar yapıyordu Lara ve biraz daha bu şekilde devam ederse aramızda daha önce hiç yaşanmayan bir kavga yaşanacaktı. Umarım o zaman bana karşı güçlü kalabilirdi!
Odamdan çıkıp, Mira'nın odasına doğru yürüdüm. Ona karşı utanıyordum, yaptığım hata büyüktü ve bunu nasıl telafi edeceğimi bilmiyordum. Her şey iyi tam şimdi oldu derken bu yaşananlar ile ne kadar başa döndük bilmiyordum.
Derin nefes alıp odanın kapısını tıkladım, "Gel." Dedi güzel sesiyle.
İçeriye girip arkamdan kapıyı kapattığımda okul çantasını hazırlıyordu. Bana kısa bir bakış attıktan sonra üstüne montunu giydi.
"Daha yarım saat var." dedim soru soran bir edayla.
Başını biliyormuş gibi salladı, "Dışarıda bir kaç işim var. "
"Mira. Ben dün..."
Elini havaya kaldırıp, "Açıklama yapmak zorunda değilsin." dedi.
"Lara'yı dün gece sen sandım."
Lafımdan etkilenmiş gibi gülerek yüzüme baktı, bu gülüşü sinirden miydi yoksa ciddi anlamda komik mi gelmişti bilmiyordum. Ama onun ne kadar öfkeli olduğunu hissedebiliyordum.
"Ben o kadar uzun ve güzel değilim. Hem mini geceliklerimde yok." diye gözlerini devirdi.
"Beni affedecek misin?"
Umursamaz bir şekilde,"Sana kırılmadım yada kızmadım ki affedeyim." Odadan çıkmak için ilerlediğinde önünde durup yanaklarını avucumun içine aldım. İyice küçülen yüzüne bakmaya son verip kehribar gözlerine baktım.
"Lara, onu ilk gördüğüm günden beri beni seviyor. Ona her zaman istemediğimi söyledim ama inatla bana karşı hislerine devam etti. Şimdi ben sana aşığım ve bu yüzden Lara seni çok fazla kıskanıyor."
"Kıskanılacak bir yanım yok."
Başımı reddetmiş bir şekilde salladım, "Kendinde ki güzelliği göremiyorsun Mira. "
Bir süre susup gözlerime baktı sonra, "Peki Lara'nın kalbi ya senin için atıyorsa? Ben ölürsem sen ölürsün, sonra Lara ölür eğer Lara'ya aşık biri varsa da o ölür..." deyip ellerimi yanaklarından çekti, "Bu da zincirleme gider."
Gülerek, "Hayır. Lara'nın kalbi benim için falan atmıyor. Onunda özel güçleri var yani bu dengeyi bozuyor. "
Kaşlarını kaldırıp, "Tuhaf denge." deyip gözlerimin en içine baktı, "Neden?" diye sorduğunda anlamadığımı belli edercesine ona baktım.
"Neden gözlerin sürekli renk değiştiriyor?"
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, "Bu sadece senin yanında oluyor, sadece sen ve ben baş başa kalınca. Daha önce hiç olmamıştı."
Mira gülümsememek için kendisini sıktığında belli belirsiz bir çukur oluştu yanağında. Gizemli gamzesine hayranlıkla bakarken bu sefer ben soru yönlendirdim.
"Pekala. Sen Nereye gidiyorsun?" diye sordum sırt çantasını işaret ederek.
"Kütüphane."
"Neden?"
Çantasının ön gözüne koyduğu fotoğrafı çıkartıp bana doğru uzattı. Ben fotoğrafa bakarken, "Dün buldum. Annemin günlüğünde arkasında gerçekten annemin oğlu olduğunun kanıtı var. Sizi seviyorum falan yazmış sanırım bu adamdan şu bilinmez kardeşim. Eğer hala yaşıyorsa internette ismini aratacağım. Ve biraz da sizin gibi insanlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için kitaplar alacağım." dedi.
"Bu Aslan." dedim hızla Mira'ya doğru en az onun kadar şaşkınca bakarken.
Mira heyecanla, "Nasıl ya? Tanıyor musun?" Diye sordu.
"Onu tanımayan yoktur. Zaten özel güçlü insanların sayısı az olduğu için herkes birbirini tanır." deyip boğazımı temizledim, " Ölümü herkesi hayrete düşürmüştü."
"Ne? Öldü mü?" diye başka şaşkınlık yaşayan Mira'ya onu daha fazla yaralamadan nasıl anlatacağımı düşünmeye başladım.
Kelimeleri beynimde toparlarken Mira eliyle beni sarstı, "Öldü mü?"
"Onunla yıllar önce tanışmıştım. Gücümü ilk kullanmaya başladığım zamanlardı. Bana nasıl zihnimi yönetip kullanacağımı anlattı. Ondan sonra onunla yollarımız ayrıldı. En son iki yıl önce öldüğü haberini aldım, Lina söylemişti."
Mira odanın içinden volta atarak "Annem ona aşıktı, babamla evlenmesine rağmen hem de."
Resmin arkasında ki yazıyı okuyup yerinde durmayan Mira'ya baktım. "Sanırım Aslan da ona aşıktı, yoksa esrarengiz ölümü başka türlü açıklanamaz."
Mira da aynı şekilde bana bakıp, "Yani babam iki kişiyi mi öldürdü?"
Belli belirsiz başımı sallayıp sakin bir sesle, "Eğer bu bilinirse babanı yaşatmazlar Mira."
Mira bunu umursamıyormuş gibi hızla başka soru yönlendirdi.
"Peki şu kardeşim olan? Onu hiç gördün mü?"
"Hayır, nerede olduğunu da bilmiyorum. Ama araştırma yaparak bulabilirim." dedim kendimden emin bir ses tonuyla.
