۩ Tavan Arası | Prolog

PROLOG

Titreyen bacaklarım ağır aksak adımlar atmaya çalışırken her ne kadar korksam da, içimi kemiren merakıma engel olamıyordum. Usul usul ahşap merdivenleri çıkarken bazı tahminlerde bulundum. Gördüğüm rüyanın anlamı neydi? Her zaman gördüklerim gibi aptalca bir rüya mıydı, yoksa bazı şeylerin işareti mi?

Tavan arasına çıkan merdiveni ağır ağır çıkmaya devam ettim. Bu basit bir merak değildi. Orada her ne varsa sanki beni ısrarla çağırıyordu. Öğrenmemi, bilmemi istiyordu. Yıllar sonra buraya, bu köşke gelişimin bile bir sebebi olabileceğini düşündüm o an. Neden dün değil de bugün, neden yarın değil de bugün? Neden yıllar önce değil de tam bugün? Bir anlamı olmalıydı.

Ya da ben kafayı sıyırmıştım.

Son basamağı da ardımda bıraktıktan sonra ahşap kapıyı açmak için hamlede bulundum. Kapı sıkışmış gibi olduğundan, biraz güç uygulayıp zorladım. Derin bir nefes alıp kapıyı araladığımda her yanını toz kaplamış odaya girdim. Tüm gereksiz eşyaların istiflenmiş olduğu tavan arasına. Örümcek ağları, tutunabileceği her tarafta yer edinmiş toz yığınları uzun süredir terk edilmişliği temsil ediyordu. Raflardaki kitaplara ve yerdeki kutulara bakarken bir yabancının nefes alış verişlerini ensemde hissettim.

Vakit kaybetmeden kutuları karıştırmaya başladım. Eski ayakkabılar, kişisel eşyalardan başka bir şey yok gibiydi. Bana çok yabancıydı bu oda. Bir o kadar da tanıdık. Uzun yıllardır büyüdüğüm bu köşkten uzakta, şehrin keşmekeşinin ortasında yaşıyordum. Babaannem hastalanıp eski evine dönmese belki de daha bir bu kadar zaman geçerdi. Yıllarca kiracılar oturdu burada, epey eskiyince ve bakımsız kalınca da sahipsiz kaldı bir süre. Ancak artık sahibi tekrar bizdik buranın. Kimlere ait olduğunu bilmediğim bu gereksiz eşyaları kurcalamaktan bu yüzden çekinmiyordum belki de. Çünkü neden kurcalamayayım? Her kime veya kimlere aitse sahip çıkmamışlar, burada bırakıp gitmişlerdi eşyaları. Kaderlerine terk etmişlerdi. Geçmişlerinden kaçmışlardı belki de. Kutuları kurcalamaya devam ettim. Bu bana anlam veremediğim bir memnuniyet hissettiriyordu. Başkalarının eşyalarını karıştırmak hep ayıp olarak öğretilmiştir bize ama ben bundan zevk duyuyordum. Utanç verici ya da ayıp olabilirdi. Ama hoşuma gitmişti.

Kutuların bazılarında ise kıyafetler, defterler ve kalemler vardı. Son kutuyu diğerlerinden ayırdım, bir sürü defterin bulunduğu bu yığını merak etmiştim ve ayrıca inceleyecekti. Üstteki raflarda göz gezdirmeye başladım. Bir sürü kitap vardı. Eskiden ben de kitap okumayı çok severdim, fakat iş hayatına atılınca kendime bile vakit ayıramaz olmuştum. Dolayısıyla kitap okumaktan da uzaklaşmıştım. Belki de yalnızca bir bahaneydi bu. Bir köşede Stefan Zweig'in kitaplarını gördüm. Bu odadaki eşyaların sahibi yazarın fanatik bir hayranı olmalıydı. Gözüne çarpan ilk eserleri Yakıcı Sır, Korku, Mecburiyet ve Bir Çöküşün Öyküsü olmuştu. Öte yandan başka kitaplar da vardı. Patrick Süskind'in Koku'su, Lisa Gardner'ın Korkuya Yer Yok kitabı. Jon Verdon'ın Peter Pan Ölmeli kitabı ise en sağdan göz kırpıyordu bana. Hepsi güzel görünen kitaplardı. Bazılarını okumuştum, bazılarıysa pek tarzım değildi. Kitaplardan birini elime aldım ve tozlanmış sırtını elimle temizlemeye çalıştım. Korkuya Yer Yok. Sayfalarını çevirirken yaşanmışlık kokusunu içime çektim. Çevrilen sayfalardan birinde kâğıt vardı.

Koyu kırmızı bir kâğıt.

Üzerinde ise tek kelime.

"Korkuyorum."

Merak uyandırıcı. Neden korkuyordu mesela? Neydi sebebi? Küçüklüğümden beri hayal dünyası pek geniş biri olmuştum. Dolayısıyla aklımda çok fazla hikâye ve tahmin oluşmuştu. Birçok saçma ve aynı zamanda olası şey doluşmuştu aklıma. Ailesinden mi korkuyordu? Ölmekten mi? Unutulmaktan mı? Sevgilisinin onu terk etmesinden mi korkuyordu? Arkadaşları tarafından dışlanmaktan mı?

Elimdekinin sayfalarını iyice inceledikten sonra başka bir kitabı aldım elime. Belki diğer kitapların sayfalarında da tek kelimelik veya cümlelik notlar bırakmıştır diye düşündüm. Onun gibi düşünmeye çalıştım. Her kitaba bir şifre bırakmış olabilirdi.

Peter Pan Ölmeli. Kitabın etrafındaki yaşanmışlık kokan tozları temizlemedim bu sefer. Olduğu gibi kalsın istedim. Kimse bozmasın yaşanmışlıkları. Sayfaları tekrar çevirdim. Tekrar. Bazılarını tek tek çevirdim.

Kitabın sonlarına doğru bir not daha.

"Ölüyorum."

Tüyler ürpertici. Ona böyle hissettiren şey neydi? Basit bir aşk acısı da olabilirdi, büyük bir dert de. İnsanlar bazen hiç olmadık şeylere gereğinden fazla üzülebiliyordu çünkü. Hele ki gençken. En büyük dert bizimkiymiş gibi gelirdi. Asla çaresi yokmuş gibi üzülürdük. Hâlbuki bir süre sonra geçer giderdi. Unuturduk. Gülerek hatırlardık hatta. Yine böyle bir an olabilirdi onun için.

Yazı tipine baktım. Yaşını tahmin edemezdim elbette. Benimle yaşıt da olabilirdi, benden küçük de. Belki de benden büyük. Bilemiyordum. Ancak düzenli ve süslü yazı tipine bakılırsa bir kız yazmıştı bunları.

Merak ettiğim defter dolu kutuya eğildim. İlk rastladığım defterin yine ilk sayfasını çevirdiğimde merakımı daha da kamçılayan bir söz yığını karşılamıştı beni.

"Adımı bilmeni istemiyorum. Hikâyemi bil yeter."

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top