5 | hafıza

Eric'i kendim gelebilirim diyerek yolladıktan sonra eve uğrayıp hazırlanmış kendimi çekici olduğuma ikna ettikten sonra kendimden emin bir şekilde durmaya kendimi zorlamıştım. Younghoon'un hediyesini de gelirken almıştım ama kafamda oluşturduğum plan yattığı için çaresiz bir şekilde bakışıp duruyordum. Keşke şu an bu saate yerleştirebileceğim bir sistem olsaydı. Aslında birkaç yer ile görüşmüştüm ama hiçbiri akşama kadar yetişmeyeceğini söylemişti. Sıkıntılı olduğum on adım ötesinden bile anlaşılıyordu.

"Merhaba, prens."

Olduğum yerde resmen zıplayıp kafamı aynama çarpmaktan kıl payı kurtulduğumda karşımdaki kişiye baktım.

V?

"Sen..." Ne diyeceğimi, ne soracağımı bilemediğim için kekelemeye başladığımda ağzıma kelen kelimeleri de yutmuştum. Burada ne işi vardı?

"Beni gördüğüne bu kadar sevineceğini bilsem daha önce ziyaret ederdim ama ne yazık ki bu mümkün değildi," yanıma doğru yaklaşıp yanağımdan makas aldığında şaşkınlığım iki katına çıkmıştı. Ne oluyor amına koyayım?

"Boş muhabbeti kes ve evimde ne aradığını söyle," ona karşı bu tavrım belki de çok fazlaydı. Fakat buraya geldiyse iyi bir şeye niyeti olmadığını düşünüyordum. Kendi hayatı için hayatımı mahvetmişti. Ona karşı sempati istesem de besleyemezdim.

"Sakin ol," etrafımda bir tur döndükten sonra yatağımın üstüne oturdu. Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sana bir teklif sunmaya geldim," gözlerimi kısıp tek kaşımı kaldırdım.

"Ne için?" Ne olduğunu adım gibi anlasam da olabildiğince cevap vermekten kaçmak için öylesine sordum. "Kanınıza ihtiyacımız var." Yutkundum. Bunu öylesine diyor olamazdı elbette ama nedeni ne olabilirdi? Çalıştır saksıyı, Jaehyun.

"Dönmeyeceğim," omuzlarımı dikleştirip ona ters bir şekilde baktım. Bu halime karşı gülmüştü.

"Beni en çok zorlayacak kişinin sen olacağını biliyorum ama diğerlerini ikna etmek için yine sana ihtiyacım var," ayaklarını uzatıp üst üste attı ve ellerini arka tarafına koyarak destek aldı. Kirpiklerinin altından bana baktığında bakışlarının altında yatan imayı bulmam hayli zor oldu. Yalvarmıyordu, emretmiyordu... Sanki gelsem de gelmesem de sorun yoktu da öylesine soruyor gibiydi. Anlam veremedim.

"Burada onunla olma şansım var. Ailemle de aram düzeldi. Artık ölmek için ya da başka bir evrene gitmek için  sebeplerim yok. Ben mutluyum. O yüzden lütfen beni rahat bırakın," son sözlerimi söyledikten sonra arkamı döndüm. Odamdan çıkmak için elimi kapı kulpuna uzattığımda söylediği sözler duraksamamı sağladı.

"Seni geri götürmem beş saniyemi almaz, Jaehyun. Eğer sebebin buysa başka bir anlaşma yapalım," gözlerimi kapatıp kendime üç saniye verdim sakinleşmek için. Kendimi bıraksam ağlardım. Buna izin vermeyecektim. En azından onun karşısında ağlamamalıydım. Fakat ne kadar istesem de buna engel olamamıştım. Gözlerim dolu bir şekilde ona döndüğümde omuzlarım düşmüştü.

"Bak, ben... Çok yoruldum. Daha yeni alışmaya başladım bu hayatıma. Bana ölmem için teklif sunuyorsun resmen ve bunu kabul etmemi bekliyorsun, değil mi? Doğru mu anlıyorum yoksa nihayet kafayı yedim mi?"

