32 | panzehir

Bölüm Şarkısı: Isaac Hong - Pain

Burada olalı neredeyse iki gün olacaktı. Buna rağmen değişen hiçbir şey yoktu. Sadece oyun oynamıyordum ve bunun verdiği rahatlık paha biçilemezdi. Arkama yaslanıp bazen kameralardan onları izliyor bazen ise sadece burada keyfime bakıyordum. İşin tuhaf kısmı, bana karışmıyorlardı. Sesi kapatmışlardı, bu yüzden yaptığım çağrı ilk ve son olmuştu. Fakat yine de yapabilmiş olmam çok iyiydi. Rahat bir şekilde oturmuş tekrar kameraların başına geçecekken saatimden duyduğum anons ile tek kaşımı kaldırdım. Ne oluyordu?

Rahat edeceğimi düşünürken bir anda gelen bu anons ile bütün keyfim kaçmıştı.

"Birkaç günün ardından oyun vaktinin tekrardan geldiğini duyurmak zorundayım," bana ayrı bir anons değildi çünkü kameralardan diğerlerine baktığımda anladığım kadarıyla onlar da şu an aynı şeyi dinliyorlardı. Hadi ama, ben de mi oyuna dahil olacaktım (?) Peki, nasıl? "Bildiğiniz üzere, ödül karşılığında Hyunjae bizimle beraber. Bu oyunda ki göreviniz ise Hyunjae'yi bulmak olacak," şaşkınlıktan diğer kaşım da havalanınca burada neler döndüğünü gram anlamıyordum.

"Bu sabah odalarınızda ki su şişelerine zehir enjekte edildi." Duymayı beklemediğim şeyle gözlerim irice açılırken an itibariyle şoka girmiştim. "Ve panzehiri bulmanız gerekecek," kaşlarımı çatarak cümlenin altındaki anlamı bir çırpıda anlamanın zevkini yaşıyordum. Sanırım oldukça zekiydim. Bir dakika! Benim vücuduma panzehir mi enjekte etmişlerdi? Ne ara?

"Panzehir, Hyunjae de mi yani? O yüzden mi onu bulmamız gerekiyor?" Benim düşündüğüm şekilde anlayanın kim olduğunu merak ettiğim için kameraya bakmıştım. Sunwoo? Sanırım o da oldukça zekiydi.

"Göründüğünden daha zekisin, Sunwoo." İçimdeki düşünceyi dışa vurmuş bir şekilde söylediğinde konuşanın hangisi olduğunu merak ediyordum. Jungkook? Taehyung?

"Hyunjae yanınızda, değil mi? Onu buradan nasıl bulabiliriz?" Komutan kafa karışıklığı ile sorduğunda bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum. "Oyun başladığında oraya dönmüş olacak. Siz hazırlanmanıza bakın," beni geri mi gönderiyorlardı?

"Bekle," nihayet Juyeon'un sesini duyduğumda kalbimin bir anda değişen ritmini umursamadan ne söyleyeceğini merakla beklemeye başlamıştım. "Bizim içimize enjekte ettiyseniz panzehiri de onun vücuduna mı enjekte ettiniz?" Yutkundum. Neler döndüğünü şu an anlamaya başlamıştım.

"Evet. Kanını mı içerseniz yoksa onu yer misiniz, orası size kalmış." Juyeon'un ifadesinde oluşan çatlaklardan sızan şaşkınlık ancak gözlerinin içine içine bakıldığında anlaşılabilecek seviyedeydi. Onu uzaktan görüyor olsam da bunu anlayabiliyordum. Gözlerindeki endişenin yansıması içime işliyorken ona sarılma isteğim artıyordu. Olan biteni benim de bu vesileyle öğrenmemi sağlamaları tam da nasıl bir şerefsiz olduklarını gösteriyordu. Hala onlarla aynı muameleyi görüyor, oyunda yer alıyordum. Lanet olsun! Ve bu kez oyun, benim etrafımda dönüyordu.

Odanın ortasında öylece kalakalmıştım. Ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordum. İnsan olmayan kişilerin elindeydim ve bana ne yapacakları belli değildi. Diken üstünde ölümümü bekliyor gibi hissediyordum. Belki de baştan kaçmak çok daha mantıklı bir seçim olabilirdi.

"Bunu sana yaptığım için üzgünüm ama sizlerin de bizim nasıl bir halde olduğumuzu anlamanız için oldukça mantıklı bir oyun bu."

Duyduğum sesle birlikte arkamı dönecekken kafama geçirilen torba (?) ile beraber görüş alanım kapatıldığında çığlık attım. Bu Jungkook'un sesiydi. Kahretsin, beni oraya gönderecekti.

"Eğer ölmezsen seninle bir anlaşma daha yapabiliriz, Jaehyun. Unutma ki, güçlüler hata yapmadığı sürece zayıfların kazanma şansı yoktur."

***

- Juyeon -

Ne yapacağımı bilmez bir halde sindiğim duvar köşesine daha da saklanmaya çalıştım. Hyunjae'den haber alamıyorduk ve en son anonsu ile iyi olduğunu düşünüp onun hakkında endişelenmeyi kesmiştim ama bugün aldığımız anons her şeyi değiştirmişti. Belli ki, Hyunjae de kandırılmıştı. Ve bizi birbirimize karşı kullanmaktan çekinmiyorlardı. Amaçları neydi, asla anlamamıştım fakat altında yatan bir niyet olduğuna adım kadar emindim. Bir şey söylemeden yanıma oturan Sunwoo'ya göz ucuyla bakıp içimde büyüyüp duran sıkıntıyı dile getirmekten çekinmedim.