Hala odanın etrafında volta atan Mira'nın omuzlarından tutup durmasını sağladım.
"Şimdilik sakin ol Mira. Her şey üst üste geliyor ama güçlü olmak zorundasın. Sana yakışan bu."
Mira gözlerimin içine bakıp kollarını omzuma doladı, ona sıkıca sarılırken, "Hep yanımda dur Kılıç, yoksa bu kadarını kaldırmam."
"Şüphen olmasın."
(Mira)
Bora ve Asel'e olanları anlattığımda ikisi de benim kadar şaşkındı. Bunu birileri ile paylaşmak ve biraz olsun yüküm hafifletmek istiyordum.
"Demek annen de özel güçlü insanlar olduğunu biliyormuş." Dedi Bora hayranca ağzını açık bırakıp.
Asel boşta kalan elimi tutup,"Peki biraz olsun mutlu musun Mira? Bulunursa annenle aynı kanı taşıyan kardeşin olacak. "
Asel'in umut dolu yüzüne bakıp, "Ve onunda özel güçleri olacak çünkü babası özel güçlü."
"Yarı insan... yarı güç." Bora bir bilmece çözüyormuş gibi kaşlarını çattı.
"Bilemiyorum, benim sizden başka kardeşim yoktu hiç."
Asel kollarını bana dolayıp, "Mira, biz ölümsüz değiliz ama kardeşinin özel güçleri varsa ölümsüzdür. Kılıç da seni ölümsüz yapar. Yani bizden sonra sana bir kardeş lazımsa o da şu Teoman denen abin."
"Hayır. " diye çıkıştım. "Ölümsüz falan olmayacağım. Bu... çok adaletsizce."
Bora da diğer elimi tutup, "Adaletsiz olan dünyada adalet aramaya son ver." dedi.
Okulun bitmesini beklerken omzumun arkasından Kılıç'ın boş masasına baktım. Acaba bir şeyler öğrenebilmiş miydi?
(Kılıç)
Lina ile birlikte Aslan'ın eskiden yaşadığı eve gittik ev yıkılmış ve geriye ahşap tahtalardan başka hiçbir şey kalmamıştı. Bir zamanlar içinde yaşayıp Mira'nın annesiyle brlikte oldukları ev şimdi yıkılmış, geriye yitik bir aşktan başka hiçbir şey bırakmamışlardı.
"Sen cenazeye geldiğinde hiç yabancı yüz gördün mü?"
Lina bir süre düşünüp, "Tanımadığım çok yüz gördüm. Hem bu çocukluk fotoğrafı onu bu şekilde bulmamız bizim işimizi zorlaştırıyor."
Bir şey demeden birlikte ormanlık alanda yürüyorduk. Aslan'ın evi ormanın tam ortasında ıssız bir yerdeydi, karanlık bir adamdı ve bu alanda yaşaması beni şaşırtmamıştı. Yeniden ikisini düşündüm bir türlü kavuşamadıkları aşkı.
Umarım Mira ile sonumuz onlar gibi olmazdı, ben Aslan gibi asla bir adamın Mira'ya dokunmasına dayanamazdım... Evet, ben Aslan gibi geri çekilemezdim ve çekilmeyecektim son nefesime kadar Mira ve kendim için savaşacaktım ortada bir çocuk olsa bile!
"Bakınız burada kimler var."
Yolumuza çıkan Baybars'a bakıp iç çektim, uzun süredir ortalıklarda olmamasına şaşmamak lazımdı yürümesine bakılırsa vurduğum yerin sızısını üstünden daha atamamıştı.
"Güzeller güzeli Lina. Seni çok özlemişim."
Baybars, Lina'nın elini öpüp bana baktı, "Ve kadim dostum. Seni de özledim."
"İşimiz var Baybars. Yani sana ayıracak zamanımız yok." Dedi Lina tatlı sesiyle. Onun düşmanlarımıza karşı kullandığı kelimeler ortama tatlı bir sertlik katıyordu, şuanda olduğu gibi.
Baybars, Lina'nın elinde tuttuğu fotoğrafı alıp baktı, "Aslan ve gayrimeşru çocuğu değil mi bu?" Deyip resmi bize geri verip sigarasını çıkarttı, "Uzun zaman olmuş, ikisini görmeyeli. "
"Sen onları tanıyor musun?"
Baybars dumanı yüzüme üfleyip, "Evet. Bir ara benden şu başbelası oğluna bakmam için bıraktı. Sadece 1 günlüğüneydi ama o lanet çocuk o kadar iğrençti ki onu öldürmemek için zor tuttum kendimi."
Lina ile birbirimize umut dolu bir şekilde baktık.
"Ne zamanı kastediyorsun Baybars?" Diye sordu Lina merakını gizleyemeden.
Baybars dumanı içine çekip, "Bakıcılık yaptığıma göre 15 yıl öncesini."
Lina kararlı sesiyle, "Bize şimdi lazım. O nerede biliyor musun? Demek ki Aslan sana onu bırakacak kadar güveniyordu." Lina'nın bu aceleci tavrı eminim ki Baybars'ın merakını anında uyandıracaktı.
Baybars sigarını içine çekerken güldü,"Güven mi? O adam kendinden başkasına güvenmez. Sadece mecbur kaldı tabii. Peydahladığı kadın ortada olmayınca."
Yumruğumu sıkıp yutkundum. Onun yaşamasına izin vermeliydim ki şu Teoman'ı bulalım.
Lina sakince, "Yani?" diye sordu.
"Evet. Şuan nerede, ne yapıyor biliyorum." Deyip kurnazca güldü, "Hem de çok iyi biliyorum."
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum ♥
Sevgiyle Kalın ♥
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top