Gözlerimin içine uzun bir süre baktıktan sonra ayağa kalktı. İki elini iki omzuma koyup gözlerime daha yakından baktı. Dolan gözlerim yüzünden görüşüm bulanıktı.

"Ölüp ölmemek senin ve diğerlerinin direncine bağlı. Bunu ben belirleyemem ama evet, ölebilirsiniz de. Bunu güzel bir şekilde halletmek istiyorum. Bunu da sırf Jungkook için yapıyorum. Çünkü benim bekleyecek sabrım da takatim de kalmadı. V evrenindeki herkes öldü. Juyeon, Younghoon, Chanhee ve sizin deyiminizle komutan." Yutkundum. Juyeon... O zaman bir şeyleri hatırlıyor olabilir miydi? SİKTİR! BÖYLE BİR ŞEY MÜMKÜN OLABİLİR MİYDİ?

"Sevgili, Jaehyun. Büyük ihtimalle sen de onlardan birisin."

Son bombayı da patlattığında derin bir nefes alıp başımı eğdim. İşte bunu beklemiyordum. Hazırlıksız yakalanmıştım.

"Üzülmene gerek yok. Aksine sevinmelisin, Jaehyun. Kardeşim yüzünden sana çok fazla müsamaha gösteriyoruz ve bu sefer de elinde diğerlerinden farklı olarak seçenekler olacak," böyle söylemesiyle beraber başımı kaldırdım. "Ne gibi seçenekler?" Nefesini dışarıya sesli bir şekilde bıraktı.

"Bunu sana belki de o anlatmalı ama onun dünyaya dönmesi yasak," elini saçlarının arasından geçirdi. Kardeşi yüzünden oldukça sıkıntılı gözüküyordu. "Neden diye sormalı mıyım?" Nedense merak etmiştim. "Ah, boşver. Yine seninle ilgili bir konudan ötürü olduğunu bilmen yeterli. Onun dışında ise çip işe yaramaya başladı mı diye birkaç soru sormam gerekiyor," hızla geri çekilip ellerinin omzumdan düşmesini sağladım. Ne çipinden bahsediyordu?

"Benimle alay mı ediyorsun? Özgür olacağımı sanmıştım. Ne çipi?" Sinirden için fokur fokur kaynamaya başladığında ondan uzaklaşmam iyi olmuştu yoksa tokadı yemişti.

"Jaehyun, bir an da yükselme huyundan vazgeçmelisin. Önce bir dinle," ellerim titremeye başlasa da kendimi tutup sessiz kaldım. Her şeyi anlatmanın tam sırasıydı. "Sana bu çipi takmamızı Jungkook istedi. Başta seni gözlemleyip ters bir şeye kalkıştığın taktirde durdurmak için olduğunu söyleyerek beni ikna etmeyi başardı ama daha sonra o çipin basit bir cip olmadığını anlamam uzun sürmedi." Tekrar elini saçlarından geçirip devam etti. "Kısa süre önce rüya olduğunu düşündüğüm bir halüsinasyon görmüş olmalısın, doğru muyum?" Kaşlarımı kaldırdım. Başımı salladım. O da devam etti. "Bazen bu tarz halüsinasyonlar göreceksin ve bunların gelecekten gelen görüntüler olacağını bilmelisin. Buna bağlı olarak gün içinde de bir anda kulak çınlamasına bağlı olarak yine halüsinasyonlar görebilirsin. Dikkat et, bunların ne zamana işaret ettiğini belli değildir ama gerçekleşeceği kesindir. Fakat sen istersen bunu değiştirebilirsin. Bu sayede başına bir şey gelmeyecek ve bir nevi korumada olacaksın," söylediklerine karşı oldukça şaşırsam da etkilenmemiş olduğumu söylersem yalan söylemiş olurdum. Ne yalan söyleyeyim, şu an çip takılması o kadar da absürt gelmemişti. İsterlerse bir tane daha takabilirlerdi hatta.