Burada ki insanlar ve huzur sayesinde geriye dönmek istemiyordum ama eğer onlar elimden alınacaksa burada yaşamın ne anlamı kalırdı ki?

"Chanhee'den sonra Hyunjae'nin ölümüne katlanabilir miyim, bilmiyorum." İçimde azalmayıp artmaya devam endişeyle Sunwoo'yu da sıkıntıya sokmak istemiyordum ama küçük grubumuzdan geriye kalan sadece ikimizken ondan başka anlatacak kimsem yoktu. Burası git gide beni yalnız hissettiriyor, içime kapanmamı sağlıyordu. Lanet olsun, başta buraya bel bağlamam yaptığım en yanlış karardı. Hyunjae'yi dinlemeliydim.

"Geldiğimiz duruma bak," eğdiğim kafamı kaldırıp ona baktığımda yan ağız gülerek başını iki yana salladı. Olanlara inanamıyor gibi bir hali vardı. "Ya öleceğiz ya da Hyunjae sayesinde hayatta kalacağız. Ne boktan bir şeyin içine sokuyorlar bizi. Adam öldürmek çok daha kolaydı," Sunwoo bile böyle endişeli ve gergin hissediyorsa Hyunjae şu an ne haldedir, diye düşünmekten kendimi alamıyordum.

Başımı ellerimin arasına alıp kafamı kendime doğru çektiğim dizlerime gömdüm.

"Her şey bitmiş gibi gemileri karaya bağlamayın," komutanın sesine karşılık görmeyeceğini bildiğim için içten bir şekilde gülümsemiştim. Şu an verilecek olan teselli beni daha kötü duruma sokardı. "Öncelikle Hyunjae'yi bulmaya çalışalım. Diğerlerine baktığım kadarıyla herkes bizim gibi düşünmüyor," son söylediği şeyle kafamı kaldırıp anlamayan gözlerle ona baktım. Gülümsemesi incelip silik bir tebessüme, tebessümü de ifadesizliğe dönüştü. Umarım anladığım şeyi kast etmiyordur...

"Bazıları hiç acımadan Hyunjae'yi öldürebileceğini ve kanını içeceğini söylüyor," derin bir şekilde yutkundum. Bu beklemediğim bir şey değildi ama başkasından duymak endişemi ikiye katlamıştı. "O yüzden burada oturmak yerine herkesten önce Hyunjae'yi bulmamız gerekiyor. Harekete geçmeliyiz," komutan ile çok bir yakınlığım yoktu ama Hyunjae gitmeden önce onunla yakınlık kurmuş olmalıydı. Çünkü ne zaman Sunwoo ile Hyunjae'den bahsetsek sohbete dahil olmuştu.

Haklıydı. Diğerlerinden önce onu bulmalı ve öyle ne yapacağımıza karar vermeliydik.

***

- Hyunjae -

Aşırı derecede zonklayan başım yüzünden olduğum derin uykudan uyanmıştım. Gözlerimi ağır bir şekilde araladığımda ise görmeyi beklediğim şey kesinlikle bir tavan değildi. Nerede olduğumu anlamak için yerimden doğrulmaya çalıştığımda tekrardan geriye düştüğümde küfür savurmuştum. Fakat küfürlerim bile ağzımın içinde yankılanıp tekrardan bana geri dönmüştü. Çünkü ağzım bantla kapatılmıştı. Ellerim iki yandan kelepçe ile bacaklarım ise halat ile yatırıldığım masaya bağlanmıştı. Belim bile bir iple masaya bağlanmışken hareket etmek neredeyse imkansızdı.

Bir yemek misali masaya yatırılmıştım.

Bu düşüncenin verdiği korkuyla olduğum yeri biraz daha inceledim. Bomboş ve loş ışıkları olan bir odaydı. Odanın girişindeki küçük masanın üzerinde duran çantanın içerisinde ise makas, bıçak ve kesici birçok eşya bulunuyordu.

Derinlemesine yutkundum.

Sanırım bu aletler kesilip biçilmem içindi. Nasıl böyle bir tuzağa düşmüştüm, aklım almıyordu. Sinirden gözlerim dolmaya başladığında kendime ne kadar kızsam da gözyaşlarıma engel olamamıştım. Ağzımdan dışarıya çıkamayan hıçkırık boğazıma geri gittiğinde boğulacak gibi hissetmiştim. Berbat hissediyordum. Korku dolu, endişeli, savunmasız...

Kapının sert bir hamleyle açılmasıyla birlikte gözlerime direkt vuran ışığa lanetler ederek başımı çevirebildiğim kadar kapıya çevirmiştim.

İşte, katilim karşımda duruyordu.

Merhabalar!
Uzun zaman olmuştu bölüm atmayalı. Bunun nedeni ise ilginin kesildiğini düşünmem ve o yüzden de benim fice olan ilgimin azalmasından ötürüydü. Ama madem ki bayrama girdik 🎉 o yüzden bunu bayram hediyesi olarak kabul edebilirsiniz 🍬🍬

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top