"Bir şeye ihtiyaç duyduğun zaman ise iletişime geçmek için kullanacağın bir saat getirdim," bileğimi uzatmamı istediğinde itiraz etmeden uzattım. Bileğime saati takarken onu inceledim. Kendine ayrı çok havalı bir görüntüsü vardı. Bakımlı ve özenli olmak insanı her zaman bir adım ötede tutuyordu. Fakat karşımdakinin insan olmadığını hatırladığımda bakışlarımı ondan çekmiştim.

"Nasıl kullanacağını biliyorsun," maalesef. Başımı salladım tekrardan. "Şimdilik bu kadar. Sana özel bir şans tanıdık ve bunu iyi kullan. Diğerleri gibi hemen işleme geçebilirdik ama ölme ihtimaline karşı seninle vakit geçirmek isteyen kardeşimi hayal kırıklığına uğratma." Ne demek istediğini çok iyi anlayınca uysal bir kedi misali yine başımı salladım. Fakat kafam karıştığı için sormadan edemedim.

"Peki diğerlerine karşı işlem başlatılacak mı?" Eğer Juyeon ölürse benim de işim kalmayacaktı. Onunla hayatım güzelleşmiş, yaşamaktan zevk almaya başlamıştım. "Başlatılmamasını mı istiyorsun?" Kafası karışmış bir şekilde bana sorduğunda başımı hızla salladım ve söze girdim. Şimdi ikna etme sırası bendeydi.

"Juyeon'a dokunmayın. Bu kadar beklemek zor gelecek ise komutan ve Younghoon'u dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz," Chanhee nerede bilmiyordum bile ama onu da korumam gerektiğini hissediyordum. Fakat bir şey dememiş olmam onu riske sokar diye gerilmeye başlamıştım. Lanet olsun!

"Jungkook, Juyeon'u onaylamak istemeyecektir ama ben bir şekilde halledeceğim." Başka konuşacak bir şeyimiz kalmadığında merhametime lanetler ederek yine de sormaya karar verdim.

"Chanhee!" Bir an da söylediğimde şaşırma sırası ondaydı. Aramızdaki mesafeyi aza indirip birkaç adım attım. İkna etmek için ilk kural, yakın olmaktan geçerdi.

"Onun nerede olduğunu biliyor musun?" Beni baştan aşağıya süzdükten sonra onayla başını salladı. Gerginlikten başımı eğip tırnak etlerimle oynamaya başladım. Nasıl söze girmeliydim?

"Biliyorum, çok fazla olacak belki ama dayanamayacak seviyeye gelmediğiniz sürece ona da dokunmayın." Emir veriyormuş gibi konuştuğumu hissedince ekledim. "Lütfen." Sıkıntılı bir iç çekse de kabul ederek başını salladı.

"Başka bir şey yoksa?" Gideceğini anladığımda çok şey merak etsem de aklıma gelen ilk şeyi sordum.

"Juyeon ve Chanhee... Benim gibi hatırlıyorlar mı?" Bu soruyu öyle bir tedirginlikle sormuştum ki tüylerim diken diken olmuştu. Belki artık bu yaşadıklarımızı konuşabilecek birinin olma hissiyatı bana çok iyi gelmişti, bilemiyordum.

"Hayır."

Beklediğim cevabı alınca gözlerimi kaçırdım. Çok şanslıydım (!)

"Bir uçurum testi vardı. Orada atlayan tek kişi sendin. O yüzden hafızanı kaybetmedin ama onlar başarısız olduğu için kaybetti."

Başka bir şey sormak istemediğim için söylediklerini düşünmeye başlamıştım.

"Fakat hatırlamaya niyetleri varsa onlar için zor olmayacaktır."

Selamlar!!!
Şu partiye bir türlü girişemedik ama olan biteni toplamak açısından böyle bir bölüm gerekliydi 😔👍🏻

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top